20 Şubat 2017 Pazartesi

BENİMSENMEK

İnsanoğlunun hayata dair istekleri ve amaçları vardır. Kimi insan kendisi için yaşar kimi insan da toplumsal amaçları benimser. Ne kadar yaşadığını değil de nasıl yaşadığını önemseyen insanlar, farkında olarak ya da olmayarak arkalarında büyük izler bırakırlar.
İnsanı, doğayı, toplumsal olayları göz ardı etmeyen; yaşanılan olaylar karşısında duyarlı davranan, sessiz kalmayan, düşüncelerini insanlıkla besleyen insanlar, tarihe damga vurmuştur. Bunun en iyi örneklerinden biri  tüm hayatını sadece kendi insanlarının değil, tüm insanlığın barış içinde yaşamasını amaç edinen Mustafa Kemal Atatürk’tür. Yaşadığı dönemin tüm kısıtlı şartlarına rağmen okuyarak, gezerek, görerek kendini geliştirmiştir. Davranışlarıyla, yaptığı işlerle ve yenilikçi fikirleriyle milletine büyük örnek olmuştur. Ünlü şair Orhan Veli Kanık, şiirleriyle de toplumsal olaylara değinerek bugün bile bizleri aydınlatmakta; fikirleriyle, edebiyatıyla da şiir sanatını bize sevdirmektedir.
Yaşadığı dönemin sıkıntılarını, dertlerini sazıyla tüm insanlığa duyuran Âşık Veysel(Şatıroğlu) engelli olmanın bir engel olmadığının kanıtıdır bizlere. Duyduğu, düşündüğü, hissettiği her şeyi sazıyla dile getirmiştir; türkülerinin dilden dile gezmesini sağlamıştır.
Ülkemizde ve dünyada, duyarlılıkları, sorumlulukları, duyguları, düşünceleri ve amaçları doğrultusunda iz bırakmış nice insan var örnek verebileceğimiz. Bu örneklere karşılık olarak da amaçlarını içselleştirmeden yalnızca adını duyurma, ünlü olmak isteğinde olan kişilerden bahsetmek mümkün. Bu insanlar, toplumsal olayları, insanları vb. konuları gündemlerine almaz; anlık, günlük tanınmışlıklarıyla iz bırakmaya çalışırlar. Bu nedenle de uzun yıllar yaşasalar da en kısa zamanda isimleri unutulur.
İşte bütün bunlardan da anlayacağımız üzere çok yaşamak, çok gezmek, çok almak değil; etkili ve verimli yaşamak gereklidir. Melissa ŞİRİN 7-B

BİR KALEM OLSAYDIM

Eğer bir kalem olsaydım yaşadığım yerin güzel bir kalem kutusu  olmasını isterdim. Beni kullanacak olan kişi beni kullanınca çok mutlu olurdum. Bazen benim düşmanlarım olur, mesela bir numaralı düşmanım silgidir. Çünkü benim emeğimin boşa gitmesine neden oluyor. Ve silgi benim yazımı silince mutluluktan etekleri zil çalıyor. Ve silginin müttefiki  beni her gün biraz daha yok eden kalemtıraş. Ama ben düşmanlarımla savaşmaktan gitgide yok oluyorum. Ama benim için hepsinin ayrı yeri var. Onlar beni seviyorlar mı, bilmiyorum. Onlar yazıyı silerek yok ediyorlar. Ben ise yazıyı yazıyorum. Eğer bir kalem olsaydım bunları yaşamak isterdim. Erdem ÖZKURAL 7-B

KALİMAKA

O hafif dalgalı günde güneş artık insanlara el sallarken kapkara yaprakların üstünde başaktan küreklerle evlerine dönen küçük Kalimaka Adası sakinleri birbirlerine hikâyeler ve efsaneler anlatıyorlardı. Bir efsane, adayı yaratan Maka Muka’nın bembeyaz, pembe çiçekli gemisinin geri döneceği hakkındaydı.
Kalimaka Adası neredeyse her tür ağacın bulunduğu; insanların hayvanları, hayvanların insanları sevdiği bir adaydı. Adanın göz bebeği olan dev Molimaka ağacının dev siyah yaprakları ve koyu kahverengi bir gövdesi vardı; evleri, kayıkları hep bundan yaparlardı.
Neyse, biz denize dönelim. Tam kıyıyı görmeye başladılar ki büyük bir dalga göründü ve bir anda Maka Muka’nın gemisi ortaya çıktı, etrafında pembe taç yapraklarından yapılma bir sürü kayık vardı.
Kıyıya vardıklarında da Kaptan Maka Muka gemiden indi ve denizi yatağı gibi kullanan karısı Kalimaso’yu gördü. Kalimaso da adanın yaratılmasında büyük rol oynamıştı, karı koca işleri halletmişlerdi. Kalimaso, adanın hayvanlarını yaratan kişiydi ve o da geri dönmüştü. Adalılar bu çifte çok ilgi gösterdiler ama onlar ilgi istemiyordu sadece evlerinde tüm adayla aile gibi olmak istiyorlardı.
Bir hafta sonra ada daha yeşermiş, hayvanlar daha mutluydu. Maka Muka Molimaka yaprağında gezip adalılarla sohbet ediyordu. Kalimaso ise arkadaşlarıyla adayı geziyor, yüzüyor, hatta hayvanlarla konuşuyordu. Herkes için her şey mükemmeldi.
Çiftin gelişinin üzerinden bir yıl geçmişti ve ada ona bir parti hazırlamıştı, tüm hayvanlar oradaydı. Partide havai fişekler patlıyordu. Bundan sonra aylar, günler, yıllar demeden mutlu ve bir arada yaşadılar. Ekin TURGUNER 7-B


BEN BİR AĞAÇ OLSAYDIM

Ağaçlar doğanın eşsiz unsurlarıdır. Nasıl ki nefes almayan bir insan düşünülemezse ağaçsız bir doğa ve ağaçsız bir dünya da düşünülemez. Çünkü ağaçlar doğamızın akciğerleri, nefes almamızı sağlayan en önemli varlıklarıdır.
Ben bir ağaç olsaydım insanların yaşaması için çok daha fazla oksijen üretirdim. İnsanlık ve insanın yaşaması en büyük hedefim olur, bunun için elimden gelenin de fazlasını yapardım.
Ben bir ağaç olsaydım köklerimi en derinlere salardım. Çünkü kökleri derinlerde olanların hem nereden geldikleri hem de nereye gidecekleri bellidir. Kökleri derinlerde olanlar yok olmaz, vatanları yurtları vardır ve her şeyden önemlisi “Burası benimdir.” diyebilecekleri bir mekânları vardır onların.

Ben bir ağaç olsaydım güneş yüzünü gösterir göstermez yeşerir, gülümserdim tüm dünyaya. Ege Uras SEÇGİN 7-B


YARINLARA KALMAK

      İnsanın elinde olmayan tek şey doğum ve ölümdür. Hiçbir güç bunu değiştiremez. Bu konularda seçim yapma hakkımız yoktur. Ama hayatımıza nasıl yön vereceğimiz yani iyi seçimler yapabilmek ve yanlış olanı yapmamak biz insanoğlunun elindedir, insanın hayatta kalıcı olmasını sağlayacak tek şey kalıcı eserler bırakabilmesidir.
      Bunun en güzel örneği Türk ulusunun önderi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Kurduğu Cumhuriyet, getirdiği devrimler ve laiklik bize verdiği en kalıcı eserdir.
      Benim ve benim gibi düşünen Türk Milleti için önemli cümlelerden bir tanesi “ En hakiki mürşit ilimdir.” cümlesidir. Bu cümlede anlatılmak istenen dünyada medeniyet için, başarı için, hedefe ulaşmak için en gerçek yol göstericinin ilim, yani bilgi olduğudur.

      Dünyanın var olmasından itibaren milyonlarca insan doğup ölmüştür. Kimisi hatırlanır, kimisi yok olup gitmiştir. İnsanlık için durmadan çalışan, üretenler; başyapıtları, fikirleri ve idealleri ile ölümsüz olmuşlardır. Efe SİMAV 7-B

MİNİK TOHUM

Ben bir tohumum. Sahibim doğayı çok seven, 30'lu yaşlarındaki bir kadın. Kahverengi saçlı, koyu yeşil gözlü, ince ve uzun. Beni  dün akşam ekti ama toprak aşındı ve ben toprağın üstüne çıktım. O akşam yağmur yağdı ve kuvvetli rüzgârlar esti.Evimden bayağı uzaklaştım. Sarsıntıda bayılmışım. Uyandığımda bir çöldeydim, tek bitkiler ben ve kaktüs arkadaşlarımdı, çok korkmuştum. Hemen kaktüs arkadaşlarımla konuşmaya gittim, dediklerine göre evime geri dönmenin tek bir yolu varmış. Akşamları çölde fırtına oluyormuş, fırtınayla birlikte bu akşam eve dönebilirmişim. Saat 5 oldu ve yavaş yavaş fırtına gelmeye başladı, kaktüs arkadaşlarım bana kendilerinden biraz su verip şans dilediler. Rüzgârın içinde sarsıldım, sarsıldım ve bir baktım ki sahibimin evimin duvarının köşesine saplanmışım. Üzerime yağmur da yağınca orada filizlendim. Sahibim beni duvarın dibinde görünce çok şaşırdı, beni oradan dikkatlice çıkarıp bir saksıya koydu ve orada çok güzel bir papatya oldum. Derin ÖNÇAĞ 7-B

BİR GÜNLÜĞÜNE ASLAN

Yorucu bir akşamın sabahında kalktım, tuvalete gidiyorum. O sırada tuvalette dişlerimi fırçalarken kendimi aynada gördüm. Yelem vardı; dişlerim kocamandı, sivriydi ve keskindi. Acıkmıştım, dışarıya çıktım fakat ayakta duramıyordum maalesef ki yere düştüm. Birkaç kez denedim, alıştırma yaptım, sonunda yürüyebiliyordum.  Azıcık yürüdüm, beni gören insanlar korkuyordu; ellerinde telefon birilerini arıyor gibiydiler. Boynuma yelemin kılları batıyordu. Alışacaktım bir şekilde. Ardından birkaç adım daha ileriye gittikten sonra siren sesleriyle ayıldım, polis ve daha fazla bir sürü koruma birimi gelmişti. Korktum ama ben aslandım, yapacak bir şey yoktu. Bu durum şehirde hoş karşılanmazdı. Kaçmaya başladım, evimin 7 mahalle ötesindeki arka ormana kaçtıktan sonra artık güvendeydim sanırım. O sırada karnım acıkmıştı, burnuma kokular geliyordu, kokuyu takip ettim ve bir ceylan gördüm. Bu bana iğrenç gelmişti ilk başta, sonra kendimi saldım ve içgüdülerime bıraktım,artık sinsiydim, yavaştım. Biraz takip ettim ve zamanı geldiğinde üzerine güçlü ve sert bir atlayış yaptım, kaçmaya çalıştı. Birkaç darbeyle onu yere indirdim ve o iğrenç gelen şeyi yapmaya başladım: onu yemeye! Tadı güzeldi fakat bir değişiklik vardı. Gece ne yapacağımı düşünürken bir yandan da ormanı keşfetmek için yürüyüşe çıkmıştım. Birsürü hayvan vardı, kaçıyordu. Hep bir kuş sesi vızıltı vb. Ardından ileride de bir sırtlan gördüm, korkmuştum ama bana doğru geliyordu, hızlıydı, yetişti ve bana saldırdı ancak ben daha güçlüydüm. Yeniden ona vurmaya başladım, tek darbeyle oda öldü… Gücümü kontrol edemiyor, korkuyordum; güneş de batmaya başlıyordu, korkmuştum iyice. Susadığım zaman gidip bir nehirden su içtim, ardından yatacak bir yer buldum. Mucize gibi, sabah kalktığımda normal bir şekildeydim, birkaç sıyrık vb. vardı vücudumda, zor yürüyordum. Her şey rüya gibiydi ancak beni bunun gerçek olduğuna inandıran tek şey kıyafetlerimin yırtık olması, vücudumdaki izler ve zor yürümem oldu. Kalktığımda ormandaydım ve her yerim ağrıyordu. Yardım aramak için şehre indim, herkes başıma toplanıp sorular sordu. Yine telefonları vb. gördüm, gene siren sesleri… Ardından kendimi hastanede buldum; bir doktor, temiz kıyafet,  içki içmişim gibi bir kafa ve birçok değişik şey oldu; kimse hikayeme inanmadı :D Ama ben zaten onlar için YAŞAMADIM BUNLARI. Atilla Galip Mehmet URKAÇ 7-B

GENÇLİK SIRRI

Daha dün gibi hatırlıyorum. Yolda telaş içinde yürüyen iki genç ile tanıştım. Bana en yakın kafenin nerede olduğunu sordular. Telaş içinde kafe aramalarına şaşırdım ve merak ettim. Tarif edeceğimi söyleyip nedenini sordum. Söylemek istemediler ama sonunda baklayı ağızlarından çıkardılar. Ömür uzatmanın yolunu öğrendik dediler. Eğer öğrendikleri karışık bir duayı okuyup bir kafede oturursanız burada geçireceğiniz bir saat bir dakikaya eşit oluyormuş. Hiç inanmamıştım. Siz onu benim külahıma anlatım dedim ama en yakın kafeyi de tarif ettim.
Ertesi gün arkadaşlarla biraz zaman geçirmek için kahveye gidiyordum. Aklıma gençlerin bana yardımım karşılığında öğrettikleri sır gibi dua geldi. Kahvenin önünde bekleyen arkadaşlarıma da bu ömür uzatma duasını anlattım. Hiç inanmadığımız halde kaybedecek bir şey yok nasılsa deyip duayı okuduk ve kahveye girdik. Saate baktım, üç buçuktu. Arkadaşlarla sohbet edip çay, kahve içtik, tavla oynadık. Çok güzel zaman geçirmiştik. Hep beraber kalktık. Dışarı çıkınca tekrar saate baktığımda gözlerime inanamadım. Sadece bir dakika geçmişti. Oysa biz en az bir saat oturmuştuk.
Bu olaydan kimselere bahsetmedik. Her gün buluşmaya karar verdik. Bugüne kadar iki yüz kırk kez buluştuk. Yani on gün yerine dört saat tükettik ömrümüzden. Hepimiz çok mutluyduk. Ömrümüzü uzatmak kadar arkadaşlarla beraber olup, gülüp eğlenmek de bizi mutlu ediyordu. Mutlu olduğumuz için ruhumuz da genç kalıyordu. Mutluluk, gençliğin ve iyi yaşamanın sırrıydı. Mert ÖZTÜRK 7-A

KRALLIĞI OLMAYAN KRAL

Ben bir aslanım ama sizin bildiğiniz o vahşi olanlardan değilim. Hatta ben de bu vahşi aslanları sizler gibi ailemin anlattığı hikâyelerden öğrendim. Annem hayvanat bahçesinde doğmuş, tıpkı benim gibi, babamı ise yakalayıp getirmişler. Şahsen ben hayvanat bahçesinde doğduğum için çok şanslı olduğumu düşünüyorum.
Babamın hikâyelerine göre, onlar ormanın krallarıymış ve kendi yiyeceklerini kendileri bulmak zorundalarmış. Bazen günlerce aç kaldıkları olurmuş. Aynı zamanda kendileri av olmamak için sürekli tetikte olmaları gerekirmiş. Ben günde üç öğün garanti yemeği kesinlikle ormanların kralı olmaya yeğlerim. Tipik bir günde, babam beni erkenden kaldırır. Birkaç metre karelik bir alanda yaşıyorsanız zaten ailenizden biri uyandığında çıkan gürültüden siz de uyanırsınız. Erken uyansam da ayılmam için ilk ziyaretçilerin gelmesi gerekir. Ziyaretçiler özellikle çocuklar o kadar gürültücüdür ki ayılmaktan başka çareniz yoktur. İlk öğünümüz ziyaretçiler gelmeden bir saat önce verilir. Ha tabii bir de ödül eti var ve ben bu ödülü çok seviyorum. Ailemizden biri özellikle babam, ormanların devrik kralı,   güzel veya ilgi çekici bir şey yaptığında, bize kocaman bir et verirler. En yakın arkadaşım bir kartal. O burada yaşamıyor ama beni her gün ziyarete gelir bazen oyun bile oynarız. Kartal özgürce uçabildiği için bana dış dünyadan haberler getirir. Bizim etlerimiz ve onun gagasında getirdiği yiyeceklerle akşam ziyafet çekeriz.
En çok kızdıklarım zebralar çünkü her akşam “Aslanlar kokuşmuştur.” diye şarkı söylüyorlar.

Zebraları ve onların iğrenç şarkılarını saymazsak, bir de kafeslerin darlığı var, şanslı olduğumuzu bile söyleyebilirim. Giderek büyüyorum ve bunlara katlanmak zorlaşıyor. Belki de yönetime bir dilekçe yazarım... Mert DALKILIÇ 7-A

BİR GÜNÜM

Yine her zamanki gibi kapının sesiyle uyandım. Kapının kilidinden kapıyı açtıkları şeyin sesi geliyordu. Ona sanırım telefon diyorlar. Ya da anahtar. Arkadaşımın annesi onları her zaman diğer evimde ya da başka bir yerde unutuyor. Neyse, ben devam edeyim. İçeri girdiler ama bugün geç gelmişlerdi. Evde en sevdiğim ikinci arkadaşım birkaç gündür yoktu. Gerçi ondan korkuyorum biraz. Beni oyuncak sanıyor sanırım. Ama hakkını yemeyeyim uzun patisi çok rahat. Ben nedense hep konudan kopuyorum, devam edeyim. Arkadaşımın annesi ve arkadaşım içeri giriyor. Tartıştıklarını duyuyorum:
-          Bla, bla bla bla bla. BLA BLA BLA BLA EYLÜL!
-          Blaa, bla bla bla bla. Bla anne.
Ne söylediklerini genelde anlamıyorum. Eylül arkadaşımın adı. Arkadaşım genelde bir şeyler unutan arkadaşıma anne diyor. O yüzden ben de ona kendi içimden anne diyorum. Birkaç saniye sonra en sevdiğim yerden, yani arkadaşımın yatağından kalkıyorum. Yumuşacık bir battaniyesi var. Onun üstünde uyumak çok rahat oluyor. Odadan çıkıp yanlarına gidiyorum ve çok güzel bir koku duyuyorum. Ayak kokusu. Hemen ayakkabıların yanına gidiyorum, iki çift de oldukça güzel kokuyor.
Nasılsın kızım? Gel sen benimle, diyen arkadaşımın beni kucağına almasıyla ayakkabıların yanından ayrılmak zorunda kalıyorum ama üzülmüyorum. Arkadaşımı özledim. Bugün yine geç geldi. Hemen mırıldamaya ve patimi yalamaya başlıyorum. O da beni seviyor. Oldukça mutluyum, ta ki karnımı okşamaya başlayana kadar. Hemen sinirlenip onu ısırıyorum ve kaçıyorum. Neden benim karnımdan sevilmeyi sevmediğimi anlamıyor?
Arkadaşımın odasından çıktığım an annenin akşam yemeğimi koyduğunu görüyorum. Bugünkü yemeğim kuru değil, yaş olan. Bana her gün bu yemeği vermiyor o yüzden heyecanlanıp hemen yemeye başlıyorum. O sırada odasından arkadaşım çıkıp banyoya giriyor. Elinde benimle ilgilenmediğinde baktığı anahtarı var. Ya da telefon. Bu kelimeleri her zaman karıştırıyorum. Su sesini ve açabileceği en yüksek sesteki metal müziği duyuyorum. İşte o zaman onu en az yarım saat sonra görebileceğimi anlıyorum.
Dediğim gibi yarım saat sonra banyodan çıkıyor. Yoldan geçerken beni de kucağına alıyor ve beraber odasına giriyoruz. Girer girmez kapısını kapatıp beni yatağına bırakıyor. Üstünü değiştirip yorganın altına giriyor. O sırada annenin seslendiğini duyuyoruz:
-          Eylül, blaaaa kurut!
Hayır. Kurut dedi. Az sonra o korkutucu ve çok ses çıkaran makine gelecek. Bunu anlar anlamaz yataktan atlayıp kapının önüne geçip bağırıyorum:
-          Kapı! Kapı! Kapı! Kapı!
Bunları söylememin ardından arkadaşım kapıyı açıp banyodan o makineyi almaya gidiyor. Ben de bunu fırsat bilip odadan kaçıyorum. Annenin ve diğer arkadaşımın odasına geldiğimde atlayarak cam kenarındaki dolabın üstüne çıkıyorum yayılıp uyuyorum.
Uyandığımda anne evden gitmiş oluyor. Odadan çıkıp salona gidiyorum fakat kapının kapalı olduğunu fark edip ağlamaya başlıyorum. Orada ne kadar olduğunu anlamadığım bir süre bekliyorum ve kapı açılıyor. İçeriden arkadaşım ve dede çıkıyor. Zaten diğer arkadaşımın burada olmadığı zamanlar ya dede de burada oluyor ya da arkadaşım burada olmuyor.
İkisi beraber kapıyı kapatıp evden çıkıyorlar. Ben de annenin odasına gidip cama bakarak arkadaşımı beklemeye başlıyorum. Arkadaşımın adı Köpük. Birlikte neredeyse her gün buradan konuşup dertleşiyoruz. Ben evden kaçma planları yapıyorum. Yanlış anlamayın, bu evdeki arkadaşlarımı ve anneyi seviyorum. Fakat Köpük’le beraber yaşama hayallerimiz var. Bir gün onunla ve arkadaşlarıyla tanışmayı gerçekten çok istiyorum. Aslında bir tanesiyle tanıştım. O da bazen Köpük’le beraber gelir. Her zaman gelemez çünkü onun çocukları var. Adı Zifiri. Çok tatlıdır. Onunla da konuşmayı ve Köpük’le küstüğümde Köpük hakkında dedikodu yapmayı çok seviyorum.

Uzun bir süre bekliyorum fakat bir türlü gelmiyor. Sonra aklıma uzun zamandır hamile olan Zifiri geliyor. Belki de bugün yeni çocukları doğmuştur. Bu düşünceyle heyecanlanıp hayaller kurarken uykuya dalıyorum. Birkaç saat sonra telefon –ya da anahtar- sesiyle uyanıyorum ve arkadaşımı karşılamak için kapıya doğru ilerliyorum. Eylül ŞIRAY 7-A                                       

BİR DEVENİN SIRADAN BİR GÜNÜ

Merhaba, ben bir deveyim.
-Gerçekten “deve” misin??? Sorularına yanıt, evet gerçekten deveyim.
Adım, Camel. Size çölde geçen bir günümü anlatacağım. O zaman hemen başlayalım. Ben çölün en ünlü devesiyim. Gelen bütün turistler beni çok seviyor, biliyor musunuz? O  kadar da sevilecek bir tarafım yok. Biz develer çok dayanıklıyız. Biliyorsunuz ki biraz cüsseli bir yapıya sahibiz. İnsanlar bana ilk yaklaştıklarında görkemli duruşumdan biraz ürküyorlar. Sakin duruşuma bakarak yavaş hareketlerle bana yaklaştıklarında benim ne kadar arkadaş canlısı olduğumu anlayabilirler. Bilirsiniz ki biz develere çöl gemileri derler. Üç hafta yemeden, içmeden, aç susuz çölde yürürüz de yürürüz, o kadar dayanıklıyızdır yani. Bizim çölde çok sevdiğimiz bir diken vardır. Gördüğümüz yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarız. Keskin diken ağzımızda yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kanın tadı dikenin tadıyla karışınca bu, çok hoşumuza gider. Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer karnımızı doyururuz. Gelen turistler gezmek için benim üstüme bindiklerinde ilk başta düşeceğim diye çok korkuyorlar. Ama sonra bir de bakıyorum ki arkadaşları onların fotoğraflarını çekmeye başlamış. E, tabii ki başrol her zamanki gibi benim. Onları ağır ağır adımlarla çölde gezdirmek, kahkahalarını dinlemek çok hoşuma gidiyor ve turistleri çok seviyorum. Benim en sevdiğim tur rehberi Faysal. O da beni çok sever. Onun grubundaki insanlara her zaman beni tavsiye eder. Faysal çok tatlı ve çok ponçik bir insan. Biz sabahları genellikle 8’de uyanırız ve insanları uyandırmak için horozlar nasıl ötüyorsa biz de horozların öttüğü gibi garip sesler çıkarırız. İnsanlar bu sesten pek fazla hoşlanmaz. Ama bazen biz insanları sinir etmeyi çok seviyoruz çünkü insanlar sinirlenince çok tatlı oluyorlar. 
Bu güzel günümde bana eşlik ettiğiniz için teşekkür ederim. Benimle hiç karşılaşmadıysanız çöle bekliyor olacağım. Ece BEKİT 7-A
                  




YENİ YUVAM

Daha dün sıcacık evimde yaşıyorken şimdi bir sokak köpeği oldum. Sahiplerim gözümün yaşına bakmadan beni sokağa attılar. Beni sokaktan kurtarmışlardı. Onları çok sevmiştim ama onlar beni bir cins köpeğe değiştirdiler.
Sokaktaki hayatıma alışmaya çalışıyorum. Gün geçtikçe hayat benim için daha da zorlaşıyor. Yeni arkadaşlar edindim. Bir evim de var. Ev dediğim, çalılıklarda yaşıyorum. Eski evimden daha sıcak değil ama yine de bir yuvam var.
Bugün biraz dolaşmaya karar verdim. Arkadaşım Mono ile yollara koyulduk. O da benim gibi sokağa atılmış. Önce çöplerin kenarından yemek yedik. Sonra fıskiyelerde yıkandık, biraz üşüdük ama yıkanmamız gerekiyor. Fıskiyelerde ıslanmak çok eğlenceli. Fakat yemek bulmak zor oluyor. İnsanlar bizi hiç düşünmüyor. Düşündükleri sadece  kendileri. Sokakta, birkaç insan durup bizi sevdi. Çok tatlılardı ama bizi sahiplenseler, eminim bir hafta sonra dışarı atarlar. Artık insanlara karşı güvenim kalmadı.
Oyun oynamak için parka gittik. En sevdiğim şey de kedilerle oynamak oldu. Kedilerle köpekler anlaşamaz derler ama aslında biz çok iyi anlaşırız. Öğleye doğru parktan ayrıldık ve tekrar yola koyulduk. Artık dönme vakti gelmişti. Ara sokaklardan birinde yürüyorduk, aniden önümüze bir araba çıktı ve patimi ezip geçti. Beni görmemesi imkânsızdı. Patim çok acıyor ve kanıyordu. İlk 5 dakika patimi hissetmedim. Gerçekten çok korkmuştum. Arkadaşım Mono havlayarak etraftan yardım istiyordu. İnsanlar ise ne kadar acımasız.
Bir süre sonra, Mono yanında küçük bir kızla geldi. Artık gücüm kalmamıştı, yerde yatıyordum. Patimin kanaması durmuştu ama çok acı çekiyordum.Küçük kız beni kucağına aldı ve hemen ailesinin yanına götürdü. O incecik ve narin bedeniyle beni nasıl taşıdı, hala inanamıyorum,ben biraz iriyimdir de.

Ailesi beni hemen yakındaki bir veterinere götürdü. Hava kararmak üzereydi. Mono havlayarak yanıma geldi ve “Bizi yuvalarına götürmek istiyorlar.” dedi. Çok mutluydum, o an bütün ağrılarımı unuttum, gittim ve o küçük kıza sarıldım. Artık insanlara karşı bir umudum var. Ayça Deniz KAYA 7-A