16 Aralık 2015 Çarşamba

EĞİTİM HER ŞEYDİR

Eğitim, insanın doğumundan ölümüne kadar süregelen bir öğrenme sürecidir. Bireylerin yeteneklerine, kültürel faktörlere göre sistematik bir şekil verilir. Kişilerin toplum içinde yerlerini almaları için var olan bilgilerini, becerilerini, kişiliklerini geliştirmede eğitimin ve eğitmenlerin dolayısıyla öğretmenlerin rolü büyüktür. İşte tam da bu anlamda ''öğrenmenin yaşı'' sözü bunun için söylenmiştir diyebiliriz.
Eğitim, hayatımızın her alanında karşımıza çıkar. İlkokul çağında başlayan bu süreç olgunluk çağına kadar sürebilmektedir. Öylesine uzun bir süreçtir ki insan hayatının neredeyse 1/4'lük bölümünü kapsar. Bir işe başlamak için yaptığımız başvuruda eğitim hayatımız sorgulanır, bu yüzden okumak çok önemli bir servettir. Okumak bir günlük değil, bir ömür boyu devam eden bir eylemdir. Zülal Gerçek USTAOL 6-A

15 Aralık 2015 Salı

KALEM KILIÇTAN ÜSTÜNDÜR

Tarihin başından beri insanlar savaşmaktadırlar. Neden mi? Çünkü mağaralarını, eşyalarını, çocuklarını, evlerini ve arazilerini korumak isterler, bu çok da normal bir durumdur ama saldırmak ve üstünlük sağlamak için savaşmanın savunulacak bir tarafı yoktur.
İnsanlar hala saldırmanın daha üstün olduğunu zannediyorlar ama fark etmiyorlar, bilimin simgesi olan kalemle daha güzel şeyler yapacaklarını anlamıyorlar. Oysaki silah intikam duygusu ortaya çıkarır. Örneğin birisini yaraladın, o da seni yaralamak ister ancak birisine aklın, düşüncen yani bilimle karşılık verirsen, ona silah tutmayıp güzel ve özenle düşünülmüş sözcükler söylersen o da sana mantığıyla cevap verir.
Sonuç olarak bilimin, mantığın, düşüncelerin simgesi olan kalem her silahtan üstündür. Ekin Güney OKUMUŞ 5-B 

İNANILMAZ

Buna inanamıyorum, ben şu an  40 yaşındayım. İkiz kızım ve kocamdan oluşan bir ailem var. Ayrıca köpek ve kedim de var. Fotoğraflara bakıyorum da ortaokuldan tanıdığım ve sevdiğim arkadaşlarım var. Müzisyenim ve dahası arkeoloğum da. Fransa’ya, Amerika’ya gitmişim. Buna inanamıyorum, nasıl bir anda her şey böyle hızlı gelişir. Bu galiba rüya diye düşünüp kendimi tokatladım fakat rüya değil, gerçekti. Ben daha ortaokulda okuyordum. 11 yaşındaydım, nasıl olur da liseyi, üniversiteyi bir anda bitirmişim? Nasıl da evlenmiş, çocuk sahibi bile olmuşum? Ayrıca mesleğimde bayağı iyi yerlerdeyim. Amerika’yı, Fransa’yı, tek tek her yerini nasıl gezmişim? Dahası dünyayı gezmeye karar vermiş ve onun için para biriktiriyorum. Bunların hepsi rüya değil de ne? İkiz kızlarım da 11 yaşında ve kumral. Ben kahverengi saçlıydım, onlar nasıl kumral oluyor? Piyanoyu hala çalıyorum ve gösterilere  çıkıyorum, buna çok sevindim. Ortaokuldaki öğretmenlerimizle bütün sınıf buluşup her pazarları ya sinemaya, tiyatroya gidecek ya da kahvaltı yapacaktık. Her şey çok güzeldi fakat ben bu olanların hepsini yaşamak istiyordum çünkü bunun bir rüya olduğunu anlamıştım. Bunlar olacaktı fakat ben bunları tek tek yaşamak istedim ve ansızın gülerek uyandım. Şimdi ise okula gitmeliydim. Zeynep YILDIRIM 6-B

BİZİM ENGELLEYEN İPLER

Yaşamımızda bizi engelleyen bazı ipler vardır. Karşımıza sürekli çıkan bu ipler gerçek ipler değildir. İpler aslında hayatta karşımıza çıkan sorunlardır. Hayatta biz oyuncak bir kukla olursak sorunlar da bizi yönlendiren kişiler olur. Bizi engelleyen sorunlardan kurtulmak için okuyup çalışarak cesaretli ve güçlü olmalıyız. Güçlü demek, dayanıklı olup sanki demirden bir duvar gibi olmaktır. Reklamlarda da dediği güçlüyü yenebiliyorsan gerçekten de güçlüsündür. Bazı sorunlar vardır ki çalışmakla çözülmez. Mesela ailevi sorunlarda güçlü olmalıyız.
Her zaman kendimize güvenmeli, gerektiğinde çok çalışmalı, azimli olmalıyız. İnsan kendine güvenirse her derdin altından kalkar. Zor durumlarda olumsuz ve umutsuz olmamak çok önemlidir çünkü olumlu olmak, inanmak her zaman, her konuda önemli ve gereklidir. İnanmak kolay yapılan bir şeydir çünkü istediğin her şeye inanabilirsin. Ne demiş Bruce Calvert: “İnanmak, düşünmekten kolay. Bu yüzden, düşünenden çok inanan var.”
Şimdi asıl konuya dönelim; bizi engelleyen sorunlar bizim derslerde dikkatimizi, başarımızı etkileyebilir veya psikolojimizi sarsabilir yani sorunlarımızı önemsemeliyiz çünkü bu hayata bir kez geliyoruz. Önemsemeliyiz ama bazı durumlarda da çok üstüne düşmemeliyiz. Bu hayata bir kez geliyoruz, tadını çıkarmalı, bu ömürde iyi anlar geçirmeliyiz; başkasının hayatını değil de kendi hayatımızı yaşamalıyız. Zeynep YILDIRIM 6-B

14 Aralık 2015 Pazartesi

BARIŞ İSTİYORUM

Barış istiyorum
İlk önce ülkemde
Çocuklar ölmesin,
Analar ağlamasın diye.
Kendi ülkemde benim insanıma
Düşman olmak istemiyorum
El ele yaşamak varken bu ülkede
Bu düşmanlık niye bilmem
Oysaki ne kadar çok kan döküldü
Bu topraklarda
Ne geceyi bildi ne gündüzü
Çanakkale’de şehit olan atalarım
Bir karış toprağı koca vatana çevirdiler
Yurtta sulh cihanda sulh
Dedi canım ATAM
Neden şimdi birlik olamıyoruz,
Vatanımızda huzurlu yaşamıyoruz?
Ben düşmanlık ve savaş değil de
Barış istiyorum bu topraklarda.

                                                                                   Berk SİMAV  6-A

BARIŞ İSTERİM

Barış isterim ben,
Yaşadığım dünyadan,
Çocuklar ölmesin,
Analar ağlamasın.

Barış isterim ben,
Konuştuğum herkesten,
Gözyaşı olmasın,
Kahkahalar çınlatsın dünyayı.

Irmak isterim ben,
Kötülüklerin akıp gittiği,
İyiliklerin dönüp geldiği,
Bir dünya isterim,
Bembeyaz bayrakların uçtuğu,
Barış güvercinlerinin hayat bulduğu.


                                                           Bora KOZAK  5-A

BARIŞ

Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde Barış isminde bir çocuk varmış. Bu çocuk kendi ismini hiç sevmezmiş, isminden yakınıp dururmuş.
Günlerden bir gün bu çocuk kaleminin kırıldığını fark etmiş. Sınıfına kalemini kimin kırdığını sormuş. Bütün arkadaşları “KEREM!” diye bağırmış. Barış buna inanmamış çünkü Kerem sınıfındaki en yakın arkadaşlarındanmış ama eğer bütün sınıf öyle diyorsa öyledir diye düşünmüş Barış. Barış orta parmağını işaret parmağının üstüne koyarak küs işaretini Kerem’e doğrultmuş. Kerem buna çok üzülmüş.
Bu olayın üstünden 2-3 hafta geçmiş. Barış en yakın arkadaşlarından biri olmayınca bir parçası eksik gibi hissetmiş. Onun için her gün birbirinden sıkıcı geçmiş. Bunun üzerine Kerem’le barışmaya karar vermiş. Kerem bu öneriyi tereddütsüz kabul edince Barış’ın ağzı kulaklarına varmış.
Barış bundan sonra kendi isminin önemini anlamış. Kendi ismiyle övünmeye bile başlamış, Barış isminin anlamıyla ilgili güzel düşüncelere dalmış… Sarp Ada KAYA 5-A



BARIŞ ARTIK

Barış artık kendinle
Barış artık dünyayla
Etrafına bak, bak etrafına
Binlerce ülkesi uğruna ölmüş
Şehitler duruyor etrafında
Barış artık ülkenle
Barış artık dünyayla ki
Savaşlar bitsin
Dünyaya barış gelsin.

                                                Celine ŞİRİN 5-B

11 Aralık 2015 Cuma

ZORLA BARIŞ

Bir varmış, bir yokmuş. Çok eski bir krallığa hükümdarlık eden çok hain bir kral varmış. Bu kral çok zenginmiş fakat bu zenginliğini halkı ile paylaşmazmış. Ayrıca hep savaş olsun istermiş. Halkının cahil kalsın diye her şeyi yaparmış.
Bir gün krallığında çok büyük bir savaş çıkmış. Bir sürü bomba patlamış, çok kişi ölmüş. Buna itiraz eden olmuş olmasına ancak itiraz edenlerin sözleri sanki uzay boşluğunda gibi uçmuş gitmiş. Yurtta savaş gittikçe büyümüş ve bütün dünyaya yayılmış.
Kralı sevmeyen kişiler ona hain derlermiş. Bu kralın bir de kızı varmış. İsmi Merida’ymış. Merida büyüdüğünde krallığı babasının elinden kurtarmaya karar vermiş. Dünyada barış istiyormuş.  Babasına her zaman şu insanlara çektirdiğin yetti, dermiş. Ama nafile, babası onu dinlemez hatta “Bütün dünya bizim olacak kızım!” dermiş. Bir gün Merida babası Paris’e savaş açmış. Savaş alanında herkesi uyku iksiri ile uyutmuş. Savaş alanının ortasına geçip “Barış istiyorum!” diye bağırmış. “Bu dünyada barış ve kardeşlik olmazsa biz yaşamayalım daha iyi!” demiş. Herkes Merida’ya hak vermiş. Birlikte savaşı durdurmuşlar. Artık dünyada barış hüküm sürüyormuş. Kötü kral ise her zaman yaptığı gibi kaçmış. Ceyda GÜLER 5-B

PERİ İLE PRENS

Bir varmış, bir yokmuş. Çok uzak diyarların birinde bir peri yaşarmış. Peri çok dost canlısı biriymiş. Adı da Alex’miş. Alex bir gün dolaşırken çok yakışıklı bir prens peri görmüş. Şöyle düşünmüş: “Doğrusu bu çok garibime gitti. Bu küçük mahalleye hangi akla hizmet geldi ki?”
Alex’e annesi seslenmiş, bu yüzden düşünmeye fırsat bulamamış. Annesi: “Yüzünü gören cennetlik yahu!” demiş. Alex konuyu değiştirmek için “Acıkmış kudurmuştan beterdir.” demiş. Annesi gülmüş ve “Acele işe şeytan karışır.” demiş. Beraber yemek yapmaya başlamışlar. Birden kapı çalmış. Gelen prensmiş. Alex’in eli ayağına dolaşmış. Kapıyı açmış. Sonra prens ile tanışıp sohbet etmişler. Prens onu sarayına davet etmiş. Alex de hemen kabul etmiş. Ayrılırken peri prense daha çok ilgi duyuyor durumdaymış. Prens küçücük evden çıkarken ayağı kaymış ve yere düşmüş. Ama hiçbir şeyi yokmuş. Peri içinden “Sana gelecek zarar mala gelsin.” demiş.
Prens ertesi sabah Alex’i almaya gelmiş. Bu arada prens de Alex’e abayı yakmış. Prens hemencecik Alex’i evine davet etmiş. Alex de hemen yeşil ışık yakıp tamam demiş. Yolculukta Alex dan diye prense: “Eğri oturup doğru konuşalım.” demiş. “Beni seviyor musun? Çünkü ben seni çok seviyorum!” Prens periyi öpmüş. Saraya gittiklerinde kırk gün kırk gece düğün yapmışlar. Ben oradaydım, hepinize selamları var. Ceyda GÜLER 5-B

UMUTLAR VE ENGELLER

İnsanların yaşamının her bir evresinde farklı sıkıntıları olur, bu türlü sıkıntıları aşmak  için biraz zaman gerekebilir,  önlerine  engeller çıkabilir. Umutsuzluklara neden olabilir. Bunları geride bırakmak için hayatımızda bizi engelleyen sorunların üstesinden gelmeniz lazım.
Eskiden insanlar günümüz insanlarına göre daha sabırlı daha olumlu insanlardı. Günümüz insanları hayatlarında giden olumsuzlukları görüp hemen pes eder. Örneğin iş hayatında kötü gidip işinden ayrılması gibi.
Yaşamımızda  bizi engelleyen tüm olumsuzlukları sabır ve sükunetle  karşılamamız gerekir. Yapılması gereken her ne varsa sevdiklerimizle üstesinden gelmemiz hayata umutla bakmamızı sağlar. Melissa ŞİRİN 6-B

10 Aralık 2015 Perşembe

YIL 2044

Yıl 2044, aylardan temmuz. Bugün tam 40 yaşındayım. Geriye dönüp baktığımda ne kadar çok şey yaşamışım. Tevfik Fikret İlköğretim Okulu’nda okuduğum günler daha dün gibi aklımda. Zaman ne çabuk geçti. Ne kadar güzel arkadaş çevrem vardı. İlkokuldan en sevdiğim arkadaşlarımla birlikte Galatasaray Lisesi’ni kazandık. Okulda çok şey öğrendim, birçok da yeni arkadaş edindim. Gerçekten çok güzel bir okuldu. Çok çalışarak liseyi de geçtim. Üniversite için İtalya’da bir okulda tasarımcılık okudum. Üniversitede ilkokuldan beri birlikte olduğum çocukluk arkadaşlarımdan ayrılmak zorunda kaldım. Onlar da kendi istedikleri bölümler için farklı üniversitelere gittiler. Çocukluğumdan beri hayalini kurduğum bölümü okuduğum için çok mutluydum ama ailemi de çok özlüyordum. Hedefim ileride çok ünlü bir modacı olmaktı. Bunun için çok çalıştım ve hedefimi gerçekleştirdim. İş hayatında tecrübe kazanmak ve bu alanda insanlar tanımak için bir firmada işe başladım. Bir yandan da yüksek lisan eğitimimi tamamlamaya çalıştım. Çocukluğumdan beri hayalim kedi tasarımlarımı yapmaktı. Yıl 2044. Şu an 40 yaşındayım. Hayallerimin çoğunu gerçekleştirdim. Artık kendi tasarımlarımı yaptığım bir butiğim var. Çok mutluyum… Ayça Deniz KAYA 6-A

YENİ BİR HAYAT

Bir gece yatağımda yatarken bir rüya gördüm. Bir uyandım büyümüşüm, boyum 2 metre olmuş. Ve sonradan net olarak hatırladım ki bir önceki gece rüyamda çocuk olduğumu görmüşüm.
İşime gitmek için hazırlandım. Bir bilgisayar mühendisiydim. Program yazıyordum. İyi bir işti. 1980 model korvetimle çalıştığım yere geldim. Çalıştığım firmanın adı Rockstar’dı. Orada çok iyi bir arkadaşım vardı. Adı Jordan’dı. Sevmediğim bir yanı vardı, o da çok sigara içmesiydi fakat onu severdim. İşimde bir oyun üzerine program hazırlardık. İş bitince arabama atlayıp eve giderdim. Eve gitmem tam 2 saat sürerdi çünkü evim şehir merkezinden uzakta, dağdaydı. Eve gelirdim. Yalnız yaşardım. Yemeğimi yiyip kitap okurdum. Sonra çalışmaya başlardım. Bir günüm böyle geçerdi. Mehmet ÖZGÖR 6-A

BARIŞ SONRASI MUTLULUK

Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde birbirinden nefret eden iki ülke varmış. Bu ülkeler nefret ve acı ile beslendikleri için sürekli aralarında kavga ederlermiş. Kara Bulutlar Ülkesi Karanlıklar Ülkesi’ne, Karanlıklar Ülkesi de Kara Bulutlar Ülkesi’ne hükmetmek istiyormuş. Tüm bu kavgaları,  anlaşmazlıkları iki parça toprak için yapıyorlarmış.
Ve bir gün uzak diyarlardan ak sakallı bir dede çıkagelmiş. Bir zamanlar kardeş gibi yaşayan bu ülkelerin bu duruma düşmesine inanamayıp iki ülkenin insanlarına unutulan barışı anlatmış. İnsanların bazıları değişmek isteyip başarırken bazılarının ise hiçbir şekilde duyguları değişmemiş. Zamanla insanlar kendilerini yıpranmış, mutsuz, umutsuz hissettikleri için barış kelimesi onlar için daha anlamlı gelmeye başlamış.
Bir gün Kara Bulutlar Ülkesi’ndeki insanlar isyan edip “Biz artık kavga değil, dostluk ve barış içinde yaşamak istiyoruz.” demişler. Aynı hisleri Karanlıklar Ülkesi’ndeki insanlar da hissedince iki ülkenin başındaki liderler barışın olmasına karar vermişler. Bunun üzerine Kara Bulutlar Ülkesi Beyaz Bulutlar Ülkesi’ne dönüşmüş, Karanlıklar Ülkesi de Aydınlıklar Ülkesi olmuş. Ve tüm insanlar barış sonrasında kardeşçe mutlu ve huzurlu bir yaşam sürmüşler. Melissa ŞİRİN 6-B

BARIŞ OLMALI

Barış olmalı
Bütün dünyayı sarmalı
Küçükler cıvıl cıvıl koşup oynarken
Büyükler sevgiyle bakmalı.
Barış olmalı dünyada.

Kuşlar özgürce uçabilmeli
Uçurtmalar özgürce havalanmalı
Çocukların elinde.
Çiçekler rengarenk barış kokmalı
Barış olmalı dünyada.

Gökkuşağı gibi
Barış köprüsü kurulmalı
Dünyanın bir ucundan bir ucuna.
Bu köprünün altında insanlar kucaklaşmalı.
Barış olmalı dünyada.

Sen, ben olmamalı,
Biz olmalı.
Kötülüklerden arınmalı,
Barış kazanmalı.
Barış olmalı dünyada.


                                   Ayça Deniz KAYA 6-A

BARIŞ

Barış her olumlu duyguyu içeren mutluluktur.
Adaletle, özgürlükle arkadaş.
Rüya değil, hayal değil gerçek ihtiyacımızdır.
Istırabını dindirebilecek insanlığın,
Şok eden savaşlara karşı.


                                                             Uras SEÇGİN 6-B

9 Aralık 2015 Çarşamba

PRENS, PRENSES, BARIŞ

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, uzak diyarlarda bir prens varmış. O zamanlar çok savaş oluyormuş. Bir gün bir ülkeyle savaşırlarken bir kız görmüş. Kız çok güzelmiş. Prens çok fazla araştırma yapmış ve kızın kim olduğunu bulmaya çalışmış. O ülkeyle olan bir sonraki savaşlarına kadar araştırmış. Savaş günü gelmiş çatmış. Savaş sırasında prens o kızın düşmanın kızı olduğunu görmüş çünkü kız düşman krala sarılıyormuş. Prens hayal kırıklığına uğramış. Ve savaş bitince odasına kapanmış. Akşam yemeğine kadar düşünmüş ve babasına bu olayı anlatmış. “Hemen bir barış yolu bulalım.” demiş. Prens babasına çok teşekkür etmiş. Düşmanlar barışmış. Önce barıştıklarını ülkelerine duyurmuşlar. Sonra barışın önemi ile ilgili bir yazı yazılmış.
Bu yazının metni aşağıdaki gibiymiş:
Barış önemlidir çünkü,
·         Mutluluk,
·         Huzur,
·         Sevinç,
·         Hoşgörü,
·         Saygı getirir.
Bunlar yaşandıktan sonra prens karşı krallığın kızı ile tanışmış. Kız da prensi çok sevmiş ve bunu babası ile paylaşmış. İki kral konuşmuş ve çocuklarını evlendirmişler.
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine. Gökten 3 elma düşmüş. Kimin ne muradı varsa onun başına.Yağmur KASKAN 6-B

ANAHTARIN ŞİFRESİ

Bir varmış, bir yokmuş. Bir mahallede üç arkadaş varmış. Bunların adı Ali, Murat ve Esra imiş. Üçü de yoksul bir ailenin çocuklarıymış. Her gün okul çıkışı sokakta oyun oynarlarmış. Bir gün okul çıkışı üç arkadaşın da karnı zil çalıyormuş. Evden yemek almaya gitmişler. Ali'nin annesi: "Biri yer, biri bakar, kıyamet ondan kopar, paylaşın bu yemeği.” demiş.
Yemeklerini alır almaz sokağa geri dönmüşler. Birden Murat'ın gözleri fal taşı gibi açılmış. Yerde bir anahtar görmüş.  Üç arkadaş anahtarı incelerken güneş ışığında ortaya simgeler çıktığını görmüş. Bu simgeler yaprak, su damlası ve 7 rakamı imiş. Esra: "Kalıbımı basarım ki bu su damlası bizim evin oradaki gölü simgeliyordur." demiş. Bu fikir diğerlerine mantıklı gelmiş. Ertesi gün göle gitmişler ve ipucu aramaya çalışmışlar. Murat diğer ikisine: "İki ayağımı bir pabuca sokmayın." demiş. Üç arkadaş eve dönerken yoldaki bir çocuk: "Murat ile Esra çok yakın mı ne?" demiş. Ali Murat'ı teselli etmek için "Boş ver, elin ağzı torba değil ki büzesin." demiş. Bu olaydan sonra herkes evine dönmüş. Esra anne ve babasının tartıştığını görmüş. Annesinin şu sözünü duymuş Esra: "Ayağını yorganına göre uzat bey!" Ertesi gün üç arkadaş gölün etrafında tekrar buluşmuşlar. Ali Esra'ya: "Bu ne hal, yüzünden düşen bin parça." demiş. Esra dün gece olan tartışmayı anlatmış. O sırada çıkan bir rüzgarla yapraklar uçuşmuş. İşte o an Murat'ın aklına anahtardaki yaprakların ağacı simgeleyebileceği aklına gelmiş. Hemen gölün etrafında diğer simge olan 7. ağacın altını kazmışlar. O an en mutlu oldukları anmış çünkü hem bir şifre çözmüşler hem de torba torba altın bulmuşlar. Bir yandan da ailelerini zor durumdan kurtarmışlar. Esra tüm okula dondurma ısmarlamayı önermiş ama Ali: "Bütün paramızı harcamayalım çünkü siz de biliyorsunuz ki sakla samanı gelir zamanı." Barış ERYAVUZ 5-B 

BARIŞ OLSUN DÜNYADA

Bir savaş var dünyada,
Bir de barış.
Ama biz savaşı seçiyoruz,
Kötü yolda gidiyoruz.

Durduralım bu savaşı,
Barış getirelim dünyaya.
Barış iyilik demek,
Sevgi ve saygı demek.

Barış olsun dünyada,
İhtiyacımız var iyiliğe,
Sevgiye ve saygıya,
Son verelim artık bu savaşa.



                                                  Barış ERYAVUZ  5-B 

8 Aralık 2015 Salı

TATLIŞ KİRAZLAR

       Bir zamanlar Menekşe ve Yunus adında çok iyi iki arkadaş varmış. Menekşe Pıtır Köy’de, Yunus ise Çıtır Köy’de yaşarmış. Birbirine komşu olan bu iki köyün insanları kiraz ile geçimlerini sağlarlarmış. Menekşe ve Yunus, yasak olduğu halde her gün uzun süre oynarlarmış. Bir gün buluştuklarında şelalenin orada oynarken bir kulübeye rastlamışlar. Kapıyı çalınca yaşlı bir adam kapıyı açmış. Çocuklara bu iki köy arasındaki düşmanlığı anlatmış ve bunun bir kiraz festivalinde başladığını söylemiş. Ve devam etmiş: “Kiraz Festivali’ne birçok insan ve gurme gelmiş. Gurmeler iki köyün kirazını da çok güzel bulmuşlar, çok büyük bir firma bu kirazları bir marka adı altında satmak istemiş. Pıtır Köy’den biri hemen atılmış: “Bu markanın adı ‘Pıtır Kiraz’ olmalı.” demiş. Çıtır Köy’den biri ise: “Tabii ki de hayır, ‘Çıtır Kiraz’ olacak.” demiş. Böylece aralarında çok büyük bir kavga başlamış. Ve bu kavga yıllar süren bir düşmanlığa dönüşmüş.”
   Çocuklar bunun üzerine bir kiraz festivali düzenlemeye karar vermişler. İki çocuk da kendi köylerindeki insanları şelalenin orada bir kiraz festivali düzenlenmesine ikna etmiş. Çocuklar kiraz festivalinin günü gelince her şeyi hazırlamışlar ve festivale yaşlı adam dahil başka birçok köyden insan çağırmışlar. Dışarıdan gelen insanlar, gurmeler iki köyün kirazını çok güzel ve aynı bulmuşlar.      Kirazlarının herkes tarafından beğenildiğini gören köylüler kirazları arasında fark olmadığına ikna olmuşlar, köylüler çocuklara çok teşekkür etmişler ve festivalleri çok özlediklerini söylemişler. Menekşe ve Yunus firma sahiplerini de çağırmışlar ve artık kirazlarını alabileceklerini söylemişler. Firma sahipleri markanın adının ne olacağını sormuş. Menekşe: “İki köyün de isminden oluşan “Pıtır Çıtır Kirazlar” olsun demiş. Yunus da hemen atılmış: “O zaman “Çıtır Pıtır Kirazlar” olsun demiş. Menekşe tam itiraz edecekken durmuş ve düşünmüş. Yaşlı adamın dedikleri aklına gelmiş ve Yunus’a bakarak gülmüş, sonra herkes gülmeye başlamış. Menekşe: “Tamam buldum! ‘Tatlış Kirazlar’a ne dersiniz?” demiş. Bu isim herkesin hoşuna gitmiş ve “Tatlış Kirazlar” adında yeni bir marka ortaya çıkmış. Bu olaydan sonra Pıtır Köy ile Çıtır Köy’ün düşmanlığı sona ermiş. Menekşe  ve Yunus  bu duruma çok sevinmiş. Herkes barış içinde mutlu mutlu yaşamış. İdil TÜRK 5-B

7 Aralık 2015 Pazartesi

KIDEMLİ DEDENİN DEĞERİ

Bir varmış, bir yokmuş, bir zamanlar dedesiyle yaşayan bir çocuk varmış. Adı Ali’ymiş. Kış günü dedesi şöminenin yanında gazetesini okuyor, Ali cama bakıp kara kara düşünüyormuş. Dedesi sormuş:
-Ne düşünüyorsun öyle bakayım sen?
-Dedeciğim, hangi mesleği seçeceğime karar veremiyorum. İtfaiyeci mi olsam, yoksa pilot mu?
-Ben onu bilemem, ona sen karar vereceksin. Paul Valery demiş ki: “Hayalleri gerçekleştirmenin en iyi yolu başarmaktır.” Sen hangi konuda daha başarılı olduğunu, hangi konunun seni sıkmayacağını düşünüyorsan onu seçeceksin. Bıkmak yok! Hem bir işin en iyisini yapman gerekir, iyi bir Türk vatandaşı olup Atatürk’ün dediği gibi: “Zafer, zafer benimdir diyebilenindir. Başarı ise başaracağım deyip başardım diyebilenindir.” İtfaiyeci mesleğinin hakkını verecek, pilot ise pilotluğunun. Mühendis, mühendisliğinin hakkını bilecek, öğretmen, öğretmenliğini. Einstein’in dediği gibi: “Bir ülkenin geleceği, o ülkenin eğitimine bağlıdır.” Bazı öğrenciler diyor ki: “Ben futbolcu veya basketbolcu olacağım. Matematik veya sosyal öğrensem ne olacak?” Oysa hem cahil olmamak hem de gelecekte her öğrendiğimiz işimize yarayabileceği için öğrenmeliyiz. Yani “Sakla samanı, gelir zamanı.” ve “Damlaya damlaya göl olur.” gibi. Yani derslerine önem vermen gerekir sevgili torunum. Çehov’un dediğini unutma ki: “Aşılması mümkün olmayan hiçbir engel yoktur.” Yani mesleğini sen seç torunum. Gözünün etini yiyeyim çalış.
-Dedeciğim, muhteşem anlatman bir yana o kadar çok özdeyiş ve atasözü kullandın ki umarım ben de senin gibi kültürlü olurum.
-Olacaksın tabii, kimin torunusun. Ama biz de kıdemli olduysak ucunda emek ve çalışmak vardır, sana güveniyorum.  Zeynep KOÇ 5-A

ÇOCUK VE BARIŞ

Çocuklara barışı anlatmalı,
Öğretmeli.
İsim olan Barış’ı değil,
İçinde mutluluk, huzur, dostluk
Olan barışı…
Öğretmeli,
Renk, ırk, din, millet ayrımı yapmaksızın
Kardeşçe yaşayabilmeyi,
Bir Fransız öldüğünde
Ağlayabilmeyi,
Bir mülteci çocuk boğulduğunda
Suçluluk duyabilmeyi
Öğretmeli çocuklara.
Çocuk ve barış birbirine benzer,
İkisi de narin, kırılgan.
Barış için çocuklar,
Çocuklar için barış gerekli.
Her ikisi de korunmalı,
Çünkü barış giderse
En çok çocuklar ölür…

                                                             Mehmet Mert DALKILIÇ  6-A

BİR DOZ BARIŞ

İşte, ne olduysa olmuştu. Talya’nın sabah ödevi yoktu.  Öğlen yemeği koca okulda bir tek ona kalmamıştı. Akşam servisi kaçırmıştı. Bu olayları evde düşünedururken annesi bir yandan yemeği yakmıştı. Bütün bunların aynı gün olması tesadüf değildi elbet. Biri ona şaka yapıyor olmalıydı. Ama kim? Artık Talya’nın dedektif olma sırası geldi de geçiyordu bile. Kendine bir çanta hazırladı. İçine bir fener, bir parça ip, biraz su, birkaç oyuncağı ve yedek pil aldı. Bunlara pek ihtiyacı olmasa da filmlerde hep vardı. Talya çok özeniyordu doğrusu, ertesi gün okula dedektif çantası ile gidecekti. Çok heyecanlıydı, yemeğin yanmasını bile umursamadı.
Erkenden uyudu, kuş cıvıltılarıyla uyandı. Bu güzel sabahın tadını çıkarmak istedi. Çantasına bir daha baktı, heyecanla kahvaltısını yaptı, okul servisine bindi. Serviste heyecanının yerini bir anda korku aldı, üç yıl boyunca her gün bindiği servis uçuyordu. Bu doğru! Çantasına sıkıca sarıldı. Arkadaşlarının yerinde bomboş koltuklar vardı.  Gözünü bir daha açıp kapadı, rüyada da değildi. Hızla bulutların üzerine yükseliyordu. Şimdi ise korkuyu şaşkınlık bastırıyordu. Talya gözlerine inanamadı. Bulutların arasında pembe turuncu karışımında bir ev vardı. Kapısında “23” numara ve  “Talya” yazıyordu. 23 numara Talya’nın uğurlu sayısıydı. O eve doğru ilerledi. Yavaşça kapıyı araladı. Kapı açılınca bir köy çıktı karşısına. Küçükkenki hayallerinden bile  güzeldi. Yürümeye başladı. Her adımında bir ses çıkıyordu. Hızlı yürümeye başladı. En sevdiği şarkı çalıyordu, bu köy ona göre ayarlanmıştı. En sevdiği renkler, uğurlu sayısı, en sevdiği şarkı ve ismi… Bunlar da tesadüf değildi. Yanından birisi geçti. Ona ben neredeyim diye sordu. Yanındaki kadın el işaretleri ile ona bir şeyler söylemek istediyse de  Talya bunu anlamadı. Hiç ses yoktu. Anladı ki burada dil de yoktu. Konuşulan dil olmadığına göre ses de yoktu doğal olarak. Kenarda iki kadın kavga ediyordu. El hareketleri ile olunca  gülesi gelmişti Talya’nın. Ama gülmedi. Yanlarına gidince  gerçekten ciddi olduğunu anladı. Aralarına girdi. El hareketlerinden bir şey anlamadığı için ses çıkarmadı. Birden daha büyük bir ses geldi Talya’nın arkasından. Aslında küçük ve önemsiz değil, büyük ve ciddi bir kavgaydı. Ama hiçbir şey anlamıyordu. Bütün halkı yanına topladı. Kavgalı olanlar sinirle geldiler. Bir tarafa bir grup,  diğer  tarafa bir grup geldi. Öncelikle  Talya onlara Türkçeyi öğretmek istiyordu. Zaten Talya’nın Türkçesi iyiydi. Orada yaşayanlar da zekiydiler zaten. Bir makine ile bütün bilgileri kolaylıkla beyinlerine ilettiler. Artık ses vardı. Talya’nın ağzı açık kaldı. Tek dediği şey “Kavgalar bitmeli.” oldu. Halk bunu duyunca ne yapmalıyız diye sordu. Talya “barış” dedi. Onlara kısaca savaşın zıt anlamlısı deyince daha iyi kavradılar. Sorunlarını konuşarak hallettiler. Herkes mutlu olmuştu. Her tarafta ses vardı ama barış sesleriydi.
Herkes barışmış, kavgalar bitmişti. Köyün kapısındaki Talya’nın ismi ve uğurlu sayısı ne içindi peki? Dedim ya zekiydiler. Atlamışım, geleceği de görüyorlar. Talya’nın geleceğini biliyorlardı. Barışı da biliyorlardı ama biz bilmiyorduk… B. Elif NALÇAKAN 5-B

ERİK ÇEKİRDEĞİ

         Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde bir çocuk yaşarmış. O çocuk bir gün erik yemiş ve çekirdeğini dışarı atmış. Erik çekirdeğinin duyguları varmış. Erik çekirdeği meğer ağlıyormuş çünkü o toprağa değil, yola düşmüş. Ama onu bekleyen çok zorluk ve sorun varmış. Erik çekirdeği birdenbire yerin titrediğini hissetmiş. Bir bakmış araba geliyor! Çok korkmuş, son anda bir çocuk gelmiş ve erik çekirdeğine bir tekme atmış. Arabadan kurtulmuş ancak çocuk ona o kadar sert vurmuş ki canı çok acımış. Her yeri acıyormuş ancak pes etmemiş çünkü biliyormuş ki zorluklar başarının değerini artıran süslermiş. Sonra rüzgâr çıkmış ve onu yollardan uzaklaştırmış. Sizce nereye gitmiş? Erik çekirdeği rüzgâr çıktığında o kadar çok sarsılmış ki baygınlık geçirmiş. Gözlerini açtığında tarladaymış ama bir fark varmış. Orada bir sürü aralarına yeni gelen erik çekirdeğini konuşan bitkiler varmış. Erik çekirdeği çok mutlu olmuş çünkü yalnız taş duvar olmazmış ve artık arkadaşları olduğuna göre iyi bir hayat yaşayabilirmiş. Aralarından bir tanesi erik çekirdeği gibi bir tohummuş. İsmi ise Kahraman Cek imiş. Kahraman Cek’in en büyük korkusu fırtına imiş çünkü fırtına diğer bitkiler gibi kökü olmayan erik çekirdeği ve Kahraman Cek’i uçurabilirmiş. O yüzden her gün fırtına çıkmasına önlem olarak yanında erzak taşırmış. Gelmiş,  çatmış fırtına günü ve Kahraman Cek ve erik çekirdeğini çok uzağa fırlatmış. Erik çekirdeği hırpalandığı halde mutluymuş. Kahraman Cek ile aynı yere düşmüş, ayrıca bir de Kahraman Cek’in erzağı varmış. Ama bu seferki faklı bir zorlukmuş. Onlar çöldeymişler! Sonra karşılarına birdenbire bir çöl tilkisi çıkmış. Biliyorsunuz ki çöl tilkileri rahat durmaz. Tilki arkadaş canlısı gibi davranarak erik çekirdeğini kapıp gitmiş. Kahraman Cek’in yanında ip varmış. İpi tilkinin kuyruğuna bağlayıp onunla birlikte gitmiş. Tilki erik çekirdeğini kırmaya çalışırken Kahraman Cek yardımına koşmuş. Birlikten kuvvet doğarmış ve tilkiyi birlikte yenmişler. Tilki yenildikten sonra onların çaresiz olduklarını anlayıp onların yardımına koşmuş.
Aradan üç ay geçmiş ve sonunda tarlaya varmışlar. Vardıklarında bahçıvan onları görmüş ve onlara destek olmuş. Yıllar sonra erik çekirdeği bir erik ağacı ve Kahraman Cek ise bir çınar ağacı olmuş. Sabreden derviş muradına ermiş. Sonra her taraflarına tohum saçarak ve yardımlaşarak nerede ise orman olmuşlar. Ne de olsa bir elin nesi var, iki elin sesi varmış. Kıvanç David BULDAN 5-B

4 Aralık 2015 Cuma

BARIŞ

Kavgasız gürültüsüz bir  yaşam,
Huzur  içinde  yattığımız  bir  akşam,
Neşe  içinde  kalktığımız  bir  gün,
Tüm dünyada  keşke  barış  olsa  her gün.

Dünyada  hiç   savaş  olmasa,
Bütün  çocuklar    hiç  ağlamasa,
Tüm  silahları   toplayalım,
Herkese   şeker  dağıtalım.

Barış  zamanı  bitti  yine,
Savaş  başladı   gene,
En  büyük  silahımızı  kullanalım,
Sevgiyle barışı sağlayalım.

Yıldız  ŞUURLU 6-B


2 Aralık 2015 Çarşamba

BİR ADIM AT SADECE BARIŞ İÇİN

Tek bir şey istedim,
Sadece bir tane.
BARIŞ istedim,
Sadece bir kere.

Savaş oldu,
Barış istedim.
Kavga oldu,                                                                                           
Barış istedim.
Küslük oldu,
Barış istedim.

Kalmamış sevgi,
Kalmamış dostluk,
Dostluk nadir,
Kardeşim diyebildiğiniz
İnsanlık.

Barışı iste,
Dinleme düşmanlık isteyenleri,
Dinleme barış karşıtlarını
Dinle, sadece yüreğini dinle.

Kırma kalpleri,
Kırsan bile onar.
Kavgalar bitsin,
Dostluk olsun.

Kavgan olmasın onlarla,
Anlaşmazlık olmasın.
En azından bir tane
Can dostun olsun.

İlk adımı sen at,
Bir şey kaybetmezsin.
Önce sen, sonra dünya
Herkes barışsın.

Savaş olmasın,
Kavga olmasın,
Küslük olmasın,
Can dostum dediğin
Dostların olsun.

Sadece onun için,
Her şeyi göze alacağın,
Canın gibi
Dostun olsun.

İlk adımı sen at,
Gerisi gelir.
Dostluk dediğin,
Böyle olur.

İlk adımı sen at,
Can dostun yanındadır,
Dostların arkandadır,
Arkadaşların uzakta bile olsa
YANINDADIR.

                                                                          Duru AZARSIZ 6-B

ALİ'NİN KÖYÜ VE ALDIĞI DERSLER

Bir varmış, bir yokmuş, uzaklarda bir köyde Ali adında bir çocuk yaşarmış. Ali’nin ailesinin durumu iyiymiş ama her zaman istediklerini alamıyorlarmış. Ali kendisine verilen harçlığı hep harcarmış. Annesi ona bir gün “Damlaya damlaya göl olur oğlum, kullanmadığın paraları harcama, biriktir.” demiş.
Ali o günden sonra hep parasını biriktirmiş. Artık istediği şeyleri alabiliyormuş, tabii ki bir bütçe sınırı varmış. Alilerin bir de kedileri varmış. Kedileri hiç sabırlı değilmiş bu yüzden sinek yakalaması için Ali ona hep “Sabır kuvvetin diğer adıdır.” demek istermiş ama nerde? Kedisi anlamaz ki. Ali’nin birçok arkadaşı varmış. Bir gün top oynarlarken Ali topa bir vurmuş, en sinirli komşuları Ahmet Amca’nın evine gitmesin. Allah şimdi ayıkla pirincin taşını. Tam o sırada aşağı Mehmet Amca inmiş. Ahmet Amca “Çocuklar, burada geçirdiğiniz zamanı çalışarak geçirseniz okul birincisi olursunuz, haydi gidin evinize, ben yumuşatırım Mehmet Amca’yı.” demiş. Sonra tüm çocuklar evine dağılmış. Ertesi gün Ali dışındaki her çocuk Mehmet Amca’nın gelmesini dört gözle beliyormuş çünkü hepsi Ali’nin yaptığını söyleyecekmiş. Bazıları Ali ile dalga geçeceklermiş. Ama hiç ummadıkları bir şey olmuş. Ahmet Amca gelip Mehmet Amca’nın taşındığını söylemiş. Ali, Mehmet Amca’nın bizim yaptıklarımız yüzünden çileden çıkıp taşınabileceğini düşünmüş. Ali hem kıl payı kurtulduğunu düşünmüş hem de etekleri zil çalmış. Arkadaşları Ali’ye güldükleri için kendi başlarına gelirse diye korkmuşlar. Ekin Güney OKUMUŞ 5-B  

21 Kasım 2015 Cumartesi

AYNADAKİ BEN

Odama dolan güneş ışığı yüzünden gözlerim kamaşarak uyandım. Anlaşılan yatarken perdeleri çekmeyi unutmuşum. Yatakta şöyle bir doğruldum ve odanın benim odam olmadığını fark ettim. Ellerimle gözlerimi ovuşturarak etrafıma tekrar baktım ve bu odanın gerçekten benim odam olmadığını anladım. Oda bembeyazdı ve benim genç odası takımımla alakası bile olmayan mobilyalarla doluydu.
İçimde garip bir hisle yataktan kalktım ve neredeyse bayılıyordum. Dolabın boy aynasında gördüğüm kişi kesinlikle ben olamazdım. Kırk yaşlarında bir kadın bana bakıyordu. Dikkatli inceleyince bu kadının benim büyümüş halim olabileceğini tahmin ettim. Aynanın üstündeki dijital takvim 2044’ü gösteriyordu. Gözlerime inanamadım. Ben uyurken tarih 2015’ti. Sonra aynaya yansıyan 40 yaşındaki halime baktım. Ne yüzümde kırışıklık vardı ne de saçımda beyazlar; Fena gözükmüyordum. Birden merak ettim. Nerede yaşıyordum? Ne iş yapıyordum? Evli miydim? Çocuğum var mıydı? Bu sorulara yanıt bulmak için odadan çıktım ve dönen merdivenlerden aşağı inmeye başladım.
İndiğimde karşıma bir elinde cep telefonu, diğer elinde not defteriyle, genç bir kız çıktı ve hızlı bir şekilde konuşmaya başladı:
“Günaydın Eylül Hanım! Hemen bugünkü programınızı size hatırlatayım. Venüs’ün Çocukları adlı bilimkurgu serinizin ikinci kitabının 12. baskısı için yayınevi sizden haber bekliyor, hemen aramalısınız. Ayrıca yine serinizin ilk kitabının filmini çekmek isteyen bir yönetmen var. Ayrıca sizin de sette bulunup genç oyunculara ipucu vermenizi istiyor ve ödüllü bir oyuncu ve yazar olarak fikrinizi ve onayınızı bekliyorlar. Bu arada mezun olduğunuz Juillard Konservatuvarı’ndan aradılar. Haftaya cuma günü okulun 138. kuruluş yıldönümü için konferans verip veremeyeceğinizi soruyorlar. Ha unutmadan, eşiniz az önce aradı. Son filminin galası çok güzel geçmiş. Kızınızın lisesinde bu akşam balo var. Aldığınız elbiseyi paketledim, birazdan göndereceğim. Son olarak müzisyen arkadaşınız Ekin Hanım aradı. Yarın akşam saat 20.00’de sizi evine bekliyor.”
Konuşmalarından asistanım olduğunu sandığım genç kızın soluk almadan aktardığı programımı şaşkın bir şekilde dinledim. Söyledikleriyle neredeyse tüm hayatımı birkaç cümleyle özetleyivermişti. Bu hayatı yani hayallerimdeki hayatı yaşayabilmem için çok ama çok çalışmam gerektiğini biliyordum. Hemen merdivenlerden yukarı çıktım, odanın kapısını açtım ve kendimi 12 yaşımdaki halimde ve odamda buldum.  Eylül ŞIRAY 6-A 

19 Kasım 2015 Perşembe

BUGÜNÜN İŞİNİ YARINA BIRAKMA

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal, pire berber iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, bağda üzüm bekler, derede odun yüklerken; alem uykuda ben pusudayken, yedi kişilik bir aile varmış. Çocukların annesi ve babası ölünce kardeşler öksüz kalmış. Eğitimlerini tamamlamışlar ancak en küçük kardeş daha beş yaşındaymış. Bunun üzerine diğer dört kardeş çalışıp para kazanmayı önermişler. Bu plan hepsinin hoşuna gitmiş. Bunun üzerine iki kardeş sabahları, iki kardeş de akşamları babalarının mağazasına gitmeye başlamışlar ancak bu durumu en küçük kardeşe söylememişler. Her gün, her gün mağazaya gidiyorlarmış artık. İki kişi, iki kişi işi beceremiyorlarmış. En büyük kardeş: “Birlikten kuvvet doğar.” diyerek diğer iki kardeşi çağırmış. Bir kardeş gelmek istememiş. Israr etmişler ama inatla gelmek istemediğini belirtiyormuş. En büyük kardeşin sabrı taşmış. “Zorla güzellik olmaz.”  diyerek ısrar etmekten vazgeçmişler.
Üç kişi denemişler, olmamış. Kardeşlerde dayanacak can kalmamış. Yeni birisini alalım demişler. Yapmışlar da… Böylece çürük tahtaya basmışlar. Tabii adam ilk önce iş teklifini kabul etmemiş. “Niye” diye sorunca en büyük kardeş sinirlenip “Üzümü ye, bağını sorma!” demiş. Adam korkup kabul etmiş. Çok konuşkanmış. Bir süre sonra adam patronluk taslamaya başlamış. Olmayacak bir şeyde “Bal gibi de olur.” deyip geçiştiriyormuş. Daha sonra zor olsa da adamı oradan kovmuşlar. Gökten üç elma düştü; biri bana, biri dinleyenlere, diğeri de bütün iyi insanlara olsun.” Elif NALÇAKAN  5-B

17 Kasım 2015 Salı

KRAL MUSH VE PERİ

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, günlerin birinde çok heybetli bir sarayda yaşayan bir kral varmış. Kral Mush o kadar açgözlüymüş ki her şeyin onun olmasını istermiş.
Bir gün Kral Mush sarayın görkemli koridorlarında volta atarken yerde bir altın bulmuş. Çalışanlarından birininmiş bu altın. Kral Mush altını cebine koyup yola koyulmuş. Altını düşündükçe ağzından suları akmaya başlamış. Yürürken az ileride bir işçinin ağladığını görmüş.
-Ne oldu Hacivat? Neden ağlıyorsun? diye sormuş.
-Altınımı kaybettim kral efendi! Herhalde çalışırken düşürdüm. Her yere baktım; yok, yok, yok! Nerede ki bu altın?
Kral bunu duyunca içinden “İşte şimdi ayvayı yedim.”diye geçirmiş.
-Bir altın için mi bu kadar üzülüyorsun? A akılsız adam. Al altınını ama unutma ak akçe kara gün içindir.
Aslında Kral Mush altını vermekten pek hoşlanmamış. Ama ne yapsın adam? Sonuçta sel ile gelen yel ile gidermiş. Benden söylemesi, bu lafı boşuna söylememişler…
           Aradan birkaç gün geçmiş. Kral Mush bir gece uyurken göz alıcı bir ışık güzelim rüyasını bölüvermiş. Ne olduğunu anlamaya çalışırken şok olmuş. Karşısında bir peri duruyormuş. “Kralım benden üç dilek hakkınız var.” demiş. “Ya iyi kullanırsınız ya da hiç kullanmazsınız. Karar sizin. “Kral açgözlü demiştim ya hemen periyi tutmuş. Ve şöyle demiş:
-Evet! Güzel üç dilek söyleyeceğim sana. Ancak peri minik bir uyarıda bulunmuş.
-Kralım, dikkatli olun ha, sakın baltayı taşa vurmayın. Geri dönüşü olmaz sonra!
Kral periden ekstra zenginlik, sağlık ve ömür boyu yetecek kadar altın dilemiş. Tüm dilekleri gerçek olmuş. Aradan yıllar geçmiş. Altınlar suyunu çekmiş. Öyle olunca kral etrafındaki yalancı dostlarını da teker teker kaybetmeye başlamış. Eee, ne de olsa düşenin dostu olmazmış. Kendi kendine düşündüğü bir gece peri çıkagelmiş. Kral onu görünce çok sevinmiş.
-Ne o kral efendi? Talimatlarıma uymamışsın anlaşılan. Bütün altınları tüketmişsin. Oysa sakla samanı gelir zamanı demiş atalarımız. Sen hiç uymamışsın.
Kral o gece hatasını anlayıp sabah olmadan bütün çalışanlarından özür dilemiş. Çalışanlarına zam yapacağını söylemiş. Ancak bu zam parayla değil sevgiyle olacakmış. Çünkü tatlı dil yılanı bile deliğinden çıkarırmış. Gökten üç elma düştü; biri bana, biri dinleyenlere, diğeri de bütün iyi insanlara olsun.”

13 Kasım 2015 Cuma

EĞİTİM

Her insan bilgisiz doğar ama yaşamını sürdürebilmesi için de eğitim alması gerekir. Eğitim sadece okulda verilmez, eğitim aileden başlar ve biz her zaman farkına varmasak da gereken yerlerde bir servet gibi karşımıza çıkar. Eğitimle insanlar hayatta kendilerine ve insanlığa gerekli olabilecek bilgileri öğrenir, gerektiği zaman da kullanır. Eğitim almayan insanlar ise çoğu zaman kritik durumlarda ne yapacaklarını bilmezler.
Eğitim bir ülkenin gelişmesi için de gereklidir. Toplumun gelişebilmesi için o toplumdaki insanların iyi bir eğitim alması şarttır. Dünyadaki kötülük çoğu zaman cahillikten kaynaklanır.
Eğitim ile sosyal hayatta, yaşamda gerekli olan davranış ve insan ilişkilerinden tutun da bilime kadar her konuda bilgi sahibi oluruz. Eğitim alan bir kişi resmi bir yerde nasıl davranılacağı hakkında bilgi sahibi olup işini nazikçe yaptırırken, eğitim almamış bir insan kaba davranışlarda bulunarak başka insanlarla ilişkilerinde sorun yaşayabilir. “Beyefendi, şu işlemi yaptırmak istiyorum, acaba mümkün mü?” ile “Benim şu işimi çabuk yap acelem var.” cümleleri arasındaki fark açıkça görülmektedir. Nerede yaşarsak yaşayalım, gelir düzeyimiz ne olursa olsun her zaman eğitim seviyemizi yükseltmek için gerekli gayreti göstermeliyiz. Ayça KAYA 6-A

O KADAR KOLAY MI?

              Size bir şey sorsam ne dersiniz? Size “Atatürkçü müsünüz?” diye sorsam çoğunuz “Evet” dersiniz. Peki, o kadar kolay mı? Günümüzde cumhuriyet çocuğu olmak için “Ben Atatürkçüyüm.” demek yeterli mi?
              Cevap bence “Hayır”. Atatürkçü olmak demek; vatanını tanıyıp seven yurttaşlar olmayı, Atatürk’ün ilke ve inkılaplarını benimseyen vatandaşlar olmayı, cumhuriyeti bilip seven, hak ve özgürlüklerini kullanan, demokratik bir birey olmayı gerektirmektedir. Atatürkçülük bir yaşam biçimidir; özgür, demokratik ve laikliği savunan bir düşünce sistemidir. Günümüzde bir cumhuriyet çocuğunun sahip olması gereken ilk ve en önemli ilkedir. Vatanımızın verimli toprakları ve zengin yeraltı kaynakları var, aynı zamanda çok eski ve köklü bir tarihi. İşte cumhuriyet çocuğu olmak, vatanımıza sahip çıkmak ve korumak, Atatürk’ü ve onun inkılaplarını unutturmak isteyenlere izin vermemektir. Özellikle son yıllarda Atatürk’e karşı bir karalama kampanyası yapılmakta, cumhuriyetin değerleri yavaş yavaş yok edilmeye çalışılmaktadır. Biz bu cennet vatan uğruna milyonlarca şehit vermişken bu duruma seyirci kalamayız. Atatürk “Gençliğe Hitabı”nda, Türk Cumhuriyetini sonsuza dek koruma ve savunma görevini Türk gençliğine yani bize vermiştir.
           Atatürk’ün ilke ve inkılaplarının unutturulmasına; vatanımızdan laiklik, özgürlük ve demokrasi gibi değerlerin yok edilmesine göz yumarsak şehitlerimizin kanını boşa akıtmış, Atatürk’ün bize olan güvenini boşa çıkarmış oluruz. İşte bu yüzden günümüzde cumhuriyete daha çok sahip çıkmalı, cumhuriyet ışığının aydınlığından sapmamalıyız. Mehmet Mert DALKILIÇ 6-A

CUMHURİYET VE BİZ

Bizler Cumhuriyet’in ve barışın olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Ve çok şanslıyız. Önceki dönemde savaşlarla ve padişah egemenliği altında yaşamak yerine, Cumhuriyet’in olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Eskiden öyle değildi. Cumhuriyet yoktu, barış yoktu ama maalesef saltanat ve savaş vardı.
Atatürk sayesinde biz şu anda böyle okullarda okuyoruz. Peki, hiç düşündünüz mü biz savaş yıllarında doğsaydık ne olurdu? Nasıl zorluklar çekerdik? İşte öyle bir şey olsaydı o zaman gerçekten aile sorunları yaşardık. Okula gidemezdik ve savaşa giden babalarımızı, ağabeylerimizi çok özlerdik. Padişaha uyardık. Özgürlüğümüz de kısıtlanırdı. Peki, hiç merak ettiniz mi, sordunuz mu büyüklerinize ailenizde savaşa katılan biri var mı? Bu toprak uğruna savaşan biri var mı? İşte, biz bunları öğrenmeliyiz. Öğrenmeliyiz ki bağımsızlık nasıl kazanıldı bilelim. Biz Cumhuriyet çocuklarıyız. Bizim ülkemiz, bizim Cumhuriyet’imiz. Bundan sonra Cumhuriyet’e biz sahip çıkacağız. Cumhuriyet aslında sadece ezberleyip öğrenmekten ibaret değil. Bizim Cumhuriyet’i  zihnimizde canlandırıp toprakların nasıl kazanıldığını canlandırmamız gerek aklımızda. Bundan sonra bu vatan bizim gibi çocuklar sayesinde barış içinde, Cumhuriyet ile yaşayacak. Şu anda Cumhuriyet’in pek korunduğunu düşünmüyorum ama bizim ellerimizde Cumhuriyet ve barış, kalbimizde Atatürk ile birlikte Cumhuriyet’in emin ellerde kalacağını düşünüyorum.

Şu anda biz çocuğuz, bunları öğrenerek ileride vatanımıza daha çok katkıda bulunacağız. Biz birlikte gelecekte Cumhuriyet’i koruyup kollayacağız. Yağmur KASKAN 6-B

10 Kasım 2015 Salı

CUMHURİYET ÇOCUĞUYUM BEN

Cumhuriyet çocuğuyum, hayallerim var. Kendi isteklerimi özgürce yapabilme gücüm var. Bilirim bu sözler yetmeyecek Ata’mın varlığını sürdürebilmek için. Yaprakları dökülmekte olan bir gül gibi, şırıl şırıl akan bir şelale gibi… Evet bildiniz, kırlarda koşan bir çocuğum ben. Mutluluktan havada süzülen bir meleğim ben.
Kanatlarımdan sevgi, kalbimden cumhuriyet çocuğu olmanın gururunu yayan bir meleğim ben.
Düşüncelerimi başkalarıyla, mutlulukla  paylaşabilen bir bireyim ben; sadece kalbimde Ata’m ve sevdiğim herkesin olması bana yeter!
Bana sorarsanız bir duygudur, düşüncedir, bir ilkedir Atatürk.
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, işte o benim bayramım! Özgürlüğümü, gururumu, Türk onurunu yansıtan bayramım. Ülkemin aydınlığını, varlığını anlatan bayramım.
Bir bülbül yavrusu düşünün. Annesinin desteği olmadan uçamaz. Ben de arkadaşlarım, ailem, okulum ve ülkem olmadan, ben olmam! İşte, “Atatürk Cumhuriyeti”nin çocuğu olmak böyle bir şey.
İyi ki bu ülkede doğdum,
İyi ki Atatürk benim liderim,
İyi ki ben bir cumhuriyet çocuğuyum… Naz ÖZEL 5-B     

9 Kasım 2015 Pazartesi

GARİP RÜYALAR

Annemin, ”Uyu hadi!” sesini duyduktan sonrasını hatırlamıyorum. O gün ne olduysa artık! Uyandığımda, kahverengi gözlerim yere bakıyordu. Karanlıkta bile görebildiğim bir karınca sürüsü! Kırk yıl düşünsem aklıma gelmez. Sizce ne oldu? Bir tanesi beni yedi mi dersiniz? Tamam, anlatıyorum! En baştaki karınca birdenbire yeşil, mavi ve gri renkli bir tavuskuşuna dönüştü! Tabii ben daha küçüğüm, bu nedenle çok korktum! İnternet kesildi! Sonrası yine yok… Uyanmışım, bunu babama anlatıyorum. Babam ne inansın ki… Tam o sırada halamı arayınca, babam bunu da söyledi: “Elif kâbus görmüş, karınca varmış…” Halam da güldü. Böylece bu benim ilk kâbusum oldu. Peki, bu sohbet biter mi? Hayır! Şunu söylemek isterim ki karınca sürüsünde sadece ilk karınca tavuskuşuna dönüşüyor. Diğerleri artık kimin kâbusuna gitmişse! Beni unuttular, gittiler… Ben de öyle! Bir daha kâbus görmedim. Ama diğer rüyalarımı kısaca söyleyebilirim. Dedem ve ben hayaletlerle savaşıyorduk. Bu doğru! Bir diğerinde ise evimize hırsız girmişti. Hatta ben diğer hırsızlara “Mavi gömlekli hırsız nerede?” diye sormuştum. Tahminen bir daha bu kadar garip rüyalar görmeyeceğim… B. Elif NALÇAKAN 5-B

DAĞIN ZİRVESİNDEN

Şimdi size söyleyeceklerimi hayal edin. Bir dağ. Upuzun, üstü karla kaplı. Dağın ucunda yani zirvesinde hedefinizin olduğunu düşünün. O da bir bayrak. Onu almaya çalışacaksınız ve daha çok vaktiniz var. Ne yapardınız? Şu an istesem de cevaplarınızı alamam. Ama bence hazırlık yapılmalı ve zaman kaybetmeden yavaş yavaş başlanmalı. Önce adım adım ilerlenmeli. Çoğumuz doğrudan tırmanmaya başlar. Ama ne olursa olsun her şeyi göze alabilmeli. Plan yapmalı. Zafere gelince, bayrağı alınca yan gelip yatmamalı. Tam tersine daha iyi hedefler planlamalı. Eğer pes ederse dağın tam ortasında kalır. İnmek isterse yine çabalaması gerekir. Çaba, çaba, çaba. Ama anlatmak istediğim dağ olayı. Özellikle o dediğim dağ çok dikse, yani hedefiniz çok büyükse daha uzun sürer. Ve bundan dolayı yavaş yavaş ilerlemeli bunun için de küçük hedeflerle başlamalıyız. Tabii ki o hedefe göre hareket etmeliyiz ve böylece büyüdüğümüzde bu hedefler sayesinde iyi yerlerde okuruz, iyi meslek sahibi oluruz, bilgili oluruz… Evet… sorusu olan? B. Elif NALÇAKAN 5-B

YAVAŞ BAŞLAMAK GEREKİR

Başta herkes her şeyin çok kolay veya zor olduğunu düşünebilir çünkü insanlar genellikle önyargıda bulunurlar. Önyargı, insanların bir işi henüz yapmadığı halde o işle ilgili olarak çok zor, çok kolay ve benzeri gibi düşüncelerde bulunmasıdır. Tabii ki önyargılarımız doğru olabilir ama olmama ihtimali de vardır. Önyargılarımızın bizi engellemesine izin vermemeliyiz. Kolay veya zor bir işe başlarken ilk başta yavaş yavaş gitmeli. İşi öğrendikçe biraz hızlanmalı ve hızı yeniden artırıp ulaşmamız gereken yere yakınlaşmalıyız. En son olarak hızımızı olabildiği kadar yükseltmeli ve ulaşmamız gereken yere ulaşıp icadımızı, sanatımızı tamamlamalıyız. Kısacası önceden yargıda bulunmamalıyız ve işe yavaş başlayarak hızımızı artırmalı, en son icadımızı, sanatımızı bitirmeliyiz. Kayra DAVUTLUOĞLU 5-A

4 Kasım 2015 Çarşamba

ENGELLERE SON VER, YAŞA

Yaşamak eylemi sadece nefes alıp vermekten oluşan tekdüze bir biçimde de olabilir. Böyle bir yaşamak isteğine sahip kişiler de belki vardır. Ancak biz bu şekilde sadece nefes al, ver, otur; hiçbir şey yapmadan hayat sürdürmek ister miyiz?
Günümüzde televizyon, bilgisayar, internet, tablet ve cep telefonlarındaki gelişmeler son hızla devam etmektedir. Artık insanların çoğu elindeki akıllı telefon dediğimiz cihazlarla sürekli olarak meşgul olmaktadır. Herkes vaktinin önemli bir kısmını o ufak ekranlara bakarak geçirmekte. Aslında yaşamak, çok değerli olan zaman kavramını barındırır. Geçen her zamanı tekrar geriye almak mümkün değil. Her anımız çok değerli.
Televizyon izleyerek inanılmaz zaman harcanıyor. O kadar çok kanaldan yayın var ki televizyon başına geçtiğimizde adeta sizi esir alıyor, yerinizden kalkmanıza engel oluyor. Büyülenmiş bir şekilde televizyon başından kalkmıyoruz, bize bir şey engel oluyor ve ekran başından ayrılamıyoruz. Televizyona yeter deyip ekranı kapatıyoruz yani engeli aştık diyoruz bu kez telefonlarımız gözümüzün önüne geliyor. Alın size bir engel daha. Sanki yaşamak sabah kalk televizyonun karşısına geç, aralarda akıllı telefonunla oyna, fırsat bulursan yemek ye, evden çıkma… Ancak bunları tamamen dışarıda tutmadan, bize esir etmelerine izin vermeden hayatımızdan çaldıkları zamanlara engel olabiliriz. Kitap okuyabilir, spor yapabilir, sinemaya ve tiyatroya gidebiliriz. Böyle de yaşayabiliriz. Yaşamak bomboş da olabilir, dolu dolu da olabilir. Karar yaşayana aittir.
Ünlü Alman yazar Goethe engellerini aşabildiğimiz yaşamak konusunda ne güzel söylemiş: “Yaşamaya zaman ayırın, zira zaman bunun için yaratılmıştır. Çalışmaya zaman ayırın, başarının bedeli budur. Düşünmeye zaman ayırın, gücün kaynağı budur. Çevrenize iyi davranmaya zaman ayırın, mutluluğa giden yol budur. Etrafınıza bakmaya zaman ayırın, günler bencilliğinize yetmeyecek kadar kısadır. Gülmeye zaman ayırın, ruhunuzun müziği budur. Çocuklarınızla oynamaya zaman ayırın, zevklerin en büyüğüdür.”
 Yaşamamıza, yapabileceklerimize engel olanları azaltarak dolu dolu yaşamaya çalışmak veya engellerin tutsağı olup boş boş yaşamak. Karar bizlerin. Tuana DÖKME 6-A