8 Kasım 2017 Çarşamba

MATİLDA

Sevgili Okurlarım,

Bu sayımızda sizlere “Matilda” kitabını anlatacağım. Öncelikle kitabın özetini paylaşmak istiyorum.
Matilda çok zeki bir kızdır. Ama ailesi hayatını televizyon ile geçiren tiplerdir. Matilda’nın ailesi Matilda’yı okula gönderir. Okulun müdürü tam bir delidir. Acaba Matilda bu durumda ne yapacak?
Şimdi size film ile kitap arasındaki farklarını anlatacağım.
Bildiğiniz üzere kitap ve filmler her zaman aynı olmuyor. Matilda kitabında da bu söz konusu. Öncelikle kitapta karakterlerin özelliği ayrıntılı bir şekilde belirtilmiştir. Ancak filmde bu özellikler ayrıntılı bir şekilde belirtilmemiştir. Filmde bir bölüm kitapta belirtilmemiştir. Eğer filmi izlemeyeceksiniz ama kitabı okuduysanız çok merak ettiğiniz bir şey olacaktır: Filmde Bayan Trunchball çocukları cidden camdan fırlatıyor. Yanlış okumadınız, cidden fırlatıyor. J
Sonuç olarak ben ikisini de çok sevdim. Ama önce kitabı okumanızı tercih ederim. Çünkü eğer filmi izlerseniz o zaman kitap akıcı olmaz. Heyecanınız kaçar.
Evet, bu sayımızda kitap yorumlama bölümünün sonuna geldik. Eğer kitabı okursanız veya izlerseniz yorumlar bölümüne yorumunuzu yazabilirsiniz. Peri Defne KEBAT 6-A

                                                                                                                  

MATİLDA YAPITININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Sevgili Okurlarım,
Bu haftaki yazımda sizlere Roald Dahl’ın Matilda adlı kitabından bahsedeceğim. Aynı  zamanda filme de uyarlanmış olan bu kitapta şunlar anlatılıyor: Matilda okumayı çok seven bir kızdır ama ailesi hem paragöz hem dediğim dedik hem de her akşam televizyon izleyen insanlardır. Matilda’nın okulunda iyi kalpli arkadaşları ve öğretmeni, ayrıca kötü kalpli de bir müdürü vardır. Matilda bir süre sonra varlıkları (insanları da dahil) hareket ettirebilen bir gücü olduğunu fark eder ve…
Şimdi de sizlere kitap ile filmin farklarından bahsedeceğim: Filmin sonunda Matilda güçlerini kaybetmiyor. Fakat kitabın sonunda Matilda güçlerini kaybediyor. Ayrıca kitapta Matilda, Bayan Honey’e gücünü göstermek istediğinde ilk seferde gösteremiyor. Ama kitapta ilk seferde kanıtlayabiliyor.
Açıkçası ben filmi de kitabı da beğendim. Size ilk önce kitabını okuyup sonra filmini izlemenizi tavsiye ederim. Ama ben en çok filmini beğendim. Bir sonraki yazılarımda görüşmek üzere !!! Nehir OZMAN 6-A

  

5 Kasım 2017 Pazar

FARELER VE İNSANLAR: SİNEMA MI, KİTAP MI?


      Sevgili Okurlarım,
    Bu yazımda sizlere iki kez sinemaya uyarlanmış olan John Steinbeck’in ünlü eseri Fareler ve İnsanlar’dan ve kitabın son yapılan (1992) film uyarlamasından bahsedeceğim. Kitap, iki arkadaşın etrafında dönen olaylardan oluşsa da dönemin zorlu çalışma koşulları, ırkçılık gibi toplumsal konuları da sade bir dille işlemektedir.
    Kitabın baş karakterlerinden biri olan George Milton ortalama fizik ve zekaya sahip biridir. Arkadaşı Lennie Small ise iriyarı ve çok güçlü bir fiziğe sahip olmasına rağmen ruhen çocuktur.
    Birbirlerine destek olarak çıktıkları yolcululuklardan sonuncusunu anlatan kitap, iki arkadaşın çalışmak için gittikleri çiftlikte geçmektedir. Patronları kitapta çok gözükmese de patronun oğlu Curley ve karısı sık sık karşımıza çıkmaktadır. Aynı zamanda George’la iyi anlaşacak olan Slim, en yaşlı çalışan Candy ve zenci seyis Crooks kitabın diğer önemli karakterleridir.
    George bir taraftan çalışırken diğer taraftan da Lennie’nin hata yapmasını önlemeye çalışmaktadır. Lennie’nin yumuşak dokulara olan düşkünlüğü ve kontrol edemediği gücü yüzünden, George ne kadar uğraşsa da başları sürekli derde girmektedir.
    İki arkadaşın en büyük hayali kendilerine ait bir ev, topraklarının olması ve orada kimsenin emri altında olmadan yaşamaktır. Bu hayale yaşlı Candy’nin de katılması onları memnun edecektir. Aslında Lennie’nin pek ilgilendiğini söyleyemeyiz, onun tek önemsediği orada beslemek istediği tavşanlardı sonuçta. Ama ne kadar çok isteseler de bu çiftlikteki çalışmalarının sonunda hayallerine ulaşamayacaklardır.
    Harry Potter kitaplarını gerçekten seven insanlar Harry Potter filmlerinin tam bir hayal kırıklığı olduğunu bilir. Bu çoğu filmde de böyledir. Filmler kitabın karşılığını vermezler. Fakat bu filme başta önyargıyla baksam da oldukça başarılı bir uyarlamaydı.
    Filmde hayalimdeki karakterlerin karşılığını tam olarak alamadığımı belirtmeliyim. İlk olarak George (Gary Sinise) kitapta esmer olarak betimlenirken, filmde sarışın, renkli gözlü bir oyuncu tarafından canlandırılmıştı.
     Lennie’nin (John Malkovich) ise kitapta oldukça iriyarı olduğu söylenirken filmde fiziksel olarak yeterli bir oyuncu seçilememişti.
    Curley’nin karısının kitaptakiyle hiç örtüşmediği açıkça görülmektedir. Kitapta baştan çıkarıcı, şuh ve erkek düşkünü olarak tanıtılırken, filmde masum yüzlü, çok güzel ve yalnızlıktan bunaldığı için kendine arkadaş arayan bir aile kızı gibi tanıtılmıştır.
    Slim ve Candy karakterlerinin filmde karşıma tam olarak kitapta hayal ettiğim gibi yansıtıldığını da belirtmeliyim.
    Oyuncuların fiziksel özellik olarak kitaptaki karakterlere tam olarak uymadığını düşünsem de oyunculuklar oldukça iyiydi, bu da oyuncuların kitaptaki karakterlere daha çok benzemelerini sağlamıştı.
    Kitap oldukça gerçekçiydi ve abartma kesinlikle yoktu. Bu gerçekçilik filme de yansıtılabilinmişti. Aynı zamanda kitap çok akıcı bir dille anlatılmıştı ve bir sonraki sayfada bile ne olacağını merak ediyordum fakat film biraz yavaş ilerlemekteydi ve beni biraz sıktı.
    Dostluğun çok iyi yansıtıldığı bu kitabı bitirdikten sonraki hüzün duygusunu aynı şekilde filmde de hissettim.
    Benim en çok beğendiğim nokta ise kitaba oldukça sadık kalınmış olmasıydı. Filmi izlerken kitabımdan bakıyordum, bazı repliklerin hiç değiştirilmeden kullanıldığını gördüm ve bu beni çok mutlu etti.
    Benim tavsiyem ilk önce romanı okuyup sonrasında ise filmi izlemenizdir çünkü kitap özgündür ve ortaya çıkan ilk üründür.
    Sizin de benim kadar beğeneceğinizden emin olarak yazımı Robert Burns şiirindeki şu sözle bitirmek istiyorum:
En iyi planları farelerin ve insanların
Sıkça ters gider…    Eylül ŞIRAY 8-A

6 Ekim 2017 Cuma

BİSİKLET

Okulun son günüydü. Kadir heyecanla öğretmenin karnelerini dağıtmasını bekliyordu. Acaba karnesi nasıldı? Kalbi küt küt atıyordu. Öğretmeni sınıfın kapısında elinde karnelerle göründü. Bütün dersleri çok iyiydi. Öğretmeni ve arkadaşlarıyla vedalaştı. Koşa koşa eve geldi. Zile tüm gücüyle bastı. Kapıyı açan annesinin boynuna atladı. Annesi karnesini inceledi. Oğluna bir daha sarıldı. Onu tebrik etti. Kadir karnesini bir an önce babasına göstermek istiyordu. Babası biraz sonra öğle yemeği için gelirdi. Zil çaldı. Kadir koştu, kapıyı açtı.  Babası gülen gözlerle ona bakıyordu. O da ne? Babasının yanında Kadir’in günlerdir hayalini kurduğu bisiklet vardı. Babasının boynuna sarıldı. Teşekkür etti. Hemen yeni bisikletine binmek istedi. Babası:
-          Hayır oğlum! Bisiklete şimdi binemezsin. Akşam gelirken sana kask getireceğim. Bu güvenliğin ve sağlığın için. Kaskın olmadan binmene izin veremem. Bisiklet için bu kadar bekledin. Biraz daha bekleyebilirsin, dedi.
          Annesi de babası gibi düşünüyordu. Kadir’in aklına öğretmeninin anlattıkları geldi. Babasına ve annesine hak verdi. Fazla ısrar etmedi. Babası yemeğini yedi işine gitti. Babasının işten bir an önce gelmesini diliyordu. Annesi akşam yemeği hazırladığı için manava sebze almaya çıktı. Kadir’in canı sıkılıyordu.
          Bisikletine bir daha bakmak istedi. Üzerine bindi. Çok güzeldi. Hazır evde kimse yoktu. Birkaç tur atarsa kimse onu görmezdi.
          Başladı evin içinde tur atmaya. Bir kere attı. İki, üç derken oldu altı tur. O sırada da annesinin sesini duydu:
-          Kadirciğim ben geldim, kapıyı açar mısın?
          Kadir bir telaşa kapıldı ve hemen bisikletini odasına koyup kapıyı kapattı. Sonra annesinin yine sesini duydu. Kadir hemen kapıya koştu ve kapıyı açtı. Ama unuttuğu bir şey vardı. Bisikletle tur atmak için eşyaların yerini değiştirmişti. Annesi burada ne olduğunu sordu. Kadir ise gayet sakin bir şekilde cevap verdi:
-          Anne eşyaların yerini değiştirdim. Beğenmedin mi?
          Annesi, oğluna sarıldı ve onun dünyadaki en ince ruhlu insan olduğunu söyledi.
          Sonra arkadaşı Arda geldi. Arda siyah saçlı, siyah gözlü, efendi bir çocuktu. Aynı zamanda da Kadir’in en yakın arkadaşıdır. Kadir’i halı saha maç yapmaya davet etti. Kadir hemen aşağıya indi. Arda ona yeni bisikletinin nasıl olduğunu sordu. Kadir çok şaşırdı. Çünkü daha yeni bisikleti olduğunu kimseye söylememişti. Çok şaşkın bir ifadeyle Arda’ya baktı. Arda güldü ve açıkladı:
-          Benim dedem bisiklet satıyor unuttun mu? Senin baban da benim dedemden almış. Anladın mı?
          Kadir başına evet dercesine salladı. Maç bitince de hemen eve geldi ve biraz sonra da zil çaldı. Evet babası gelmişti. Babası:
-          Hadi kadir hazırlan, sana kask almaya gidiyoruz.
          Kadir gördüklerine inanamıyordu. Hayatında daha önce hiç bu kadar bisikleti bir arada görmemişti. Sonra yanlarına bir amca yanaştı. Bu amca az saçlı ve siyah gözlüğü burnunun ucunda tatlı bir amcaya benziyordu. Sonra babasıyla el sıkıştılar. Sonra Kadir’e bakıp:
-          Merhaba Kadir, beni hatırlamadın mı? Ben Arda’nın dedesi İhsan Amca.
          Sonra Kadir ile de el sıkıştılar. Sonra da hem bisikletine uygun hem de çok güzel bir kask seçtiler. Eve gittiklerindeyse Kadir yerinde duramıyordu. Çünkü babası yarın ona bisiklet ile gezinti yapacaklarına dair söz vermişti. Kadir şimdi de yarın olmasını bekliyordu… Naz ALPBAZ 6-A 

27 Eylül 2017 Çarşamba

BİSİKLET

Okulun son günüydü. Kadir heyecanla öğretmeninin karneleri dağıtmasını bekliyordu. Acaba karnesi nasıldı? Kalbi küt küt atıyordu. Öğretmen sınıfın kapısında elinde karneleri ile göründü. Bütün dersleri  çok iyiydi. Öğretmen ve arkadaşları ile vedalaştı.  Koşa koşa eve geldi.  Zile tüm gücü ile bastı. Kapıyı açan annesinin boynuna atıldı. Annesi karnesini inceledi. Oğluna tekrar sarıldı. Onu tebrik etti. Kadir karnesini bir an önce babasına göstermek istiyordu. Babası birazdan öğle yemeği için gelirdi. Zil çaldı. Kadir koştu, kapıyı açtı. Babasının gülen gözleri ona bakıyordu. O da ne? Kadir’in günlerdir hayalini kurduğu bisiklet vardı. Babasının boynuna sarıldı. Teşekkür etti.  Bisikletine binmek istedi. Babası:
-Hayır oğlum!  Bisikletine şimdi binemezsin. Akşam gelirken sana kask getireceğim. Bu  güvenliğin ve sağlığın için.  Kaskın olmadan binmene izin veremem. Bisiklet için bu kadar bekledin. Biraz daha bekleyebilirsin, dedi. Annesi de babası gibi düşünüyordu. Kadir’in aklına öğretmenin anlattıkları geldi. Annesine ve babasına hak verdi. Fazla ısrar etmedi. Babası yemeğini yedi. İşine gitti. Babasının bir an önce gelmesini diliyordu.
Annesi akşam yemeği hazırlığı için manava sebze almaya çıktı. Kadir’in canı sıkılıyordu. Bisikletine bir daha bakmak istedi. Üzerine bindi, çok güzeldi. Hazır evde kimse yoktu, birkaç tur atsa kimse onu görmezdi.
Sadece birkaç tur mu? Kadir neredeyse bütün mahalleyi dolaştı. Annesi eve geldiğinde Kadir ortada yoktu, annesi biraz endişelendi. Hemen bisikletin olduğu yere baktı. “Demek sabredemedi.’’ dedi.
Çaresizdi, Kadir´in eve gelmesini bekledi. Ardından kapı zili çaldı, annesi hemen kapıya koştu. Gelen, Kadir’in babasıydı ve yanında Kadir vardı. Annesi hemen ona sarıldı, babası kask getirmişti. “ Oğlum bir sabredemedin, değil mi? dedi babası. “Ne yapayım baba, canım çok sıkıldı, ben de hemen bisiklete bindim.” dedi Kadir. “Ama başına bir şey gelebilirdi oğlum, en azından kask var, yarın da binebilirsin.”  “Teşekkürler baba.”
Öbür gün Kadir, hemen en iyi arkadaşları Ela ve Aral ile bindi. Ela, mavi gözlü, sarışın bir kızdı, çok iyi bir sporcuydu. Aral ise siyah saçlı, kahverengi gözlüydü, en sevdiği spor basketboldu, Kadir ile çok oynarlardı. Ela bisiklet sürmeyi pek bilmiyordu, o yüzden Kadir ona öğretti. Sonra Aral da bisikletini getirdi ve beraber bindiler. Lina ELMİLADİ 6-A


22 Eylül 2017 Cuma

KADİR'İN BİSİKLETİ

Okulun son günüydü. Kadir heyecanla öğretmeninin karneleri dağıtmasını bekliyordu. Acaba karnesi nasıldı? Kalbi küt küt atıyordu. Öğretmen sınıfın kapısındaelinde karneleri ile göründü. Bütün dersleri  çok iyiydi. Öğretmen ve arkadaşları ile vedalaştı.  Koşa koşa eve geldi.  Zile tüm gücü ile bastı. Kapıyı açan annesinin boynuna atıldı. Annesi karnesini inceledi.Oğluna tekrar sarıldı.Onu tebrik etti. Kadir karnesini bir an önce babasına göstermek istiyordu. Babası birazdan öğle yemeği için gelirdi. Zil çaldı. Kadir koştu, kapıyı açtı. Babasının gülen gözleri ona bakıyordu. O da ne? Kadir’in günlerdir hayalini kurduğu bisiklet vardı. Babasının boynuna sarıldı. Teşekkür etti.  Bisikletine binmek istedi. Babası:
-Hayır oğlum!  Bisikletine şimdi binemezsin. Akşam gelirken sana kask getireceğim. Bu  güvenliğin ve sağlığın için.  Kaskın olmadan binmene izin veremem. Bisiklet için bu kadar bekledin. Biraz daha bekleyebilirsin,dedi. Annesi de babası gibi düşünüyordu. Kadir’in aklına öğretmenin anlattıkları geldi. Annesine ve babasına hak verdi. Fazla ısrar etmedi. Babası yemeğini yedi. İşine gitti. Babasının bir an önce gelmesini diliyordu.
Annesi akşam yemeği hazırlığı için manava sebze almaya çıktı. Kadir’in canı sıkılıyordu. Bisikletine bir daha bakmak istedi. Üzerine bindi, çok güzeldi. Hazır evde kimse yoktu, birkaç tur atsa kimse onu görmezdi.

Kadir bisikleti alıp dışarı çıktı ve hızla sürmeye başladı. O kadar hızlıydı ki dere yoluna kadar gitmesi sadece birkaç dakikasını aldı. O sırada mahallenin çocuklarıyla karşılaştı. Çocukların içinde mahallenin kabadayısı olan Mahmut da vardı. Mahmut, Kadir’e bir baktı, sonra da “Bisikletin güzel de sen bununla ancak arkamdan nal toplarsın.” dedi. Bunu duyan Kadir gaza gelip yarışı kabul etti. Bunu gören Teoman Kadir’e yapmamasını, bunun tehlikeli olacağını söyledi. Ama Kadir kararından dönmeyerek yarışı kabul etti. İkisi de hazırlık pozisyonunu aldı ve yarış başladı. Mahmut öne geçti. Bunu gören Kadir dayanamayıp hızlandı. Tam Mahmut’u sollayacakken Mahmut sola kırarak Kadir’in dengesini bozdu ama o da ne? Bir anda önüne bir kedi çıktı. Kediye çarpmak istemeyen Mahmut yana kırdı ve ne olduğunu anlamadan bir anda ağaca tosladı. Kadir, Mahmut’u geçtim diye sevinirken Mahmut’un bisikleti Kadir’inkinin önüne düştü. Kadir bir anda kendini havada süzülürken buldu ve o da aynı Mahmut gibi önce başını ağaca çarptı, sonra da taşla kaplı dereye uçtu. Bir omzu çıkmış ve başı yarılmıştı. Bunu gören arkadaşları ona bir an öce yardım etti. Durumu çok ağır değildi ama yine de hastaneye gitti. Kadir hastanede anne ve babasından nasıl özür dileyeceğini düşündü. Alp GÜLER 6-A 

KADİR'İN BİSİKLET MERAKI

Okulun son günüydü. Kadir heyecanla öğretmeninin karneleri dağıtmasını bekliyordu. Acaba karnesi nasıldı? Kalbi küt küt atıyordu. Öğretmen sınıfın kapısında elinde karneleri ile göründü. Bütün dersleri  çok iyiydi. Öğretmen ve arkadaşları ile vedalaştı.  Koşa koşa eve geldi.  Zile tüm gücü ile bastı. Kapıyı açan annesinin boynuna atıldı. Annesi karnesini inceledi.Oğluna tekrar sarıldı.Onu tebrik etti. Kadir karnesini bir an önce babasına göstermek istiyordu. Babası birazdan öğle yemeği için gelirdi. Zil çaldı. Kadir koştu, kapıyı açtı. Babasının gülen gözleri ona bakıyordu. O da ne? Kadir’in günlerdir hayalini kurduğu bisiklet vardı. Babasının boynuna sarıldı. Teşekkür etti.  Bisikletine binmek istedi. Babası:
-Hayır oğlum!  Bisikletine şimdi binemezsin. Akşam gelirken sana kask getireceğim. Bu  güvenliğin ve sağlığın için.  Kaskın olmadan binmene izin veremem. Bisiklet için bu kadar bekledin. Biraz daha bekleyebilirsin,dedi. Annesi de babası gibi düşünüyordu. Kadir’in aklına öğretmenin anlattıkları geldi. Annesine ve babasına hak verdi. Fazla ısrar etmedi. Babası yemeğini yedi. İşine gitti. Babasının bir an önce gelmesini diliyordu.
Annesi akşam yemeği hazırlığı için manava sebze almaya çıktı. Kadir’in canı sıkılıyordu. Bisikletine bir daha bakmak istedi. Üzerine bindi, çok güzeldi. Hazır evde kimse yoktu, birkaç tur atsa kimse onu görmezdi. Sonra bisiklete atlayıp arkadaşlarıyla oyun oynadıkları parka gitti. Arkadaşlarının birinin adı Cenk, diğerinin adı ise Erdem idi.Cenk  uzun boylu, sportif, kıskanç ve 12 yaşında bir çocuk; Erdem ise kısa boylu, tek kaşlı, kıskanç ve akıllı bir çocuktu.Cenk ve Erdem, Kadir’i bisikletle görünce çok şaşırdılar. Ve ikisinin de kıskanç bir yapısı olduğu için içlerinden “Keşke aynısından bizim de olsaydı.” diye geçirdiler. Kadir onlara “Ben iki dakika karşıdaki markete gidip geleceğim.Siz bisikletime göz kulak olabilir misiniz?” diye sorunca ikisinin de gözleri fal taşı gibi açıldı.İkisi de aynı anda “Tabi bakarız.” dediler.Kadir markete gidince ikisi de Kadir’in bisikletine binip birkaç tur atmak istediler.Kadir marketten gelince gözlerine inanamadı. Babasının yeni aldığı bisiklet yerinde yoktu.Bir an “Cenk ve Erdem mi götürdü?” diye kuşkulandı. Başladı bisikletini aramaya.Annesi de eve gelince ve Kadir’i göremeyince o da başladı aramaya.Kadir bisikletini arıyor, annesi de Kadir’i arıyordu. Kadir aradı, aradı bulamadı.En son babasına söylemek üzere eve geldiğinde ne görsün? Bisikleti bahçedeydi ve arkadaşları da hemen arkasındaydı.Arkadaşları dedi ki “Seni zor duruma düşürdüğümüz için özür dileriz.Bisikleti ilk gördüğümüzde kendimizi kaybettik. Ne olur bizi affet!”.

    Annesi gelince de annesine durumu anlattı, bir daha böyle olmayacağına dair söz verdi. Ve bundan sonra da hep arkadaşlarıyla barışık ve annesiyle de dert ortağı oldu. Nehir OZMAN 6-A

BİSİKLET

Okulun son günüydü. Kadir heyecanla öğretmeninin karneleri dağıtmasını bekliyordu. Acaba karnesi nasıldı? Kalbi küt küt atıyordu. Öğretmen sınıfın kapısındaelinde karneleri ile göründü. Bütün dersleri  çok iyiydi. Öğretmen ve arkadaşları ile vedalaştı.  Koşa koşa eve geldi.  Zile tüm gücü ile bastı. Kapıyı açan annesinin boynuna atıldı. Annesi karnesini inceledi.Oğluna tekrar sarıldı.Onu tebrik etti. Kadir karnesini bir an önce babasına göstermek istiyordu. Babası birazdan öğle yemeği için gelirdi. Zil çaldı. Kadir koştu, kapıyı açtı. Babasının gülen gözleri ona bakıyordu. O da ne? Kadir’in günlerdir hayalini kurduğu bisiklet vardı. Babasının boynuna sarıldı. Teşekkür etti.  Bisikletine binmek istedi.Babası:
-Hayır oğlum!  Bisikletine şimdi binemezsin. Akşam gelirken sana kask getireceğim. Bu  güvenliğin ve sağlığın için.  Kaskın olmadan binmene izin veremem. Bisiklet için bu kadar bekledin. Biraz daha bekleyebilirsin,dedi. Annesi de babası gibi düşünüyordu. Kadir’in aklına öğretmenin anlattıkları geldi. Annesine ve babasına hak verdi. Fazla ısrar etmedi. Babası yemeğini yedi. İşine gitti. Babasının bir an önce gelmesini diliyordu.
Annesi akşam yemeği hazırlığı için manava sebze almaya çıktı. Kadir’in canı sıkılıyordu. Bisikletine bir daha bakmak istedi. Üzerine bindi, çok güzeldi. Hazır evde kimse yoktu, birkaç tur atsa kimse onu görmezdi.
Dışarı çıktı. Evine yakın olan arazide bisikletine binmeye başladı. Sonra tam evine gidiyordu ki Ayşegül Abla’yı gördü. Ayşegül Abla, uzun boylu, sarışın, şık giyinen bir hanımefendi idi. Kadir’e dedi ki:
- Kadirciğim, bu arazide kasksız binemezsin. Senin için çok tehlikeli.
Kadir tamam dedikten sonra eve gidiyordu ki ekmek fırınının önünde Ali Ağabey ile karşılaştı. Ali Ağabey Ayşegül Abla’nın kocası idi.Esmer, orta boylu bir iş adamı idi. Kadir’e kasksız bisiklete binemeyeceğini yoksa düşüp bir yerini incitebileceğini söyledi.

Sonra Kadir eve gitti, bilgisayarda oyun oynadı, kitap okudu, ödev yaptı. Ve annesi geldi. Annesi yemeği hazırlarken Kadir de sofrayı hazırladı, salata yaptı. Sonra babası geldi ve biricik oğluna kaskını verdi. Yemek yediler. O anda Kadir gizli yaptığı bisiklet turundan söz etmeye karar verdi. Çünkü rahatsız olmuştu. Ailesinden özür diledi ve bir daha kasksız bisiklete binmeyeceğine söz verdi. Damla EYİOĞLU 6-A

24 Mayıs 2017 Çarşamba

SEVİNÇ MEYVELERİ

Barış için her insan kenetlenir birbirine, kan davaları son bulur. Yaşadığı toprakları kaybetmemek için demirden bir zincir gibi kenetlenir bir daha kopartmaya çalışanların olacağını bile bile. İşte o toprak hisseder kardeşliği ve yeşerir. Zamanla meyvelerini verir. İlk armut toprağa düştüğü zaman değerlenir toprağın bir avucu. O armudu narince yiyen küçük çocuk  etrafa sevinç saçar. Sevincin kaynağıdır barış. O yeşeren topraktaki meyveleri toplar faytonla o kenetlenen insanlara dağıtırlar ki, vatan uğruna kenetlenmenin sonucunu görsünler diye. Sevinç meyvelerini ilk önce çocuklar yer ki atalarının zamanında vatan uğruna nasıl kenetlendiklerini bilsinler diye. Bu vatanın öyle kolay kazanılmadığını, ne zorluklarda zinciri koruduklarını ve koruma sırasının onlara geldiğini bilsinler diye. Atatürk bu zincirin en kalın, en ileri görüşlü, en akıllı ve en iyi halkası olmuştur her zaman. Yavaş yavaş ekledi zincire halkaları. Birleştirdi insanları. Bu öyle bir zincir oldu ki bütün vatanı sardı. Bütün vatanı düşmanlardan korudu. Halkı geliştirdi, bilginleştirdi. O halkalar gittikçe kalınlaştı. Yıkılmaz bir duvar oldu bu zincir. O zincir kendi içinde zamanla gelişti. Sonra bu zinciri örnek alanlar kendi ülkelerinde zincirler oluşturmaya başladılar. Ama bilmiyorlardı ki en kalın halkanın bizde olduğunu, bilmiyorlardı ki zamanında bu toprağın nasıl güzel meyveler verdiğini. Nasıl fidanları kardeşlikle diktiklerimizi. Zaman geçti, durmak bilmedi ve biz o kalın halkayı kaybettik. İşte o zaman ne zincir kaldı ne sevinç. Ne kardeşlik kaldı ne barış. Zeynep YILDIRIM 7-B

İNSANLIK MI ÖLDÜ, VİCDAN MI?

Küçük bir kızsınız. İleride ne olacağınızı düşünüyorsunuz. Bir türlü karar veremediniz. Zaman geçiyor akıp gidiyor. Şimdi ortaokuldasınız. Aklınızda doktor olmak var. Artık doktor olmak istiyorsunuz. Zaman su gibi akıyor. Lisedesiniz ve artık fotoğrafçı olmak istiyorsunuz. Bu konuda eminsiniz. Yıllar geçiyor, siz profesyonel bir fotoğrafçısınız. Başarıya giden yollarda emin adımlarla gidiyorsunuz. Yılın fotoğrafçısı ödülünü almak için deli gibi çalışıyorsunuz. O kadar hırslısınız ki, hırsınız vicdanınızı ezip geçiyor. Öyle ki küçük yaşta ölen bir kızın fotoğrafını çekebilecek kadar körelmişsiniz. Bu ödülü kimin kazandığını görmek için süsleniyorsunuz. O sırada fotoğrafını çektiğiniz kızın ölüm anı geliyor aklınıza. Acıyorsunuz, pişmanlık duyuyorsunuz. O anda vicdanınız yerine geliyor. O gün aklınızın, kalbinizin, vicdanınızın önüne bir perde çekilmişken şimdi ise her şeyi fark ediyorsunuz. İş işten geçmişken olanları fark etmeniz çok acı. Daha kötü olanı bu ödülü sizin almanız ve siz kaçıyorsunuz. Gerçeklerden kaçamayacağınızı bile bile. Zeynep YILDIRIM 7-B

AYDINLIK SULAR

Karanlık sularda yüzüyorum
Birden yolum aydınlandı
Bir güneş ve mavi bir deniz çıktı önüme
Atlara bindim ejderhalarla uçtum
Bütün hayvanlarla oynadım
Onlarla konuştum, söyledim
Ağaçları büyüttüm
Kedi ve köpeklere evler yaptım
Hayvanlara ve doğaya zarar verenleri uyardım
Dağlar, çayırlar yarattım
Fakir insanlara evler yemekler verdim
Sokak köpeklerini iyileştirip onlara ev yaptım

Barınaktaki köpekler ve kedileri evime alıp besledim
Yıldız ŞUURLU 7-B

BARIŞ

Kavgasız gürültüsüz bir  yaşam,
Huzur  içinde  yattığımız  bir  akşam,
Neşe  içinde  kalktığımız  bir  gün,
Tüm dünyada  keşke  barış  olsa  her gün.

Dünyada  hiç   savaş  olmasa,
Bütün  çocuklar    hiç  ağlamasa,
Tüm  silahları   toplayalım,
Herkese   şeker  dağıtalım.

Barış  zamanı  bitti  yine,
Savaş  başladı   gene,
En  büyük  silahımızı  kullanalım,
Sevgiyle barışı sağlayalım.


 Yıldız ŞUURLU 7-B

KORKU VE UMUT

Yeliz 10 yaşında, 4.sınıfa giden bir kız çocuğuydu. Sabah uyanıp annesi Selin Hanım’ın yanına gitti. Yeliz:
-Anne, benim yarın matematik sınavım var.  Kötü alırsam kızar mısın? dedi. Selin Hanım:
-Hayır, asla sana kızmam, hem de bunun için. Senin sınav notun senden daha önemli değil, dedi. Yeliz bu sözle mutlu oldu ama çok heyecanlıydı ve korkuyordu.
            Sınav günü gelmiş çatmıştı. Yeliz, o korku ve heyecanla yapamayacağım demeye başladı. O korku gittikçe içinde büyümeye başladı. Yeliz’in sınavı 4. Dersti. O sırada sınavdan bir önceki teneffüstelerdi. Teneffüsün bitmesine 5 dakika vardı ama Yeliz çok korkuyordu. Sonunda 4. Derst gelip çatmıştı. Öğretmenleri Esra Hanım içeriye girdi. Günaydın dedikten sonra sınavları dağıttı. Yeliz en kolay soruların karşısına geldiğini düşünerek sınavına başladı. Ama sonra hiç çalışmadığı konuların olduğunu anladı. Çok heyecanlandı ve çok korktu. Sınavı bitmişti. Öğretmene sınav verme sırasına geçti. İçinden bunu yapabilirim demişti ama bunun için çok geç kalmıştı. Bunun farkında olmayan Yeliz hiçbir şeyi düşünmeyip sınava odaklanmak yerine içindeki korkuyu daha çok büyütmüştü. Sınavından hiç umutlu değildi ve bunun sayesinde ters yoldan giderek başarısızlığı seçmişti. O bunları düşünürken sıranın ona geldiğini bile fark etmemişti. Esra Öğretmen:
-Yeliz, dedi.
-…
-Yeliz!!! dediği anda hemen kağıdını verip sıraya geçti. Çok düşünceliydi. Birkaç saat sonra okulu bitmişti. Aceleyle servisine koştu. Servis onu eve bıraktı. Yeliz yukarıya çıktığında annesi onu karşıladı ve:
-Kızım sınavın nasıl geçti? Diye sordu. Yeliz hiç yanıt vermeden odasına gitti. Annesi çok şaşırdı, gün boyunca gözlemledi ve Yeliz’in yemeğini düzgün yemediğini ve düzgün uyuyamadığını gördü. Tam o sırada Esra Öğretmen mesaj attı. Mesajda ertesi gün saat 12.45’te okulda buluşmaları gerektiği yazıyordu. Sabah Selin Hanım:
-Kızım öğretmenin mesaj attı, bugün öğlen okulda konuşmamız gerekiyor, dedi. Yeliz  çok endişelendi, bu yüzden gülümsemeyle yetindi. O da gerçek bir gülümseme değildi. O öğlen Selin Hanım ile Esra Hanım buluştular, birbirileriyle selamlaştılar ve Esra Hanım konuya girdi:
-Yeliz’in sınavı çok kötüydü. 62 almış. Çok şaşırdım. Aklı çok karışık ve çok dalgın. Siz lütfen onunla konuşun, dedi. Konuşma birkaç dakika sürdü, sonunda anlaştılar ve Yeliz ile konuşmaya karar verdiler. Ama sadece Selin Hanım konuşacaktı. O akşam Yeliz eve gelince annesinin ona kızacağını düşünerek başını öne eğdi. Selin Hanım kapıyı açınca hiç kızmadı. Yeliz şaşırdı. Selin Hanım içeri geçince:
-Kızım sen çok çalışkansın ama kendine güvenmelisin ve içinde korku yerine umut olmalı, kendine güvenmelisin. Sınav notun 62’ymiş. Ama 3 hafta sonra tekrar sınavın var. Lütfen, dediğim gibi kendine güven, umutlu ol, zaten başarırsın.
-Peki anneciğim, dedi.
3 hafta sonra Yeliz’in tekrar sınavı vardı. Bu sefer serviste içinden başarabilirim diyordu. Ve sınavda çok iyiydi. Esra Hanım da bunun farkındaydı. Bu sefer sınavdan 100 almıştı, herkes mutlu olmuştu.
O gün Yeliz günlüğüne:

- Umut her şeyden önemli, bir işe başlamadan önce umut olmazsa o işi yapamayız. Umut, başarı kapısının en  büyük anahtarıdır. Ben umutla başarı kapısını açtım. Yağmur Nerman KASKAN 7-B

PERİ DÜNYASI

Bir varmış, bir yokmuş. Damla adında bir kız varmış. Bir gün Damla kaybolmuş. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Altı ay bir güz gitmiş. Sonunda bir de bakmış ki yolda bir kitap. Merakından dayanamayıp açmış kitabı. Damla birkaç saniye sonra kendini yeşil, mavi, turuncu ağaçların,  rengarenk  otların ve çalıların, rengarenk çiçeklerin ve masmavi şelalenin olduğu bir peri dünyasında bulmuş. Orada başka bir peri varmış. Kahverengi saçlı, kahverengi gözlü, turuncu elbisesi varmış. Demiş ki: “ ‘Biri yer, biri bakar, kıyamet ondan kopar.’ denir. Ama bizde tam tersidir.’’ demiş.
Bu ülkenin bir de cadısı varmış. Cadı maskeli, mor kemerli, siyah elbiseliymiş. Periyi ve Damla’yı gören cadı onlara plan kurmuş. Kızı gece saraydan kaçıracakmış ve sonra tek boynuzluları çalacaklarmış. Saraya girip çok yorulduğu için uyuyan Damla’yı birkaç peri koruyormuş. Cadının tuzağını fark etmişler. Periler kol kanat gerip cadıyı yenmeye çalışmışlar. Cadı da yardımcıları ile el ele, kol kola girip kızı almaya çalışmış. Ama başaramamışlar. Çünkü her yer  tuzaklarla doluymuş. Periler tuzakları gözlerini kırpmadan, zar zor hazırlamışlar. Mesela dışarıya bir çukur kazıp yapay çim koymuşlar. Cadı tuzağa düşmüş. İçinde su olduğu ve cadı yüzmeyi bilmediği için boğulmuş. Ve bir daha hiç görülmemiş. Periler birlikten kuvvet doğduğunu öğrenmişler. Cadı gitti diye kimisi zilleri takıp kimisi zilsiz oynamışlar. Periler baş başa vermeyince taşın yerinden kalkmadığını anlamışlar.

Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine. Gökten üç elma düşmüş, kimin ne muradı varsa onun başına… Yağmur Nerman KASKAN 7-B 

CUMHURİYET VE BİZ

Bizler Cumhuriyet’in ve barışın olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Ve çok şanslıyız. Önceki dönemde savaşlarla yaşamak yerine, Cumhuriyet’in olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Eskiden öyle değildi. Cumhuriyet yoktu, barış yoktu ama maalesef Saltanat ve savaş vardı.
            Atatürk sayesinde biz şu anda böyle okullarda okuyoruz. Peki, hiç düşündünüz mü? Biz savaş yıllarında doğsaydık ne olurdu? Nasıl zorluklar çekerdik? İşte öyle bir şey olsaydı o zaman gerçekten aile sıkıntısı yaşardık. Okula gidemezdik ve savaşa giden babalarımızı, ağabeylerimizi çok özlerdik. Bir de düşünün siz Osmanlı Devleti’nin olduğu yıllarda doğdunuz. Maalesef annelerimiz, babalarımız aile olarak çok sıkıntı çekeriz. Padişaha bağımlı olmak zorunda kalırdık. Özgürlüğümüz de kısıtlanırdı. Peki, hiç merak ettiniz mi, sordunuz mu büyüklerinize ailenizde savaşa katılan biri var mı? Bu toprak uğuruna savaşan biri var mı? İşte, biz bunları öğrenmeliyiz. Öğrenmeliyiz ki Cumhuriyet nasıl kazanıldı bilelim.
Biz Cumhuriyet çocuklarıyız. Bizim ülkemiz, bizim Cumhuriyet’imiz. Bundan sonra Cumhuriyet’e biz sahip çıkacağız. Cumhuriyet aslında sadece ezberleyip öğrenmekten ibaret değil. Bizim Cumhuriyet’i zihnimizde canlandırıp toprakların nasıl kazanıldığını kavramamız gerek aklımızda. Bundan sonra bu vatan bizim gibi çocuklar sayesinde barış içinde, Cumhuriyet ile yaşayacak. Şu anda Cumhuriyet’in pek korunduğunu düşünmüyorum ama bizim ellerimizde Cumhuriyet ve barış, kalbimizde Atatürk ile birlikte Cumhuriyet’in emin ellerde kalacağını düşünüyorum.
            Şu anda biz çocuğuz, bunları öğrenerek ileride vatanımıza daha çok katkıda bulunacağız. Biz birlikte, gelecekte Cumhuriyet’i koruyup kollayacağız. Yağmur Nerman KASKAN 7-B


BİR KAPININ ZOR ANLARI

Ben oda kapısıyım. Çok da eskiyim. Ah neler yaşadığımı bir bilseniz… Anlatabilirim isterseniz. Sabah akşam sinirlenince çarparlar beni. Sizlerin düşüp dizini parçaladığı gibi acır canım. Sonra anneden gizli tebeşirle üstüme yazı yazarlar. Gıdıklanırım. O sırada anne gelir ve iki kardeş korkarak, hızlı hızlı beni silerler. Tabi ki anne lekeleri fark eder ve çocuklar ceza alır. Bir kere en küçük kardeş beni içerden kilitledi. Çok geçti, büyük ablanın odasının kapısı olduğum için kitlendi diye çok bağırıyordu. Kulaklarım acıdı. Küçük kardeş lafı geveliyordu. Sonra ağlamaya başladı. Çilingirin telefon numarası yoktu ve babaları komşularından bir çekiç aldı. Kilidimi kırmaya başladı. Dan dan diye sesler çıkıyor ya onlar benim çığlık seslerimdi. Arkadaşlarım beni çok sever. Duvar ve hemen arkamda duran minik kuş. Dolap ve masayla da arkadaşım ama çok konuşmayız. Diğerlerine göre daha uzaktalar. Çocuklar okula gittiğinde bol bol sohbet ederiz. “Nasılsın?”, “İyi misin?” den, “Üstündeki leke nasıl oldu?” ya kadar. Bir dezavantaj daha benimle ilgili:Geceleri bölük pörçük yatıyorum. Tuvalete gitmek için kalkıyorlar çarpıyorlar, anladınız siz. Odamın önünde voleybol oynadıklarında top bana çarpmazsa olmazmış gibi… Artık topla da arkadaş olduk. Yani anlayacağınız kapı olmak çok zor iş. Ne ekersen onu biçersin derler ya bunu da insanlardan öğrendim. İyi oluyor aslında. Biraz daha iyi davransalar bizlere… Yağmur Nerman KASKAN 7-B 

GÜÇ VE ZEKA

Bir zamanlar ormanda yaşayan güçlü bir aslan varmış. Yalnız taş duvar olmaz ama bu aslan kendini çok beğenirmiş. Ona göre diğer hayvanlar bir baltaya sap olamazmış. Diğer hayvanların da aslandan ödleri koparmış. Aslanın kürkü çok değerliymiş. Bu yüzden avcılar ormana baskın yapıp onları avlamaya çalışıyorlarmış. Bir de aynı ormanda yaşayan  küçük  bir örümcek varmış. Örümcek küçük, güçsüz olup efendi, iyi niyetli olduğunun farkındaymış. Ama hiçbir zaman bununla övünmezmiş. Kibrin kötü bir şey olduğunu bilirmiş.
Günlerden bir gün avcılar yine ormana gelmişler. O sırada aslan ile örümcek de gücün ne kadar önemli olduğuyla ilgili kafa patlatıyorlarmış. Aslan örümceğe, sen benim gibi olamazsın, küçüksün, diyormuş. Örümcek de aslana: “Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli.” diyormuş. Aslan bu sözleri kulak ardı ediyormuş. Başına geleceklerden haberi yokmuş. Avcılar aslan ve örümceğin yanına gelip tüfeklerini onlara doğrultmuşlar. Aslanın kendine güveni çokmuş. Ama aslandan daha zeki olan örümcek aslana zarar gelmemesi için avcıların tetiği çektiğinde ağından zıplamış. Avcıların silah tutan ellerini ısırmış ve onları zehirlemiş. Böylece aslanı kurtarmış. Aslanın gözleri dolmuş, çok mutlu olmuş. Bu olaydan dersini almış. Gücün tek başına bir işe yarayamayacağını anlamış. Avcılar kaçmışlar. Aslan örümceğe çok teşekkür etmiş. Örümcek aslanın dersini aldığı ve kurtulduğu için sevinmiş.

Bu masaldan çıkardığımız ders görünüşe bakıp hiçbir canlıyı küçük görmememiz gerektiğidir. Tolga ERMAN 7-B

DOĞRU SORU SORMAK

İnsanlar yaşamları boyunca sürekli yeni şeyler öğrenirler. Kitap, gazete, dergi okuyarak görsel medya ve internet sayesinde sürekli bir şeyler öğreniriz. Bir diğer öğrenme biçimi de diğer insanlardan öğrenme biçimidir.
Herkesin bir ilgi alanı ve uzmanı olduğu bir işi vardır. Pastacıdan pastalar, eczacıdan ilaçlar, doktordan hastalıklar konusunda bilgi alırız. Bunun için onlara sorular sorarız. Ancak sorular akla ve mantığa uygun olmalıdır.
            Bir pastacıya pastanın içine koyduğu malzemeler ve yapılış şekli ile ilgili sorular sorarsak karşılığında düzgün cevaplar alırız. “Bu pastaya beyaz olsun diye içine alçı mı koydunuz?” diye soru sorarsak kötü bir cevap alırız.

            Doğru sorular doğru yanıtlar getirir. Akıllı insan, akıllı sorular sorar, doğru cevap alarak amacına ulaşır. Tolga ERMAN 7-B

ÖMÜR UZATMA KAHVESİ

Bir kahvehane varmış Ankara'da, bir de oraya sürekli giden dört yaşlı adam. Bu dört yaşlı adam sayesinde adı başka olan kahvehanenin adı değişip “Ömür Uzatma Kahvesi'” olmuş.
Bu dört adam, bilge adamlarmış. Bu dört bilge adam her gece kahvehanede buluşur, insanlığın yaşadığı sorunlara çözüm getirmek için uğraşırlarmış. Adamların gece buluşma nedeniyse uyumayı zaman kaybı olarak görüp daha çok vakit kazanmak istemeleriymiş. Bu uğraşları sayesinde hem insanlığa katkıda bulunur hem de kendi sıkıntılarını unuturlarmış. Yardıma ihtiyacı kişi sorununu paylaşır ve bu soruna birlikte çözüm bulmaya çalışırlarmış. Bu dört adam insanlara yardım ettikçe insanların sorunları azaldıkça ömürleri uzarmış. İşte bu yüzden zamanla kahvenin adı “Ömür Uzatma Kahvesi” olmuş.

Benim ise bu kahveye gitmek istememin nedeni biraz farklı. Ben bu kahvehanedeki 5. bilge adam olmak ve insanlara yardım etmek istiyorum. Sena ÖZARI 7-B

KÜÇÜK BALIK MOMO

O gün 2015-2016 okul yılının karne günüydü. Kübra sekizinci sınıfı bitirip lise bire geçecekti. Kübra'nın kardeşi Alev de birinci sınıftan ikinci sınıfa geçecekti. Okullar kapandıktan bir gün sonra Kübraların sınıfı kep töreni yapacaktı. Bu yüzden Kübra çok heyecanlıydı. Kep törenine kardeşi Alev de gelecekti. Aslında kardeşi gelmese daha iyiydi. Çünkü kendisi çok yaramaz.
İki kardeş karnelerini aldılar. İkisinin de karneleri fena değildi. İki gün sonra Kübra kep törenine bir iki saat önce gitti. Annesi, babası ve kardeşi sonradan gelecekti ve yolda Alev'e karne hediyesi olarak balık alacaklardı. Bunlar yola çıktılar, gidiyorlardı. Yol üstü hayvan satan bir mağazaya uğrayıp bir balık aldılar. Sonra yola devam ve kep töreninin yapılacağı alana geldiler.
Alev ablasına el salladı. Ablası görmedi. Alev de ablasının yanına gitmeye karar verdi. Balığını da yanına alarak ablasının yanına koşuyordu. Sonra koşarken kel bir adamın ayağına dolanıp düştü. Düşerken balığı havaya attı. Balık torbadan çıktı ve kel adam balığa baktı. Tam adam çekilecekti ki Alev adamın pantolonunu çekerken yanlışlıkla indirdi ve balık masadaki kokteylin içine düştü. Sonra Alev balığın içine düştüğü kokteyli alıp koştu ve balığa su aradı. En sonunda Alev koşarken kadının elindeki su şişesini kapıp kaçtı. Ve balığı suyun içine attı. Arkasında kel adam ve kadın ona doğru koşuyordu. En sonunda birisine çarptı. O da Kübra'ydı. Alev, Kübra'nın arkasına saklanmıştı. Onlara doğru gelenler Kübra'nın müzik öğretmeni ve bir veliydi. Kübra, Alev'i saklayarak büyüklerden kurtardı. Sonra Kübra, Alev'in yanına gitti ve “Bu balığın adı ne?” diye sordu. Alev de “MOMO, aynı ördek Momo gibi.” dedi.

Alev o kel adamın bakışlarından çok etkilenmişti. Alev, Momo'yla beraber kel adamı özleyecekti. Momo, yeni evine mutlu bir şekilde vardı. Sena ÖZARI 7-B

BARIŞ SONRASI MUTLULUK

Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde birbirinden nefret eden iki ülke varmış. Bu ülkeler nefret ve acı ile beslendikleri için sürekli aralarında kavga ederlermiş. Kara Bulutlar Ülkesi Karanlıklar Ülkesi’ne, Karanlıklar Ülkesi de Kara Bulutlar Ülkesi’ne hükmetmek istiyormuş. Tüm bu kavgaları,  anlaşmazlıkları iki parça toprak için yapıyorlarmış.
Ve bir gün uzak diyarlardan ak sakallı bir dede çıkagelmiş. Bir zamanlar kardeş gibi yaşayan bu ülkelerin bu duruma düşmesine inanamayıp iki ülkenin insanlarına unutulan barışı anlatmış. İnsanların bazıları değişmek isteyip başarırken bazılarının ise hiçbir şekilde duyguları değişmemiş. Zamanla insanlar kendilerini yıpranmış, mutsuz, umutsuz hissettikleri için barış kelimesi onlar için daha anlamlı gelmeye başlamış.

Bir gün Kara Bulutlar Ülkesi’ndeki insanlar isyan edip “Biz artık kavga değil, dostluk ve barış içinde yaşamak istiyoruz.” demişler. Aynı hisleri Karanlıklar Ülkesi’ndeki insanlar da hissedince iki ülkenin başındaki liderler barışın olmasına karar vermişler. Bunun üzerine Kara Bulutlar Ülkesi Beyaz Bulutlar Ülkesi’ne dönüşmüş, Karanlıklar Ülkesi de Aydınlıklar Ülkesi olmuş. Ve tüm insanlar barış sonrasında kardeşçe mutlu ve huzurlu bir yaşam sürmüşler. Melissa ŞİRİN 7-B

ÖMÜR UZATMA KAHVESİNİN SIRLARI

Ömür uzatma kahvesinin neden insanların ömrünü uzattığını merak eden bir adam ömür uzatma kahvesinin olduğu şehre gelmişti. Gördüğü herkese buranın nerede olduğunu soruyordu. En sonunda orayı bilen birini buldu ve bu kahvenin nerede olduğunu öğrendi. Kahvenin bulunduğu sokağa girdiğinde ise çöplüğe benzediğini gördü. Artık çok merak ediyordu, burada nasıl ömür uzatıldığını. Kahveyi bulduğundaysa kahvenin sahibi ona 3.30’da gelmesini söyledi. Adam saat 3.30’da buraya geldiğinde ise sadece 4 yaşlı adam ve kahvenin sahibini gördü. Hiç anlam verememişti burada nasıl ömür uzatıldığına? Meğerse bu 4 yaşlı adam birbirleriyle dertlerini paylaşıp sessiz, huzurlu ve stressiz ortamda diğer insanlara göre ömürlerini uzatmışlardı. Hilmi Sarp KUMCUOĞLU 7-B

                             

YAŞAMIMIZI ENGELLEYEN İPLER

Yaşamımızı engelleyen ipler ne demek? Yaşamımızda bizi kısıtlayan, yapmak istediklerimizin gerçekleşmesine engel olan durumlardır. Bence utangaçlık bunlardan biridir. Utangaç olmak  bir oyunda çevrimiçi ve çevrimdışı olmak gibidir. Çevrimdışı olduğumuzda da oyundaki başarımızı gösteremeyiz. Sadece kendimiz bu başarıyı biliriz. Bundan kurtulmak için, utandığımız şeyin üzerine gitmeliyiz. Mesela yeni gittiğimiz bir okulda kimseyi tanımadığımız için utanırız. Bunu yenebilmek için arkadaş edinmeye çalışırız. Arkadaşlarımız arttıkça da kendimizi daha rahat hissederiz. 
Aynı zamanda korku da yaşamımızı kısıtlayan bir engeldir. Örneğin karanlık korkusu. Özellikle korku filmleri izlediğimizde böyle bir şey olur.  Filmde izlediğimiz karakterlerde canavar varsa ve bunlar bir anda karanlıktan çıkıyorsa karanlık olan yerde sanrılar (halüsinasyon) görebiliriz.
Bir de bazı insanlar evcil hayvanlardan korkarlar. Korkmamak için, onları beslemek ve daha çok zaman geçirmek birbirimize alışmamıza yardım eder. Böylece korkularımız yok olur.
 Elektronik aletlerde yaşamımızı engelleyen iplerdendir. Çocuklar tabletle ve bilgisayarla oynadıkları için kendilerini derslerine iyi veremezler ve kötü notlar alır. Sonuçta da hem aileler hem de çocuklar üzülür. Bunu yenebilmek için her şeyi eşit yapmalıdırlar.
Tabii bir de heyecan var eğer bir şeyi ilk defa yapıyorsak heyecanlanırız. Bunu yenebilmek için oraya gittiğimizde heyecanlanmayacağımızı düşünmeliyiz.
Kısacası hayatımızı engelleyen iplerin neler olduğunu bilirsek onlardan kurtulmanın yollarını da bulabiliriz. Hilmi Sarp KUMCUOĞLU 7-B
                                        




KİTAP AYDINLATICIDIR

İnsan aslında öğrenmeden veya en önemlisi okumadan cahildir. Bunun için kitap okumalıyız.
            Okulda her şey öğrenilmez. İnsanın bazen başka kaynaklardan da yararlanması gerekir. Bunlar kitap, internet, ansiklopedi gibi kaynaklardır. Ama bunları arasından en verimlisi veya en bilgilendirici olanı kitaptır. Kitap aynı anda üç şeyi birden geliştirir: Bunlar düşünce, hayal gücü ve zekâdır. İnsan beynini bu üç şey geliştirir. Mesela size tuhaf veya ilginç hikâyeler ya da kurgular söyleyen mi, yoksa sıkıcı ve ciddi olan mı daha eğlendiricidir?
İnsan beyninin yüzde 10‘unu kullanır. Bazıları bunu geliştirmek ister, bazıları da tam zıddını ister. Bunlardan gelişmek isteyeni çalışkandır, diğeri tembeldir. Bu ikisinden hep çalışkan kazanır çünkü çalışkanın başarısı tembele göre daha yüksektir. Bunun için kitap okumak gereklidir.

            Kısacası eğer bir adam dünyaya karanlık yani cahilce bakıyorsa kitap ona ışık, bilgi kaynağı, verir. O adam ondan sonra etrafa ışık saçar. Hasan Can GÖZE 7-B

ATEŞE DOKUNMAK

Yıllar önce bir Viking topluluğu büyük bir savaş sonucu beş farklı topluluğa ayrılıp yaşamaya başladı. Kurtlar, Geyikler, Ayılar, Ahtapotlar ve ana krallık olan Ejder Krallığı. İlk başlarda birbirlerine düşmanca davransalar da bir süre sonra aralarında büyük bir dostluk başladı. Artık her şeylerini paylaşıyorlar, zor durumda olana yardım ediyorlar ve birbirlerini kolluyorlardı. Fakat bu dostluktan rahatsız olan Ejder Krallığı en kıdemli üç büyücüsünü topladı ve bu toplulukları çöküşe götürecek fakat çökertmeyecek bir büyü yapmalarını emretti. Büyücüler sonunda bir hastalığa karar verdiler. Fakat her büyünün bir açığı olması gerektiği için bir özellikle bir şey seçtiler: Işıkta Etkisizleşme. Ama bunun için bir çözüm ürettiler. Kara bir bulutla Güneş’i kapattılar. Plan işlerken ilk başta “Yahu, ne uzun geceymiş, bir bitmedi.” diye düşündüler. Ama sonra bir terslik olduğunu anladılar.

Sonrasında bir kadın meydanın ortasında yere yığılmasıyla başladı kâbus. Bir hafta içerisinde neredeyse bütün Vikingler can çekişmeye başlamıştı. Onlara acıyan kralın kızı bir akşam gizlice saraydan çıkıp diğerlerinin yanına kaçtı ve herkese çarenin ışık olduğunu söyledi. İnsanlar düşünüp taşındı. En sonunda büyükçe bir mum yapmakta buldular çareyi. Ama bu mum normal değildi, büyülüydü. Bir insan kurban edilmeden yanmıyordu. Ama ortada kimsenin kabul etmemesi gibi bir şey de söz konusuydu. Din adamlarının yanına gidip yalvarmayı seçtiler. Hatta biraz para bile verdiler. Sonunda anlaşmayı kabul edip dinlerine “Ateşe Dokunmak” diye bir kural eklediler. Bu kurala göre bu muma kendini feda eden kadın kutsal sayılacak ve ölmeden onların tanrıları olan Tranpermoros’un yanına yardımcı olarak gidecekti. Ertesi gün bu kanun açıklanırken 39 kişi daha ölünce prenses ileri atıldı ve adak olmayı kabul etti. Minik bir mumun etrafında dini bir tören gerçekleştirdiler ve birden o küçük mum bulutların üstüne çıktı ve iki ev genişliğine ulaştı. Sonra mum dev bir meşale ile ateşe verildi ve prenses cayır cayır o ateşin içinde yandı. Bu sırada krallıktaki kral kızının sefillere kendini  yaktırdığını duyunca bulutu çekmelerini söyledi. Ondan sonra Vikingler sonsuza dek yanan mumun etrafında dans ettiler. Hasan Can GÖZE 7-B

GÖRÜNMEZ OLSAYDIM

Eğer görünmez olsaydım  kimsenin  göremediği  bir şey olmak istemezdim. Ama bazen  insanların  görünmez olmak işine gelebiliyor ancak özlediği şeylerden bazıları. Kimsenin  beni göremeyip benim onları görmem adaletsiz olurdu çünkü insanlar eşit doğarlar ve eşit yaşamak zorundadırlar. Adaletsizliğe yol açacak bir şey yapmak bence kötüdür. İnsanlar beni göremedikleri zaman görünmezlik merakı daha çok artacaktır. Bu merak kötü şeylere yol açabilir çünkü fazla meraklı olmak da kişiye zarar verebilir.

Herkes görünmez olsaydı kimse birbirini göremezdi. Dünya boş kalırdı. Görünmezlik olmayacaktır asla, bence olur ise kötü olur. Bazı devletler savaşacaktır. Bende kimsede bulunmayan bir özellik olsaydı ben kendimi kötü hissederdim. Görünmez olsaydım kimse beni göremediği için bir sırada beni göremedikleri için önüme geçerlerdi. Ben de bu olanlara kızıp onların hakkını yerdim, böylece dünyada eşitsizlik ortaya çıkardı. Eşitsizlik olunca dünya yok olmaya başlardı. Eğer dünya yok olursa, görünmezliği kullanacak yer olmazsa görünmezliğin ne anlamı kalırdı ki? Görünmezliği kullanamadıktan sonra görünmezliğin ne anlamı var ki? Bence görünmezlik kötü olurdu çünkü görünmezlik her durumda işe yarayacak bir şey değil. Erdem ÖZKURAL 7-B

BİR KALEM OLSAYDIM

Eğer bir kalem olsaydım yaşadığım yerin güzel bir kalem kutusu  olmasını isterdim. Beni kullanacak olan kişi beni kullanınca çok mutlu olurdum. Bazen benim düşmanlarım olur, mesela bir numaralı düşmanım silgidir. Çünkü benim emeğimin boşa gitmesine neden oluyor. Ve silgi benim yazımı silince mutluluktan etekleri zil çalıyor. Ve silginin müttefiki  beni her gün biraz daha yok eden kalemtıraş. Ama ben düşmanlarımla savaşmaktan gitgide yok oluyorum. Ama benim için hepsinin ayrı yeri var. Onlar beni seviyorlar mı, bilmiyorum. Onlar yazıyı silerek yok ediyorlar. Ben ise yazıyı yazıyorum. Eğer bir kalem olsaydım bunları yaşamak isterdim. Erdem ÖZKURAL 7-B

YILMAK YOK

Hayatımızda birçok engel vardır. Bazıları küçük olaylar, bazıları ise daha büyük sorunlar ve engellerdir. Küçük bir kızın bebeğim diye ağlaması çok büyük bir sorun olmayıp bir kimsenin iş bulamaması veya kendi kişisel ihtiyaçlarını sağlayamaması, haklarını alamaması daha büyük bir sorundur.
             Bu sorunlar ile ilgili farklı düşünceler ve görüşler vardır. Bu görüşleri kabaca ikiye ayırdığımızda pes etmek ve zorluklarla mücadele etmek olarak değerlendirilebilir. Zorluklarla mücadele etmeyle ilgili olarak Paulo Coelho’nun sözü olan “Ok ancak geri çekerek atılır. Hayat seni zorluklara geri çekiyorsa seni daha büyük bir şeye fırlatacağı içindir. Nişan almaya devam et.” ve Gasson’un sözü olan “İnsanın en büyük dostu zorluklardır. Çünkü insanı karşılaştığı zorluklar kuvvetlendirir.” sözleri çok önemli sözlerdir. Zıt bir düşüncede olan Bob Marley ise “Her şey yolunda gitmiyor bazen, ne yaparsan yap olmuyor yine de! En zoru da bunlara rağmen gülümsemek zorunda kalmak işte.” sözünü söylemiştir.
            Zorluklara kendini teslim eden yani zorluklara karşı direnemeyen insanların başarılarının ve güdülenmelerinin standarda göre daha düşük olduğu birçok bilim adamı tarafından gözlemlenmiştir. Zorluklarla başa çıkabilmek için kişisel gelişim kitaplarının okunması, aile bağlarının güçlenip zor anlarda bir kimsenin o kişiye destek çıkması, motivasyonunun arttırılması ve arkadaşlık en önemli etkenlerdir. Bu değerlerin küçük yaşta alışkanlık edilmesi gerekmektedir.

            Yarın, hayatımızın geri kalanının ilk günü olduğunu unutmadan, hiçbir şeyden yılmadan, hayattan keyif alarak yolumuza devam etmeliyiz. Elif KAYA 7-B

UMUTLU OLMAK

Umut ne kadar da önemli bir şey hayatımızda. Eğer onu yitirirsek hiçbir yerde, hiçbir konuda başarılı olamıyoruz. Ona sahip çıktığımızda ise yenilsek de ayakta durup mücadele etmeye devam ediyor, yılmıyoruz. Bize genellikle doğru yolu gösteren umut yanlış bir yola girdiğinde de tecrübeler kazandırıyor herkese.
Şimdi iki insan düşünelim. Birisi umut dolu, her şeyin var olabileceğine inanan, hayat dolu olsun. Diğeri ise hayattan zevk almayı bırakmış, mutsuz birisi olsun. Şimdi söyleyin bakalım, hangisi daha huzurlu olur ve bu hayatın zorluklarına katlanabilir? Bende öyle düşünmüştüm.

Bir yerde bir söz görmüştüm. “En geveze kuş umuttur, yüreğimizde hiç susmaz.” diyordu. Ne kadar doğru olduğunu anladığım zaman daha sıkı sarıldım umudumun iplerine. Elimizden bir balon gibi uçup gitmesine de izin vermemek için. İyiki de yapmışım. Hayattan zevk almak, küçük bir oyundan bile tat alabilmek için umut lazımmış onu öğrendim. Yüreğimizde susmayan bir kuş var. Ama eğer onu küstürürsek o da çok fazla dayanamaz biz de. Bu yüzden siz siz olun o kuşu sinirlendirmeyin. Elif KAYA 7-B

HAYAT ÇOK KISA

Gerçekten hayatımızın değerini bilmeden yaşıyoruz. Duygularımızı belli etmek istemeden, hareket ve davranışlarımızın eleştirilmesini istemeden, sorunlarımızı kavga ve gürültüyle çözmeye çalışıyoruz. Bence hayatımızı yani en değerlimizi dolu dolu yaşamalı, bazen hata yaparak tecrübe kazanmalı, bazense gurur kaynağı olmalıyız. Bir daha hayatımızı yaşayamayacağız. Bir daha geri dönemeyeceğiz. Arkadaşlarımız, nefretimiz, mutluluğumuz, sevincimiz, ailemiz ve hatta aşkımız bile olmayacak sonrasında. Şimdi onları ve duygularımızı, davranışlarımızı, iyiliklerimizin ve kötülüklerimizin değerini bilmeliyiz. Bir kitabı bile okurken dolu dolu okumalıyız. İnsanlar gittiklerinde anlamamalıyız değerlerini. O anda doyasıya sarılmalıyız belki ya da özür dilemeliyiz yaptıklarımızdan dolayı. Güzel günler, anılar bırakmalıyız akıllarda.

Arkadaşlarımızla buluşmalı, küstüklerimizle barışmalı, çılgınlar gibi eğlenmeli, ya da sadece 100 klasik eseri okumalı insan. Kendi hedeflerimizi gerçekleştirmeli, belki de koşulsuz sevmeliyiz herkesi. Mesela ben hiç görmediğim yerleri gezip hiç tatmadığım lezzetleri tatmak isterdim. Çünkü beni bunlar mutlu ederdi ve hayatımı güzelleştirirdi. Bence siz de bir deneyin derim. Çünkü hayat çok kısa ve bir tane. Elif KAYA 7-B

ZİNCİRLERİ KIRMAK

Herkes doğar, büyür ve ölür ama kimileri dünyamızda bir iz bırakarak gider. Ayrıca insanlar kimileri tarafından gizlice yönetilir, kimi yönetir, kimi ise herkesten farklı, kendi gibi olurlar. En olanı ise kendi gibi olmaktır. Çünkü insan kendi gibi olursa bu onu iyi iş imkanlarına, iyi bir yaşama sürükleyebilir. Bu onun kapasitesine bilgisine ve akademik başarısına bağlıdır. Bu konuyu aşan bir konudur, o yüzden bunu bir kenara atalım ve konumuza devam edelim. Bir de hayatımızda, dünyamızda kendini akıllara kazıyan dünyaca ün salmış önemli kişiler de vardır. Onlar biz insanlar için önemli şeyleri kurmuş, bulmuş veya bunun gibi şeyler yapmış kişilerdir. Onlar da özgün kişilerdir. Bu kişiler insanlara iyi bir örnek olabilir, bu da onlara bir fikir verebilir ama ille de dünyada bir iz bırakmak zorunda değiliz, insanlar arasında iyi hatırlanalım yeter.

Gelelim bu zincirlerden, iplerden nasıl kurtaracağımıza; insanların sizi yönetmemesi için biraz uyanık olmalısınız ya da herkese çok fazla güvenmemelisiniz. Örnek vermek gerekirse Bob Marley: “Sen kim oluyorsun da benim yaşadığım hayatı yargılıyorsun? Ben mükemmel değilim ve olmak zorunda değilim! Parmağın ile beni işaret etmeden önce ellerinin temiz olduğundan emin ol.” demiştir. Sigmund Freud ise: “Garip değil mi? Yüzüne gülecek kadar dost sandığın kişiler, aslında arkandan konuşacak kadar yüzsüzler.” demiş, bu iki söz de bir şekilde yaşamımızdaki iplerden, zincirlerden, engellerden kurtulmamız hakkında bilgi veriyor. Kırın zincirlerinizi artık! Ekin TURGUNER 7-B

KALİMAKA ADASI

O hafif dalgalı günde güneş artık insanlara el sallarken kapkara yaprakların üstünde başaktan küreklerle evlerine dönen küçük Kalimaka Adası sakinleri birbirlerine hikâyeler ve efsaneler anlatıyorlardı. Bir efsane, adayı yaratan Maka Muka’nın bembeyaz, pembe çiçekli gemisinin geri döneceği hakkındaydı.
Kalimaka Adası neredeyse her tür ağacın bulunduğu; insanların hayvanları, hayvanların insanları sevdiği bir adaydı. Adanın göz bebeği olan dev Molimaka ağacının dev siyah yaprakları ve koyu kahverengi bir gövdesi vardı; evleri, kayıkları hep bundan yaparlardı.
Neyse, biz denize dönelim. Tam kıyıyı görmeye başladılar ki büyük bir dalga göründü ve bir anda Maka Muka’nın gemisi ortaya çıktı, etrafında pembe taç yapraklarından yapılma bir sürü kayık vardı.
Kıyıya vardıklarında da Kaptan Maka Muka gemiden indi ve denizi yatağı gibi kullanan karısı Kalimaso’yu gördü. Kalimaso da adanın yaratılmasında büyük rol oynamıştı, karı koca işleri halletmişlerdi. Kalimaso, adanın hayvanlarını yaratan kişiydi ve o da geri dönmüştü. Adalılar bu çifte çok ilgi gösterdiler ama onlar ilgi istemiyordu sadece evlerinde tüm adayla aile gibi olmak istiyorlardı.
Bir hafta sonra ada daha yeşermiş, hayvanlar daha mutluydu. Maka Muka Molimaka yaprağında gezip adalılarla sohbet ediyordu. Kalimaso ise arkadaşlarıyla adayı geziyor, yüzüyor, hatta hayvanlarla konuşuyordu. Herkes için her şey mükemmeldi.
Çiftin gelişinin üzerinden bir yıl geçmişti ve ada ona bir parti hazırlamıştı, tüm hayvanlar oradaydı. Partide havai fişekler patlıyordu. Bundan sonra aylar, günler, yıllar demeden mutlu ve bir arada yaşadılar. Ekin TURGUNER 7-B


ÖĞRENMEK

Öğrenmek yaşam boyu süren çok anlamlı bir etkinliktir. Okullardaki eğitim yaşamımız bizi yarınlara hazırlar. Bilginin kuvvet olduğunu yaşayıp görürüz. Bilim insanları zorluklara karşın çabalarından vazgeçemeyen kararlı insanlardır.

Dünkü Cumhuriyet gazetesinde Prof. Dr. Aziz Sancar'ın Nobel ödülü aldığını öğrenip ulusça çok sevindik. Çocukken hayali milli takım kalecisi olmakmış. Ne ilginç, değil mi? Her canlı yavrularını yaşama hazırlıyor. Yaşamda kalmak, öğrenmek ve deneyimleri paylaşmakla mümkündür. Yaşamın hepimiz için olanaklı olması, barışçıl ve paylaşımcı olmamıza bağlıdır. Bencil insanların düşünce ve duygu zenginliği gelişemez. Yakınlık, güven ve sevgi yaratıcılığımızı arttırır. Örneğin aile içinde konuşup birlikte çözüm üretenler, günlük yaşam sorunlarıyla daha kolay baş edebilirler. Tartışıp duranlarsa yeni sorunlar eklerler. Güzel yaşamak çalışmak, sevmek ve yaratıcılıkla kazanılabilir. Bunu başaran insanların ülkesi çiçek bahçesine benzer. Ege Uras SEÇGİN 7-B 

BEN BİR AĞAÇ OLSAYDIM

Ağaçlar doğanın eşsiz unsurlarıdır. Nasıl ki nefes almayan bir insan düşünülemezse ağaçsız bir doğa ve ağaçsız bir dünya da düşünülemez. Çünkü ağaçlar doğamızın akciğerleri, nefes almamızı sağlayan en önemli varlıklarıdır.
Ben bir ağaç olsaydım insanların yaşaması için çok daha fazla oksijen üretirdim. İnsanlık ve insanın yaşaması en büyük hedefim olur, bunun için elimden gelenin de fazlasını yapardım.
Ben bir ağaç olsaydım köklerimi en derinlere salardım. Çünkü kökleri derinlerde olanların hem nereden geldikleri hem de nereye gidecekleri bellidir. Kökleri derinlerde olanlar yok olmaz, vatanları yurtları vardır ve her şeyden önemlisi “Burası benimdir.” diyebilecekleri bir mekânları vardır onların.  Ben bir ağaç olsaydım güneş yüzünü gösterir göstermez yeşerir, gülümserdim tüm dünyaya. Ege Uras SEÇGİN 7-B

KİTAP

Kitap çok özel, güzel ve bilgi doludur. Kitap ışık saçar, yol gösterir, bilgilendirir. Bu ışıktan kendimizi mahrum bırakmamalıyız, bu bilgileri kullanıp yeni şeyler öğrenmeliyiz. Sonra bu bilgiyle başkalarının yolunu aydınlatıp onlara da bilgimizi aktarmış oluruz.
Kitap okumalıyız, okutmalıyız. Arkadaşlarımızı kitap okumaya yönlendirirsek hem kendimizi hem de arkadaşımızı mutlu etmiş oluruz. Çünkü arkadaşımıza iyilik etmek bizi, bilgi edinmek arkadaşımızı mutlu eder.

Kitabın bilgisi bizim yolumuzu açar, bu yoldan ilerlersek sonunda bilgilerimizle başkalarına yol açarız. Onlar da bu yolda ilerlerse başkalarına yardım eder. Böylece toplumumuz bilinçli insanlarla dolar ancak günümüzde çoğu kişi kitap okumamaktadır. Kitap okumak çok önemlidir. Sonuç olarak ülkemizi daha iyi bir konuma getirmek için kitap okumalıyız. Ege Ilgaz YÜKSEL 7-B