Ve işte o gün. O gün mutluluğumu
kaybetmiştim. Annem ve babam sabah kahvaltıdan sonra işe gitmişlerdi. Evde
yalnızdım. Evde dolaşırken mutfakta bir şey bulmuştum. Küçük ve ortası çekmece
gibi açılan bir kutuydu. Kenarında bir ok işareti vardı. İçinden bir tane tahta
parçası çıktı. Sonra onu kutuya sürtmeye başladım. Ve bir anda bir patlamayla
mutfak alevler içinde kalmıştı.
Gözlerimi açtığımda kendimi hastanede
buldum. Yanımda annem ve babam vardı. Onlara, neler olduğunu sormaya
çalışıyordum fakat yapamıyordum. Ne olduğunu anlayamıyordum. Daha sonra bir
hemşire elinde aynayla yanıma geldi. Aynayı bana uzatırken “Çok şanslı bir
çocuksun.” dedi. Aynayı elinden aldım ve kendime baktım:
- Aman tanrım! Bu da ne?
Henüz 7 yaşındaydım ve gözlerim dışında tüm
yüzüm sargı içindeydi. Evet, yüzüm yanmıştı.
Üç hafta sonra taburcu olmuştum. Bir gün
annem ve babam “Haydi üzerini değiştir. Dışarı çıkıp biraz hava alalım!”
dediler. Sessizce üzerime yeni aldığımız tişörtümü ve şortumu giydim. Evimizin
yakınındaki, her zaman güler yüzü ile bizi selamlayan Judy’nin kafesine
gitmiştik. Birkaç dakika sonra yanımıza orta yaşlı bir adam gelmişti. Ama ne
yazık ki ona “Merhaba” diyemiyordum.
Adam yanıma geldiğinde, sanki durumumu biliyordu. Annem ve babamla biraz
havadan sudan sohbetler yaptıktan sonra bana dönüp “Merhaba, benim adım Joe.
Umarım bir gün tekrar karşılaşırız.” dedi.
İki ay sonra hastaneye kontrole gitmiştik.
Doktorlar beni uzun uzun muayene ettikten sonra, annem ve babamla odada
konuşmuşlardı. Ben dışarıda koridorda onları bekliyordum. Annem ve babam odadan
üzgün bir ifadeyle çıkmışlardı. Eve geldiğimizde salonda beni karşılarına oturttular.
Annem ellerimi ellerinin arasına alıp:
- Dinle Mike! Doktorlar bundan sonra hiç
konuşamayacağını söylediler. Çok üzgünüz tatlım. O kötü patlamada yüzün gibi
sesin de yanmış.
Dediklerini tam olarak anlamaya
çalışıyordum. Annemin gözlerinden ip gibi yaşlar akmaya başlamıştı.
On beş yaşıma geldiğimde bir akşam eve
gelen bir telefonla Joe amcanın trafik kazası geçirdiğini öğrendik. Hemen
hastaneye gittik. Annemle babam doktorlarla konuşuyorlardı. Ben ise uzaktan
sessizce onlara bakıyordum. Camın arkasında sargılar içinde yatan bir adam
eliyle beni yanına çağırıyordu. Joe amcanın durumunun çok kötü olduğunu yanına
gidince anlamıştım. Bana “Bu surata iyi bak!“ dedi ve bir gülüş attı. Ardından
hemşireler beni odadan dışarı çıkarttılar. Koridorda oturuyordum. Bir doktor
yanımıza geldi ve “Başınız sağ olsun. Kurtaramadık.” dedi. Hastaneden
ayrılırken arkamızdan gelen bir doktor bana seslendi. Yanıma gelip bana, bir
yüz nakli isteyip istemeyeceğimi sordu. Annem ve babam birbirlerine bakıp “Bu
gerçekten mümkün mü?” diye sordular.
Doktor Joe amcanın ölmeden önce yüzünü Mike’a bağışladığını söyledi. Bunu
duyunca onaylarcasına başımı heyecanla salladım. Ertesi gün beni ameliyata
aldılar. Uzun ve başarılı bir ameliyat olmuştu. Ameliyattan bir ay sonra
sargılarım açılmıştı. Doktorlar yeniden konuşabileceğimi söylemişlerdi. Heyecanla
bir aynanın karşısına geçip birkaç kez gülümsedikten sonra, yüksek bir sesle
“İşte bu senin gülüşün Joe!” diye bağırdım. Güçlü VARLIK 7-C