27 Ekim 2016 Perşembe

CUMHURİYET GENCİ OLMAK

 Size, cumhuriyet genci misiniz diye sorsalar, hepiniz evet dersiniz. Peki, bunu kanıtlayın deseler? Çoğunuz kanıtlamaya çalışacaktır, bundan eminim. Cumhuriyet genci olmak, demekle olmaz; bunu gösterebilmek, kanıtlayabilmek lazım. Bana sorsanız ben de "evet" derdim. Ama evet demekle kalmaz, nasıl bir cumhuriyet genci olduğumu size anlatırdım.

   Ben bir cumhuriyet genciyim çünkü adımımı bilimle atıyorum. Atamızın yolundan hiç şaşmıyorum. Eğitimime ve derslerime önem veriyorum. Sadece sınavlarda değil, zamanım olduğu her fırsatta derslerime çalışıyorum. Kendime hep güveniyorum. Yurtdışında okursam, orada öğrendiğim bilgileri ülkeme taşıyıp ülkeme destekte bulunurum.

   Ben, sanatla ilgili her etkinliğe istekle katılıyorum. İnsan kendini sanatla ilgilenerek, şiir yazarak, resim çizerek, müzik aleti çalarak geliştirir. Tiyatro ve sinema bizi, toplumumuzu anlatır. Sanat insanı ve başka kültürleri tanımamızı ve anlamamızı sağlar. Bunlardan biriyle bile ilgilenmeyen bir ülke geri kalır.
 Ben, sporla ilgileniyorum. Futbol oynuyorum. Çünkü spor yapan birinin ruh sağlığı daha iyi olur.
      
   Ben, ilkelerime ve kültürüme sahip çıkıyorum. Ülkemde adaletsizlik değil, demokrasi istiyorum. Kadın haklarını savunuyorum. Fakirlere yardım ediyorum. Yaptığım iyilikleri karşılıksız yapıyorum. Topluma yaptığım yardımları çıkar üzerine değil, toplum için yapıyorum. Sokaklarda dilenen aç çocuklar görmek istemiyorum. Çalışıyorum ve çalışacağım.

   Ben, büyüklerimi sayıp küçüklerimi severim. Aileme asla bağırmam. Kardeşime asla el kaldırmam. Büyüklerine bağırıp küçüklerine haksızlık yapan kişi, insan değildir.

  Yani, cumhuriyet genci olmak, cumhuriyetin bize kazandırdığı ilkelere uygun yaşamaktır. Gururlu, çalışkan, özgüvenli olmaktır. Başkalarının hakkını yememektir. Eğitimle ilgilenmek, eğitimine önem vermek, öğretmenlerine saygılı olmak, arkadaşlarını sevmektir.
Eğer siz, bunların hepsini yapıyorsanız, siz gerçekten bir cumhuriyet gencisinizdir. Vahit Eren PINAR 7-A 

26 Ekim 2016 Çarşamba

KARDEŞİM VE BEN

      Cansu, odasında düşüncelere dalmışken aniden odasının kapısı açıldı. Kardeşi heyecanla içeri girdi. Cansu bir an donup kaldı. Onun neden bu kadar heyecanlı olduğunu anlayamamıştı. Kardeşi hemen konuşmaya başladı. “Ablaaa! Sana çok güzel haberlerim var, Kanada’ya gidiyorum. Okul bursunu kazanmışım. Dün anneme mektup göndermişler.” Cansu, ne diyeceğini şaşırmıştı. Bu olaya çok sevinmişti ama ne kadar sevinse de eninde sonunda onu özleyeceğini biliyordu. Ne kadar kardeşiyle kavga etseler de onun gitmesine üzülmüştü. Cansu “Ne zaman gideceksin?” Kardeşi: “En kısa zamanda gitmek istiyorum. Okulu gezip arkadaşlarımla kaynaşmam lazım.”
       Aradan birkaç gün geçti, kardeşi gitmişti. Cansu o gün evde kendini çok yalnız hissetti. Aklına kardeşiyle yaşadığı anlar geldi. Mesela bir keresinde dedeleriyle balık tutmaya gitmişlerdi. Ama hiç balık tutamamışlardı, kardeşi buna çok üzülmüştü. Dedesiyle Cansu onun için balıkçıdan balık almışlardı. Kardeşi tabii ki de bu numarayı anlamıştı ama o gün birlikte çok eğlenmişlerdi. Daha bunun gibi birçok anıları vardı. Gerçekten kardeşini çok özlemişti. Eskiden onun gitmesini isterken şimdi gelmesini diliyordu.
        Aradan birkaç yıl geçmişti. Okullar kapanmak üzereydi. Annesini birdenbire Cansu’nun odasına fırladı. Çok sevinçliydi, yüzünden anlaşılıyordu ama sanki biraz ağlamıştı, gözleri hafif kızarmıştı. Elinde bir mektup vardı ve o mektubu Cansu’ya uzattı. Cansu mektubu okumaya başladı. Mektup kardeşinden gelmişti. Cansu kardeşini adını gördüğü an heyecanlandı. Mektupta diploma töreni olacağı yazıyordu ve kardeşi törene onu ve ailesini de davet etmişti. Günler sonra kardeşinin töreni için hep beraber Kanada’ya geldiler. Önce kardeşinin törenine katıldılar. Tören bittikten sonra kardeşi biraz ülkeyi gezdirdi. Kanada gerçekten çok büyük ve güzel bir ülkeydi. Biraz Kanada’da kaldıktan sonra yanlarına kardeşini de alarak mutlu anılarla ülkelerine gitmişlerdi. Ayça D. KAYA 7-A

24 Ekim 2016 Pazartesi

KİTAPLAR MI, CAHİLLİK Mİ?

                     Kitap okumak hayat kurtarır dedikleri bu işte. Kitaplar bize doğru yolu gösteren ışıktır. O ışık gittikçe büyür. Eğer okuduğunuz kitaplar büyük yazarlardansa örneğin Rıfat Ilgaz o zaman bir kitabında olsa bile bize hırsızlığın yanlış olduğunu anlatmaya çalışmıştır.
                    Kitap okursak yanlış yolu seçmeyiz. Kitap okumayanlar hırsızlar gibidir. Okuduğumuz kitapları okumak için değil de okumak için okuyorsak o zaman her türlü yanlışı yapabiliriz. Kitap okumayı seven kişilerin bildikleri fazladır ve yapacakları şeyler iyidir, herkese yardım ederler, kötülere bile bir şans verirler, intikam peşinde değildirler. Kütüphaneler ve kitaplar herkesin bildiği gibi adeta bir bilgi kaynağıdır. Cahillik ise en tehlikeli şeydir. Bir kütüphane bin hapishane kapatır sözü de bir örnektir.
          Kitap okuyun, sevin ama ne olursa olsun okumaktan vazgeçmeyin. Cahilliği böyle engellersiniz. Yağmur KASKAN 7-B

ATA'MA MEKTUP

Sevgili Ata’m,
          Seni hiç görmeden sevdim, hem de çok özledim. Bizi geri kafalılardan kurtardın. Keşke burada olsaydın diyeceğim fakat keşke demek iyi bir şey değil der annem ve babam. Peki, bizi şimdiki geri kafalılardan kim kurtaracak? Sen yoksun, büyüklerimiz bir şey yapamıyor, yoksa yapabilirler mi? Bazen bazı büyüklere de kızıyorum, bazıları geri kafalı. Peki, her büyük, vatan uğruna ölebilecek durumda mı? Belki sadece kendilerini düşünüyorlar. Bu durumda vatanı tertemiz yapıp yeni bir beyaz sayfa açma işi biz yeni nesle kalıyor. Peki, her genç bunu yapabilecek mi? Her gün kafama bu sorular doluşuyor. Ben yapabilir miyim? Herkesin aklına geliyor mu bu sorular? Yoksa ben herkesten farklı mıyım? Bir tek ben böyle düşünüyorsam gelecekte ülkenin hali ne olur? Eminim ki benim gibi düşünen bir sürü kişi vardır. Atatürkçü okullarda okuyan, sana saygı duyan bir sürü çocuk, genç vardır. Sence de öyle değil mi? Atam yoruluyoruz, sıkılıyoruz, olmamalı bence bunlar, vatan uğruna dimdik durmalıyız. Biz şimdikilerden farklıyız. Biz geleceğiz, biz tek yüreğiz. Bir odaya doluşmuş milyonlarca kişiyiz. Her şeyin değerini bilen saygılı kişilikleriz. Minicik bir odada sıkışsak bile birbirimizin varlığıyla yetiniriz. Ata’m, biz onlardan farklıyız. Senin izinde yürüyen, yanlışı ezip geçen tek yüreğiz biz. Hep de öyle kalacağız. Sevgilerimle. Yağmur KASKAN 7-B

SEVGİ ZAMANI

               Uzun zaman önce bir gölün kenarında yaşayan iki evsiz varmış: bir anne ve bir çocuk. Bir gün anne köye gider, bir gün çocuk köye gidermiş. Sırayla değişirlermiş. Her akşam çocuk gölden balık tutarmış. Dallarla ateş yakıp pişirirlermiş kendi yemeklerini. Günler böyle geçip gidermiş.
                Yine bir sabah çocuk birden fazla balık tutmuş. Sabahın köründe annesini uyandırmaması gerektiğini düşünmüş. Tuttuğu balıkları hemen köye götürmüş. Tabii ki yolda aklından bir sürü şey geçmiş. Eskiden, çok eskiden, annesi ile babası ayrılınca kardeşi babasını seçmiş ve onunla kalmış fakat kendisi annesini seçtiği için birbirlerini göremiyorlarmış. Özlemini çektiği kardeşini tekrar görebilmeyi umut ediyormuş. Öğle vaktinde köye varmış ve boş bir yere kurulup balıkları satmaya başlamış. Herkes aldığı balıkları çok beğeniyormuş çünkü o göldeki su özelmiş. Kimse bunu bilmiyormuş. Çocuk kazandığı para ile annesine yemek ve gece sıcak tutacak bir battaniye almış. Annesi bu kadar parayı nereden aldığını sorunca dilenirken herkesin çok para verdiğini söylemiş. Gece sıcacık battaniyenin altında rahat rahat uyumuşlar. Çocuk gece rüyasında bir tören görmüş ama ne töreni olduğunu anlayamamış. Marşlar okunuyor, müzikler çalıyormuş. Uyandığında çok geç olmuş. Hemen balık tutmuş. Bu da zaman almış köye gitmiş ve eski yerine kurulmuş. Ama yanlış bir vakitte kurulmuş. Pazar teftişçileri gelmiş. Sıra ona gelince bir kovalamaca başlamış çünkü çocuğun ne tapusu varmış ne belgesi. Çocuk o kadar hızlıymış ki kimse onu yakalayamamış, sonunda çocuk bir eve rastlamış. Kapı açıkmış, içeriye girmiş. Ev o kadar küçükmüş ki odalar yokmuş, sadece salon varmış. Salonda uyuyan bir adam varmış. Babasına çok benziyormuş. Evi gezerken bir sehpanın üzerinde bir fotoğraf görmüş. Bir aile fotoğrafı. 4 kişilik bir aile. Anne, baba ve iki çocuk biri bebek diğeri tıpatıp kendisiymiş. Yoksa bu adam gerçekten eskiden zengin olan babası mıymış? Çocuk çok heyecanlanmış kalbi güm güm atıyor yerinde duramıyormuş. Babası uyanınca:
-          - Merhaba babacığım, canım babacığım, demiş. Adam gözlerini kırpıştırmış ve şaşkınlıkla:
-          - Oğlum? Canım oğlum, demiş.  Sarılmışlar. Zaten az sonra kardeşi gelmiş. Belki iki buçuk saat kadar sohbet etmişler. Vaktin nasıl geçtiğini anlayamamışlar. Çocuk çok geç olduğunu söyleyip ayrılmış. Annesinin yanına gitmiş. Annesi hemen:
-          - Neden balıkları sattığını bana söylemedin? Oğlum, seni takip ettim, demiş.
-          - Seni mutlu etmeye çalışıyordum, demiş çocuk. Annesi yumuşamış, sakinleşmiş ve:
-          - Bizim için mutluluk para değil bizim için mutluluk sevgi ve birliktelik.
Çocuk:
-         - Madem öyle neden 4 kişi değiliz? Neden 2 kişiyiz. Mutluluk birliktelik dedin, peki neden babamla ayrısınız, demiş. Kadın düşünmüş, taşınmış. Ve sonunda oğlunu haklı bulmuş. Eski kocasına gidip özür dilemiş.
   Bundan sonra sonra mutlu mesut ve zengin bir biçimde yaşarlar. Sevginin anlamını bu olaydan sonra öğrenmişlerdir. Peki,  sizce nasıl zengin oldular? Ya sevginin anlamı ne? Yağmur KASKAN 7-B

22 Ekim 2016 Cumartesi

ADİL YAŞAM

  Radyoda müziğim çalarken yağmuru izliyorum, aklıma ise durmadan o gün geliyor. Yağmurun sesi, kokusu ve beni duygulandıran bu şarkı bana o günü hatırlatıyor.
  O zamanlar özel bir şirkette sekreterdim. Her gün yürüyerek işe giderdim. Kışın yüzünü göstermeye başladığı zamanlarda yine yoldaydım. Sokak, önümde yürüyen iki genç kızın kıkırdamaları dışında sessizdi. Aynı zamanda hem çikolatalarını yiyor hem de telefonlarına bakıyorlardı. Yürümeye devam ederken sol taraftaki kız bitmiş çikolata paketini diğer kıza verdi ve sağdaki kız paketleri hemen yanımızdaki çöp toplama çalışan çöpçünün suratına attı. Ardından, “Basket!” diye bağırdı.
 Çöpçünün suratında özür bekleyen bir ifade vardı ama kızlar buna sadece güldüler. Adamın yüzündeki ifade hemen silindi ve ağzından tek bir kelime çıktı: “Adalet”.
 Adamın söylediği tek bir kelime benim adaleti sorgulamamı sağladı. Gerçekten eşit miyiz? Herkes tok mu, mutlu mu? Her suçlu gerçekten cezasını çekiyor mu ya da herkes eşit yargılanıyor mu? Hayır. O zaman bu değiştirilmeliydi, değiştirilecekti. Eylül ŞIRAY 7-A 

20 Ekim 2016 Perşembe

OLTA

İstanbul’un  Kadıköy  ilçesinde oturan Ahmet, şefkatli bir öğretmen ve çok mutlu bir adamdı.  Ahmet’in başarılı bir doktor olan kardeşi Hakan ve en sadık dostu Murat ile küçüklüklerinden beri devam eden sıkı bir dostlukları vardı. Birlikte her hafta sonu balık tutmaya giderlerdi. Bu onlara büyük bir zevk verir, zamanın nasıl geçtiğinin farkına bile varmazlardı.
Hakan bir gün ağabeyi Ahmet’in evine gitti. “ Sana kötü bir haberim var.” dedi. Çok şaşıran Ahmet endişeli bir sesle “Ne oldu? Yoksa kanser misin ?” diye sordu.  Hakan gülerek “Yok be kardeş! Doğu’ya tayinim çıktı. Yarın gidiyorum. Biliyorum yarın balığa gidecektik ama…” Bir anda bir sessizlik oldu. İki kardeş birbirlerinden gözlerini kaçırdı. Zaman hızla akmakta, Ahmet kardeşinin yokluğuna alışmaya çalışmaktadır. Bir gün bir telefon geldi.
- Alo Ahmet?
- Nasılsın Murat?
- Çok iyiyim, sana bir müjdem var.
- Ne oldu? Hayırdır!
- Hani iş başvurusu yaptığım bir şirket vardı. Başvurum kabul oldu. Birkaç güne işe başlıyorum. Hem de Hakan ile aynı şehirde.
Ahmet bir an yutkundu, ne diyeceğini bilemedi. Sözcükler boğazında düğümlendi. Sevinsin mi, üzülsün mü bilemedi. Aradan on gün geçti. Ahmet için yalnızlık ve özlem ile geçen zor günlerdi. En kötüsü de pazar günleriydi. Tek başına deniz kenarına gidiyor, uzun uzun denizi izliyor ve geri dönüyordu. O Pazar, günlerden 29 Ekim idi. Tören için Ahmet çalıştığı okula gitti. Anlamlı ve güzel bir törenin ardından evine döndü. Evinin kapısında bir paket vardı. Paketi eline aldı ve üzerindeki notu okudu: “ Dostluk da tıpkı sevgi gibi bütün yolları aşmayı başarır.”
      Ahmet heyecanla kutuyu açtı ve içinde gördüğü şey onu çok duygulandırdı. Bu, üzerinde arkadaşının ve kardeşinin imzası olan bir oltaydı. Ahmet gözyaşları içinde telefona sarıldı. Mehmet Mert DALKILIÇ 7-A

13 Ekim 2016 Perşembe

CEHALETTEN AYDINLIĞA

Kitaplar insanlara tüm dünyanın bilgisini sunan bir hazinedir. Kitaplarda insanlığa, iyiliğe, güzelliğe ve bilgiye dair ne varsa bulabiliriz. Kitaplar bize tüm insanları anlamayı ve onlara değer vermeyi öğretir. Kitap okuyan her insan kendini okuduğu kitaptaki kahramanla özleştirir ve kendini o kahramanın yerine koyar. Kitaptaki kahramanın düşüncelerini anlar, duygularına ortak olur, dertleri ile dertlenir, sevinçleriyle mutlu oluruz. Bu yüzden kitaplar bize insanları tanımayı öğretir.
         Cehalet(cahillik) bilgisizlik halidir. Bilmezlik, okumamışlık, kültürsüzlük olarak da tanımlanır. Cahil insan kullanılmaya müsaittir. Suç işleyen insanların istatistiğine bakıldığında genelde okumamış insanlar olur. Memleketimizin her köşesinde kütüphaneleri ve kitapları yaygınlaştırarak tüm halkın okuması için elimizden geleni yapmalıyız.
Su ile ateş bir arada barınamaz, suç ile bilgi de birlikte yaşayamazlar. Bilgiyi ne kadar yayarsak suçu da o kadar azaltırız. Bu yüzden bir kütüphane kurup insanlara açmak o bölgedeki bir hapishanenin kapanmasına yol açmaktadır. Örneğin Marmaris İlçe Emniyet Müdürlüğü köylere 400 kitap bağışlamış. Yozgat’ta bir ilköğretim öğrencisi bir okula kütüphane açılmasını sağlamış. Bu yüzden ‘’Bir Kütüphane, Bin Hapishane Kapatır.’’ Zülal Gerçek USTAOL 7-A

6 Ekim 2016 Perşembe

EĞİTİMİN ÖNEMİ

Bildiğimiz üzere hapishanelerde suç işlemiş cahil ve eğitim almamış kişiler vardır. Bu kişiler çocukken anne ve babasından çok ilgi görmedikleri ve okula gitmedikleri için büyüyünce suç işliyorlar. Fakat küçükken anne babasından ilgi görmüş çocuklar büyüyüp doktor, mühendis, yargıç oluyorlar ve sürekli kitap okuyup kütüphaneye gidiyorlar. Kütüphane adeta bir bilgi merkezidir. Kütüphaneye giden insan, kitap okuyan insan suçlu olmaz. Mehmet ÖZGÖR 7-A

5 Ekim 2016 Çarşamba

GÜNÜMÜZÜN GERÇEK ÜNİVERSİTESİ ZENGİN KÜTÜPHANELERDİR

Bir toplumun gelişmişlik düzeyini öğrenmek istiyorsak o toplumdaki kitap okuma düzeyine ve kütüphane sayısına bakılmalıdır. İnsanlara gerçek bilgiyi veren kütüphaneler insanı eğitip geliştirir. Okumayan insan ise cahil kalır. Okuyan bir beynin algılama ve anlama oranı, hiç kitap okumayan bir insana göre %60 fazladır. Kitap okuyan insan kültürlüdür, nerede nasıl davranılacağını bilir. Cahil insanlar bazı şeylere algılayamadıkları ve anlayamadıkları için suç işleyebiliyorlar.
                                                   
İngiliz yazar Neil Gaiman 2013’te bir söyleşide kitap okumanın daha iyi bir gelecek için neden şart olduğunu anlattı: “Amerika’da hapishane endüstrisi gelecekteki büyümeyi planlamak istiyordu. 15 yıl sonra mahkûm sayısı kaça yükselecek, kaç hücre gelecek? Bunu hesaplamanın çok pratik bir yolunu bulmuşlar. 10-11 yaş çocukları arasında kitap okuyanların yüzde kaç oranında olduğunu hesaplamak.”
 “Günümüzün gerçek üniversitesi zengin kütüphanelerdir.” Radyo, televizyon, telefon, bilgisayar gibi iletişim araçları çok gelişmiştir ama bunlar kitapların yerini tutamaz. İyi eğitim almamış insanlar kolayca başkalarının etkisi altında kalabilirler ve bu sayede herkese kendilerini ezdirtip suç işlemeye daha çok meyilli olurlar. Yani, özetle bir kütüphane bin hapishane kapattırır. Ayça D. KAYA 7-A



3 Ekim 2016 Pazartesi

BUNU DÜŞÜNÜN

Siz bir söz hakkında hiç düşündünüz mü? Ben şu an düşünüyorum ve bu düşüncemi yazıyorum. Hangi sözü düşündüğümü sorarsanız, “Kıyıyı gözden kaybetmeye cesaret edemeyen insan yeni okyanuslar keşfedemez. (Andre Gide)” cevabını size veririm. İlk okuduğunuzda belki masmavi okyanuslar geldi, güzel ve görkemli gemiler geldi aklınıza. Aslında bu benzetme sözün aslına çok güzel uyuyor.

Gelelim benim düşüncelerime. Bu söz benim aklıma ilk olarak risk sözcüğünü getiriyor. Çünkü bu sözde, değişimi reddeden ve değişimin, keşfetmenin yeniliklerinden korkan kişinin her zaman bu düşünceyi savunarak öğrenmeden ve riskten kaçınacağı vurgulanıyor. Örneğin merak edip araştıran biri mi daha çok kazanır yoksa sadece merakla yetinen mi? Bence cevap oldukça açık. Bir örnek daha vereyim size, bebekler ilk doğdukları andan itibaren merak ederler. Bu sayede küçük yaşta öğrendikleri artar. Bana göre mantıklı ve dozunda risk her zaman olmalıdır.

Benim düşüncemi kendi üzerinizde uygulayın. Günlük hayatta önünüze çıkan fırsatları, öğrenme fırsatlarını bir düşünün. Sonra bunun yapılabilirlik ve risk düzeyini düşünün. Siz de fark edeceksiniz ki bu fırsatlar gerçekten var. Bunu yapmak da sizin elinizde. Mehmet Deniz ÖZTÜRK 8-B