“Merhaba” dedi oğluna, yılların özlemini
bir “Merhaba”ya sığdırmaya çalışarak. Sözcükler ağzından çok özlemli, çok
sakin, bir o kadar da yorgun çıkıyordu. Yılların yorgunluğuydu bu. Rahmetli
eşiyle ne zorluklar çekerek Amerika’ya yollamışlardı onu. Sırf daha iyi bir
geleceği olsun, onlar gibi sıkıntı çekmesin diye. Düşündükleri gibi daha iyi
bir geleceği olmuştu oğullarının. İyi bir doktor olmuş, başarılı işlere imza
atmıştı. Ama tüm bunların yanında otuz senede bir kere bile Türkiye’ye
gelmemişti. Belki de rahmetli eşi oğlunun hasretinden ölmüştü. Senede birkaç
kez telefon ediyordu. O telefonlardan birinde öğrendiler evlendiğini, bir
başkasında da çocuklarının olduğunu. Oğullarının hasretinden sonra bir de
torunlarının hasreti eklenmişti. İşte tüm bunlara dayanamayan eşi bir gün bir
daha hiç uyanmamak üzere gözlerini kapattı.
“Neden?” diye sordu oğluna, otuz seneyi
açıklamasını isteyerek. “Neden hiç gelmedin?” “Neden bizi yok saydın?”. Oğlu bu
sorulara cevap vermenin onu yıpratacağını ve daha çok üzeceğini bildiğinden,
başını öne eğip sessiz kalmayı yeğledi. Bu sessizliği bozan ise torunlarının
cıvıltısıydı. Babaannelerini görünce ilk yaptıkları şey aynanın önündeki
fotoğraflara bakmak oldu. Ama çocukların umurunda olan babaanneleri değil,
oyunlarıydı. Onlar başka odaya giderlerken, babaanne ise aynanın önündeki
fotoğraflara bakarak gülümsedi. O zamanlar ne kadar da umutluydu Amerika’ya
gidip oğlunu göreceğinden. Ta ki eşi biriktirdikleri parayı kumarda kaybedene
kadar. O zaman umudu söndü işte. Yeniden para biriktirmek zorundaydı; tabii
oğlunu görmek istiyorsa.
Tam işler yoluna girmek üzereyken eşini
kaybetti. Üst üste iki kere şok
geçirmişti. Sonra da iki yakasını bir araya getiremedi. Ta ki bir gün loto
bayisinin önünden geçene kadar. Bayinin önü çok kalabalıktı, bu yüzden buranın
bir loto bayisi olduğunu anlamadı. Sıranın ne olduğunu anlamak için o da kuyruğa
girdi. Loto olduğunu anlayınca da oynamaya karar verdi. Belki şansı yaver
giderdi. Loto oynadıktan iki hafta sonra kazandığını öğrendi. Hatta loto
oynadığını kendisi bile unutmuşken komşusu gelip haber verdi lotoyu onun
kazandığını. Tabii, önce inanmadı ama bayiye gidince öğrendi çok para
kazandığını. Çok şaşırdı, sevindi ve hemen o parayla ne yapacağını planlamaya
başladı. İlk planı oğlunu görmeye gitmekti. Sonra da “Yeni bir ev alırım.” diye
düşündü. Bunları düşünürken Amerika’ya nasıl gideceği aklına geldi. Uçakla
gidecekti ama bileti nasıl alacaktı? Tabii ki internetten. Fakat interneti de
yoktu. Neyse ki yan komşusu Hayriye’nin kızının vardı. Ertesi gün hemen
Hayriye’nin evine gitti. Eli boş gitmedi elbette. Eli boş gitmek pek hoş
karşılanmazdı oralarda. Gittiğinde gördüğü manzara onu hiç şaşırtmadı.
Hayriye’nin kızı Sırma’nın elinde bilgisayar bir şeylere bakıyordu. Hayriye çay
verdikten sonra sordu: Hayrola! Yüzünü gören cennetlik!
-
Kısmetse Amerika’ya gideceğim.
-
Git ya, ne iyi olur. Kazandığın parayla bunu
yapmalısın.
-
Yalnız uçak bileti almam gerekli.
-
Sırma şimdi halleder onu, değil mi Sırma’cığım?
-
Tabii anne. Bekle, havayollarının sitesini
açayım. Hangi gün istersiniz, kaç kişi?
-
Sadece ben, keşke sevgili eşim de olsaydı… Neyse
3 Haziran olursa sevinirim.
-
3 Haziran’da sadece 25. koltuk boş, acele
etmezsek yer kalmayacak.
-
Tamam, sen yer ayırt.
-
Tamamdır, hallettim.
-
Teşekkürler Sırma’cığım, sen de sağol Hayriye!
-
Bir şey değil Çiçek!
Çiçek Hanım tam da
bunları düşünürken oğlunun sesi onu kendine getirdi. “Anne, eşim Marie ile
karar verdik, bundan sonra bizimle burada kalmanı istiyoruz. İtiraz yok! En
azından bunca yılın acısını sana biraz olsun unutturmak istiyoruz, buna izin
ver.” Oğlu, Çiçek Hanım’a söz bırakmamıştı. Kalacaktı! Ah, keşke rahmetli eşi de
yanlarında olsaydı. Ölmeden önce ne kadar da hayal etmişti oğlunu ve
torunlarını görmeyi ama kısmet değilmiş, olmadı. Çiçek Hanım tüm yaşadıklarına
rağmen mutluydu. Belki de yıllardır ilk kez doğru dürüst gülmüştü. Bundan sonra
yapması gereken de artık mutlu olmaktı. Bir daha asla umutsuzluğa
kapılmayacaktı. Hayatta her zamankinden daha fazla umudu vardı artık. Elif CERYANSUYU 7-C