21 Kasım 2015 Cumartesi

AYNADAKİ BEN

Odama dolan güneş ışığı yüzünden gözlerim kamaşarak uyandım. Anlaşılan yatarken perdeleri çekmeyi unutmuşum. Yatakta şöyle bir doğruldum ve odanın benim odam olmadığını fark ettim. Ellerimle gözlerimi ovuşturarak etrafıma tekrar baktım ve bu odanın gerçekten benim odam olmadığını anladım. Oda bembeyazdı ve benim genç odası takımımla alakası bile olmayan mobilyalarla doluydu.
İçimde garip bir hisle yataktan kalktım ve neredeyse bayılıyordum. Dolabın boy aynasında gördüğüm kişi kesinlikle ben olamazdım. Kırk yaşlarında bir kadın bana bakıyordu. Dikkatli inceleyince bu kadının benim büyümüş halim olabileceğini tahmin ettim. Aynanın üstündeki dijital takvim 2044’ü gösteriyordu. Gözlerime inanamadım. Ben uyurken tarih 2015’ti. Sonra aynaya yansıyan 40 yaşındaki halime baktım. Ne yüzümde kırışıklık vardı ne de saçımda beyazlar; Fena gözükmüyordum. Birden merak ettim. Nerede yaşıyordum? Ne iş yapıyordum? Evli miydim? Çocuğum var mıydı? Bu sorulara yanıt bulmak için odadan çıktım ve dönen merdivenlerden aşağı inmeye başladım.
İndiğimde karşıma bir elinde cep telefonu, diğer elinde not defteriyle, genç bir kız çıktı ve hızlı bir şekilde konuşmaya başladı:
“Günaydın Eylül Hanım! Hemen bugünkü programınızı size hatırlatayım. Venüs’ün Çocukları adlı bilimkurgu serinizin ikinci kitabının 12. baskısı için yayınevi sizden haber bekliyor, hemen aramalısınız. Ayrıca yine serinizin ilk kitabının filmini çekmek isteyen bir yönetmen var. Ayrıca sizin de sette bulunup genç oyunculara ipucu vermenizi istiyor ve ödüllü bir oyuncu ve yazar olarak fikrinizi ve onayınızı bekliyorlar. Bu arada mezun olduğunuz Juillard Konservatuvarı’ndan aradılar. Haftaya cuma günü okulun 138. kuruluş yıldönümü için konferans verip veremeyeceğinizi soruyorlar. Ha unutmadan, eşiniz az önce aradı. Son filminin galası çok güzel geçmiş. Kızınızın lisesinde bu akşam balo var. Aldığınız elbiseyi paketledim, birazdan göndereceğim. Son olarak müzisyen arkadaşınız Ekin Hanım aradı. Yarın akşam saat 20.00’de sizi evine bekliyor.”
Konuşmalarından asistanım olduğunu sandığım genç kızın soluk almadan aktardığı programımı şaşkın bir şekilde dinledim. Söyledikleriyle neredeyse tüm hayatımı birkaç cümleyle özetleyivermişti. Bu hayatı yani hayallerimdeki hayatı yaşayabilmem için çok ama çok çalışmam gerektiğini biliyordum. Hemen merdivenlerden yukarı çıktım, odanın kapısını açtım ve kendimi 12 yaşımdaki halimde ve odamda buldum.  Eylül ŞIRAY 6-A 

19 Kasım 2015 Perşembe

BUGÜNÜN İŞİNİ YARINA BIRAKMA

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal, pire berber iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, bağda üzüm bekler, derede odun yüklerken; alem uykuda ben pusudayken, yedi kişilik bir aile varmış. Çocukların annesi ve babası ölünce kardeşler öksüz kalmış. Eğitimlerini tamamlamışlar ancak en küçük kardeş daha beş yaşındaymış. Bunun üzerine diğer dört kardeş çalışıp para kazanmayı önermişler. Bu plan hepsinin hoşuna gitmiş. Bunun üzerine iki kardeş sabahları, iki kardeş de akşamları babalarının mağazasına gitmeye başlamışlar ancak bu durumu en küçük kardeşe söylememişler. Her gün, her gün mağazaya gidiyorlarmış artık. İki kişi, iki kişi işi beceremiyorlarmış. En büyük kardeş: “Birlikten kuvvet doğar.” diyerek diğer iki kardeşi çağırmış. Bir kardeş gelmek istememiş. Israr etmişler ama inatla gelmek istemediğini belirtiyormuş. En büyük kardeşin sabrı taşmış. “Zorla güzellik olmaz.”  diyerek ısrar etmekten vazgeçmişler.
Üç kişi denemişler, olmamış. Kardeşlerde dayanacak can kalmamış. Yeni birisini alalım demişler. Yapmışlar da… Böylece çürük tahtaya basmışlar. Tabii adam ilk önce iş teklifini kabul etmemiş. “Niye” diye sorunca en büyük kardeş sinirlenip “Üzümü ye, bağını sorma!” demiş. Adam korkup kabul etmiş. Çok konuşkanmış. Bir süre sonra adam patronluk taslamaya başlamış. Olmayacak bir şeyde “Bal gibi de olur.” deyip geçiştiriyormuş. Daha sonra zor olsa da adamı oradan kovmuşlar. Gökten üç elma düştü; biri bana, biri dinleyenlere, diğeri de bütün iyi insanlara olsun.” Elif NALÇAKAN  5-B

17 Kasım 2015 Salı

KRAL MUSH VE PERİ

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, günlerin birinde çok heybetli bir sarayda yaşayan bir kral varmış. Kral Mush o kadar açgözlüymüş ki her şeyin onun olmasını istermiş.
Bir gün Kral Mush sarayın görkemli koridorlarında volta atarken yerde bir altın bulmuş. Çalışanlarından birininmiş bu altın. Kral Mush altını cebine koyup yola koyulmuş. Altını düşündükçe ağzından suları akmaya başlamış. Yürürken az ileride bir işçinin ağladığını görmüş.
-Ne oldu Hacivat? Neden ağlıyorsun? diye sormuş.
-Altınımı kaybettim kral efendi! Herhalde çalışırken düşürdüm. Her yere baktım; yok, yok, yok! Nerede ki bu altın?
Kral bunu duyunca içinden “İşte şimdi ayvayı yedim.”diye geçirmiş.
-Bir altın için mi bu kadar üzülüyorsun? A akılsız adam. Al altınını ama unutma ak akçe kara gün içindir.
Aslında Kral Mush altını vermekten pek hoşlanmamış. Ama ne yapsın adam? Sonuçta sel ile gelen yel ile gidermiş. Benden söylemesi, bu lafı boşuna söylememişler…
           Aradan birkaç gün geçmiş. Kral Mush bir gece uyurken göz alıcı bir ışık güzelim rüyasını bölüvermiş. Ne olduğunu anlamaya çalışırken şok olmuş. Karşısında bir peri duruyormuş. “Kralım benden üç dilek hakkınız var.” demiş. “Ya iyi kullanırsınız ya da hiç kullanmazsınız. Karar sizin. “Kral açgözlü demiştim ya hemen periyi tutmuş. Ve şöyle demiş:
-Evet! Güzel üç dilek söyleyeceğim sana. Ancak peri minik bir uyarıda bulunmuş.
-Kralım, dikkatli olun ha, sakın baltayı taşa vurmayın. Geri dönüşü olmaz sonra!
Kral periden ekstra zenginlik, sağlık ve ömür boyu yetecek kadar altın dilemiş. Tüm dilekleri gerçek olmuş. Aradan yıllar geçmiş. Altınlar suyunu çekmiş. Öyle olunca kral etrafındaki yalancı dostlarını da teker teker kaybetmeye başlamış. Eee, ne de olsa düşenin dostu olmazmış. Kendi kendine düşündüğü bir gece peri çıkagelmiş. Kral onu görünce çok sevinmiş.
-Ne o kral efendi? Talimatlarıma uymamışsın anlaşılan. Bütün altınları tüketmişsin. Oysa sakla samanı gelir zamanı demiş atalarımız. Sen hiç uymamışsın.
Kral o gece hatasını anlayıp sabah olmadan bütün çalışanlarından özür dilemiş. Çalışanlarına zam yapacağını söylemiş. Ancak bu zam parayla değil sevgiyle olacakmış. Çünkü tatlı dil yılanı bile deliğinden çıkarırmış. Gökten üç elma düştü; biri bana, biri dinleyenlere, diğeri de bütün iyi insanlara olsun.”

13 Kasım 2015 Cuma

EĞİTİM

Her insan bilgisiz doğar ama yaşamını sürdürebilmesi için de eğitim alması gerekir. Eğitim sadece okulda verilmez, eğitim aileden başlar ve biz her zaman farkına varmasak da gereken yerlerde bir servet gibi karşımıza çıkar. Eğitimle insanlar hayatta kendilerine ve insanlığa gerekli olabilecek bilgileri öğrenir, gerektiği zaman da kullanır. Eğitim almayan insanlar ise çoğu zaman kritik durumlarda ne yapacaklarını bilmezler.
Eğitim bir ülkenin gelişmesi için de gereklidir. Toplumun gelişebilmesi için o toplumdaki insanların iyi bir eğitim alması şarttır. Dünyadaki kötülük çoğu zaman cahillikten kaynaklanır.
Eğitim ile sosyal hayatta, yaşamda gerekli olan davranış ve insan ilişkilerinden tutun da bilime kadar her konuda bilgi sahibi oluruz. Eğitim alan bir kişi resmi bir yerde nasıl davranılacağı hakkında bilgi sahibi olup işini nazikçe yaptırırken, eğitim almamış bir insan kaba davranışlarda bulunarak başka insanlarla ilişkilerinde sorun yaşayabilir. “Beyefendi, şu işlemi yaptırmak istiyorum, acaba mümkün mü?” ile “Benim şu işimi çabuk yap acelem var.” cümleleri arasındaki fark açıkça görülmektedir. Nerede yaşarsak yaşayalım, gelir düzeyimiz ne olursa olsun her zaman eğitim seviyemizi yükseltmek için gerekli gayreti göstermeliyiz. Ayça KAYA 6-A

O KADAR KOLAY MI?

              Size bir şey sorsam ne dersiniz? Size “Atatürkçü müsünüz?” diye sorsam çoğunuz “Evet” dersiniz. Peki, o kadar kolay mı? Günümüzde cumhuriyet çocuğu olmak için “Ben Atatürkçüyüm.” demek yeterli mi?
              Cevap bence “Hayır”. Atatürkçü olmak demek; vatanını tanıyıp seven yurttaşlar olmayı, Atatürk’ün ilke ve inkılaplarını benimseyen vatandaşlar olmayı, cumhuriyeti bilip seven, hak ve özgürlüklerini kullanan, demokratik bir birey olmayı gerektirmektedir. Atatürkçülük bir yaşam biçimidir; özgür, demokratik ve laikliği savunan bir düşünce sistemidir. Günümüzde bir cumhuriyet çocuğunun sahip olması gereken ilk ve en önemli ilkedir. Vatanımızın verimli toprakları ve zengin yeraltı kaynakları var, aynı zamanda çok eski ve köklü bir tarihi. İşte cumhuriyet çocuğu olmak, vatanımıza sahip çıkmak ve korumak, Atatürk’ü ve onun inkılaplarını unutturmak isteyenlere izin vermemektir. Özellikle son yıllarda Atatürk’e karşı bir karalama kampanyası yapılmakta, cumhuriyetin değerleri yavaş yavaş yok edilmeye çalışılmaktadır. Biz bu cennet vatan uğruna milyonlarca şehit vermişken bu duruma seyirci kalamayız. Atatürk “Gençliğe Hitabı”nda, Türk Cumhuriyetini sonsuza dek koruma ve savunma görevini Türk gençliğine yani bize vermiştir.
           Atatürk’ün ilke ve inkılaplarının unutturulmasına; vatanımızdan laiklik, özgürlük ve demokrasi gibi değerlerin yok edilmesine göz yumarsak şehitlerimizin kanını boşa akıtmış, Atatürk’ün bize olan güvenini boşa çıkarmış oluruz. İşte bu yüzden günümüzde cumhuriyete daha çok sahip çıkmalı, cumhuriyet ışığının aydınlığından sapmamalıyız. Mehmet Mert DALKILIÇ 6-A

CUMHURİYET VE BİZ

Bizler Cumhuriyet’in ve barışın olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Ve çok şanslıyız. Önceki dönemde savaşlarla ve padişah egemenliği altında yaşamak yerine, Cumhuriyet’in olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Eskiden öyle değildi. Cumhuriyet yoktu, barış yoktu ama maalesef saltanat ve savaş vardı.
Atatürk sayesinde biz şu anda böyle okullarda okuyoruz. Peki, hiç düşündünüz mü biz savaş yıllarında doğsaydık ne olurdu? Nasıl zorluklar çekerdik? İşte öyle bir şey olsaydı o zaman gerçekten aile sorunları yaşardık. Okula gidemezdik ve savaşa giden babalarımızı, ağabeylerimizi çok özlerdik. Padişaha uyardık. Özgürlüğümüz de kısıtlanırdı. Peki, hiç merak ettiniz mi, sordunuz mu büyüklerinize ailenizde savaşa katılan biri var mı? Bu toprak uğruna savaşan biri var mı? İşte, biz bunları öğrenmeliyiz. Öğrenmeliyiz ki bağımsızlık nasıl kazanıldı bilelim. Biz Cumhuriyet çocuklarıyız. Bizim ülkemiz, bizim Cumhuriyet’imiz. Bundan sonra Cumhuriyet’e biz sahip çıkacağız. Cumhuriyet aslında sadece ezberleyip öğrenmekten ibaret değil. Bizim Cumhuriyet’i  zihnimizde canlandırıp toprakların nasıl kazanıldığını canlandırmamız gerek aklımızda. Bundan sonra bu vatan bizim gibi çocuklar sayesinde barış içinde, Cumhuriyet ile yaşayacak. Şu anda Cumhuriyet’in pek korunduğunu düşünmüyorum ama bizim ellerimizde Cumhuriyet ve barış, kalbimizde Atatürk ile birlikte Cumhuriyet’in emin ellerde kalacağını düşünüyorum.

Şu anda biz çocuğuz, bunları öğrenerek ileride vatanımıza daha çok katkıda bulunacağız. Biz birlikte gelecekte Cumhuriyet’i koruyup kollayacağız. Yağmur KASKAN 6-B

10 Kasım 2015 Salı

CUMHURİYET ÇOCUĞUYUM BEN

Cumhuriyet çocuğuyum, hayallerim var. Kendi isteklerimi özgürce yapabilme gücüm var. Bilirim bu sözler yetmeyecek Ata’mın varlığını sürdürebilmek için. Yaprakları dökülmekte olan bir gül gibi, şırıl şırıl akan bir şelale gibi… Evet bildiniz, kırlarda koşan bir çocuğum ben. Mutluluktan havada süzülen bir meleğim ben.
Kanatlarımdan sevgi, kalbimden cumhuriyet çocuğu olmanın gururunu yayan bir meleğim ben.
Düşüncelerimi başkalarıyla, mutlulukla  paylaşabilen bir bireyim ben; sadece kalbimde Ata’m ve sevdiğim herkesin olması bana yeter!
Bana sorarsanız bir duygudur, düşüncedir, bir ilkedir Atatürk.
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, işte o benim bayramım! Özgürlüğümü, gururumu, Türk onurunu yansıtan bayramım. Ülkemin aydınlığını, varlığını anlatan bayramım.
Bir bülbül yavrusu düşünün. Annesinin desteği olmadan uçamaz. Ben de arkadaşlarım, ailem, okulum ve ülkem olmadan, ben olmam! İşte, “Atatürk Cumhuriyeti”nin çocuğu olmak böyle bir şey.
İyi ki bu ülkede doğdum,
İyi ki Atatürk benim liderim,
İyi ki ben bir cumhuriyet çocuğuyum… Naz ÖZEL 5-B     

9 Kasım 2015 Pazartesi

GARİP RÜYALAR

Annemin, ”Uyu hadi!” sesini duyduktan sonrasını hatırlamıyorum. O gün ne olduysa artık! Uyandığımda, kahverengi gözlerim yere bakıyordu. Karanlıkta bile görebildiğim bir karınca sürüsü! Kırk yıl düşünsem aklıma gelmez. Sizce ne oldu? Bir tanesi beni yedi mi dersiniz? Tamam, anlatıyorum! En baştaki karınca birdenbire yeşil, mavi ve gri renkli bir tavuskuşuna dönüştü! Tabii ben daha küçüğüm, bu nedenle çok korktum! İnternet kesildi! Sonrası yine yok… Uyanmışım, bunu babama anlatıyorum. Babam ne inansın ki… Tam o sırada halamı arayınca, babam bunu da söyledi: “Elif kâbus görmüş, karınca varmış…” Halam da güldü. Böylece bu benim ilk kâbusum oldu. Peki, bu sohbet biter mi? Hayır! Şunu söylemek isterim ki karınca sürüsünde sadece ilk karınca tavuskuşuna dönüşüyor. Diğerleri artık kimin kâbusuna gitmişse! Beni unuttular, gittiler… Ben de öyle! Bir daha kâbus görmedim. Ama diğer rüyalarımı kısaca söyleyebilirim. Dedem ve ben hayaletlerle savaşıyorduk. Bu doğru! Bir diğerinde ise evimize hırsız girmişti. Hatta ben diğer hırsızlara “Mavi gömlekli hırsız nerede?” diye sormuştum. Tahminen bir daha bu kadar garip rüyalar görmeyeceğim… B. Elif NALÇAKAN 5-B

DAĞIN ZİRVESİNDEN

Şimdi size söyleyeceklerimi hayal edin. Bir dağ. Upuzun, üstü karla kaplı. Dağın ucunda yani zirvesinde hedefinizin olduğunu düşünün. O da bir bayrak. Onu almaya çalışacaksınız ve daha çok vaktiniz var. Ne yapardınız? Şu an istesem de cevaplarınızı alamam. Ama bence hazırlık yapılmalı ve zaman kaybetmeden yavaş yavaş başlanmalı. Önce adım adım ilerlenmeli. Çoğumuz doğrudan tırmanmaya başlar. Ama ne olursa olsun her şeyi göze alabilmeli. Plan yapmalı. Zafere gelince, bayrağı alınca yan gelip yatmamalı. Tam tersine daha iyi hedefler planlamalı. Eğer pes ederse dağın tam ortasında kalır. İnmek isterse yine çabalaması gerekir. Çaba, çaba, çaba. Ama anlatmak istediğim dağ olayı. Özellikle o dediğim dağ çok dikse, yani hedefiniz çok büyükse daha uzun sürer. Ve bundan dolayı yavaş yavaş ilerlemeli bunun için de küçük hedeflerle başlamalıyız. Tabii ki o hedefe göre hareket etmeliyiz ve böylece büyüdüğümüzde bu hedefler sayesinde iyi yerlerde okuruz, iyi meslek sahibi oluruz, bilgili oluruz… Evet… sorusu olan? B. Elif NALÇAKAN 5-B

YAVAŞ BAŞLAMAK GEREKİR

Başta herkes her şeyin çok kolay veya zor olduğunu düşünebilir çünkü insanlar genellikle önyargıda bulunurlar. Önyargı, insanların bir işi henüz yapmadığı halde o işle ilgili olarak çok zor, çok kolay ve benzeri gibi düşüncelerde bulunmasıdır. Tabii ki önyargılarımız doğru olabilir ama olmama ihtimali de vardır. Önyargılarımızın bizi engellemesine izin vermemeliyiz. Kolay veya zor bir işe başlarken ilk başta yavaş yavaş gitmeli. İşi öğrendikçe biraz hızlanmalı ve hızı yeniden artırıp ulaşmamız gereken yere yakınlaşmalıyız. En son olarak hızımızı olabildiği kadar yükseltmeli ve ulaşmamız gereken yere ulaşıp icadımızı, sanatımızı tamamlamalıyız. Kısacası önceden yargıda bulunmamalıyız ve işe yavaş başlayarak hızımızı artırmalı, en son icadımızı, sanatımızı bitirmeliyiz. Kayra DAVUTLUOĞLU 5-A

4 Kasım 2015 Çarşamba

ENGELLERE SON VER, YAŞA

Yaşamak eylemi sadece nefes alıp vermekten oluşan tekdüze bir biçimde de olabilir. Böyle bir yaşamak isteğine sahip kişiler de belki vardır. Ancak biz bu şekilde sadece nefes al, ver, otur; hiçbir şey yapmadan hayat sürdürmek ister miyiz?
Günümüzde televizyon, bilgisayar, internet, tablet ve cep telefonlarındaki gelişmeler son hızla devam etmektedir. Artık insanların çoğu elindeki akıllı telefon dediğimiz cihazlarla sürekli olarak meşgul olmaktadır. Herkes vaktinin önemli bir kısmını o ufak ekranlara bakarak geçirmekte. Aslında yaşamak, çok değerli olan zaman kavramını barındırır. Geçen her zamanı tekrar geriye almak mümkün değil. Her anımız çok değerli.
Televizyon izleyerek inanılmaz zaman harcanıyor. O kadar çok kanaldan yayın var ki televizyon başına geçtiğimizde adeta sizi esir alıyor, yerinizden kalkmanıza engel oluyor. Büyülenmiş bir şekilde televizyon başından kalkmıyoruz, bize bir şey engel oluyor ve ekran başından ayrılamıyoruz. Televizyona yeter deyip ekranı kapatıyoruz yani engeli aştık diyoruz bu kez telefonlarımız gözümüzün önüne geliyor. Alın size bir engel daha. Sanki yaşamak sabah kalk televizyonun karşısına geç, aralarda akıllı telefonunla oyna, fırsat bulursan yemek ye, evden çıkma… Ancak bunları tamamen dışarıda tutmadan, bize esir etmelerine izin vermeden hayatımızdan çaldıkları zamanlara engel olabiliriz. Kitap okuyabilir, spor yapabilir, sinemaya ve tiyatroya gidebiliriz. Böyle de yaşayabiliriz. Yaşamak bomboş da olabilir, dolu dolu da olabilir. Karar yaşayana aittir.
Ünlü Alman yazar Goethe engellerini aşabildiğimiz yaşamak konusunda ne güzel söylemiş: “Yaşamaya zaman ayırın, zira zaman bunun için yaratılmıştır. Çalışmaya zaman ayırın, başarının bedeli budur. Düşünmeye zaman ayırın, gücün kaynağı budur. Çevrenize iyi davranmaya zaman ayırın, mutluluğa giden yol budur. Etrafınıza bakmaya zaman ayırın, günler bencilliğinize yetmeyecek kadar kısadır. Gülmeye zaman ayırın, ruhunuzun müziği budur. Çocuklarınızla oynamaya zaman ayırın, zevklerin en büyüğüdür.”
 Yaşamamıza, yapabileceklerimize engel olanları azaltarak dolu dolu yaşamaya çalışmak veya engellerin tutsağı olup boş boş yaşamak. Karar bizlerin. Tuana DÖKME 6-A