5 Mart 2015 Perşembe

BİR ŞEHRİ BIRAKMAK

       1985 yazıydı. Urfa’nın sıcakla kavrulmuş, adeta bir çöle benzeyen ovasından kalkıp İstanbul’a üniversite okumaya geldim. İstanbul, İstanbul, ah İstanbul… Tüm güzelliğiyle beni büyüleyen. Urfa’dan sonra adeta bir girdap gibi beni içine çeken o renkli hayatı, dar sokakları, sabahlara kadar devam eden gece hayatı nasıl da alıkoydu beni derslerimden.
       Balta Limanı’nın dar sokaklarından her sabah neşe içinde yürüyerek sahilde inerdim. Limandaki manavlara bakıp doğduğum şehrin kıpkırmızı biber tarlalarını düşünüp bu şehirle bağlantısını kurmaya çalışırdım. Her sabah kahvaltı yaptığım o kafede tanışmıştım beyaz tenli Rus kızla. Her akşam beyaz Rus kızı takip ederek gittiği barda bana bakmasını dilerdim ama Valsler, foksrotlar altında Suman’dan, Brams’dan parçalar çalan ihtiyar piyanistin dönüp bana bakmasıyla yetinip umutsuz bir şekilde evime dönerdim. Bütün bir üniversite hayatım beyaz bir Rus kadını takip ederek ona duyduğum umutsuz aşkla sona erdi. Artık Urfa’ya ailemin yanına dönme zamanım gelmişti. İşte tekrar doğduğum şehirdeyim. Bir avukat olarak tekrar hatıralarımın olduğu, ekmek paramı kazanacağım, ölmüşlerimin mezarlarının olduğu bu şehirdeyim ancak İstanbul’da bıraktığım ve hiç açılamadığım beyaz Rus sevgilimi bırakıp gelmiştim buralara. Birkaç ayım geçti bu şehirlerde ancak arkamda bıraktığım Rus sevgilimi unutamadığım için Urfa’daki her şeyimi bırakıp sırf bir Rus kız yüzünden İstanbul’a geri döndüm.

      İstanbul, İstanbul, ah İstanbul tekrar geri geldim. Tekrar şarkılar mırıldandığım dar sokaklar kalabalık insanlar ve ben geldim kendimi açamadığım Rus sevgilim. Ece GULÇUR 8-A