“Çalışın, sizi pis, küçük köleler!”
Omzunda şaklayan kırbacı hissetti. “Kızların işi yemek ve ev işidir, zamanı
geldiğindeyse çocuk yapmak. Şimdi oyalanmayı bırakıp mermerleri ovalamaya
dönün!” Bu adamdan ne kadar nefret ettiğini düşünerek süngerini eline aldı.
Gözlerinin önünde sallanan elle gerçek
dünyaya döndü. Elin sahibi Nil’di ve sanki biraz öfkeli görünüyordu.
“Neredeydin yine? Saçma saçma bir şeyler kurup burada görünerek aramızdan
ayrılmandan nefret ediyorum. Biz köleyiz saçmalığı mı?” Ladin iç çekti.
“Saçmalık değil, gerçek. Fark ettiysen bize köleymişiz gibi davranıyorlar.” Nil
kaşlarını çattı. “Burası bir yetimhane, ne kadar konforlu olabilir ki?
Abartıyorsun sen de, kabul et.” “I-ıh. Kızları resmen sömürüyorlar. Bak, biz
burada bulaşık yıkıyoruz. Peki erkekler? Onlara gerçek yetimlermiş gibi
davranıyorlar.” dedi Ladin önündeki tabağı durulayıp temiz tabak yığınına
bırakırken. “Gerçek yetim mi?” Nil çok uzun zamandır Ladin’le arkadaştı ama
çoğu zaman onun kendine has cümlelerini ve uçuk hayal gücünü anlamazdı. “Gerçek
yetim işte. Ay bu çocuk yetim, annesi babası yok, zavallıcık, ona iyi
davranalım olayı. Erkeklerin hepsine böyle bakılıyor. Ama ne, yetim kızlar arka
odada bulaşık yıkıyor!”
Ladin konuşurken kaşlarını daha fazla çatmıştı.
Bu teknik olarak imkansızdı çünkü Ladin hep kaşları çatık gezerdi. Dokuz yıllık
arkadaşlıkları boyunca hiç kahkaha atmamıştı. En fazla küçük tebessümler ya da
hüzünlü gülümsemeler. Nil onun için üzülürdü.
İki kız sessizce bulaşıklarına dönerken Nil
yetimhanedeki ilk gününü hatırladı. Beş yaşındaydı. Birileri ona anne ve
babasının hasta olduğunu söylemişti, başka birileri de öldüklerini. Ama kimse
ona bu hastalığın ne olduğunu, anne ve babasının hangi hastanede olduğunu
söylememişti. Ağlamasına aldırmadan kolundan sürükleyerek büyük ve korkutucu
görünüşlü bir binaya götürmüşlerdi. “Bak,” demişti biri, “Burası yetimhane.
Anne babası olmayan çocukları buraya bırakırlar. Burası senin gibilere yemek,
yatak ve eğitim verir. Minnet duymayı öğretir. Ağlama. Ağlamak zayıflıktır.
Burada iki ya da üç kişilik odalar var, seninle aynı yaşta bir kızın odasına
gideceksin. Oda arkadaşına iyi davran, kavgalara bulaşma, uslu bir kız ol.”
Yetimhanenin sahibiydi bu. Kendisine
Patron dedirten, cinsiyet ayrımcılığı yapan çıkarcının teki. Başka bir yetim
tarafından odasına götürülürken bile, adamı tanımasının üstünden on dakika
geçmeden, nefret etmişti Nil ondan.
Gittiği odada kimse yoktu ama her yerde
eşyalar vardı. Onu odasına getiren kız yataklardan kullanılmayanın üstündeki
eşyaları toplamasına ve getirdiği az sayıdaki eşyayı yerleştirmesine yardımcı
olmuştu. Nil hoşlanmıştı ondan, arkadaş da olmuşlardı, ta ki kız intihar edene
kadar. Yetimhane yaşamı asla kolay değildir.
Nil oda arkadaşıyla ilk haftasında
tanışamamıştı. Kız tek kişi kullandığı odanın gereksiz yere dolmasını protesto
ediyordu. Daha sonra bu kızın Ladin diye birisi olduğu ortaya çıkmış, ikisi bir
sürü oda kavgasının ardından arkadaş olmaya karar vermiş ve kısa süre içinde en
iyi arkadaşlara dönüşmüşlerdi.
Aradan dokuz yıl geçmişti ve işte
buradaydılar, bulaşık yıkıyorlardı. Ladin göz ucuyla bakınca Nil’in gözlerinin
dolduğunu fark etti. Durup dururken gözleri dolardı bazen Nil’in. Böyle anlarda
Ladin onun geçmişi düşündüğünü anlardı. Zavallı kız anne ve babasının ölümünden
tam dört yıl sonra ikisinin de kanserden öldüğünü öğrenebilmişti. Söylemese de
acıyordu Ladin Nil’e.
Yetimhanede ağlayamazsınız. Ağlamak
zayıflıktır. Patron’un onlara öğrettiği ilk kuraldı bu. Ama Nil çok ağlamıştı.
Zaten Ladin onu ilk gördüğünde anlamıştı, Nil bir yetimhaneye ait değildi, asla
da olamazdı.
Yetimhaneye nasıl girerseniz girin, sizi
değiştirir. Yetimhanede kimsenin zarif ve hoş yüzleri yoktur. En fazla diğerlerine
göre daha güzel yüzler vardır. Bütün yüzler incedir, zayıftır, göz altları mor,
göz çevresi kırışıktır. Gülümsemeler vardır ama yetimhane çocuklarında genelde
bir bıkkınlık, yorgunluk, sinir ifadesi yerleşir yüzlere. Saçlar parlak ve
sağlıklı görünmez. Temiz ama mat, kabarık, dağınık görünür. Giysiler temiz ama
eski, ikinci el, yamalıdır.
Nil öyle değildi, hiç olmadı. Herkesten
çok o gülerdi yetimhanede, saçları parlaklığını, yüzü zarifliğini
kaybetmemişti. Kırılgandı o, bir yetimin olmaması gereken şekilde.
Bazen Ladin Nil’in anne babasının aslında
ölmediğini düşünürdü. Sonuçta cenazeyi gören yoktu. Nil’e gereksiz bir umut
vermek istemezdi ama kendisi umudu kesmezdi. Umut yetimin can simididir. Umuda
sıkı tutunun ama onu içinizde tutun. Bir de sizin umutlarınızla uğraşamam:
Patron’un ikinci kuralı.
Kendilerine düşen bulaşıkları bitirdiler.
Bulaşık biter, dert biter. Bulaşığın varsa derdin var: Patron’un üçüncü kuralı.
Hiçbir kız bulaşığını bitirmeden serbest zamana geçemezdi ama bulaşığını bitirirsen
bütün hafta sonu serbestsin demekti.
Sanki anlaşmış gibi odalarına gidip
karşılıklı duran yataklarına oturdular. Sonra, ikisi de birbirlerini ilk kez
görüyorlarmış gibi birbirlerinin yüzlerini incelerken buldular kendilerini, ya
da son kez görüyormuş gibi.
Ladin, Nil’in yüzünde yetimhane
belirtileri aradı. Açık kahverengi saçları gayet parlaktı ve tepeden
gelişigüzel bir topuz yapılmıştı. Cildi kırışıksızdı. Ama gözlerine bıkkınlık yerleşmişti. Omuzları çökmüş, duruşu
kamburlaşmıştı. Dudakları memnuniyetsizlikle büzüşmüştü. Ladin’e bakmıyordu,
dalıp gitmişti. Yorgun gözüküyordu. Yetim gözüküyordu.
Ladin’in yüzü asıldı. İçini bir öfke
dalgası kapladı. Umut mu? Cidden mi? Yetimhane şimdiye kadar gördüğü en canlı
insanın bile içini emmişti. Nil’i bıkkınlaştırmanın imkansız olduğunu
düşünürdü. Yanılmıştı. “Umut falan yok.” diye mırıldandı.
Nil ne dediğini duyamasa da en iyi arkadaşının
mırıldanmasıyla daldığı dünyadan esas dünyaya, yetimhanenin bu can sıkıcı
odasına döndü. Ladin’le tekrar göz göze geldiler, Ladin bakışlarını kaçırdı. Öfkeli
gözüküyordu. Nil’e mi öfkeliydi? Yoksa kendine mi? Ya da belki, her zamanki yüz
ifadesiydi bu. Emin olamadı Nil. Hep bu kadar öfkeliydi de o mu fark etmemişti
acaba? İç çekti. Kendi sorunlarından onunla pek ilgilenmemişti ki.
Ladin’in henüz bir aylık bile olmadan
bırakıldığını biliyordu yetimhaneye. Anne ve babasının adlarını bile
bilmediğini ve Nil ailesinin yüzlerini anımsıyor diye çok eksik hissettiğini de
biliyordu. Ama Nil, merak edip de başka hiçbir şey sormamıştı Ladin’e.
Sorunlarıyla ilgilenilen hep Nil olmuştu. Nil birden rahatsız oldu bu durumdan.
Kendini kötü bir arkadaş gibi hissetti, öyle miydi?
İkisi de ne yapacaklarını bilemeden
otururlarken küçük odanın kapısı aralandı ve lüleli kestane rengi saçlarla
çevrelenmiş minik bir surat göründü. Patron sık sık ayak işlerini yaptırmak
için küçük kızları kullanırdı zaten.
“Merhaba.” dedi kız, rahatsız olmuş ve
utanmış görünüyordu, “Patron dedi ki, hemen gidip duş alacakmışsınız, yarım
saat içinde herkesi en iyi giysilerini giyinmiş bir biçimde yemekhanede
bekliyormuş.” Patron’un kendisine söyleyip de onun tekrar etmeyi unuttuğu bir
şey olup olmadığını düşündü ve ekledi: “Ayrıca odanızı da toplamalıymışsınız.”
Bu kısa konuşmanın ardından küçük kızın
yüzü kayboldu ve kapı kapandı. Ladin ve Nil şaşkınlıkla birbirlerine baktılar.
“Pazar değil,” dedi Nil. “Bayram ya da özel gün değil,” diye devam etti Ladin.
“Yani diyorsun ki,” Ladin bu cümleyi de tamamladı:“Evet, Haberli Hayırsever.”
Yetimhanede özel durumlar dışında yalnızca
pazar günleri duş alınır, yalnızca özel durumlarda odaların toplanması emri
verilirdi. Özel durumlar gerçekten hoş
şeylerdi, yalnızca böyle günlerde duşta ılık su değil sıcak su olurdu, yalnızca
böyle günlerde yemekten sonra cidden güzel tatlılar verilirdi. Üstelik özel
durum demek, geleceğini önceden yetimhaneye bildirecek kadar planlı birinin
yetimhaneye gelmesi demekti. (Ki bu kişilere Haberli Hayırsever denirdi.
Yapacağı her şeyi haberli yapanları sevin. Hayırseverleri de sevin. Haberli Hayırseverleriyse
ikisinin toplamından daha çok sevin: Patron’un dördüncü kuralı.) Böyle kişiler
önemlidirler. Mutlaka yetimhaneye ya yüklü miktarda bağış bırakırlardı ya da
birilerini yetimhaneden kurtarırlardı.
Ladin her Haberli Hayırsever ziyaretinden
önce olduğu gibi yine Nil’in bu yerden kurtulacağını düşünerek umutlandı.
Kendini bunu düşünürken yakalayınca da Nil’e olan sevgisi arttı, Nil kendisine
umudu öğretmişti.
İki kız biraz heyecanlı, biraz düşünceli
duş almaya gittiler. İkisi de diğerine belli etmeden diğerinin evlat edinilme
olasılığını düşünüyordu. Ladin’in gitmesi pek olası değildi, kimse bu kadar
somurtkan, bu kadar soğuk, bu kadar çabuk olgunlaşmış bir çocuk istemezdi.
Nil’inse gitmesi an meselesiydi. Ladin
onu bu yetimhaneden kurtaracak olanın yetime benzememesi olduğunu ona da
söylemişti.
Aylardır ilk kez güzel giyinmiş olarak
yemekhaneye indiler. Havayı lezzetli yemek kokusu kaplamıştı. Yemeklerini
aldılar ve oturdular. “Gerçekten güzel kokuyor!” dedi Ladin ama yüzünde
herhangi bir sevinç ifadesi oluşmamıştı. Nil onun söylediği şeyi başıyla
onaylarken bir yandan da dolu ağzıyla konuşmaya çalışıyordu. “Son bur do todunu
ol!” Ladin anlamaz bakışlarla başını yana eğdi. Nil lokmasını yuttu ve tekrar
etti: “Sen bir de tadını al!” Ladin’in yüzünde küçücük, ufacık bir gülümseme
kırıntısı oluştu. “Çok sevdin sanırım.” Nil kocaman sırıttı. “Bundan her gün
verseler buradan gitmek istemezdim!”
Bunun üzerine Ladin tabağını onun önüne
itti. Nil şaşkınlıkla baktı. “Bana bunu yemeyeceğini söyleme!” Ladin’in
yüzündeki duygu çoktan kaybolmuştu. “Aç değilim. Sen de fazla zayıfsın. Hem,
madem çok sevdin, hazır fazladan bulmuşken ye haydi.” Nil tabağı Ladin’in önüne
geri itti. “En azından bir tatsaydın. Lütfen!” Bunun üzerine Ladin göz devirip
müthiş kokulu yemekten bir lokma aldı. “Sevdin değil mi?” Ladin Nil’in sorusunu
başıyla onaylayarak yanıtladı ve tabağı yeniden onun önüne itti.
Yemek kızların tabağı birbirlerinin önüne
itmesiyle geçti. İkisi de pes etmemekte kararlıydılar. Ama bir süre sonra bir
oğlan gelip de “Kimse yemiyorsa ben bu tabağı alabilir miyim?” deyince Ladin
pes etti. Ayrıca Nil’in ısrarı sonucu duygusuz bir yüzle de olsa yemeğe
bayıldığını itiraf etti. Nil’in “Duygusuz yüzmüş! Çok gıcıksın!” diye
bağırmasına da ses çıkarmadı. Oysaki amacı gıcık olmak değildi. Düşünmeye
başlaması ve Nil’le tanışması arasındaki bütün süre boyunca hayattaki amacı
yetimhaneden kurtulmaktı. Onunla tanıştıktan sonraysa amacı Nil’i korumak ve
kollamak olmuştu. Nil ona gerçek bir amaç vermişti. Haliyle yemeği sevdiğini
görünce, sadece o mutlu olsun diye kendi yemeğini feda etmişti. Gıcıklık olsun
diye değil. Kesinlikle değil.
Yemeğin sonuna doğru Patron geliverdi. Bir
masanın üstüne çıktı ve herkesin susmasını sağladı. “Sevgili evlatlarım!” diye
başladı. Hem Ladin hem de Nil bu adamın ne kadar yalancı ve aslında ne kadar sevgisiz
olduğunu düşünerek tiksintiyle titrediler. “Bugün, çoğunuzun da anlamış olduğu
gibi, bir Haberli Hayırsever’imiz var.” diye devam etti, “Çoğunuz bunu
anladınız çünkü çok zeki çocuklarım var. Çünkü sizi ben büyüttüm sevgili
çocuklarım. Ama tabii harika olduğum kadar mütevaziyim de, bu konuyla ilgili
övünmeyeceğim. Bugün, önünüze konan yemekle övüneceğim. Bunu, çok bonkör bir
hayırsever olan Haberli Hayırsever’imiz sağladı. İzninizle bu harika insanı
yanıma çağırmak istiyorum!” Patron susunca bir sessizlik oldu. Sonra, yemekhanenin
kapısında yetişkin bir kadın belirdi. Siyah bir takım elbiseyle sivri topuklu
ayakkabı giymişti. Açık kahverengi saçları kafasının üstünde son derece ciddi
görünüşlü bir topuz yapılmıştı. Yüzünde ciddi bir ifade vardı ama kesinlikle
sert bir ifade değildi bu. Sevecen bir ifadeydi. Nil onu daha önce gördüğü
izlenimine kapıldı birden. Etek yerine pantolon giymesi bile tuhaf bir biçimde
tanıdık ama üzeri buğulu bir anı gibiydi. Kadın Patron’a doğru yürüyüp hiç
çekinmeden masaya çıktı. Kendisine son derece doymuş ve minnettar bakan
çocukları görünce kocaman gülümsedi. Çok güzel bir gülümsemesi vardı. Ladin bu
gülümsemeyi tanıdığını düşündü. Ayrıca kadının yüz yapısını da tanıyordu. Kadın
sanki birine benziyordu, çok iyi tanıdığı birine, ama belki onun daha yaşlı
haline. Çok iyi tanıdığı biri… Ladin şaşkınlıkla gözlerini Nil’e çevirdi, sonra
tekrar masanın üstünden Patron’u indirip bir konuşma yapmaya başlayan kadına
döndü. Olabilir miydi bu?
“Çocuklar,” kadın konuşmasına alıştıkları biçimde
başlamamıştı. Çocuklar kelimesinin başına herhangi bir sıfat getirmemişti,
çocukları sahiplenmemişti de. Sevgili çocuklar, Çocuklarım, Canım çocuklarım,
Geleceğimizin yıldızı parlak yüzlü çocuklar, saçmalıkları yoktu. “Yıllar önce
bir yanlışlık sonucu, çok sevdiğim kızımı aldılar benden, bir yetimhaneye
bıraktılar. Kızıma da öldüğümü söylediler. Bu yüzden, yıllardır yetimhaneleri
geziyorum, kızımı arıyorum.” Kadın konuşmaya devam ediyordu ama Nil artık
duymuyordu. Kulakları uğuldamaya başlamıştı. Aklında kadının sesi
yankılanıyordu. Kızıma öldüğümü söylediler. Kızıma öldüğümü söylediler. Kızıma
öldüğümü söylediler. Öldüğünü söyledikleri o kız, Nil olabilir miydi gerçekten?
Ya da, bu kadın Nil’in… Nil gerisini getiremedi. Uğultu arttı, gözleri karardı.
Kadın konuşmaya devam ediyordu: “Yetimhaneleri
gezdikçe bu gezileri sadece yetimhaneye girip, kızıma bakıp, göremeyince
çıkarak bitiremeyeceğimi anladım. Yetimhanelerdeki çocuklar da benim kızım
kadar iyi bir aileyi hak ediyordu. En azından sıcak bir yetimhaneyi hak
ediyordu bu çocuklar. Bu yüzden bağış yap-’’ Konuşması bir çığlıkla bölündü. Kabarık
saçlı bir kız “Nil!” diye haykırıyor ve çaresiz bakışlarla yardım için etrafına
bakınıyordu. “Nil bayıldı!” Kadın masadan atladı ve doğrudan kabarık saçlı
kızın yanına koştu. “Başını boşaltın” Kimin? Ha, evet, Nil “Nil’in başını
boşaltın!” Herkes yavaşça çekildi ve sadece kabarık saçlı kız kaldı.
“Bir şey yapabilir misiniz?” diye sordu
kız endişeyle. “Doktorum ben, sakin ol. Adın ne?” “Ladin. Bu, en iyi Arkadaşım
Nil. Sanırım…” Ladin cümlesini tamamlamadı ve bakışlarını kaçırdı. Kadın
Ladin’in çenesini yakaladı ve kendisine bakmasını sağladı. “Sanırsın ne?” Ladin
yutkundu. “Sizin kızınız o. O yüzden bayıldı. Şaşkınlıktan. Sizin kızınız.”
Sonra ağlamaya başladı.
Nil kendini yorgun hissediyordu ama ağlama
seslerini duyunca kendini ayılmaya zorladı. Çok uğraşarak tek gözünü açtı.
Kadın, o kadın, hayır, herhangi bir kadın değildi o, annesiydi, annesi
başındaydı. Ve annesinin yanında da ağlayan bir kız vardı. O ağlayan kız Ladin
miydi? Ladin ağlıyor muydu? Hayretle diğer gözünü de açtı. Şimdiye dek asla
ağlamaz diye tanıdığı en yakın arkadaşı hüngür hüngür ağlıyordu! Hıçkırıklarının
arasında “Nil’in ailesi var!” “Amaçsız kaldım!” “Umutlarımda haklıymışım!”
“Bundan sonra yalnızım!” “Bugünkü yemekten hep yiyebilecek!” “Çok mutlu olacak,
gerisi önemsiz!” cümleleri duyuluyordu Ladin’in. Duygularının son derece
karışık olduğu belliydi. “Ladin?” diye fısıldadı Nil endişeyle. Ladin anında
ağlamayı kesip Nil’e baktı. “Uyanmışsın!” derken sesi titriyordu. “Ağlamanı
durdurma kapasiten çok etkileyici.” İki kız da birden dönüp Nil’in annesine
baktılar. Kadın omuz silkti. “Bakmayın
öyle. Etkileyici.”
Bunu duyunca Ladin birden bir kahkaha
patlattı. Nil aynı on dakika içinde ikinci kez yüzünde inanmazlık ifadesiyle
baktı Ladin’e. Yıllardır ilk kez kahkaha atmıştı. Kahkahası çok güzeldi
aslında. Başta alışık olmadığı için tuhaf başladıysa da o anda çok melodik, çok
neşeliydi. “Ladin!” diye bağırdı Nil ama Ladin devam etmesine izin vermedi. İki
elini Nil’in omuzlarına koyup “Biliyorum! Biliyorum!” diye bağırıyordu. Neyi
biliyordu, yıllardır ilk kez güldüğünü mü, nihayet Nil’in bir ailesi olduğu
konusunda umutlarının doğruluğunu mu yoksa az sonra Nil’in annesinin söylediği
şeyi mi? “Kızlar, adım Zeynep. Nil’in gerçek annesiyim ve şu anda ikinizi de
evlat ediniyorum!”
Patron’la işler hiç bu kadar hızlı
yürümemişti. Yarım saatten kısa sürede evlat edinme belgeleri imzalanıp
onaylandı ve Zeynep Hanım, artık ona anne diyorlardı, yeni kızlarını ellerinden
tutup evine götürdü.
Yeni evlerinde yalnız kaldıklarında Nil,
Ladin’e baktı ve “Bugün ben dalıp gitmişken bir şey mırıldanmıştın ya?” dedi.
Ladin bir an için düşündü ve hatırladı. “Evet, bir şey mırıldanmıştım.” Nil
meraka sordu: “Ne demiştin?” Umut falan yok, demişti Ladin aslında ama omuz
silkti. “Aptalca bir şeyler işte. Doğru değildi. Hiç doğru değildi.” Sonra da
kocaman sırıttı. Defne ÖZYURT 7-C