Ben
bir aslanım ama sizin bildiğiniz o vahşi olanlardan değilim. Hatta ben de bu
vahşi aslanları sizler gibi ailemin anlattığı hikâyelerden öğrendim. Annem
hayvanat bahçesinde doğmuş, tıpkı benim gibi, babamı ise yakalayıp getirmişler.
Şahsen ben hayvanat bahçesinde doğduğum için çok şanslı olduğumu düşünüyorum.
Babamın
hikâyelerine göre, onlar ormanın krallarıymış ve kendi yiyeceklerini kendileri
bulmak zorundalarmış. Bazen günlerce aç kaldıkları olurmuş. Aynı zamanda kendileri
av olmamak için sürekli tetikte olmaları gerekirmiş. Ben günde üç öğün garanti
yemeği kesinlikle ormanların kralı olmaya yeğlerim. Tipik bir günde, babam beni
erkenden kaldırır. Birkaç metre karelik bir alanda yaşıyorsanız zaten
ailenizden biri uyandığında çıkan gürültüden siz de uyanırsınız. Erken uyansam
da ayılmam için ilk ziyaretçilerin gelmesi gerekir. Ziyaretçiler özellikle
çocuklar o kadar gürültücüdür ki ayılmaktan başka çareniz yoktur. İlk öğünümüz
ziyaretçiler gelmeden bir saat önce verilir. Ha tabii bir de ödül eti var ve
ben bu ödülü çok seviyorum. Ailemizden biri özellikle babam, ormanların devrik kralı,
güzel veya ilgi çekici bir şey
yaptığında, bize kocaman bir et verirler. En yakın arkadaşım bir kartal. O
burada yaşamıyor ama beni her gün ziyarete gelir bazen oyun bile oynarız.
Kartal özgürce uçabildiği için bana dış dünyadan haberler getirir. Bizim
etlerimiz ve onun gagasında getirdiği yiyeceklerle akşam ziyafet çekeriz.
En
çok kızdıklarım zebralar çünkü her akşam “Aslanlar kokuşmuştur.” diye şarkı
söylüyorlar.
Zebraları
ve onların iğrenç şarkılarını saymazsak, bir de kafeslerin darlığı var, şanslı
olduğumuzu bile söyleyebilirim. Giderek büyüyorum ve bunlara katlanmak
zorlaşıyor. Belki de yönetime bir dilekçe yazarım... Mert DALKILIÇ 7-A