12 Aralık 2014 Cuma

YALNIZLIK AYNASI

Yalnızlığın her zaman kötü yönlerinden  bahsedilir ama bugün ben size iyi yönlerinden  bahsedeceğim.
Bir aynaya arkadaşlarımızla beraber bakmayız. Aynaya yalnızken bakarız. Yalnızlık ise duygularımızın aynasıdır bir anlamda. Bize dış güzelliğimizi değil, iç güzelliğimizi gösterir. Yalnız kalınca düşünürüz kendimizi, özelliklerimizi, yaptıklarımızı, hatalarımızı. Aynaya bakarken söyleriz “Bugün ne iyi bir şey yaptım.” ya da “Keşke öyle bir şey yapmasaydım…” diye. O ayna bize kendimizi tanıma fırsatı verir. İşte bu yüzden yalnızlık bir ayna gibidir.
Yalnız kaldığımızda kendimizi eleştirerek benliğimizle yüzleşiriz ve bu sayede kendimizi geliştirme fırsatını yakalamış oluruz. Eylül ŞIRAY  5-A

YALNIZ TAŞ DUVAR OLMAZ

Yalnızlık, tek başımıza karanlık bir odada kalmaya benzer. O odada yalnızken korkarız çünkü yanımızda  bize yardım edecek hiç kimse yoktur.
Yalnız kalmayı aslında kendimiz seçeriz. Yalnız kalmak istememizin kendimize göre bir nedeni vardır. Bu neden, acaba dostluk kurmak istediğimiz kişilerin bizimle dostluk kurmak istemediklerini düşünmemiz olabilir mi?
Aslında her insanın kendine göre iyi özellikleri vardır ve bunları ortaya koymaktan çekinmemelidir. Sosyalleşmek de bir anlamda bu değil midir? Zaten bunları ortaya koydukça sizinle dostluk kurmak isteyen kişiler belirecektir.
Eğer sosyalleşmek istiyorsak kendimizle baş başa kalmak yerine, arkadaşlarımızla, çevremizdekilerle daha çok beraber olmalı, sohbet etmeli ve birlikte birçok etkinliğe katılmalıyız. Ne demişler:  Yalnız taş duvar olmaz!” Eylül ŞIRAY   5-A

DOSTLUK GECESİ

Bir zamanlar küçük bir kız çocuğu varmış. Bu tatlı kızın adı Alara imiş. Alara balerin olmayı çok istiyormuş. Baleyi o kadar çok seviyormuş ki gözü başka hiçbir şey göremez olmuş. Bunun üzerine annesi onu bale kursuna yazdırmış. Alara bunu öğrenince sevinçten havalara uçmuş. Alara o kadar çok çalışmış ki en sonunda bir gösteriye seçilmiş. Alara bu gösterinin niçin yapıldığını çok merak etmiş ve bir arkadaşına sormuş. Bu gösterinin yapılma amacı, turneden gelirken kaza yapıp felç olan bir balete yardım etmekmiş. Alara buna hem sevinmiş hem de üzülmüş. Sevinmesinin nedeni herkesin sanatçıya yardım etmesiymiş¸üzüldüğü şey ise baletin kazadan zarar görmesiymiş. Atalarımız bu tarz yardımlar için “Dost kara gün içindir.” demişlerdir.
Prova sırası Alara’ya gelmiş. Alara’nın heyecandan ayakları titriyormuş ve yanlış yapacağını düşünerek diken üstünde duruyormuş. Alara’nın düşündüğü gibi olmamış, aksine prova çok iyi geçmiş. Bal yemekle ağız tatlanmaz; önemli olan sürekli tatlı konuşmak değil, çok çalışmaktır. Alara çok çalışarak bu provada da başarılı olmuş. Gösteri günü gelmiş. Herkes bu gösteri için çok çalışmış ve güzel bir gösteri gerçekleştirmişler.  Ne demişler: “Bir elin nesi var, iki elin sesi var.” Bu  gösteri o kadar güzel olmuş ki dilden dile dolaşmış. Alara da bu anısını ömür boyu hatırlamış. Ayça KAYA   5-A

11 Aralık 2014 Perşembe

ÇİKOLATA ÜLKESİ

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal, pire berber iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken,ülkenin birinde anne baba ve kızlarından oluşan bir aile yaşarmış. Günlerden bir gün baba eve mutlulukla gelmiş. Yüzünde güller açıyormuş. Küçük kız merakla sormuş:
-                              - Babacığım, niçin bu kadar sevinçlisin?
Babası:
-                            - Güzel kızım, sizi avucumun içi gibi bildiğim bir ülkeye, Çikolata Ülkesi‘ne, götüreceğim.                Günlerdir aralarına kara kedi girmiş olan karı kocanın aralarından su sızmamaya başlamış. Küçük kız sorulara devam etmiş:
-          Babacığım, hani bizim paramız yoktu? Babası:
-          Ben bu tatil için uzun zamandır para biriktiriyordum. Damlaya damlaya göl olur demişler, şimdi bunun semeresini almak için uygun zaman.
Bu durum annenin çok garibine gitmiş ama bir yandan da sevincinden etekleri zil çalıyormuş. Hadi, çabuk gidelim demiş. Baba ise: “Acele işe şeytan karışır, biraz sabırlı olun diye karşılık vermiş. Tatil günü gelmiş çatmış. Ailecek güle oynaya uçağa binmişler, Çikolata Ülkesi‘ne varmışlar. Bu ülkede her yer çikolatadanmış. Evler, ağaçlar hatta arabalar bile çikolatadanmış. Kalacakları çikolata şatosuna doğru giderlerken kız etrafını hayranlıkla izliyormuş. Babasına sormuş: “Babacığım, bu ülkede benim aklımdan çikolata yemekten başka hiçbir şey geçmiyor, lütfen şu taksiyi durdurur musun? Yoldaki çikolata ağaçlarından çikolata yemek istiyorum yoksa dayanamayıp bu taksiyi yiyeceğim babacığım. Babası da: “Güzel kızım, biraz sabırlı ol. Bu ülkede bunları  her gelen yemek isterse bu ülkede hiçbir şey kalmaz." demiş. Sonunda otellerine yerleşmişler. Çok güzel bir tatil geçirmişler. Dönüş günü tüm aile mutlu bir şekilde yola koyulmuş. Kız babasına çok teşekkür etmiş. Babası: “Kızım, ne ekersen onu biçersin, sen bu tatili hak ettin.” demiş. Ece BEKİT   5-A 

10 Aralık 2014 Çarşamba

SİHİRLİ MAĞARA

               Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal, pire berber iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, bağdan üzüm bekler, derede odun yüklerken; âlem uykuda ben pusudayken bir periler âlemi varmış.
            Bu periler âleminde, bizim dünyamızı düzene sokan iyi periler varmış. Bu perilerin bir de kraliçeleri varmış. Ama bu kraliçe onlara göre işleri düzene sokan ve onlara güç veren bir dostmuş.
            Periler âleminde işler böyle tıkırında giderken çok uzak diyarlardan bir ordu gelmiş. Bu orduda da onlar gibi periler varmış. Fakat bu perilerin niyeti kötüymüş. İyi periler “Bunların bu diyara girmesine kim izin verdi?” diye düşünürken ordunun komutanının iyilerden olduğunu fark etmişler. İyi periler  “Bizim arkamızdan nasıl böyle bir iş çevirebildin?” diye düşünmüşler. Ne demişler “Ummadık taş baş yarar.”. Bütün iyi periler böyle dalgın dalgın düşünürlerken bir de bakmışlar kraliçe onların elinde!
            İyi periler kahrolmuşlar. O sırada iyi perilerden birisi “Böyle dert yanacağınıza, şu işin ucundan tutun da kraliçeyi kurtaralım.” demiş. Eee, akıl akıldan üstündür!
            Büyü yapmayı denemişler ama kraliçeden güç aldıkları için büyü yapamamışlar. O sırada akıllarına Sihirli Mağara gelmiş. Bu mağara dilekleri göz açıp kapayıncaya kadar gerçekleştirirmiş.
            Periler dağları, taşları, ovaları, azgın nehirleri geçmişler. Ejderhalarla boğuşmuşlar ve sonunda Sihirli Mağara’ya ulaşmışlar. Dileklerini dilemişler ve kraliçe bir anda yanlarında  belirivermiş. Ve bunu bir türlü çözemeyen kötü perileri de bizim dünyamıza göndermişler. Hak yerini bulmuş ve iyi periler kazanmışlar…
            Gökten üç elma düşmüş. Biri iyi perilerin başına, biri siz dinleyenlerin başına, eee tabii biri de benim başıma… Eylül ŞIRAY   5-A   

GÜÇ VE ZEKA

Bir zamanlar ormanda yaşayan güçlü bir aslan varmış. Yalnız taş duvar olmaz ama bu aslan kendini çok beğenirmiş. Ona göre diğer hayvanlar  bir baltaya sap olamazmış. Diğer hayvanların da aslandan ödleri koparmış. Aslanın kürkü çok değerliymiş. Bu yüzden avcılar ormana baskın yapıp onları avlamaya çalışıyorlarmış. Bir de aynı ormanda yaşayan  küçük  bir örümcek varmış. Örümcek küçük, güçsüz olup efendi, iyi niyetli olduğunun farkındaymış. Ama hiçbir zaman bununla övünmezmiş. Kibrin kötü bir şey olduğunu bilirmiş.
Günlerden bir gün avcılar yine ormana gelmişler. O sırada aslan ile örümcek de gücün ne kadar önemli olduğuyla ilgili kafa patlatıyorlarmış. Aslan örümceğe, sen benim gibi olamazsın, küçüksün, diyormuş. Örümcek de aslana: “Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli.” diyormuş. Aslan bu sözleri kulak ardı ediyormuş. Başına geleceklerden haberi yokmuş. Avcılar aslan ve örümceğin yanına gelip tüfeklerini onlara doğrultmuşlar. Aslanın kendine güveni çokmuş. Ama aslandan daha zeki olan örümcek aslana zarar gelmemesi için avcıların tetiği çektiğinde ağından zıplamış. Avcıların silah tutan ellerini ısırmış ve onları zehirlemiş. Böylece aslanı kurtarmış. Aslanın gözleri dolmuş, çok mutlu olmuş. Bu olaydan dersini almış. Gücün tek başına bir işe yarayamayacağını anlamış. Avcılar kaçmışlar. Aslan örümceğe çok teşekkür etmiş. Örümcek aslanın dersini aldığı ve kurtulduğu için sevinmiş.
  Bu masaldan çıkardığımız ders görünüşe bakıp hiçbir canlıyı küçük görmememiz gerektiğidir. Tolga ERMAN 5-B

ÇİFTÇİ VE DEV

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler top oynarken eski hamam içinde… Ben diyeyim şu ağaçtan, siz deyin şu yamaçtan, uçtu uçtu bir kuş uçtu; kuş uçmadı. Gümüş uçtu. Gümüş uçmadı, Memiş uçtu. Uçar mı, uçmaz mı demeye kalmadı; anam düştü eşikten, babam düştü beşikten… Biri kaptı maşayı, biri aldı meşeyi; dolandım durdum dört köşeyi…
Bir zamanlar bir çiftçi varmış. Bu çiftçi çok çalışkanmış. Her gün meyve sebze dikip sularmış. Bir gün, bir dev çiftçinin tarlasına gelmiş ve ona ekinlerinin ne kadar güzel olduğunu söylemiş. Çiftçi de ona şöyle cevap vermiş:
- Teşekkürler dev ama ekinlerimi yiyemezsin. Onlar ailemin ve benim tek geçim kaynağımız.
Ve dev bunu duyunca oradan uzaklaşmış. Sonra da yemek aramaya yola çıkmış. Ama hiçbir yiyecek bulamamış. Ancak dev çok açmış. En sonunda tarlaya doğru yola çıkmış. Önce bunu yapmak istememiş ama sonra açlığına yenik düşüp çiftçinin emek verip büyüttüğü tüm yiyecekleri yemiş.
Ertesi gün çiftçi tarlasını bomboş görünce çok üzülmüş. Ve bunu yapanın dev olduğunu anlamış. Çünkü yerde devin ayak izleri varmış. Sonra devin evine gitmiş ve deve şöyle demiş:
- Neden tüm ekinlerimi yedin? Onlar benim ve ailemin tek geçim kaynağımızdı. Şimdi ailem ve ben çok kötü durumdayız. Hiç paramız ve yiyeceğimiz yok! Ayrıca zahmetsiz rahmet olmaz. Çalışan kazanır, elması kızarır.
Bunu duyan dev üzgün bir şekilde ona cevap vermiş:
- Üzgünüm, ailem ve arkadaşım olmadığı için üzüntüden hep yemek yiyorum. Ben aslında seninle dost olmak istiyordum.
Buna karşılık çiftçi ona demiş ki:
- Özür dilerim, senin yalnız olduğunu bilmiyordum. Anca beraber, kanca beraber. İstersen bundan sonra hep bizimle yaşayabilirsin. Bize can yoldaşı olursun.
Dev sevinçle:
-Tabii ki sizinle yaşamak isterim. Çok teşekkür ederim.
En sonunda çiftçi, çiftçinin ailesi ve dev mutlu bir şekilde, dirlik düzen içinde hayatlarına devam etmişler…Duru AZARSIZ   5-B

9 Aralık 2014 Salı

ÇİFTÇİNİN OĞLU

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, çok uzak bir ülkede yaşayan fakir bir çiftçi ve üç oğlu varmış. Bunlar tüm gün tarlada köle gibi çalışır ancak karınlarını doyuracak parayı zor kazanırlarmış çünkü ülkenin açgözlü, zalim kralı çiftçilerin kazandığı paranın çoğunu vergi olarak alırmış. Çiftçinin iki oğlu armut dibine düşer misali babalarına benziyor, onun gibi hiç ses çıkartmadan bu duruma boyun eğiyorlarmış. Ancak en küçük oğlan hem çok zeki hem de gözü kara bir delikanlıymış. Bir gün babasına, “Ben bu duruma daha fazla katlanamayacağım, gidip kralla görüşeceğim.” demiş. Babası: “Dur oğlum, yapma!” dese de bizim delikanlıyı durduramamış. Delikanlı ertesi gün ‘’Erken kalkan yol alır.’’ diyerek yola çıkmış. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, yorgunluktan bir dere kenarında içi geçivermiş. Ne kadar uyudu bilinmez ama başına konan bir karganın “Gak, gak’’ sesleriyle uyanmış. Gözleri fal taşı gibi açılmış ve “Hey! Sen burada ne yapıyorsun?” diye sormuş. Karga: “Sakin ol, sana yardım etmek için buradayım.” demiş. Karga bir zamanlar insan olduğunu ancak krala karşı geldiği için onun kötü kalpli büyücüsü tarafından kargaya dönüştürüldüğünü söylemiş. Ağzından bir parça tohum çıkarmış ve “Bunu krala yedirebilirsen onun içindeki kötülüğü yenebilirsin.” demiş. Delikanlı tohumu almış ve kargaya teşekkür ederek tekrar yola düşmüş. Saraya geldiğinde kralın çok hasta olduğunu, sadece onu iyileştirebileceklerin içeriye alındığını öğrenmiş. Kapıdaki muhafıza kralın ne rahatsızlığı olduğunu sormuş. Muhafız, kralın geceleri uyuyamadığını, her şeyden korktuğunu, gündüzleri de kukumav kuşu gibi baktığını söylemiş. Bunun üzerine delikanlı kralı iyileştirebileceğini söyleyerek onun huzuruna çıkmış. Şöyle bir muayene ettikten sonra krala: “Kara vicdan hastalığına yakalanmışsınız efendim.”  demiş. Kral yataktan doğrulmuş ve delikanlıya:  “İyilik yap, iyilik bul. Beni iyileştir, ne dilersen dile benden!” demiş. Delikanlı sihirli tohumu suda eritip içirmiş. O günden sonra kral iyi bir insana dönüşmüş. Ülkedeki herkes mutluluk ve refah içinde yaşamış.
Gökten üç elma düşmüş. Biri bu masalı yazana yani bana, biri bu masalı dinleyen arkadaşlarıma, diğeri de bu masala not verecek olan Hakan Öğretmenime….) Mehmet Mert DALKILIÇ 5-A