17 Ekim 2014 Cuma

YAZARLARIN SİLAHI

Yazarlar, yazdıkları yazıları kendi düşüncelerini toparlayarak kaleme alıp kâğıda dökerler. Her yazar kitapları için emek harcar. Yazarların silahı kalemdir. Yazarlar kalemlerinden ve düşüncelerinden güç alırlar. Silahlar sadece savaş açıp birilerini öldürmek içindir ama kalem düşüncelerimizi ortaya çıkarmak için çok güzel bir yoldur. Söz çoğu zaman dilimizden kaleme, kalemden kâğıda düşer. İnsanların hayal dünyalarını ortaya çıkarır. Yazarların düşünceleri hiç bitmez.
Kalem günlük hayatımızın her yerinde vardır. “Düşüncelerimiz olduğu sürece kalemlerimiz yok olmaz.” demiş ünlü bir düşünür. Eski zamanlarda kalem yokken insanlar mürekkebe batırıp tüyle yazarlardı, hatta taşların üzerine çizikler atarlardı. Daha sonra ağaçlardan yonttukları odunlardan insanoğlu kalemi yaptı. Şimdi hepimizin elinde renkli kalemler var.
Yazımı “Her düşünce kalem kâğıda döküldükçe hayatımız anılarda kalacaktır.” sözüyle
bitirmek istiyorum. Zülal Gerçek USTAOL 5-A 

YAZARIN SİLAHI

Yazarın silahı kalemdir. Kalemle savaş başlar, kâğıt ve silgi de ona eşlik eder. O yazar, silgi siler. Kağıt söylenir “Yeter artık gıdıklama” diye. Kâğıt sızlanır ama yazar dayanamaz, yine de düşüncelerini kâğıda dökmeye devam eder. Yazar silahını yani kalemini kolay kolay elinden bırakamaz. Zor gelir ona düşünce dünyasından ayrılmak, düşüncelerini paylaşmamak. O yeni bir dünya yaratır ve insanlar da bu dünyanın kapısını aralayarak içeri girer.
Ya siz, sizin silahınız ne? Alın kaleminizi, dalın düşünce dünyasına. Kâğıtları gıdıklayın, silgiler ile oynayın. Dünyanızı genişletin. Düşüncelerinizi, duygularınızı herkesle paylaşın ki, birlikte yeni bir dünya yaratın. Bu dünyanın merkezinde çocuklar olsun. Unutmayın gerçek silah kalemdir ve bu silahla çocuklara daha güzel bir dünya kurabiliriz. Hayatınız boyunca bu kaleminizi çalıştırın ve yeni kapılar aralayın. Ayça Deniz KAYA 5-A 

OKU, AYDINLAN, AYDINLAT

Kitaplar bizim düşüncelerimizi geliştirir. Karanlıktan okuyarak aydınlığa çıkarız. Türkiye’nin neredeyse yarısından fazlası kitap okumuyor. Çocuklar teknolojik aletlerden gözünü ayıramadığından kitap okumak istemiyor. İşte bu sorun çocukların ödevlerine de yansıyor ve başarısını da etkiliyor. Eğer çocuklar her gün düzenli olarak kitap okursa çocukların başarısı da olumlu yönde artar. Kitap okumak, insanı üzgünse mutlu eder. Yazarlar genelde çok kitap okuduklarından aydınlanırlar. Artık aydınlatmaya başlarlar. Yazarların uğraşıp yazdığı, emek verdiği kitapları biz de okuyup aydınlanmaya başlarız. Bu bir döngü haline gelir. Okuyan kişilere başarı kapısı her zaman her yerde açıktır. Lakin okumayan insanları başarıda olumsuzluklar bekler ve bütün kapılar kapanır. Atatürk okumaya çok önem verirdi. Türkiye, Atatürk kadar okumaya önem verse ve okusaydı bu millet böyle olmazdı. Zeynep YILDIRIM 5-B

15 Ekim 2014 Çarşamba

GERÇEKTEN AYDINLANMAK İSTER MİSİN?

      Gazete okuyordum bir gün. Bir yazı köşesinde adamın biri: “Aydınlanmak için sadece beynimiz bize yeter.” yazmış. Ben de düşünmeye başladım. Aklıma da: “Peki, beynimizin gerçekten aydınlanması için ne gerekli?” sorusu geldi. Birkaç gün sonra bir kitapçıya gittim. Yeni bir kitap aldım. Bu kitap tam da bana göreydi. İçini şöyle bir karıştırdım. Gerçekten de içinde ilgimi çeken konular vardı. Aslında bayağı kalındı. İlk sayfasından okumaya başladım. Bir, iki hafta sonra kitap bitmişti. Bu kitap göremediğim gerçekleri bana göstermişti. Aydınlanmıştım resmen. Artık dünyayı farklı bir gözle görebiliyordum. O sırada aklıma bir şey gelmişti. Artık kendi kitabımı yazabilecek kapasitedeydim. Tam da lafın üstüne üç hafta önceki gazete yazısı geldi. Cevabını bulmuştu artık. Beynimizin gerçekten aydınlanması için kitap gerek. Ama öyle masal, öykü, fantastik kitaplar değil tabii ki de. İçinde gerçekliği olan bilimsel kitaplar gerekiyor. Önümdeki kâğıda baktım ve derin bir nefes aldım. Kitabımı yazmaya başladım. Aradan dört ay geçti. Kitabımın son cümlesini yazıyordum. Evet, kitabım tam olarak yüz seksen sekiz sayfa oldu. Ha, bu arada kitabımın son cümlesinde merak uyandırıcı bir cümle yazıyordu: “Gerçekten aydınlanmak ister misin?”. Sonra da hazırlanıp kitabevine doğru yola çıktım… Derin AYGÜN 5-A 

KİTAP

Kitap çok özel, güzel ve bilgi doludur. Kitap ışık saçar, yol gösterir, bilgilendirir. Bu ışıktan kendimizi mahrum bırakmamalıyız, bu bilgileri kullanıp yeni şeyler öğrenmeliyiz. Sonra bu bilgiyle başkalarının yolunu aydınlatıp onlara da bilgimizi aktarmış oluruz.
Kitap okumalıyız, okutmalıyız. Arkadaşlarımızı kitap okumaya yönlendirirsek hem kendimizi hem de arkadaşımızı mutlu etmiş oluruz. Çünkü arkadaşımıza iyilik etmek bizi, bilgi edinmek arkadaşımızı mutlu eder.

Kitabın bilgisi bizim yolumuzu açar, bu yoldan ilerlersek sonunda bilgilerimizle başkalarına yol açarız. Onlar da bu yolda ilerlerse başkalarına yardım eder. Böylece toplumumuz bilinçli insanlarla dolar ancak günümüzde çoğu kişi kitap okumamaktadır. Kitap okumak çok önemlidir. Sonuç olarak ülkemizi daha iyi bir konuma getirmek için kitap okumalıyız.  Ege Ilgaz YÜKSEL 5-B

AYDINLANMA YOLUNDA

Kitap ışık gibidir. İçindeki bilgiler okundukça insanın zihni aydınlanır. Kitaplardaki her bilgi bilmediğimiz ülkelere, bilmediğimiz kültürlere, tanımadığımız insanlara doğru yola çıkarır. İnsanlar çok okursa çok bilir, okudukça öğrenir. İnsanın zihni aydınlanır, düşünceleri gelişir. Kitap okuyunca insan gelişir. Okur ve okudukça, hayal gücü artar. Bildiklerini paylaşır, başkalarını da aydınlatırlar.
Bir toplumun aydınlanması için çok okuması gerekir. Okumak toplumun alışkanlığı haline gelmelidir. Kütüphaneler kurularak herkese olanak sağlanmalıdır. Okumalı herkes, aydınlanmalıdır. Toplumlar okuyarak gelişirler. Her okunan kitap verilen ışığın şiddetini arttırır, bilgiyi güçlendirir.
Bilgi ışıktır, kitap kaynağıdır. Yolumuzu aydınlatmak için hep okumalıyız. Çevremizi aydınlatmak için, ışıldayan bir toplum olmak için hep beraber çok okumalı ve bilgileri paylaşmalıyız. Defne BEDİR 5-A

14 Ekim 2014 Salı

KİTAPLARIN BÜYÜSÜ

  İnsanlık her zaman cahillikten, bilmemekten ve karanlıkta kalmaktan korkmuştur. İnsanların bu korkularını aşmasında ışık tutan bazı şeyler vardır. İşte bunlardan en önemlilerinden biri de kitaplardır.
   Eskiden insanlar cahillikten hem kendilerine zarar veriyor hem de herkesten korkup hak etmedikleri kişilerin kendilerini yönetmelerine izin veriyorlardı. Hatta insanlar bilgiye ulaşamasın diye kitaplar ve bilim insanları ortaçağın karanlık dönemlerinde yakılmış, yok edilmiştir. Böylece insanlar özgürlüğünü kaybetmiş, esarete mahkum edilmiş, hatta bilgiye ulaşma yolları tamamen kapatılmıştı. Ancak insanoğlundaki merak ve bilgi açlığını kimse durduramamıştır. Kitap, okuyan insanı aydınlatır. Ampul nasıl karanlığı yok ediyorsa, kitaplar da cahilliği yok eder. Kitap okuyan insanın zihni aydınlanır, gerçeği fark edebilir hale gelir.
  Sonuç olarak, kitap bize ışık tutan, geleceğimizi aydınlatan çok önemli bir kaynaktır. Bunun  farkında olmalı ve bolca kitap okumalıyız. Mehmet Mert DALKILIÇ 5-A

CEHALET VE İNSAN

Asırlar boyunca inanlar cehaletleri yüzünden başarılı olamamışlar. İnsanlar hep yeni bilgilere ihtiyaç duymuşlar. Ama bazı insanlar yeni bilgilere hiç açık değillermiş. Bu yüzden birçok devlet tarih boyunca geri kalmış.
       Bunun üzerine bu konuda bilinçli ve beynini kullanmayı bilen insanlar bunları birlikte yaşadıkları insanlara göstermeye çabalamışlar fakat bu yenilikleri kabullenemeyen bazı geri kafalı insanlar yeni bilgilerin kötü olduğunu halk arasında yayıp insanların çabalarını boşa çıkartmışlar. Bu yüzden ‘’Osmanlı’’ gibi güçlü bazı devletler, cehaletten, bilinçsizlikten hep geriye doğru gitmiştir.
Ben eğitimin ve okumanın ne kadar önemli olduğunu ünlü düşünür Konfüçyus’un bir sözü ile tamamlıyorum: “Bir oda dolusu kitap ve bir bahçe dolusu çiçek yaşamı sürdürmek için yeterli”. Ancak, okumak, öğrenmek tek başına yeterli değildir. Öğrendiğimiz bilgileri hayata geçirerek onlarla hayatımızı güzelleştirmeliyiz. Unutmayın, okuyarak ilk kendimizi, sonra başkalarını aydınlatmalıyız. Ekin YAKA 5-A


AYDINLIĞA GİDEN YOL

Arkadaşlar nedir okumak? Ne işe yarar? Sizlerle bugün bu konuyu tartışmak ve paylaşmak istiyorum.
Aslında cehalet, karanlık bir odaya benzer. Okudukça, okuduğun kitap ya da dergi seni aydınlatmaya başlar, ufkun genişler. Cehaletin yani bilgisizliğin yavaş yavaş azalmaya başlar. Okudukça okuyasın gelir ve kitabın sayfaları arasında kaybolursun… Bir de bakarsın ki kitabın bir kahramanı oluvermişsin. Örneğin ben “Vanilya Kokulu Mektuplar” isimli romanı okurken kendime zıt karakterde gördüğüm Körpegül isimli anneannenin yerine geçtim ve hikayeyi onun gözünden, onun gibi yaşadım. Bu olay benim kitaptan çok zevk almamı sağladı. Eminim aranızda okumayı sevmeyenler vardır. Siz de benim uyguladığım bu yöntemi deneyin, bakalım sevecek misiniz?
Çok fazla televizyon izlemeyin! Okuduğunuz kitaplardan kafanızda kendi filminizi yaratarak üretici olun, tüketici değil!
Okudukça cehaletinizden kurtulduğunuzu ve yavaş yavaş aydınlanmaya başladığınızı fark edersiniz. Ve artık sizi başkaları kolay kolay yönlendiremez. Çünkü siz artık bilgi sahibisiniz ve kendinize ait fikirler oluşturabilirsiniz. O karanlık odanın ışığını, başkaları değil siz yakacaksınız. O ışık başkalarını aydınlatacak olan beyniniz ve düşüncelerinizdir. Ne demiştik, karanlık oda hala karanlık mı?
Okumak, bilgi sahibi olmak fikir üretmemizi sağlar ve bizi aydınlık bir yola götürür. Bu aydınlık yolda yalnız yürümek yerine etrafımızdakilerle birlikte el ele yürümeye ve herkesi aydınlatmaya var mısınız? Eylül ŞIRAY 5-A 


13 Ekim 2014 Pazartesi

HEPİMİZ DEVEYİZ

            Çok iyiyiz, çok hoşuz, üstüne bir de mükemmeliz ama, öyle ya da böyle, galiba biz de insanız. Bizim de kusurlarımız var, yani, sanırım. Bu kadar özgüven karşısında insan şüpheye düşüyor çünkü.
            Kime baksam, bir kusursuz olma çabası, bir özgüven patlaması, kendini övmekler, diğerlerini yermekler… Çünkü sorun asla bizde değil, bir problemi fark edeceksek başkasınınkini fark ederiz. Karıncalar, kedi yavrularını boyları küçük olduğu için dışlasa, yine de bizim kadar başarılı olamazlar.
            Develeri çirkinler diye küçümseyen tembel hayvanlar, önce dönüp kendilerine bakmalılar. Aslında farkındayız, çoğumuz tembel hayvanız, ama devam ediyoruz, develeri umursayan yok. HEPİMİZ DEVEYİZ!
            Benzetme yaparken, develerle tembel hayvanları aynı iklimde yaşatan- mükemmel (!)- hayal gücümü de alıp gitmeden önce, (Çünkü benim hayal gücüm mükemmel ama siz, siz ne yapmışsınız ya öyle?) ciddileşip doğru düzgün anlatayım derdimi.
            Evet, başkalarının da kusurları var ve birinin onları bu konuda uyarması gerek. Ama yine de, başkasını eleştirmeden önce kendimize çekidüzen versek, dünya tek boynuzlu atların arkalarında gök kuşakları bırakarak uçtukları bir yer olabilirdi. Gerçi, bu kez de tek boynuzlu atların çok kız işi olduğunu söyleyen bir grup tek boynuzları eleştirmeye başlardı ama olsun.
            Sanırım ben, demek istediğimi anlattım. Dikkatinizi çekmeyi de başardım, çünkü biliyorsunuz, ben mükemmelim ve siz değilsiniz, o halde yine mükemmelliğimle, başkalarını eleştiren insanları eleştirmiş olmanın verdiği mutlulukla, sizi sıkmayı bırakabilirim.
            Felsefi bir yazı yazılır da Konfüçyus eksik kalır mı? Onunla bitireceğiz tabi ki: “Evinizin eşiğini temizlemeden komşunuzun damındaki kardan şikâyet etmeyiniz.”
            Biz kar görsek asla şikâyet etmeyiz tabii, ama bu ayrı bir konu! Defne ÖZYURT 8-C  

ELEŞTİRMEK

        Zamanımızın en büyük hatasıdır belki de, kendimize bakmadan başkasını eleştirmemiz. Kendi kusurlarımıza bakmak istemeyiz, eleştirilmeyi sevmeyiz ama hep eleştiririz.
         Kendimizi üstün görüp hep başkalarının kusurlarını ararız. Oysa bizi zerre ilgilendirmez. Kimin ne yaptığı, ne giydiği, nerede oturduğu, nasıl davrandığından çok kendi davranışlarımızı eleştirmemiz gerekir. Acaba biz doğrusunu yapıyor muyuz ki diğerlerinin yaptığı bize batıyor? Önce bunu bir düşünmemiz lazım.  Konfüçyüs ne demiş: “Evinizin eşiğini temizlemeden komşunuzun damındaki karlardan şikayet etmeyin.” Önce kendi kusurlarımızı kapatmalıyız ki sonra başkasınınkiler ile ilgilenelim. Bunun için şöyle bir örnek verebiliriz: Bir öğrenci ödevini yapmaz fakat arkadaşını ödev yapmadığı için öğretmene şikayet eder. Ne kadar ironiktir oysa. Önce kendi ödevini yapmalı ki sonra başkalarını kontrol etsin.  İnsanların %90’ı bu hataya düşer. Birini eleştirmek, karışmak, bir o kadar itici olduğu kadar toplumdan dışlanmamıza da neden olur. İnsanlar bu tip insanları hiç sevmez çünkü kimse eleştirilmeye gelemez. İnsanlar kendileri hakkında olumsuz bir şey duymaya bile katlanamazlar. Herkesin medeni bir şekilde birlikte yaşayabilmesi için birbirine saygı duyması gerekir.  Eğer insanlar birbirini eleştirmeden yaşayabilseydi dünya çok daha huzurlu bir yer olabilirdi.

         Uzun lafın kısası herkes kendine bakmalı. Herkes kendiyle ilgilenmeli ki sorunlar ortadan yok olsun. Elif Dilan ÇELİK 8-C

DÜŞ KIRIKLIĞI

                    "Hiç düş kırıklığına uğramayan hiç umut beslememiş olandır. demiş Bernard Shaw. Boşuna da dememiş hani. Her lafın bir nedeni vardır, değil mi? Örneğin birisi kör bir adama ‘Köpeğinin dışkısına basmak üzeresin.’ dediyse bir nedeni vardır çünkü adam gerçekten de basmak üzeredir. Tabii, o birisi şaka yapıyorsa başka.
Asıl kastettiğim şey şu ki Bernard Shaw da bu lafı bildiği için söylemiş. Şöyle açıklayayım: Genellikle piyasadaki bütün güç sahibi insanların zor bir çocukluk geçirdiğini biliyorsunuz. Bence zor şartlarda büyümek insanın yaratıcılığını arttırıyor, zor bir durumdan kolay yoldan çıkmayı, paylaşmanın ve yardım etmenin iyi, bencilliğin kötü bir şey olduğunu öğretiyor. Çünkü onlar biliyorlar ki zorla kazandıkları bu gücü kolayca yitirebilirler. Gece milyarder olarak uyuyup sabah yoksul olarak kalkabilirler.
Şimdi sırada varlıklı büyüyen insanlar var. Mesela hepimiz öyleyiz. 6 yaşında kendimize ait bir mp3, tablet, bilgisayarımız oluyor. 9 yaşında telefon kullanıyoruz. En yeni model cihazlar, en marka giysiler, yediğimiz önümüzde yemediğimiz arkamızda. Anne ve babamızın kazandıklarıyla yaşıyoruz. Ama büyüyünce, kendi ayaklarımızın üzerinde durunca, en azından çalışınca bunun ne kadar zor elde edileceğini anlıyoruz. Bunun basit nedenleri var: Kimse bizi yüzüstü bırakmadı. Düştüğümüz zaman kendimiz kalkamadık, başkaları bizi kaldırdı. Hiçbir şeyi istemedik, hiçbir şeye ihtiyaç duymadık, bu yüzden hiç düş kırıklığına uğramadık. Her şey hemen önümüze geldi. Onu almak için ne kadar çalışıp çabalamak gerektiğini, onun için yalvarmayı, onu istemeyi öğrenemedik. Hiç düş kırıklığına uğramadık…
Bir insanı tecrübeli kılan şey üzülmektir, kaybetmektir, yenilmektir, umut beslemek ama düş kırıklığına uğramaktır. Hatalar yapmaktır… En sonunda da geçmişten ders alıp geleceği daha iyi şekillendirebilmektir.
Bütün bu yazıyı o konudan bu konuya atlayarak yazsam da, tek bir şeyden yola çıktım, onunla bitirebilmek istiyorum:
“Hiç düş kırıklığına uğramayan hiç umut beslememiş olandır.” Doğa TUTULMAZ 8/B 

UMUT

Hayal kırıklığı… Çoğu kişi hayal kırıklığına uğramaktan korktuğu için hayal kurmaz, ümitlenmez. Örneğin yakınınız hastanede ve durumu kritik, siz hayal kırıklığına uğramaktan korktuğunuz için umut beslemez ve o yakınınızı öleceğini düşünüp kolay yolu seçersiniz. Başka bir yönden düşünseydik şu an burada olamayabilirdik bile. Birinci Dünya Savaşı’nda askerler cephelerde kaybedeceğimizi düşünerek veya hayal kırıklığına uğramaktan korksalar hiç savaşmazlardı. Başka yönden düşünürsek hayal kırıklığı olgunlaşmamızı sağlar. Umudu hayata tutunabileceğimiz dallara benzetebiliriz. Umut beslemezsek hayatta tutunabileceğimiz dallar kalmaz. O zaman da hayattan uzaklaşırız. Hayal kırıklığı da o dalların dikenleridir. Alman düşünür Nietzsche’nin de dediği gibi “Beni öldürmeyen şey güçlendirir.” Hayal kırıklığı sizi öldürmez güçlendirir, olgunlaştırır. O yüzden umuttan ve onu beslemekten korkmayın. Doğa ESMEROĞLU 8-A

HAYAT HEP UMMAKTAN İBARET


“Bir insana yapılabilecek en büyük kötülük, onu umut içine hapsetmektir.” demiş Jean Fançois Lyotard. Ne kadar doğru demiş, aslında, hayatlarımızı düşündüğümüzde. Her gün, her saat, hatta her an umut ediyoruz, ya da birileri etmemizi sağlıyor.
             Bir açıdan olumlu duruyor Sonuçta ne kadar kötülük gelse de üst üste içimizde küçücük, saf ve iyi bir parçanın hala umut etmesi olumlu bir şey. Ancak esas sorun umudun o küçücük parçadan, şişen bir balon misali içimizde, her an büyümesi ve birinin ya da bir şeyin o balona iğne batırması.
İnsanlar her gün yaparlar bunu, her gün bir balonu mutlaka patlatırlar, umurlarında olmaz çünkü. Aslında içinde balon patlayan da umursamadığını sanır, ama o balonun içindeki hava,  onun içine yayıldıkça, vücudundaki her hücre, en küçük parçasına kadar acı çeker.
İnsan her an bir şey bekler hayattan, ister, umut eder, ne kadar doğru bilemem ama yapar bunu. Patlayacağını bildiği balonları büyütür içinde. Patladığında da acısını çeker, daha sonra tekrar umut eder bir şeyleri.  Gönlü kadar saftır aslında insan derinlerinde, o kadar saftır ki, her zaman dolandırılır, her zaman yeniden umut eder.
İstediği her şeyi ve herkesi olan biri umut etmiş olabilir mi hiç? Hücresine kadar hatta onun da derinine kadar acı çekmiş, balonu patlamış olabilir mi içinde? Düş kırıklığı yaşamış mıdır? Bu saydıklarım, insana kötü gelen şeyler olsa da aslında güçlendirir insanı, bir sonraki büyük yükümüzü temkinli taşımamıza ya da taşımamamızı sağlar. Örneğin, aşı olduğunda, o  anda hasta değilsindir ama daha büyüğünden korunmak içindir.
Umut etmeyen insan gerçekten yaşamıyor demektir çünkü patlayacak bir balonu bile yoktur içinde. Tutunacak bir dalı, hedefi yoktur. Düş kırıklığının acısını tatmamış, balonlara yabancıdır, her gece kafasını yastığa koyduğunca, hemen uykuya dalandır.
Hiç düş kırıklığı yaşamamış insan, umut etmeyenden de kötüdür. Ne hayattan ders almıştır ne umut etmek ve altındaki şeyleri yaşamıştır. Umut edecek saflığı tatmamıştır, ya da içinde yoktur.
Ya da belki de balonları o kadar çok patlamıştır ki, gerçekten yaşamamayı, balon patlamasına tercih ediyordur artık. Aslıhan Elif EROL 8-A


AYDINLIK YOL

Bir toplumda ne kadar çok kitap okunursa o toplum geleceğe daha aydınlık bakar.
Kitap okumayı herkes sevmez. Ama kitapları okur ve seversek hayal dünyamız ve zekâmız gelişir. Derslerimizde başarılı olmak için, beynimizin daha kolay algılayabilmesi için, kültürlü ve bilinçli bir birey olabilmek için de kitap okumak gerekir. Çok okuyan insanlar hayatta her işte başarılı olurlar. Yaşamları boyunca emin adımlarla ilerler. Eğer kitap okumazsak bilinçsiz, kültürsüz, ülkemize faydasız oluruz. Yarınlarımıza güvenle bakamayız, yanlış kararlar veririz. Kitap okumak nasıl hayat yolculuğumuzda önümüzü aydınlatıyorsa, okumamak da bizi karanlığa hapseder.
Gelecek nesillere daha aydınlık, huzur içinde bir ülke bırakmak istiyorsak kitap okumalıyız, çevremizdeki insanları da kitap okumaya teşvik etmeliyiz. Defne YILMAZ 5-B

KİTAP AYDINLATICIDIR

            İnsan aslında öğrenmeden veya en önemlisi okumadan cahildir. Bunun için kitap okumalıyız.
Okulda her şey öğrenilmez. İnsanın bazen başka kaynaklardan da yararlanması gerekir. Bunlar kitap, internet, ansiklopedi gibi kaynaklardır. Ama bunları arasından en verimlisi veya en bilgilendirici olanı kitaptır. Kitap aynı anda üç şeyi birden geliştirir: Bunlar düşünce, hayal gücü ve zekâdır. İnsan beynini bu üç şey geliştirir. Mesela size tuhaf veya ilginç hikâyeler ya da kurgular söyleyen mi, yoksa sıkıcı ve ciddi olan mı daha eğlendiricidir?
İnsan beyninin yüzde 10‘unu kullanır. Bazıları bunu geliştirmek ister, bazıları da tam zıddını ister. Bunlardan gelişmek isteyeni çalışkandır, diğeri tembeldir. Bu ikisinden hep çalışkan kazanır çünkü çalışkanın başarısı tembele göre daha yüksektir. Bunun için kitap okumak gereklidir.
            Kısacası eğer bir adam dünyaya karanlık yani cahilce bakıyorsa kitap ona ışık, bilgi kaynağı, verir. O adam ondan sonra etrafa ışık saçar. Hasan Can GÖZE 5-B