6 Aralık 2016 Salı

ÖMÜR UZATMA KAHVESİ

Hikâyeme dört yaşlı ihtiyarı tanıtmakla başlamak istiyorum.
Ali Amca: Bir gaziydi. Zamanında Kurtuluş Savaşı’nda vatan için savaşmıştı. Ak sakallıydı ve yüzü hep gülerdi. Kurtuluş Savaşı’ndaki hikâyelerini anlatmaya başladığında bütün kahve pür dikkat Ali Amca’yı dinlerdi.
Mustafa Amca: Görmüş geçirmiş, adeta “Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?” misali bütün Türkiye’yi dolaşmış bir bilgeydi.
Ahmet Amca: Keşfedilmemiş şairdi. O güzel ses tonuyla şiirlerini okumaya başladığında onun ağzından dökülen mısralar kahvede yankılanır, o sırada mis gibi kahve kokusu etrafa yayılırdı.
Mehmet Amca: Bu dörtlünün yapıtaşıydı. En yaşlılarıydı. Görmüş geçirmiş bir insandı. En önemlisi ise her hikâyenin ardından mutlu olmanın yolunu anlatır ve herkesin bakış açısını değiştirirdi.
Bu dörtlünün namı ve kahvenin adı ülkenin her yerine yayılmıştı. Zaman zaman başka şehirlerden turlar düzenlenir, herkes “Ömür Uzatma Kahvesi”ne gider, kahvenin önünde uzun kuyruklar oluşurdu. Kahveye gidenler “Söz gümüşse sükût altındır.” sözünün doğruluğunu ispatlarcasına dikkat kesilip dört ihtiyarın hikâyelerini dinlerlerdi.
Nasıl ömür uzatıyor bu kahve diyecek olursanız şöyle anlatayım: Acılar, mutluluklar, yaşanmışlıklar paylaşarak güzelleşir. “Her insanın yaşam öyküsü önemlidir.”  İşte bu yüzden “Ömür Uzatma Kahvesi”ndeki dört bilge ihtiyar, yaşanmışlıklarını anlatırken dinleyicilerin hepsi kendi öykülerinden bir parça bulup “Mutluluğun sırrı budur.” derler.
Gücün, paranın bile yapamayacağı en güzel şey bu kahvede vardır. “Mutlu olmak, dostluk kurmak, paylaşmak.” “Bir kahvenin kırk yıl hatırı var.” diyen herkes “Ömür Uzatma Kahvesi”ne bu sebeple giderdi. Zülâl Gerçek USTAOL 7-A

ÖMÜR UZATMA KAHVESİ

              Cenk erkenden kalktı. Bu onun için büyük bir gündü. Bugün 28 Temmuz yani Cenk’in doğum günüydü. Her sene hediye olarak istediklerinin aksine, bu sene ilk defa oyuncak istemedi. Bunun yerine babasının okuduğu bir makalede gördüğü kahveye gitmek istedi. Okuduklarına bakılırsa bu kahve üç kişinin ömrünü uzatmıştı. Belki bu kahve epey yaşlanmış olan dedesinin de ömrünü uzatabilirdi.
                Babası, Cenk’in hevesini kırmak istemedi ve birlikte yola çıktılar. Yaklaşık bir saat süren yolculuktan sonra oraya vardılar. Ancak büyük bir hayal kırıklığı yaşadılar. Çünkü bu kahve iki ay önce kapanmıştı. Cenk ağlamamak için kendini zor tuttu. Yüzüne bir hüzün çökmüştü, adeta gözyaşları akmak için fırsat kolluyordu. Bunu gören yaşlı bir adam onu teselli ettikten sonra, niye üzüldüğünü sordu. “Bu kahvenin üç kişinin ömrünü uzattığını duyduğum için belki dedemin de ömrünü uzatır diye buraya geldim, ama ben geldiğimde kahvenin kapandığını öğrendim. Bu yüzden üzüldüm.” dedi Cenk. Yaşlı adam “Belki ben sana yardımcı olabilirim.” dedi. Cenk sanki bunu bekliyormuş gibi hemen bir soru sordu: “Bu kahvenin sahibine ne oldu? “ Yaşlı adam “ Kendisi iki ay önce vefat etti, kahve de bu yüzden kapandı.” dedi. Cenk, “Hiç bu kahveye gittiniz mi?” diye sordu. “Birçok kez.” yanıtını aldı. İyice heyecanlanan Cenk son sorusunu da sordu: ”Bu kahve nasıl insanların ömrünü uzatıyordu?” Yaşlı adam, “Biz her akşam burada toplanıp dertlerimizi ve mutluluklarımızı paylaşırdık. Atalarımızın dediği gibi “Sevinçler paylaştıkça büyür, acılar paylaştıkça küçülür.” Bu yüzden insanı hayata bağlayan ve ömrünü uzatan en önemli şeylerden biri sahip olduğu dostlardır.” dedi.
               Cenk umut ve neşeyle dönüşte dedesini ziyarete gitti. Kapıyı açan dedesine sımsıkı sarıldı ve : "Dede yeni bir arkadaşa ne dersin? Hem belki sana ömür uzatma kahvesinin sırrını da anlatır.” dedi. Mehmet Mert DALKILIÇ 7-A

4 Aralık 2016 Pazar

ÖMÜR UZATMA KAHVESİ

Oldukça soğuk bir kış gecesiydi. Paltomun yakasını indirmiş hızlı adımlarla yürüyordum. Köşe başında ışıkları açık bir kahvehane görüp içeri girdim. Sıcak bir kahvenin iyi geleceğini düşünerek etrafa bakındım. Hemen hemen her yer doluydu. Ben de dört yaşlı adamın oturduğu masanın yanındaki küçük bir yere oturdum.
Garsonu çağırıp bir kahve istedim ve etrafa bakınmaya başladım. İhtiyarlar derin bir sohbete dalmışlardı. İçtikleri kahvenin mis gibi kokusu burnuma gelirken ister istemez konuşmalarına kulak misafiri oldum.
Aralarından en yaşlısının: “Arkadaşlar, bugün de ömrümüzü uzattık!” dediğini duydum. Bu söz çok ilgimi çekti. Meraklandım ve sormadan edemedim: “Çok affedersiniz, lafınızı keseceğim ama duyduklarım beni meraklandırdı. Bir fincan kahve ömrü nasıl uzatabilir ki?”
İçlerinden biri:
-          Kaç yıldır bu kahvehaneye geliriz. Bu saatte buluşur ve sohbet ederiz. Bu kahveyi içerek yaşlanmaya devam ediyoruz, hala da yaşıyoruz. Sen de gelip kahveyi içersen anlayacaksın bizi ama yalnız olmamalısın. Çünkü ömrü uzatan şey kahve değil, arkadaşlarınla geçirdiğin zamandır, dedi.
            Haklıydı, ömrü uzatan şey mutlu olmaktı. EYLÜL ŞIRAY 7-A  

2 Aralık 2016 Cuma

CUMHURİYET GENCİ

Size, cumhuriyet genci misiniz diye sorsalar, hepiniz evet dersiniz. Peki, bunu kanıtlayın deseler? Çoğunuz kanıtlamaya çalışacaktır, bundan eminim. Cumhuriyet genci olmak, demekle olmaz; bunu gösterebilmek, kanıtlayabilmek lazım. Bana sorsanız ben de “Evet” derdim. Ama evet demekle kalmaz, nasıl bir cumhuriyet genci olduğumu size anlatırdım.
Ben bir cumhuriyet genciyim çünkü adımımı bilimle atıyorum. Atamızın yolundan hiç şaşmıyorum. Eğitimime ve derslerime önem veriyorum. Sadece sınavlarda değil, fırsatımın olduğu her zaman derslerime çalışıyorum. Kendime hep güveniyorum. Yurtdışında okursam, orada öğrendiğim bilgileri ülkeme taşıyıp ülkeme destekte bulunurum.
Ben, sanatla ilgili her etkinliğe istekle katılıyorum. İnsan kendini sanatla ilgilenerek, şiir yazarak, resim çizerek, müzik aleti çalarak geliştirir. Tiyatro ve sinema bizi, toplumumuzu anlatır. Sanat insanı ve başka kültürleri tanımamızı ve anlamamızı sağlar. Bunlardan biriyle bile ilgilenmeyen bir ülke geri kalır.
Ben, sporla ilgileniyorum. Futbol oynuyorum. Çünkü spor yapan birinin ruh sağlığı daha iyi olur.
Ben, ilkelerime ve kültürüme sahip çıkıyorum. Ülkemde adaletsizlik değil, demokrasi istiyorum. Kadın haklarını savunuyorum. Fakirlere yardım ediyorum. Yaptığım iyilikleri karşılıksız yapıyorum. Topluma yaptığım yardımları çıkar üzerine değil toplum için yapıyorum. Sokaklarda dilenen aç çocuklar görmek istemiyorum. Çalışıyorum ve çalışacağım.
Ben, büyüklerimi sayıp küçüklerimi severim. Aileme asla bağırmam. Kardeşime asla el kaldırmam. Büyüklerine bağırıp küçüklerine haksızlık yapan biri; bırakın cumhuriyet genci olmayı, insan bile sayılmaz.
Yani cumhuriyet genci olmak, cumhuriyetin bize kazandırdığı ilkelere uygun yaşamaktır. Gururlu, çalışkan, özgüvenli olmaktır. Başkalarının hakkını yememektir. Eğitimle ilgilenmek, eğitimine önem vermek, öğretmenlerine saygılı olmak, arkadaşlarını sevmektir. Eğer siz, bunların hepsini yapıyorsanız siz gerçekten bir cumhuriyet gencisinizdir. Ve ben bu anlamlı günde bize cumhuriyeti armağan eden Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü rahmetle anarken ona son sözlerimle söz veriyorum:
            ‘‘Cumhuriyeti siz kurdunuz, onu muhafaza ve müdafaa edecek, biz Türk gençleriyiz!’’ Vahit Eren PINAR  7-A




ÖMÜR UZATMA KAHVESİ

Bazen, erken yaşta ölmekten korkuyorum. ‘‘Daha uzun yaşayabilir miyim?’’ diye düşünüyorum.
Günlerden pazartesiydi. Arabamla plaja gidiyordum. Plajda bir tablo gördüm. ‘‘Yaşamını uzatmak isteyenler için ömür uzatma kahvesini icat ettik!’’ İşte bu! Tam da aradığım buydu. Hemen tablodaki numarayı aradım. Beni Ankara’ya çağırdılar. Cuma günü Ankara’daydım. Bana söyledikleri gibi merkeze gittim. 4 yaşlı amca, beni kafede karşıladı. Bana bir kahve gösterdiler. Bu, değişik bir kahveydi. Aralarından biri: ‘‘Bu kahve sayesinde 102 yaşına kadar yaşadık.’’ dedi. Başta inandım ama adamların 102 yaşında olduğu belliydi. Benden 100 TL istediler. Hiç beklemeden satın aldım. Başka biri: ‘‘Her gün 2 çay kaşığı içmelisin’’ dedi. Evime döndüğümde gece olmuştu. Hemen 2 kaşık içtim. Tadı süt gibiydi. 17 Nisan’da başlayarak her gün düzenli olarak içtim. Ve 106 yaşını buldum. 1-2 aya ölecektim. Kapıdan 81 yaşında bir adam geldi. Yaşlı adamlardan birinin oğluydu. Bana: ‘‘Sana verdikleri kahverengi gıda boyası koyulmuş sütten başka bir şey değildi.’’ İyi de o zaman nasıl 106 yaşına geldim? O anda nasıl uzun yaşadığımı anladım. Ben, o süt ile uzun yaşayacağıma “inanmıştım.”. Vahit Eren PINAR 7-A

29 Kasım 2016 Salı

HAYATIN TADINA VARMAK

Geçen haftalarda “Ömür Uzatma Kahvesi’nin” hikâyesini duymuştum. O gece de kahveye gitmeye karar verdim. Kahveye gittim, saat 3 olmuştu fakat daha ortalıkta kimsecikler yoktu. Zar zor bekledim dört yaşlı adam gelene kadar. En sonunda gelmişlerdi, saat 03.30- 04.00 vardı herhalde. Başka masaya oturmuşlardı. Ben de onları görüp hemen yanlarına gittim.
İlk başta kimse konuşmadı sonra dayanamayıp neden buraya, onların yanına geldiğimi anlattım. Fakat hepsi de benim dediğimi önemsemiyormuş gibi bakıyordu. Ardından geçmişte yaşadıkları güzel anıları birbirleriyle paylaşmaya başladılar. Neden bu kadar alakasız bir konuya geçtiklerini anlayamadım ama kahkahalarla o kadar güzel anlatıyorlardı ki sözlerini bölüp sorumu yineleyemedim. Bana kahve ikram ettiler, tadı gerçekten çok güzeldi. Saatlerce konuşup neşelendik.

Sabaha yakın kahveden çıktık ve ardından o kadar çok düşündüm ki bu soruyu “Gerçekten de Ömür Uzatma Kahvesi var mıydı?” Sonra dört yaşlı adamla konuştuklarımız aklıma geldi. Yavaş yavaş anlamaya başlamıştım. Aslında bana ne çok şey anlatmışlardı. Sonunu bilmediğin bir şeyi nasıl uzatacaktık ki? Platon’un da dediği gibi “Öleceğini aklına getiren insanın içine önceleri hiç aklından geçmeyen şeylerin korkusu, kaygısı girer.” Ben de o gece ölüm korkusuyla değil, hayatımızdaki güzel anılarla yaşamamız gerektiğini öğrendim. Ayça Deniz KAYA 7-A

27 Ekim 2016 Perşembe

CUMHURİYET GENCİ OLMAK

 Size, cumhuriyet genci misiniz diye sorsalar, hepiniz evet dersiniz. Peki, bunu kanıtlayın deseler? Çoğunuz kanıtlamaya çalışacaktır, bundan eminim. Cumhuriyet genci olmak, demekle olmaz; bunu gösterebilmek, kanıtlayabilmek lazım. Bana sorsanız ben de "evet" derdim. Ama evet demekle kalmaz, nasıl bir cumhuriyet genci olduğumu size anlatırdım.

   Ben bir cumhuriyet genciyim çünkü adımımı bilimle atıyorum. Atamızın yolundan hiç şaşmıyorum. Eğitimime ve derslerime önem veriyorum. Sadece sınavlarda değil, zamanım olduğu her fırsatta derslerime çalışıyorum. Kendime hep güveniyorum. Yurtdışında okursam, orada öğrendiğim bilgileri ülkeme taşıyıp ülkeme destekte bulunurum.

   Ben, sanatla ilgili her etkinliğe istekle katılıyorum. İnsan kendini sanatla ilgilenerek, şiir yazarak, resim çizerek, müzik aleti çalarak geliştirir. Tiyatro ve sinema bizi, toplumumuzu anlatır. Sanat insanı ve başka kültürleri tanımamızı ve anlamamızı sağlar. Bunlardan biriyle bile ilgilenmeyen bir ülke geri kalır.
 Ben, sporla ilgileniyorum. Futbol oynuyorum. Çünkü spor yapan birinin ruh sağlığı daha iyi olur.
      
   Ben, ilkelerime ve kültürüme sahip çıkıyorum. Ülkemde adaletsizlik değil, demokrasi istiyorum. Kadın haklarını savunuyorum. Fakirlere yardım ediyorum. Yaptığım iyilikleri karşılıksız yapıyorum. Topluma yaptığım yardımları çıkar üzerine değil, toplum için yapıyorum. Sokaklarda dilenen aç çocuklar görmek istemiyorum. Çalışıyorum ve çalışacağım.

   Ben, büyüklerimi sayıp küçüklerimi severim. Aileme asla bağırmam. Kardeşime asla el kaldırmam. Büyüklerine bağırıp küçüklerine haksızlık yapan kişi, insan değildir.

  Yani, cumhuriyet genci olmak, cumhuriyetin bize kazandırdığı ilkelere uygun yaşamaktır. Gururlu, çalışkan, özgüvenli olmaktır. Başkalarının hakkını yememektir. Eğitimle ilgilenmek, eğitimine önem vermek, öğretmenlerine saygılı olmak, arkadaşlarını sevmektir.
Eğer siz, bunların hepsini yapıyorsanız, siz gerçekten bir cumhuriyet gencisinizdir. Vahit Eren PINAR 7-A 

26 Ekim 2016 Çarşamba

KARDEŞİM VE BEN

      Cansu, odasında düşüncelere dalmışken aniden odasının kapısı açıldı. Kardeşi heyecanla içeri girdi. Cansu bir an donup kaldı. Onun neden bu kadar heyecanlı olduğunu anlayamamıştı. Kardeşi hemen konuşmaya başladı. “Ablaaa! Sana çok güzel haberlerim var, Kanada’ya gidiyorum. Okul bursunu kazanmışım. Dün anneme mektup göndermişler.” Cansu, ne diyeceğini şaşırmıştı. Bu olaya çok sevinmişti ama ne kadar sevinse de eninde sonunda onu özleyeceğini biliyordu. Ne kadar kardeşiyle kavga etseler de onun gitmesine üzülmüştü. Cansu “Ne zaman gideceksin?” Kardeşi: “En kısa zamanda gitmek istiyorum. Okulu gezip arkadaşlarımla kaynaşmam lazım.”
       Aradan birkaç gün geçti, kardeşi gitmişti. Cansu o gün evde kendini çok yalnız hissetti. Aklına kardeşiyle yaşadığı anlar geldi. Mesela bir keresinde dedeleriyle balık tutmaya gitmişlerdi. Ama hiç balık tutamamışlardı, kardeşi buna çok üzülmüştü. Dedesiyle Cansu onun için balıkçıdan balık almışlardı. Kardeşi tabii ki de bu numarayı anlamıştı ama o gün birlikte çok eğlenmişlerdi. Daha bunun gibi birçok anıları vardı. Gerçekten kardeşini çok özlemişti. Eskiden onun gitmesini isterken şimdi gelmesini diliyordu.
        Aradan birkaç yıl geçmişti. Okullar kapanmak üzereydi. Annesini birdenbire Cansu’nun odasına fırladı. Çok sevinçliydi, yüzünden anlaşılıyordu ama sanki biraz ağlamıştı, gözleri hafif kızarmıştı. Elinde bir mektup vardı ve o mektubu Cansu’ya uzattı. Cansu mektubu okumaya başladı. Mektup kardeşinden gelmişti. Cansu kardeşini adını gördüğü an heyecanlandı. Mektupta diploma töreni olacağı yazıyordu ve kardeşi törene onu ve ailesini de davet etmişti. Günler sonra kardeşinin töreni için hep beraber Kanada’ya geldiler. Önce kardeşinin törenine katıldılar. Tören bittikten sonra kardeşi biraz ülkeyi gezdirdi. Kanada gerçekten çok büyük ve güzel bir ülkeydi. Biraz Kanada’da kaldıktan sonra yanlarına kardeşini de alarak mutlu anılarla ülkelerine gitmişlerdi. Ayça D. KAYA 7-A

24 Ekim 2016 Pazartesi

KİTAPLAR MI, CAHİLLİK Mİ?

                     Kitap okumak hayat kurtarır dedikleri bu işte. Kitaplar bize doğru yolu gösteren ışıktır. O ışık gittikçe büyür. Eğer okuduğunuz kitaplar büyük yazarlardansa örneğin Rıfat Ilgaz o zaman bir kitabında olsa bile bize hırsızlığın yanlış olduğunu anlatmaya çalışmıştır.
                    Kitap okursak yanlış yolu seçmeyiz. Kitap okumayanlar hırsızlar gibidir. Okuduğumuz kitapları okumak için değil de okumak için okuyorsak o zaman her türlü yanlışı yapabiliriz. Kitap okumayı seven kişilerin bildikleri fazladır ve yapacakları şeyler iyidir, herkese yardım ederler, kötülere bile bir şans verirler, intikam peşinde değildirler. Kütüphaneler ve kitaplar herkesin bildiği gibi adeta bir bilgi kaynağıdır. Cahillik ise en tehlikeli şeydir. Bir kütüphane bin hapishane kapatır sözü de bir örnektir.
          Kitap okuyun, sevin ama ne olursa olsun okumaktan vazgeçmeyin. Cahilliği böyle engellersiniz. Yağmur KASKAN 7-B

ATA'MA MEKTUP

Sevgili Ata’m,
          Seni hiç görmeden sevdim, hem de çok özledim. Bizi geri kafalılardan kurtardın. Keşke burada olsaydın diyeceğim fakat keşke demek iyi bir şey değil der annem ve babam. Peki, bizi şimdiki geri kafalılardan kim kurtaracak? Sen yoksun, büyüklerimiz bir şey yapamıyor, yoksa yapabilirler mi? Bazen bazı büyüklere de kızıyorum, bazıları geri kafalı. Peki, her büyük, vatan uğruna ölebilecek durumda mı? Belki sadece kendilerini düşünüyorlar. Bu durumda vatanı tertemiz yapıp yeni bir beyaz sayfa açma işi biz yeni nesle kalıyor. Peki, her genç bunu yapabilecek mi? Her gün kafama bu sorular doluşuyor. Ben yapabilir miyim? Herkesin aklına geliyor mu bu sorular? Yoksa ben herkesten farklı mıyım? Bir tek ben böyle düşünüyorsam gelecekte ülkenin hali ne olur? Eminim ki benim gibi düşünen bir sürü kişi vardır. Atatürkçü okullarda okuyan, sana saygı duyan bir sürü çocuk, genç vardır. Sence de öyle değil mi? Atam yoruluyoruz, sıkılıyoruz, olmamalı bence bunlar, vatan uğruna dimdik durmalıyız. Biz şimdikilerden farklıyız. Biz geleceğiz, biz tek yüreğiz. Bir odaya doluşmuş milyonlarca kişiyiz. Her şeyin değerini bilen saygılı kişilikleriz. Minicik bir odada sıkışsak bile birbirimizin varlığıyla yetiniriz. Ata’m, biz onlardan farklıyız. Senin izinde yürüyen, yanlışı ezip geçen tek yüreğiz biz. Hep de öyle kalacağız. Sevgilerimle. Yağmur KASKAN 7-B

SEVGİ ZAMANI

               Uzun zaman önce bir gölün kenarında yaşayan iki evsiz varmış: bir anne ve bir çocuk. Bir gün anne köye gider, bir gün çocuk köye gidermiş. Sırayla değişirlermiş. Her akşam çocuk gölden balık tutarmış. Dallarla ateş yakıp pişirirlermiş kendi yemeklerini. Günler böyle geçip gidermiş.
                Yine bir sabah çocuk birden fazla balık tutmuş. Sabahın köründe annesini uyandırmaması gerektiğini düşünmüş. Tuttuğu balıkları hemen köye götürmüş. Tabii ki yolda aklından bir sürü şey geçmiş. Eskiden, çok eskiden, annesi ile babası ayrılınca kardeşi babasını seçmiş ve onunla kalmış fakat kendisi annesini seçtiği için birbirlerini göremiyorlarmış. Özlemini çektiği kardeşini tekrar görebilmeyi umut ediyormuş. Öğle vaktinde köye varmış ve boş bir yere kurulup balıkları satmaya başlamış. Herkes aldığı balıkları çok beğeniyormuş çünkü o göldeki su özelmiş. Kimse bunu bilmiyormuş. Çocuk kazandığı para ile annesine yemek ve gece sıcak tutacak bir battaniye almış. Annesi bu kadar parayı nereden aldığını sorunca dilenirken herkesin çok para verdiğini söylemiş. Gece sıcacık battaniyenin altında rahat rahat uyumuşlar. Çocuk gece rüyasında bir tören görmüş ama ne töreni olduğunu anlayamamış. Marşlar okunuyor, müzikler çalıyormuş. Uyandığında çok geç olmuş. Hemen balık tutmuş. Bu da zaman almış köye gitmiş ve eski yerine kurulmuş. Ama yanlış bir vakitte kurulmuş. Pazar teftişçileri gelmiş. Sıra ona gelince bir kovalamaca başlamış çünkü çocuğun ne tapusu varmış ne belgesi. Çocuk o kadar hızlıymış ki kimse onu yakalayamamış, sonunda çocuk bir eve rastlamış. Kapı açıkmış, içeriye girmiş. Ev o kadar küçükmüş ki odalar yokmuş, sadece salon varmış. Salonda uyuyan bir adam varmış. Babasına çok benziyormuş. Evi gezerken bir sehpanın üzerinde bir fotoğraf görmüş. Bir aile fotoğrafı. 4 kişilik bir aile. Anne, baba ve iki çocuk biri bebek diğeri tıpatıp kendisiymiş. Yoksa bu adam gerçekten eskiden zengin olan babası mıymış? Çocuk çok heyecanlanmış kalbi güm güm atıyor yerinde duramıyormuş. Babası uyanınca:
-          - Merhaba babacığım, canım babacığım, demiş. Adam gözlerini kırpıştırmış ve şaşkınlıkla:
-          - Oğlum? Canım oğlum, demiş.  Sarılmışlar. Zaten az sonra kardeşi gelmiş. Belki iki buçuk saat kadar sohbet etmişler. Vaktin nasıl geçtiğini anlayamamışlar. Çocuk çok geç olduğunu söyleyip ayrılmış. Annesinin yanına gitmiş. Annesi hemen:
-          - Neden balıkları sattığını bana söylemedin? Oğlum, seni takip ettim, demiş.
-          - Seni mutlu etmeye çalışıyordum, demiş çocuk. Annesi yumuşamış, sakinleşmiş ve:
-          - Bizim için mutluluk para değil bizim için mutluluk sevgi ve birliktelik.
Çocuk:
-         - Madem öyle neden 4 kişi değiliz? Neden 2 kişiyiz. Mutluluk birliktelik dedin, peki neden babamla ayrısınız, demiş. Kadın düşünmüş, taşınmış. Ve sonunda oğlunu haklı bulmuş. Eski kocasına gidip özür dilemiş.
   Bundan sonra sonra mutlu mesut ve zengin bir biçimde yaşarlar. Sevginin anlamını bu olaydan sonra öğrenmişlerdir. Peki,  sizce nasıl zengin oldular? Ya sevginin anlamı ne? Yağmur KASKAN 7-B

22 Ekim 2016 Cumartesi

ADİL YAŞAM

  Radyoda müziğim çalarken yağmuru izliyorum, aklıma ise durmadan o gün geliyor. Yağmurun sesi, kokusu ve beni duygulandıran bu şarkı bana o günü hatırlatıyor.
  O zamanlar özel bir şirkette sekreterdim. Her gün yürüyerek işe giderdim. Kışın yüzünü göstermeye başladığı zamanlarda yine yoldaydım. Sokak, önümde yürüyen iki genç kızın kıkırdamaları dışında sessizdi. Aynı zamanda hem çikolatalarını yiyor hem de telefonlarına bakıyorlardı. Yürümeye devam ederken sol taraftaki kız bitmiş çikolata paketini diğer kıza verdi ve sağdaki kız paketleri hemen yanımızdaki çöp toplama çalışan çöpçünün suratına attı. Ardından, “Basket!” diye bağırdı.
 Çöpçünün suratında özür bekleyen bir ifade vardı ama kızlar buna sadece güldüler. Adamın yüzündeki ifade hemen silindi ve ağzından tek bir kelime çıktı: “Adalet”.
 Adamın söylediği tek bir kelime benim adaleti sorgulamamı sağladı. Gerçekten eşit miyiz? Herkes tok mu, mutlu mu? Her suçlu gerçekten cezasını çekiyor mu ya da herkes eşit yargılanıyor mu? Hayır. O zaman bu değiştirilmeliydi, değiştirilecekti. Eylül ŞIRAY 7-A 

20 Ekim 2016 Perşembe

OLTA

İstanbul’un  Kadıköy  ilçesinde oturan Ahmet, şefkatli bir öğretmen ve çok mutlu bir adamdı.  Ahmet’in başarılı bir doktor olan kardeşi Hakan ve en sadık dostu Murat ile küçüklüklerinden beri devam eden sıkı bir dostlukları vardı. Birlikte her hafta sonu balık tutmaya giderlerdi. Bu onlara büyük bir zevk verir, zamanın nasıl geçtiğinin farkına bile varmazlardı.
Hakan bir gün ağabeyi Ahmet’in evine gitti. “ Sana kötü bir haberim var.” dedi. Çok şaşıran Ahmet endişeli bir sesle “Ne oldu? Yoksa kanser misin ?” diye sordu.  Hakan gülerek “Yok be kardeş! Doğu’ya tayinim çıktı. Yarın gidiyorum. Biliyorum yarın balığa gidecektik ama…” Bir anda bir sessizlik oldu. İki kardeş birbirlerinden gözlerini kaçırdı. Zaman hızla akmakta, Ahmet kardeşinin yokluğuna alışmaya çalışmaktadır. Bir gün bir telefon geldi.
- Alo Ahmet?
- Nasılsın Murat?
- Çok iyiyim, sana bir müjdem var.
- Ne oldu? Hayırdır!
- Hani iş başvurusu yaptığım bir şirket vardı. Başvurum kabul oldu. Birkaç güne işe başlıyorum. Hem de Hakan ile aynı şehirde.
Ahmet bir an yutkundu, ne diyeceğini bilemedi. Sözcükler boğazında düğümlendi. Sevinsin mi, üzülsün mü bilemedi. Aradan on gün geçti. Ahmet için yalnızlık ve özlem ile geçen zor günlerdi. En kötüsü de pazar günleriydi. Tek başına deniz kenarına gidiyor, uzun uzun denizi izliyor ve geri dönüyordu. O Pazar, günlerden 29 Ekim idi. Tören için Ahmet çalıştığı okula gitti. Anlamlı ve güzel bir törenin ardından evine döndü. Evinin kapısında bir paket vardı. Paketi eline aldı ve üzerindeki notu okudu: “ Dostluk da tıpkı sevgi gibi bütün yolları aşmayı başarır.”
      Ahmet heyecanla kutuyu açtı ve içinde gördüğü şey onu çok duygulandırdı. Bu, üzerinde arkadaşının ve kardeşinin imzası olan bir oltaydı. Ahmet gözyaşları içinde telefona sarıldı. Mehmet Mert DALKILIÇ 7-A

13 Ekim 2016 Perşembe

CEHALETTEN AYDINLIĞA

Kitaplar insanlara tüm dünyanın bilgisini sunan bir hazinedir. Kitaplarda insanlığa, iyiliğe, güzelliğe ve bilgiye dair ne varsa bulabiliriz. Kitaplar bize tüm insanları anlamayı ve onlara değer vermeyi öğretir. Kitap okuyan her insan kendini okuduğu kitaptaki kahramanla özleştirir ve kendini o kahramanın yerine koyar. Kitaptaki kahramanın düşüncelerini anlar, duygularına ortak olur, dertleri ile dertlenir, sevinçleriyle mutlu oluruz. Bu yüzden kitaplar bize insanları tanımayı öğretir.
         Cehalet(cahillik) bilgisizlik halidir. Bilmezlik, okumamışlık, kültürsüzlük olarak da tanımlanır. Cahil insan kullanılmaya müsaittir. Suç işleyen insanların istatistiğine bakıldığında genelde okumamış insanlar olur. Memleketimizin her köşesinde kütüphaneleri ve kitapları yaygınlaştırarak tüm halkın okuması için elimizden geleni yapmalıyız.
Su ile ateş bir arada barınamaz, suç ile bilgi de birlikte yaşayamazlar. Bilgiyi ne kadar yayarsak suçu da o kadar azaltırız. Bu yüzden bir kütüphane kurup insanlara açmak o bölgedeki bir hapishanenin kapanmasına yol açmaktadır. Örneğin Marmaris İlçe Emniyet Müdürlüğü köylere 400 kitap bağışlamış. Yozgat’ta bir ilköğretim öğrencisi bir okula kütüphane açılmasını sağlamış. Bu yüzden ‘’Bir Kütüphane, Bin Hapishane Kapatır.’’ Zülal Gerçek USTAOL 7-A

6 Ekim 2016 Perşembe

EĞİTİMİN ÖNEMİ

Bildiğimiz üzere hapishanelerde suç işlemiş cahil ve eğitim almamış kişiler vardır. Bu kişiler çocukken anne ve babasından çok ilgi görmedikleri ve okula gitmedikleri için büyüyünce suç işliyorlar. Fakat küçükken anne babasından ilgi görmüş çocuklar büyüyüp doktor, mühendis, yargıç oluyorlar ve sürekli kitap okuyup kütüphaneye gidiyorlar. Kütüphane adeta bir bilgi merkezidir. Kütüphaneye giden insan, kitap okuyan insan suçlu olmaz. Mehmet ÖZGÖR 7-A

5 Ekim 2016 Çarşamba

GÜNÜMÜZÜN GERÇEK ÜNİVERSİTESİ ZENGİN KÜTÜPHANELERDİR

Bir toplumun gelişmişlik düzeyini öğrenmek istiyorsak o toplumdaki kitap okuma düzeyine ve kütüphane sayısına bakılmalıdır. İnsanlara gerçek bilgiyi veren kütüphaneler insanı eğitip geliştirir. Okumayan insan ise cahil kalır. Okuyan bir beynin algılama ve anlama oranı, hiç kitap okumayan bir insana göre %60 fazladır. Kitap okuyan insan kültürlüdür, nerede nasıl davranılacağını bilir. Cahil insanlar bazı şeylere algılayamadıkları ve anlayamadıkları için suç işleyebiliyorlar.
                                                   
İngiliz yazar Neil Gaiman 2013’te bir söyleşide kitap okumanın daha iyi bir gelecek için neden şart olduğunu anlattı: “Amerika’da hapishane endüstrisi gelecekteki büyümeyi planlamak istiyordu. 15 yıl sonra mahkûm sayısı kaça yükselecek, kaç hücre gelecek? Bunu hesaplamanın çok pratik bir yolunu bulmuşlar. 10-11 yaş çocukları arasında kitap okuyanların yüzde kaç oranında olduğunu hesaplamak.”
 “Günümüzün gerçek üniversitesi zengin kütüphanelerdir.” Radyo, televizyon, telefon, bilgisayar gibi iletişim araçları çok gelişmiştir ama bunlar kitapların yerini tutamaz. İyi eğitim almamış insanlar kolayca başkalarının etkisi altında kalabilirler ve bu sayede herkese kendilerini ezdirtip suç işlemeye daha çok meyilli olurlar. Yani, özetle bir kütüphane bin hapishane kapattırır. Ayça D. KAYA 7-A



3 Ekim 2016 Pazartesi

BUNU DÜŞÜNÜN

Siz bir söz hakkında hiç düşündünüz mü? Ben şu an düşünüyorum ve bu düşüncemi yazıyorum. Hangi sözü düşündüğümü sorarsanız, “Kıyıyı gözden kaybetmeye cesaret edemeyen insan yeni okyanuslar keşfedemez. (Andre Gide)” cevabını size veririm. İlk okuduğunuzda belki masmavi okyanuslar geldi, güzel ve görkemli gemiler geldi aklınıza. Aslında bu benzetme sözün aslına çok güzel uyuyor.

Gelelim benim düşüncelerime. Bu söz benim aklıma ilk olarak risk sözcüğünü getiriyor. Çünkü bu sözde, değişimi reddeden ve değişimin, keşfetmenin yeniliklerinden korkan kişinin her zaman bu düşünceyi savunarak öğrenmeden ve riskten kaçınacağı vurgulanıyor. Örneğin merak edip araştıran biri mi daha çok kazanır yoksa sadece merakla yetinen mi? Bence cevap oldukça açık. Bir örnek daha vereyim size, bebekler ilk doğdukları andan itibaren merak ederler. Bu sayede küçük yaşta öğrendikleri artar. Bana göre mantıklı ve dozunda risk her zaman olmalıdır.

Benim düşüncemi kendi üzerinizde uygulayın. Günlük hayatta önünüze çıkan fırsatları, öğrenme fırsatlarını bir düşünün. Sonra bunun yapılabilirlik ve risk düzeyini düşünün. Siz de fark edeceksiniz ki bu fırsatlar gerçekten var. Bunu yapmak da sizin elinizde. Mehmet Deniz ÖZTÜRK 8-B

28 Eylül 2016 Çarşamba

BENİMSENMEK

İnsanoğlunun hayata dair istekleri ve amaçları vardır. Kimi insan kendisi için yaşar kimi insan da toplumsal amaçları benimser. Ne kadar yaşadığını değil de nasıl yaşadığını önemseyen insanlar, farkında olarak ya da olmayarak arkalarında büyük izler bırakırlar.
İnsanı, doğayı, toplumsal olayları göz ardı etmeyen; yaşanılan olaylar karşısında duyarlı davranan, sessiz kalmayan, düşüncelerini insanlıkla besleyen insanlar, tarihe damga vurmuştur. Bunun en iyi örneklerinden biri  tüm hayatını sadece kendi insanlarının değil, tüm insanlığın barış içinde yaşamasını amaç edinen Mustafa Kemal Atatürk’tür. Yaşadığı dönemin tüm kısıtlı şartlarına rağmen okuyarak, gezerek, görerek kendini geliştirmiştir. Davranışlarıyla, yaptığı işlerle ve yenilikçi fikirleriyle milletine büyük örnek olmuştur. Ünlü şair Orhan Veli Kanık, şiirleriyle de toplumsal olaylara değinerek bugün bile bizleri aydınlatmakta; fikirleriyle, edebiyatıyla da şiir sanatını bize sevdirmektedir.
Yaşadığı dönemin sıkıntılarını, dertlerini sazıyla tüm insanlığa duyuran Âşık Veysel(Şatıroğlu) engelli olmanın bir engel olmadığının kanıtıdır bizlere. Duyduğu, düşündüğü, hissettiği her şeyi sazıyla dile getirmiştir; türkülerinin dilden dile gezmesini sağlamıştır.
Ülkemizde ve dünyada, duyarlılıkları, sorumlulukları, duyguları, düşünceleri ve amaçları doğrultusunda iz bırakmış nice insan var örnek verebileceğimiz. Bu örneklere karşılık olarak da amaçlarını içselleştirmeden yalnızca adını duyurma, ünlü olmak isteğinde olan kişilerden bahsetmek mümkün. Bu insanlar, toplumsal olayları, insanları vb. konuları gündemlerine almaz; anlık, günlük tanınmışlıklarıyla iz bırakmaya çalışırlar. Bu nedenle de uzun yıllar yaşasalar da en kısa zamanda isimleri unutulur.
İşte bütün bunlardan da anlayacağımız üzere çok yaşamak, çok gezmek, çok almak değil; etkili ve verimli yaşamak gereklidir. Melissa ŞİRİN 7-B

27 Eylül 2016 Salı

BAZILARI ÖLÜMSÜZDÜR

36 yaşında hayata gözleri yuman bir kişinin şiirlerinin, günümüzde hala okunuyor ve beğeniliyor olması, size de ilginç gelmiyor mu? Tabii ki Orhan Veli Kanık’tan bahsediyorum. Kısacık ömrüne rağmen bıraktığı eserlerle ölümsüzleşen birisi o. Tarihe baktığımızda onun gibi birçok kişi görüyoruz. Bunlar, adımızı yaşatmak için kısa bir ömrün bile yeterli olabileceğinin kanıtıdır.
Her canlı gibi insan da doğar, yaşar ve ölür. Bazıları geriye bıraktığı eserlerle ölümünden sonra da yaşamaya devam eder. Atatürk 57 yıllık hayatında, büyük askeri başarıların yanı sıra çökmüş bir imparatorluğun kalıntıları ile çağdaş uygarlık düzeyinde bir devlet ve cumhuriyet kurmuştur. Onun görüş ve inkılapları sadece Türkiye için değil, birçok ülke için esin kaynağı olmaya devam etmektedir. Atatürk bir sözünde “Benim naçiz vücudum bir gün toprak olacaktır; ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” diyerek insanların değil, eserlerin kalıcı olacağını ifade etmiştir. Che Guevera öldüğünde sadece 39 yaşında olmasına rağmen, görüş ve düşünceleri halen bazı insanlar için yaşam felsefesi olarak kabul edilmektedir.
Ne kadar yaşayacağımızı bilemeyiz. Ama yaşadığımız hayatı anlamlı kılmak elimizdedir. Kimileri kırk yıl yaşar ama adı hiç unutulmaz, kimileri ise yüz yıl yaşar ama adını kimse hatırlamaz. Bu yüzden ne kadar yaşadığımız değil, nasıl yaşadığımız ve geriye bıraktıklarımız önemlidir. Mert DALKILIÇ 7-A


26 Eylül 2016 Pazartesi

GÜL BAHÇESİ

Okumayı öğrendiğimden beri kitap okumak en büyük zevklerimden biri oldu. Kitapları sadece zevk aldığım için değil, bana birçok şey öğrettikleri için de seviyorum.
       Kitap okumayan milletlerde hırsızlık, cinayet, sahtekarlık vb. suçlar daha fazladır. Kitap okumaya alışkanlık haline getirmiş milletlerde ise insanlar eğitilmiş ve donanımlı oldukları için suç işleme eğilimi daha azdır.
      Aslında bu düşüncelerimle Ralph Waldo Emerson’a katılmış oluyorum. Emerson da bu düşüncelerini şu sözlerle ifade etmiş: “ En yüksek uygarlıkta kitap hala en yüksek zevktir; onunla kendilerini doyurabilen insanlar, felaketlere karşı panzehire sahiptirler.”
       Kitap okuyan uygar toplumlardaki insanlar, bir çiçek bahçesindeki rengarenk güllerdir. Kitap okumayanlar da bu bahçedeki dikenler… Bahçenin dikenlerden arınması ise insanların kitap okumaya yönlendirilmesiyle mümkündür. Dikensiz gül bahçesi için okumalı, okutmalıyız. Eylül ŞIRAY 7-A

22 Mayıs 2016 Pazar

SEBEBİ NE?

Son yıllarda çok fazla savaş var. Terör adeta küresel ısınma gibi yayılıyor. Kutuplarda foklar dünyanın parası olan kürkleri yapmak için katlediliyor ama insanlar şunu bilmiyor: Böyle yaparak kendi geleceklerini katlediyorlar. Mustafa Kemal Atatürk’ün sözü aslında savaşın ne olduğunu çok ama çok iyi açıklıyor: “Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır... Ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe savaş bir cinayettir.” Peki ya terör? Terör aslında neredeyse her ülkeden yardım alan bir örgüttür. O kadar silahı, bombayı kendileri yapmıyor herhalde. İlaç kutularından çıkan silahlar, yardım yemeklerinden çıkan bombalar, aslında bunların hepsi cahil bir ulusun yaptıklarından ibarettir. Atatürk cahillikle ilgili “Biz cahil dediğimiz, mektepte okumamışları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim ve hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir.” demiştir. Bence insan olduğu sürece terör devam edecektir. Olası 3. Dünya Savaşı’nda tüm ülkeler birleşip teröre karşı olacağına kendi aralarında savaşabilirler. Albert Einstein: “3. Dünya Savaşı’nda hangi silahların kullanılacağını bilmiyorum ama 4. Dünya Savaşı’nda taş ve sopaların kullanılacağını biliyorum.’’ cümlesini kullanmıştır. Şimdi bilim insanlarının neden yeni bir gezegene ihtiyacımız var demelerini çok iyi anlıyorum. Mehmet ÖZGÖR 6-A 

20 Mayıs 2016 Cuma

ZAMAN İSRAFI

“Zamanı olumlu değerlendirmek iyi bir şeydir.”  der hep büyüklerimiz. Bunu düşünen var mı aramızda? Zamanını iyi kullanmak, vakit kazanmak, zaman kaybetmemek… Günlük hayatta hep duyduğumuz kavramlardandır.  Mesela, düşünürüm bazen “Bu saniyeler bir daha yaşanacak mı?” diye. Sonra yine kafama “dank “ eder.  “Belki de bunu düşünmek de bir zaman kaybı?”
Bu yüzden her şeye karşı hazırlıklı olmamız gerekiyor. Her şeye karşı önlem almak bize vakit kazandıracaktır.
Sonuç olarak zamanın bir kere olduğunu, daha doğrusu bir kere olacağını bilmemiz gerekiyor ki zamanımız, hayatımız boşa gitmesin. Ben de sanırım bu yazıdan şunu anlıyorum ki, zaman kaybetmek bir israftır! Beren Elif NALÇAKAN 5-B

13 Mayıs 2016 Cuma

SAVAŞA HAYIR, BARIŞA HOŞ GELDİN DE

            Savaş bir katliam ise bu katliamın birçok sonucu var; ölüm, üzüntü, ızdırap, acı, zulüm, anne-babasız büyüyen çocuklar, çocuklarını kaybeden anne babalar… Peki, sebebi ne? Bu katliamın tek sebebi insanların kirli ve kana bulanmış çıkarları. Nasıl hastalıklı bir dünya bu? Bir insan kendi çıkarları için başkalarının hayatını hiçe sayar? Nasıl küçücük çocukların hayatını karartır? Nasıl?
           İnsanlığın neredeyse varoluşundan beri devam eden bu savaşlar insanları hiçbir zaman mutlu etmemiştir. Çıkar sağlamak için savaş çıkaranlar, çıkarlarını elde etseler bile artık onların üzerinde milyonlarca insanın kanı ve canı vardır. Peki, paylaşamadığımız şey ne? Hepimiz aynı havayı soluyor, aynı suyu içiyor, aynı gezegende yaşıyoruz. Peki, bir insan neden savaş ister? Bu tür insanlar genellikle kendilerini diğerlerinden üstün gören hastalıklı bir yapıya sahiptirler. Onlar için önemli olan sadece kendi çıkarları ve iyilikleridir. Atatürk demiştir ki: “Her insanın polisi kendi vicdanıdır. Polis ise vicdanı olmayanlar için vardır.” İşte savaşları engellemenin en basit yolu vicdanlı insanlar yetiştirmektir.
           Ben artık her akşam haberleri izlerken ölen şehitleri ve hayatını kurtarmak için şişme botlarla kaçarken boğularak ölen insanları görmek istemiyorum. Ben savaşa “Hayır” barışa “Hoş geldin” diyorum. Mehmet Mert DALKILIÇ 6-A  

ÇÖZÜM YOLLARI

          Hayatta herkesin karşılaştığı zorluklar vardır. Yaşam hepimizin seçimleriyle oluşmaktadır, seçimlerimiz bizi okul hayatımızda, günlük yaşantımızda arkadaşlarımızla ilişkimizde şekillendirmekte, bize bir bakış açısı vermektedir. Seçimlerimizle doğruyu ve yanlışı görmekte, yaşadıklarımızdan dersler çıkarmaktayız. Mesela hayatta her şey istediğimiz gibi gitmeyebilir. Eğer bir şeyi istediğimiz gibi yapamıyorsak yapma şeklimizi değiştirerek sorunu çözebiliriz.  Çok istediğimiz bir şeyi farklı yollar deneyerek çözmeye çalışabiliriz. Problemler için hiçbir zaman tek bir çözüm yolu yoktur.  Farklı bakış açıları ve farklı  yollar aramalıyız. Denediğimiz bir yol ile istediğimiz sonuca ulaşamadıysak denediğimiz yolu değiştirmeliyiz. Mehmet BOZDAĞ 5-B

12 Mayıs 2016 Perşembe

BU DÜNYA KİMSEYE KALMAYACAK

Duyarlılık nedir? İyi kalpli olmak mı, doğayı temiz tutmak mı, fakirlere yardım etmek mi? Yoksa olması gerektiği gibi doğayı korumak, yardıma muhtaçlara koşulsuzca yardım etmek mi? Peki insanlar ne kadar duyarlı? İnsanlar çok mu  barışçıl?  Çok mu yardımsever? Çok mu iyi kalpli? Yoksa tam tersi mi? İşte insanlar tam bu noktada üçe ayrılır: duyarsızlar, melek maskesi takmış şeytanlar ve melekler. Dünyada türlü türlü insan var: mutlular, mutsuzlar, yönetenler, muhtaç olanlar vb. Bu insanların aynı fiziksel yapıları var, hepsi insan ama niye bazıları mutlu bazıları mutsuz? Niye bazıları eğlenirken bazıları ağlıyor? Afrika’da açlık kıtlık, bazı Arap ülkelerinde iç savaş varken neden uzak ülkeler bunu önemsemiyor? Peki, eğer bu durum onların başına gelseydi ne olurdu? Dünya yerinden oynardı! Peki, şimdi neden onlar umursamıyor? Bir ülkede savaş var ama onun komşusunun bundan haberi bile yok! Bazı ülkelerin yardıma ihtiyacı varken diğer ülke bunu televizyondan izleyip bu duruma gülüyor. Ama eğer bir ülke yardım ederse diğer ülke sırf gövde gösterisi yapmak için onun 10 katı yardım yapıyor. Avrupa’da bir deprem olsa herkes yardıma koşar ama fakir ülkelerde deprem olsa ona sadece komşusu yardım eder. Tabi duyarlı bir komşusu varsa! Belki eğer biraz anlayışlı olsaydık dünya bu halde olmazdı… Unutmayın, bu dünya size kalmayacak, sizin olmayacak! Duru AZARSIZ 6-B




11 Mayıs 2016 Çarşamba

SORU AYARLARI

Mutlaka bilir herkes soru sormayı ama bazı soruların cevapları bilinmez. İnsanların kaynaklarını bilmediği soruları hiç araştırmadan, anlamını bilmeden başkalarına sorup cevap alamayınca duydukları his ne kadar da kötü oysa soruları araştırıp düzgün bir biçimde insanlara sorsalar hiç de zorluk çekmezler. Belki bazıları bunu anlamaz, belki hiç anlamaz ama sonra da anlamayan kalmaz. O sorduğumuz sorunun konusuyla ilgili şeyleri merak edince sormalıyız. Sorduğumuz soruların ayarını bilmeli, içeriğini anlamadığımız soruları başka insanlara sormamalıyız. Cevabı merak etmediğimiz, bildiğimiz soruların üzerinde durup yeni soruları düşünürsek farklı sorularla ilgilenemeyiz. Kısacası soruların ayarını, konusunu, amacını insanların tepkisini, mantığını bilmeden sormamak hem bizim için hem de insanlar için iyi olur. Naz ÖZEL 5-B

25 Şubat 2016 Perşembe

MUTLULUK GÜNÜ

İnsanlar hep mutlu
Hep sevgi dolu.
Üzüntüler, korkular
Hiçbiri olmayacak.
Herkes eğlenecek
Gülecek.
Hediyeler verilecek.
Bulutların üstünde,
Oynaşan gülüşen
Çocuklar, mutlu
Ebeveynler olacak.
Herkes mutlu olacak,
O gün mutluluk günü olacak.

Defne BEDİR 6-B

OKUMAK

Okumayı severim ben
Kitap severim
Bir  düşünce
Bir hayal
Sayfaları görsem
Sevinç doldurur içime
Bir günü
Hayallerle dolu bir günü
Hikayelerle dolu bir günü
Dünyalara değişmem
Bazı kitapları sevmem
Bazı bölümleri sevmem
Bazı karakterleri sevmem
Bilirim kitap iyi bitecek
Bilirim bu macera bitecek
Ne anlatırsa
Ne anladıysam

Ne hayal ettiysem
Defne BEDİR 6-A

ÇOCUKLAR

Herkesi severim ben
Çocukları da severim
Bir oyuncak
Bir şeker
Onları gülerken görsem
Sevinç doldurur içime
Bir günü
Mutlu bir gününü
Onların bir gününü
Hiçbir şeye değişmem
Onları sevmeyeni ben de sevmem
Asla sevmem
Hiç sevmem
Bilirim ben onları
Bilirim ben çocukları
Ne tatlı
Ne masum
Ne güzeldir onlar

       Ayça KAYA 6-A

23 Şubat 2016 Salı

AİLE OLMAK

Bu dünyada en çok ailemi severim ben.
Aslında birbirini seven bütün aileleri severim.
Bir çiçektir,
Bir parça huzurdur,
Birbirini seven her aile.
Keşke her ailede o huzuru görsem,
Sevinç doldurur içime
Bir günü
Herkes huzurlu yaşasa bir günü,
O mutluluk dolu bir günü.
Dünyanın bütün hazinelerine değişmem,
Para pul sevmem, huzurlu bir ailenin yanında.
Hiçbir şeyi daha çok sevmem, sevemem
Birlikte mutlu olan bir ailenin yanında.
Ben birlikteliği severim, yalnızlığı ise hiç sevmem.
Bilirim ben huzuru,
Bilirim ben mutlu bir aileyi.
Ne verirsen ver,
Ne olursa olsun,
Ne yaparsan yap,
Asla bir parça huzuru değişmem.
Mehmet Mert DALKILIÇ 6-A