12 Mayıs 2014 Pazartesi

HABERLİ HAYIRSEVER


“Çalışın, sizi pis, küçük köleler!” Omzunda şaklayan kırbacı hissetti. “Kızların işi yemek ve ev işidir, zamanı geldiğindeyse çocuk yapmak. Şimdi oyalanmayı bırakıp mermerleri ovalamaya dönün!” Bu adamdan ne kadar nefret ettiğini düşünerek süngerini eline aldı.
Gözlerinin önünde sallanan elle gerçek dünyaya döndü. Elin sahibi Nil’di ve sanki biraz öfkeli görünüyordu. “Neredeydin yine? Saçma saçma bir şeyler kurup burada görünerek aramızdan ayrılmandan nefret ediyorum. Biz köleyiz saçmalığı mı?” Ladin iç çekti. “Saçmalık değil, gerçek. Fark ettiysen bize köleymişiz gibi davranıyorlar.” Nil kaşlarını çattı. “Burası bir yetimhane, ne kadar konforlu olabilir ki? Abartıyorsun sen de, kabul et.” “I-ıh. Kızları resmen sömürüyorlar. Bak, biz burada bulaşık yıkıyoruz. Peki erkekler? Onlara gerçek yetimlermiş gibi davranıyorlar.” dedi Ladin önündeki tabağı durulayıp temiz tabak yığınına bırakırken. “Gerçek yetim mi?” Nil çok uzun zamandır Ladin’le arkadaştı ama çoğu zaman onun kendine has cümlelerini ve uçuk hayal gücünü anlamazdı. “Gerçek yetim işte. Ay bu çocuk yetim, annesi babası yok, zavallıcık, ona iyi davranalım olayı. Erkeklerin hepsine böyle bakılıyor. Ama ne, yetim kızlar arka odada bulaşık yıkıyor!”
Ladin konuşurken kaşlarını daha fazla çatmıştı. Bu teknik olarak imkansızdı çünkü Ladin hep kaşları çatık gezerdi. Dokuz yıllık arkadaşlıkları boyunca hiç kahkaha atmamıştı. En fazla küçük tebessümler ya da hüzünlü gülümsemeler. Nil onun için üzülürdü.
İki kız sessizce bulaşıklarına dönerken Nil yetimhanedeki ilk gününü hatırladı. Beş yaşındaydı. Birileri ona anne ve babasının hasta olduğunu söylemişti, başka birileri de öldüklerini. Ama kimse ona bu hastalığın ne olduğunu, anne ve babasının hangi hastanede olduğunu söylememişti. Ağlamasına aldırmadan kolundan sürükleyerek büyük ve korkutucu görünüşlü bir binaya götürmüşlerdi. “Bak,” demişti biri, “Burası yetimhane. Anne babası olmayan çocukları buraya bırakırlar. Burası senin gibilere yemek, yatak ve eğitim verir. Minnet duymayı öğretir. Ağlama. Ağlamak zayıflıktır. Burada iki ya da üç kişilik odalar var, seninle aynı yaşta bir kızın odasına gideceksin. Oda arkadaşına iyi davran, kavgalara bulaşma, uslu bir kız ol.”
Yetimhanenin sahibiydi bu. Kendisine Patron dedirten, cinsiyet ayrımcılığı yapan çıkarcının teki. Başka bir yetim tarafından odasına götürülürken bile, adamı tanımasının üstünden on dakika geçmeden, nefret etmişti Nil ondan.
Gittiği odada kimse yoktu ama her yerde eşyalar vardı. Onu odasına getiren kız yataklardan kullanılmayanın üstündeki eşyaları toplamasına ve getirdiği az sayıdaki eşyayı yerleştirmesine yardımcı olmuştu. Nil hoşlanmıştı ondan, arkadaş da olmuşlardı, ta ki kız intihar edene kadar. Yetimhane yaşamı asla kolay değildir.
Nil oda arkadaşıyla ilk haftasında tanışamamıştı. Kız tek kişi kullandığı odanın gereksiz yere dolmasını protesto ediyordu. Daha sonra bu kızın Ladin diye birisi olduğu ortaya çıkmış, ikisi bir sürü oda kavgasının ardından arkadaş olmaya karar vermiş ve kısa süre içinde en iyi arkadaşlara dönüşmüşlerdi. 
Aradan dokuz yıl geçmişti ve işte buradaydılar, bulaşık yıkıyorlardı. Ladin göz ucuyla bakınca Nil’in gözlerinin dolduğunu fark etti. Durup dururken gözleri dolardı bazen Nil’in. Böyle anlarda Ladin onun geçmişi düşündüğünü anlardı. Zavallı kız anne ve babasının ölümünden tam dört yıl sonra ikisinin de kanserden öldüğünü öğrenebilmişti. Söylemese de acıyordu Ladin Nil’e.
Yetimhanede ağlayamazsınız. Ağlamak zayıflıktır. Patron’un onlara öğrettiği ilk kuraldı bu. Ama Nil çok ağlamıştı. Zaten Ladin onu ilk gördüğünde anlamıştı, Nil bir yetimhaneye ait değildi, asla da olamazdı.
Yetimhaneye nasıl girerseniz girin, sizi değiştirir. Yetimhanede kimsenin zarif ve hoş yüzleri yoktur. En fazla diğerlerine göre daha güzel yüzler vardır. Bütün yüzler incedir, zayıftır, göz altları mor, göz çevresi kırışıktır. Gülümsemeler vardır ama yetimhane çocuklarında genelde bir bıkkınlık, yorgunluk, sinir ifadesi yerleşir yüzlere. Saçlar parlak ve sağlıklı görünmez. Temiz ama mat, kabarık, dağınık görünür. Giysiler temiz ama eski, ikinci el, yamalıdır.
Nil öyle değildi, hiç olmadı. Herkesten çok o gülerdi yetimhanede, saçları parlaklığını, yüzü zarifliğini kaybetmemişti. Kırılgandı o, bir yetimin olmaması gereken şekilde.
Bazen Ladin Nil’in anne babasının aslında ölmediğini düşünürdü. Sonuçta cenazeyi gören yoktu. Nil’e gereksiz bir umut vermek istemezdi ama kendisi umudu kesmezdi. Umut yetimin can simididir. Umuda sıkı tutunun ama onu içinizde tutun. Bir de sizin umutlarınızla uğraşamam: Patron’un ikinci kuralı.
Kendilerine düşen bulaşıkları bitirdiler. Bulaşık biter, dert biter. Bulaşığın varsa derdin var: Patron’un üçüncü kuralı. Hiçbir kız bulaşığını bitirmeden serbest zamana geçemezdi ama bulaşığını bitirirsen bütün hafta sonu serbestsin demekti.
Sanki anlaşmış gibi odalarına gidip karşılıklı duran yataklarına oturdular. Sonra, ikisi de birbirlerini ilk kez görüyorlarmış gibi birbirlerinin yüzlerini incelerken buldular kendilerini, ya da son kez görüyormuş gibi.
Ladin, Nil’in yüzünde yetimhane belirtileri aradı. Açık kahverengi saçları gayet parlaktı ve tepeden gelişigüzel bir topuz yapılmıştı. Cildi kırışıksızdı. Ama gözlerine  bıkkınlık yerleşmişti. Omuzları çökmüş, duruşu kamburlaşmıştı. Dudakları memnuniyetsizlikle büzüşmüştü. Ladin’e bakmıyordu, dalıp gitmişti. Yorgun gözüküyordu. Yetim gözüküyordu.
Ladin’in yüzü asıldı. İçini bir öfke dalgası kapladı. Umut mu? Cidden mi? Yetimhane şimdiye kadar gördüğü en canlı insanın bile içini emmişti. Nil’i bıkkınlaştırmanın imkansız olduğunu düşünürdü. Yanılmıştı. “Umut falan yok.” diye mırıldandı.
Nil ne dediğini duyamasa da en iyi arkadaşının mırıldanmasıyla daldığı dünyadan esas dünyaya, yetimhanenin bu can sıkıcı odasına döndü. Ladin’le tekrar göz göze geldiler, Ladin bakışlarını kaçırdı. Öfkeli gözüküyordu. Nil’e mi öfkeliydi? Yoksa kendine mi? Ya da belki, her zamanki yüz ifadesiydi bu. Emin olamadı Nil. Hep bu kadar öfkeliydi de o mu fark etmemişti acaba? İç çekti. Kendi sorunlarından onunla pek ilgilenmemişti ki.
Ladin’in henüz bir aylık bile olmadan bırakıldığını biliyordu yetimhaneye. Anne ve babasının adlarını bile bilmediğini ve Nil ailesinin yüzlerini anımsıyor diye çok eksik hissettiğini de biliyordu. Ama Nil, merak edip de başka hiçbir şey sormamıştı Ladin’e. Sorunlarıyla ilgilenilen hep Nil olmuştu. Nil birden rahatsız oldu bu durumdan. Kendini kötü bir arkadaş gibi hissetti, öyle miydi?
İkisi de ne yapacaklarını bilemeden otururlarken küçük odanın kapısı aralandı ve lüleli kestane rengi saçlarla çevrelenmiş minik bir surat göründü. Patron sık sık ayak işlerini yaptırmak için küçük kızları kullanırdı zaten.
“Merhaba.” dedi kız, rahatsız olmuş ve utanmış görünüyordu, “Patron dedi ki, hemen gidip duş alacakmışsınız, yarım saat içinde herkesi en iyi giysilerini giyinmiş bir biçimde yemekhanede bekliyormuş.” Patron’un kendisine söyleyip de onun tekrar etmeyi unuttuğu bir şey olup olmadığını düşündü ve ekledi: “Ayrıca odanızı da toplamalıymışsınız.”
Bu kısa konuşmanın ardından küçük kızın yüzü kayboldu ve kapı kapandı. Ladin ve Nil şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. “Pazar değil,” dedi Nil. “Bayram ya da özel gün değil,” diye devam etti Ladin. “Yani diyorsun ki,” Ladin bu cümleyi de tamamladı:“Evet, Haberli Hayırsever.”
Yetimhanede özel durumlar dışında yalnızca pazar günleri duş alınır, yalnızca özel durumlarda odaların toplanması emri verilirdi.  Özel durumlar gerçekten hoş şeylerdi, yalnızca böyle günlerde duşta ılık su değil sıcak su olurdu, yalnızca böyle günlerde yemekten sonra cidden güzel tatlılar verilirdi. Üstelik özel durum demek, geleceğini önceden yetimhaneye bildirecek kadar planlı birinin yetimhaneye gelmesi demekti. (Ki bu kişilere Haberli Hayırsever denirdi. Yapacağı her şeyi haberli yapanları sevin. Hayırseverleri de sevin. Haberli Hayırseverleriyse ikisinin toplamından daha çok sevin: Patron’un dördüncü kuralı.) Böyle kişiler önemlidirler. Mutlaka yetimhaneye ya yüklü miktarda bağış bırakırlardı ya da birilerini yetimhaneden kurtarırlardı.
Ladin her Haberli Hayırsever ziyaretinden önce olduğu gibi yine Nil’in bu yerden kurtulacağını düşünerek umutlandı. Kendini bunu düşünürken yakalayınca da Nil’e olan sevgisi arttı, Nil kendisine umudu öğretmişti.
İki kız biraz heyecanlı, biraz düşünceli duş almaya gittiler. İkisi de diğerine belli etmeden diğerinin evlat edinilme olasılığını düşünüyordu. Ladin’in gitmesi pek olası değildi, kimse bu kadar somurtkan, bu kadar soğuk, bu kadar çabuk olgunlaşmış bir çocuk istemezdi. Nil’inse gitmesi an meselesiydi.  Ladin onu bu yetimhaneden kurtaracak olanın yetime benzememesi olduğunu ona da söylemişti.
Aylardır ilk kez güzel giyinmiş olarak yemekhaneye indiler. Havayı lezzetli yemek kokusu kaplamıştı. Yemeklerini aldılar ve oturdular. “Gerçekten güzel kokuyor!” dedi Ladin ama yüzünde herhangi bir sevinç ifadesi oluşmamıştı. Nil onun söylediği şeyi başıyla onaylarken bir yandan da dolu ağzıyla konuşmaya çalışıyordu. “Son bur do todunu ol!” Ladin anlamaz bakışlarla başını yana eğdi. Nil lokmasını yuttu ve tekrar etti: “Sen bir de tadını al!” Ladin’in yüzünde küçücük, ufacık bir gülümseme kırıntısı oluştu. “Çok sevdin sanırım.” Nil kocaman sırıttı. “Bundan her gün verseler buradan gitmek istemezdim!”
Bunun üzerine Ladin tabağını onun önüne itti. Nil şaşkınlıkla baktı. “Bana bunu yemeyeceğini söyleme!” Ladin’in yüzündeki duygu çoktan kaybolmuştu. “Aç değilim. Sen de fazla zayıfsın. Hem, madem çok sevdin, hazır fazladan bulmuşken ye haydi.” Nil tabağı Ladin’in önüne geri itti. “En azından bir tatsaydın. Lütfen!” Bunun üzerine Ladin göz devirip müthiş kokulu yemekten bir lokma aldı. “Sevdin değil mi?” Ladin Nil’in sorusunu başıyla onaylayarak yanıtladı ve tabağı yeniden onun önüne itti.
Yemek kızların tabağı birbirlerinin önüne itmesiyle geçti. İkisi de pes etmemekte kararlıydılar. Ama bir süre sonra bir oğlan gelip de “Kimse yemiyorsa ben bu tabağı alabilir miyim?” deyince Ladin pes etti. Ayrıca Nil’in ısrarı sonucu duygusuz bir yüzle de olsa yemeğe bayıldığını itiraf etti. Nil’in “Duygusuz yüzmüş! Çok gıcıksın!” diye bağırmasına da ses çıkarmadı. Oysaki amacı gıcık olmak değildi. Düşünmeye başlaması ve Nil’le tanışması arasındaki bütün süre boyunca hayattaki amacı yetimhaneden kurtulmaktı. Onunla tanıştıktan sonraysa amacı Nil’i korumak ve kollamak olmuştu. Nil ona gerçek bir amaç vermişti. Haliyle yemeği sevdiğini görünce, sadece o mutlu olsun diye kendi yemeğini feda etmişti. Gıcıklık olsun diye değil. Kesinlikle değil.
Yemeğin sonuna doğru Patron geliverdi. Bir masanın üstüne çıktı ve herkesin susmasını sağladı. “Sevgili evlatlarım!” diye başladı. Hem Ladin hem de Nil bu adamın ne kadar yalancı ve aslında ne kadar sevgisiz olduğunu düşünerek tiksintiyle titrediler. “Bugün, çoğunuzun da anlamış olduğu gibi, bir Haberli Hayırsever’imiz var.” diye devam etti, “Çoğunuz bunu anladınız çünkü çok zeki çocuklarım var. Çünkü sizi ben büyüttüm sevgili çocuklarım. Ama tabii harika olduğum kadar mütevaziyim de, bu konuyla ilgili övünmeyeceğim. Bugün, önünüze konan yemekle övüneceğim. Bunu, çok bonkör bir hayırsever olan Haberli Hayırsever’imiz sağladı. İzninizle bu harika insanı yanıma çağırmak istiyorum!” Patron susunca bir sessizlik oldu. Sonra, yemekhanenin kapısında yetişkin bir kadın belirdi. Siyah bir takım elbiseyle sivri topuklu ayakkabı giymişti. Açık kahverengi saçları kafasının üstünde son derece ciddi görünüşlü bir topuz yapılmıştı. Yüzünde ciddi bir ifade vardı ama kesinlikle sert bir ifade değildi bu. Sevecen bir ifadeydi. Nil onu daha önce gördüğü izlenimine kapıldı birden. Etek yerine pantolon giymesi bile tuhaf bir biçimde tanıdık ama üzeri buğulu bir anı gibiydi. Kadın Patron’a doğru yürüyüp hiç çekinmeden masaya çıktı. Kendisine son derece doymuş ve minnettar bakan çocukları görünce kocaman gülümsedi. Çok güzel bir gülümsemesi vardı. Ladin bu gülümsemeyi tanıdığını düşündü. Ayrıca kadının yüz yapısını da tanıyordu. Kadın sanki birine benziyordu, çok iyi tanıdığı birine, ama belki onun daha yaşlı haline. Çok iyi tanıdığı biri… Ladin şaşkınlıkla gözlerini Nil’e çevirdi, sonra tekrar masanın üstünden Patron’u indirip bir konuşma yapmaya başlayan kadına döndü. Olabilir miydi bu?
“Çocuklar,” kadın konuşmasına alıştıkları biçimde başlamamıştı. Çocuklar kelimesinin başına herhangi bir sıfat getirmemişti, çocukları sahiplenmemişti de. Sevgili çocuklar, Çocuklarım, Canım çocuklarım, Geleceğimizin yıldızı parlak yüzlü çocuklar, saçmalıkları yoktu. “Yıllar önce bir yanlışlık sonucu, çok sevdiğim kızımı aldılar benden, bir yetimhaneye bıraktılar. Kızıma da öldüğümü söylediler. Bu yüzden, yıllardır yetimhaneleri geziyorum, kızımı arıyorum.” Kadın konuşmaya devam ediyordu ama Nil artık duymuyordu. Kulakları uğuldamaya başlamıştı. Aklında kadının sesi yankılanıyordu. Kızıma öldüğümü söylediler. Kızıma öldüğümü söylediler. Kızıma öldüğümü söylediler. Öldüğünü söyledikleri o kız, Nil olabilir miydi gerçekten? Ya da, bu kadın Nil’in… Nil gerisini getiremedi. Uğultu arttı, gözleri karardı.
Kadın konuşmaya devam ediyordu: “Yetimhaneleri gezdikçe bu gezileri sadece yetimhaneye girip, kızıma bakıp, göremeyince çıkarak bitiremeyeceğimi anladım. Yetimhanelerdeki çocuklar da benim kızım kadar iyi bir aileyi hak ediyordu. En azından sıcak bir yetimhaneyi hak ediyordu bu çocuklar. Bu yüzden bağış yap-’’ Konuşması bir çığlıkla bölündü. Kabarık saçlı bir kız “Nil!” diye haykırıyor ve çaresiz bakışlarla yardım için etrafına bakınıyordu. “Nil bayıldı!” Kadın masadan atladı ve doğrudan kabarık saçlı kızın yanına koştu. “Başını boşaltın” Kimin? Ha, evet, Nil “Nil’in başını boşaltın!” Herkes yavaşça çekildi ve sadece kabarık saçlı kız kaldı.
“Bir şey yapabilir misiniz?” diye sordu kız endişeyle. “Doktorum ben, sakin ol. Adın ne?” “Ladin. Bu, en iyi Arkadaşım Nil. Sanırım…” Ladin cümlesini tamamlamadı ve bakışlarını kaçırdı. Kadın Ladin’in çenesini yakaladı ve kendisine bakmasını sağladı. “Sanırsın ne?” Ladin yutkundu. “Sizin kızınız o. O yüzden bayıldı. Şaşkınlıktan. Sizin kızınız.” Sonra ağlamaya başladı.
Nil kendini yorgun hissediyordu ama ağlama seslerini duyunca kendini ayılmaya zorladı. Çok uğraşarak tek gözünü açtı. Kadın, o kadın, hayır, herhangi bir kadın değildi o, annesiydi, annesi başındaydı. Ve annesinin yanında da ağlayan bir kız vardı. O ağlayan kız Ladin miydi? Ladin ağlıyor muydu? Hayretle diğer gözünü de açtı. Şimdiye dek asla ağlamaz diye tanıdığı en yakın arkadaşı hüngür hüngür ağlıyordu! Hıçkırıklarının arasında “Nil’in ailesi var!” “Amaçsız kaldım!” “Umutlarımda haklıymışım!” “Bundan sonra yalnızım!” “Bugünkü yemekten hep yiyebilecek!” “Çok mutlu olacak, gerisi önemsiz!” cümleleri duyuluyordu Ladin’in. Duygularının son derece karışık olduğu belliydi. “Ladin?” diye fısıldadı Nil endişeyle. Ladin anında ağlamayı kesip Nil’e baktı. “Uyanmışsın!” derken sesi titriyordu. “Ağlamanı durdurma kapasiten çok etkileyici.” İki kız da birden dönüp Nil’in annesine baktılar.  Kadın omuz silkti. “Bakmayın öyle. Etkileyici.”
Bunu duyunca Ladin birden bir kahkaha patlattı. Nil aynı on dakika içinde ikinci kez yüzünde inanmazlık ifadesiyle baktı Ladin’e. Yıllardır ilk kez kahkaha atmıştı. Kahkahası çok güzeldi aslında. Başta alışık olmadığı için tuhaf başladıysa da o anda çok melodik, çok neşeliydi. “Ladin!” diye bağırdı Nil ama Ladin devam etmesine izin vermedi. İki elini Nil’in omuzlarına koyup “Biliyorum! Biliyorum!” diye bağırıyordu. Neyi biliyordu, yıllardır ilk kez güldüğünü mü, nihayet Nil’in bir ailesi olduğu konusunda umutlarının doğruluğunu mu yoksa az sonra Nil’in annesinin söylediği şeyi mi? “Kızlar, adım Zeynep. Nil’in gerçek annesiyim ve şu anda ikinizi de evlat ediniyorum!”
Patron’la işler hiç bu kadar hızlı yürümemişti. Yarım saatten kısa sürede evlat edinme belgeleri imzalanıp onaylandı ve Zeynep Hanım, artık ona anne diyorlardı, yeni kızlarını ellerinden tutup evine götürdü.

Yeni evlerinde yalnız kaldıklarında Nil, Ladin’e baktı ve “Bugün ben dalıp gitmişken bir şey mırıldanmıştın ya?” dedi. Ladin bir an için düşündü ve hatırladı. “Evet, bir şey mırıldanmıştım.” Nil meraka sordu: “Ne demiştin?” Umut falan yok, demişti Ladin aslında ama omuz silkti. “Aptalca bir şeyler işte. Doğru değildi. Hiç doğru değildi.” Sonra da kocaman sırıttı. Defne ÖZYURT 7-C