-Ülke? Düzeltemezler zaten hiçbir
şeyi.
-Hiç mi umut yok Raif abi?
-Yok abicim yok… Mutlu olursam
vallahi bedavadan ekmek dağıtırım herkese.
O sabah fırıncı Raif ve Ziya’nın
arasında böyle bir konuşma geçti. Ekmek almış evine doğru yürüyordu. Bulutlu
sabah gün ışığını kapatıyor, hava soğuyor ve sonbahar başlıyordu. Gri ceketinin
kapüşonunu kapatmış iki katlı evine yürüyen Ziya, babaannesi ve dedesi ile
yaşıyordu. Anne ve babası yaşıyordu ancak onlar başka ülkede hayatlarını
sürdürüyorlardı. Ziya’yı tanımıyorlardı bile onlar. O da onları tanımadığı için
pek dert etmiyordu. Ev iki katlı olmasına rağmen çok küçüktü. Ama birçok odası
vardı. Girişle birleşik bir salon, salonun sağ tarafında oturma odası,
merdivenlerin sağ tarafında oturma odasıyla yan yana bir mutfak, sol tarafında
banyo ve yukarı katta yatak odaları vardı.
“Ben geldim.” Dedi .İkisi de hoş geldin diye cevap verdi. Beyaz ekmeği
masanın üzerine bıraktı. Dedesine baktı, genelde sabahları pijamayla otururdu,
bu sefer pantalonunu gömleğini giymiş, kravatını takmıştı: “Hayırdır dede?”
diye sordu. “Bankada işlerim var, sen de gel istersen.” dedi. Uzun zamandır
şehir merkezine gitmiyordu, bu teklifi reddedemezdi. Saat dokuz buçuk olmuştu. Mutfağa
gitti. Babaannesi yumurta kırıyordu. Sofrada üç tabak, üç çatal vardı.“Ziya
oğlum çay koy, sonra da dedeni çağır.” dedi babaannesi. Kahvaltıya oturdular,
hiç kimse konuşmadı.
Birkaç dakika sonra Ziya kalktı ve tüplü
televizyonlarının önündeki turuncu kanepeye uzandı. Beş dakika sonra dedesi
kalktı ve: “Sen kapıya çık ben geliyorum.” dedi. Bir an üşendi kalkmaya,
gitmesem mi diye düşündü içinden. Kapıyı kapattı ardından, gözlerini kırk beş
plakalı gri Ford’a baktı. Dedesinin kapıyı açmassıyla irkildi. Arka koltuğa
oturmayı tercih ederdi Ziya. Kemerini takmadı ve yol boyunca da sokağın duvarlarına
yapılmış grafitilere baktı sadece.
İş Bankası önlerindeydi hemen: “Sen takıl Ziya, yarım saat sonra burada
ol.”dedi. Muhtemelen her zaman yaptığını yapacaktı. Kumrucuların önünden geçip
kokusunu içine çekecek, sonra film afişlerine bakacak ve sokak sanatçılarının
önünde durup onlara para atmadan dinleyecekti müziklerini. On beş dakika geçmiş
ve artık ara sokaklardaki afişlere bakmaya başlamıştı. İlginç bir şey dikkatini
çekmişti. Küçük dikdörtgen bir afişte “ 9. UYKU FESTİVALİ” yazıyordu. Üstünde
bir hastane yatağı resmi vardı.Tuhaftır ki üstünde herhangi bir oyuncu ismi
yazmıyordu. Bir tek 16 Ekim 2009 yazıyordu ki bu da yarının tarihiydi.
*
Dijital saatine baktı, yeşil neon bir ışıkla saat on ikiyi gösteriyordu.
Bu planladıkları en büyük Uyku Festivali olacaktı. On dokuz yıldır bütün
evlerin anahtarlarının kopyasını çıkarmaya çalışmışlardı. Siyah cip gri Ford’un
önünde durdu ve aynı bu eve de yaptıkları gibi şehirdeki tüm evlerin kapısını
dışardan kitlemişlerdi. Ayrıca çözülemez şifreli bir kilit takmışlardı.
*
Ziya saat dokuzda uyandı. Dışarı çıkıp
fırına gidecekti. Kapıyı açmaya çalıştı, açılmadı. Bir daha denedi olmadı. O
kadar çok zorladı ki dedesi uyandı ve aşağıya indi.
-Ne oluyor Ziya?
-Kapı açılmıyor da…
-Doğru düzgün yemek yeseydin
açardın kapıyı, çekil bakayım.
Ama olmadı, dedesi de açamadı. Ziya
tuşlu telefonundan itfaiyeyi aradı ama açan yoktu. Bu kesinlikle anormaldi. Kapıya
bir iki vurdu ama kapının önünde kapıyı kırmalarını engelleyecek bir kilit
vardı. Artık babaannesi de uyanmıştı ve telaşlanmışlardı. Nafileydi kapıyı
zorlamak. Babaannesi radyoyu açtı ve kahvaltı hazırlıklarına başladı. Dedesi
hapı almak için yukarı çıktı, babaannesi de onu arkadan takip etti. Derken
haber radyosundan cızırtılı bir ses geldi: “9. Uyku Festivaline hoş geldiniz!”
Ziya’nın kanı donmuştu.
*
-Doktor? Orada mısınız?
-Buyur, içeri gel.
Dedi Doktor Selçuk. Bu olayın başı,
oydu. Karanlık laboratuvarı kötü kokuyordu. Polis memuru içeride doktorun ne
ile ilgilendiğine bakıyordu.
-Bu gördüğün, karbon florür.9.
Uyku festivalinde bütün evlerin kapısı kilitlenecek ve kendimize on yıl yetecek
on üç milyon beş yüz beş bin litre su ayrılacak. Kalan bütün sulara karbon
florür katacağız. Bu insanları bir köleden ayırt edilemez yapar. Anlıyor musun?
-E-e evet.
-Güzel.
Bu konuşmayı burada bitirdi Doktor Selçuk. Genç polise dışarı çıkmasını
söyledi. Bu projeyi yapmak nereden aklına gelmişti bilmiyordu.A ncak başkanlar
bunu onaylamıştı. Sonuçta devletin çıkarları için çalışan on binlerce robot
demekti bu.
O gün boş boş oturdu Ziya. Kapı bir
anda sucunun gelişyle açılmıştı. Herkes şaşkındı. Kendisi, dedesi ve babaannesi
su içtikçe daha çok susuyorlardı. Hava sıcak diye düşündü Ziya. Ancak gün
sonunda dayanılmaz bir baş ağrısı vardı. Dolaptaki Parolları içe içe
bitirmişlerdi. Ziya her zaman geç yatardı ama bu sefer saat dokuz buçukta göz
kapakları düşmeye başlamıştı. Kendini hasta zannederek yatağa uzandı.
Saat yedi buçukta erkenden kalkmıştı.
Oldu olucak iş değildi ve bütün geceyi kabuslarla geçirmişti. Hatırlamaya
çalışınca midesi bulanıyordu, tüyleri diken diken oluyor ve bir anda üstüne
yorgunluk çöküyordu. Kesinlikle ne olduğunu anlamıştı.
*
-Patron, sabah sekiz haberlerinde
bunu yapmak istediğinize emin misiniz?
-Bu sadece başlangıç. Küçük bir
test olarak düşün bunu. Hem işe yarayıp yaramadığını anlarız. Protestolar falan
anlarsın ya.
Çekimden önceki son on beş
dakikada bunları konuşmuşlardı. Haberler normal şekilde anlatılırken arada:
“Sokağa çıkın ve muz fiyatlarını protesto edin.” diyordu. Bütün bölgede sadece
Ziya bu sabah haberlerini izlememişti.
*
Saat on bir buçukta Ziya sonunda aşağıya
inebilmişti. Başı döne döne merdivenlerden aşağı inmişti. Etrafına baktı, çok
sessizdi. Ansızın yeşil sokak kapısı açıldı. Babaannesi ve dedesi gelmişti. Babaannesi
hiç dışarı çıkmazdı, üstelik elleri de bomboştu.
-Nerelerdeydiniz dede?
-Aaa, sen burada mıydın?
-Neden dışarı çıkayım ki?
-Görmüyor musun? Muzun kilosu 2
lira olmuş, biz de çıkıp eylem yaptık.
Her şey tamamdı ama bu noktadan sonra Ziya gerçekten korkmuştu. Hiç
konuşmadan normal hayatına devam etti. 2 günü vardı, su içmeden.
Gün içinde onlarca saçma sebepten Ziya’nın babaannesi ve dedesi dışarı
çıkmıştı. Ziya’yı zorlamışlardı ama o bir çaresini bulup kurtulmuştu.
*
Artık hazırlardı, bütün aptallık testlerini insanlar geçmiş ve son haber
hazılanmıştı. İnsanlardan evlerini derhal terk etmeleri istenecek, bu sayede
bütün evleri yıkıp yerine sadece iş merkezleri yapılacaktı. Sıfır dünya, sıfır
eğlence ve mutlak güç.
*
O akşam Ziya çok endişeliydi. Ya ölecek ya da ölü bir ruh ama canlı bir
bedende yaşayacaktı. Gene göz kapakları düşüyordu. Yatağın yolunu tuttu ve
kafasını yastığa koyar koymaz uyudu.
Bir kabus yine. Kalın ve ürpertici bir ses: “Kalk, uyan!” diye bağırdı. Bu
ses gerçek değildi. Ziya ayaklarında bir soğukluk hissetti. Kendisi fark edemese
de uykusunda yürüyordu. Her adım canını acıtıyordu. Mutfağa vardı, sürahiyi
kaptı ve bir bardağa doldurarak acı içinde içti. Hissettiği son duygu, çaresizlikti.
Sabah sekiz haberinde dümdüz bir
şekilde -ki bu ses doktorundu- “Kalkın vatandaşlar! Yeni çağ başlasın! Ruhsuz
bedenleriniz benim için çalışsın!” denilmişti. Ziya artık Ziya değildi. Dedesi
ve babaannesi kapıyı açtı. Kendini tutamıyordu Ziya. Adımını dışarıya attı. Kendi
iradesiyle duyduğu son şey “Uyku Festivali sona ermiştir.” idi.
Güneş ALTUNCI 6-B