Çok
uzak diyarlarda, hatırlanması mümkün olmayacak kadar eski zamanlarda, bir adam
yaşarmış. Bu adam yaşamanın şakaya gelmeyeceğinin farkındaymış. Büyük bir
ciddiyetle yaşıyormuş yani. Yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey
beklemiyormuş. Bütün işi gücü yaşamakmış. Yaşamayı çok ciddiye alıyormuş
anlayacağınız. Bu adam bir bilim
insanıymış. Hani şu kocaman gözlükleri, bembeyaz önlükleriyle laboratuvarda
çalışanlardan... Bu adam sadece kendi yaşamını değil, dünyadaki bütün
insanların yaşamına çok önem verdiği için, daha önce yüzünü bile görmediği
insanların hayatını kurtarmak amacıyla birçok kez kendi hayatını gözünü bile
kırpmadan ortaya atmış. Üstelik kimse
onu bunun için zorlamamışken, en güzel, en gerçek şeyin yaşamak olduğunu
bildiği halde. Günlerden bir gün, bu adam laboratuvarda yaşanan bir patlama
sonucu ölmüş. Bu adam son nefesini verirken bile yaptığı işten hiç pişman
olmamış. Bunca insanın hayatını kurtarmanın verdiği iç ferahlatıcı duyguyla
hayata gözlerini yummuş.
Bu
adamla aynı zamanlarda fakat ondan çok daha uzak diyarlarda yaşayan başka bir
kadın daha varmış. Bu kadın da en az onun kadar önemsiyormuş yaşamayı, başka
insanların yaşamlarını. Bu kadın çok ağır kanser hastasıymış. Yakında ameliyata
girecek olmasına rağmen hiçbir zaman sönmemiş bu kadının yaşam enerjisi, hiçbir
zaman solmamış yüzündeki gülümseme. Çünkü bu kadının yanında onu çok seven
insanlar varmış. Gerek arkadaşları gerekse de ailesi her gün onu ziyaret etmek
amacıyla hastaneye geliyorlarmış. Her gelişlerinde de hasta kadına birbirinden
eğlenceli öyküler, birbirinden komik fıkralar anlatıyorlarmış. Kadın da
kanserli ve ölmek üzere olan bir kadından beklenmeyen bir neşeyle, kahkahalar
atarak eşlik ediyormuş bu fıkralara, bu hikayelere. Kadının hayata bu denli
tutunmasının tek sebebi çevresindeki bu insanlar değilmiş. Kadın hayatını kendi istediği gibi, dolu
dolu, bol heyecanlı, bol kahkahalı, bol gülümsemeli, bol neşeli ama en önemlisi
de hayatı üzerinde kimsenin ondan daha fazla söz sahibi olmasına izin vermeden
yaşamış. Yani her zaman kendi kararlarını kendi verip tam anlamıyla kendi
ayakları üzerinde durmayı başarmış. Bu sebeple olduğu durumdan şikayet
etmiyormuş. Hayattan beklediği, istediği başka hiçbir dileği olmadığı için
ölüme hazır olduğundan. Günlerden bir gün bu kadının ameliyat günü gelmiş.
Kadın da kurtulamayacağının farkındaymış, doktorları, arkadaşları, ailesi
de... Beklenen sonuç gerçekleşmiş kadın
ameliyat esnasında son nefesini verip hayata gözlerini yummuş, ama ölürken bile
o gülümsemesi yüzünden düşmemiş, çünkü yaşadığı hayattan dolayı son derece
mutluymuş. Doktorlar hastanın yakınlarına ölüm haberini verdiklerinde herkes
çok üzülmüş ve gözyaşlarına boğulmuşlar. Aradan yıllar geçmesine rağmen onu
sevenler kadından söz etmeye devam ediyorlarmış. Onun her sabah hastane
penceresinden dışarıya bakıp hava durumunu kontrol ettiğini, sanki hiç
ölmeyecekmiş gibi hergün televizyonda çıkacak yeni haberleri büyük bir coşkuyla
beklediğini anlatıyorlarmış tanıdıkları herkese yüzlerindeki gülümseme hiç
solmadan. Hayatları boyunca da aynısını yapmaya devam edeceklermiş.
Kurtuluş
savaşı sırasında Batı Cephesinde savaşan cesur bir asker varmış. O da karısını,
çocuğunu, memleketini arkasında bırakıp gelmiş buralara kadar. Bu asker de
tıpkı kanserli kadın ve bilimadamı gibi yaşamayı çok ciddiye alan bir insanmış,
fakat ciddiye aldığı yaşam sadece kendisininki olmadığı, vatanını, vatanında
yaşayan bütün insanların canını kendi canından daha çok önemsediği için, ölümü
göze alıp, savaşmaya gelmiş. Savaş
esnasında, daha ilk hücumda yüzükoyun yere kapaklanıp ölebileceğinin
farkındaymış. Gerçekten de olabileceğini düşündüğü şey gerçekleşmiş, daha ilk
hücum sırasında, tam göğsünün ortasına yediği bir kurşun yüzüünden yüzükoyun
yere kapaklanıp hayata gözlerini yummuş. Onun ölüm haberini alan karısı ve
çocukları yasa girmişler, gözyaşlarına boğulmuşlar. Yine de onun kahraman bir
şehit olarak ölmesinden her zaman gurur duymuşlar.
Yakın
zamanlarda, yakın diyarlarda yaşayan bir başka adam daha varmış. Bu adamın da
tıpkı diğerleri gibi işi gücü yaşamakmış. Bu adam bir şairmiş. Aydın, ilerici,
gerçekçi, araştırmacı ve çok kitap okuyan bir insanmış. Fakat bu adamın
nerdeyse bütün fikirleri o zamanki gerici dindar - en azından öyle olduklarını
sanan - yalancı hükümet ile ters
düşüyormuş. O zamanki halk çok eğitimsiz olduğundan bir türlü bu adamın
maskesinin altında yatan gerçek yüzünü görememişler. Bu sebeple de hala daha
onları kendilerinin başına getirtmeye ve kendi geleceklerini karartmaya devam
ediyorlarmış. Bu hükümet bizim bu aydın şairi hapse atmış. Anlayacağınız gibi
adamın hiçbir suçu yok. Düşünce suçlusu. Bu adam yaklaşık elli yaşındaymış.
Hapisten çıkmasına ise daha yaklaşık on sekiz senesi varmış. Bu şair neredeyse
hiçbir zaman dışarı çıkmamasına rağmen, her zaman dışarıyla bir bütün olarak
yaşamış. Dışarıdaki hayvanlarla, esen rüzgârla, kavga eden insanlarla... Yani
hiç ölmeyecekmiş gibi, yaşama sımsıkı tutunarak...
Bu
öykü bambaşka insanların, bambaşka hayatların öyküsü. Bunlar benim kalemimden
dökülenler... Apayrı hikayeler ama aynı yaşama sevgisi, aynı sonuç.
"Yaşadım!" diyebilecek insanların hikâyesi! Ceren ÇİV 8-B