12 Aralık 2014 Cuma

YALNIZLIK AYNASI

Yalnızlığın her zaman kötü yönlerinden  bahsedilir ama bugün ben size iyi yönlerinden  bahsedeceğim.
Bir aynaya arkadaşlarımızla beraber bakmayız. Aynaya yalnızken bakarız. Yalnızlık ise duygularımızın aynasıdır bir anlamda. Bize dış güzelliğimizi değil, iç güzelliğimizi gösterir. Yalnız kalınca düşünürüz kendimizi, özelliklerimizi, yaptıklarımızı, hatalarımızı. Aynaya bakarken söyleriz “Bugün ne iyi bir şey yaptım.” ya da “Keşke öyle bir şey yapmasaydım…” diye. O ayna bize kendimizi tanıma fırsatı verir. İşte bu yüzden yalnızlık bir ayna gibidir.
Yalnız kaldığımızda kendimizi eleştirerek benliğimizle yüzleşiriz ve bu sayede kendimizi geliştirme fırsatını yakalamış oluruz. Eylül ŞIRAY  5-A

YALNIZ TAŞ DUVAR OLMAZ

Yalnızlık, tek başımıza karanlık bir odada kalmaya benzer. O odada yalnızken korkarız çünkü yanımızda  bize yardım edecek hiç kimse yoktur.
Yalnız kalmayı aslında kendimiz seçeriz. Yalnız kalmak istememizin kendimize göre bir nedeni vardır. Bu neden, acaba dostluk kurmak istediğimiz kişilerin bizimle dostluk kurmak istemediklerini düşünmemiz olabilir mi?
Aslında her insanın kendine göre iyi özellikleri vardır ve bunları ortaya koymaktan çekinmemelidir. Sosyalleşmek de bir anlamda bu değil midir? Zaten bunları ortaya koydukça sizinle dostluk kurmak isteyen kişiler belirecektir.
Eğer sosyalleşmek istiyorsak kendimizle baş başa kalmak yerine, arkadaşlarımızla, çevremizdekilerle daha çok beraber olmalı, sohbet etmeli ve birlikte birçok etkinliğe katılmalıyız. Ne demişler:  Yalnız taş duvar olmaz!” Eylül ŞIRAY   5-A

DOSTLUK GECESİ

Bir zamanlar küçük bir kız çocuğu varmış. Bu tatlı kızın adı Alara imiş. Alara balerin olmayı çok istiyormuş. Baleyi o kadar çok seviyormuş ki gözü başka hiçbir şey göremez olmuş. Bunun üzerine annesi onu bale kursuna yazdırmış. Alara bunu öğrenince sevinçten havalara uçmuş. Alara o kadar çok çalışmış ki en sonunda bir gösteriye seçilmiş. Alara bu gösterinin niçin yapıldığını çok merak etmiş ve bir arkadaşına sormuş. Bu gösterinin yapılma amacı, turneden gelirken kaza yapıp felç olan bir balete yardım etmekmiş. Alara buna hem sevinmiş hem de üzülmüş. Sevinmesinin nedeni herkesin sanatçıya yardım etmesiymiş¸üzüldüğü şey ise baletin kazadan zarar görmesiymiş. Atalarımız bu tarz yardımlar için “Dost kara gün içindir.” demişlerdir.
Prova sırası Alara’ya gelmiş. Alara’nın heyecandan ayakları titriyormuş ve yanlış yapacağını düşünerek diken üstünde duruyormuş. Alara’nın düşündüğü gibi olmamış, aksine prova çok iyi geçmiş. Bal yemekle ağız tatlanmaz; önemli olan sürekli tatlı konuşmak değil, çok çalışmaktır. Alara çok çalışarak bu provada da başarılı olmuş. Gösteri günü gelmiş. Herkes bu gösteri için çok çalışmış ve güzel bir gösteri gerçekleştirmişler.  Ne demişler: “Bir elin nesi var, iki elin sesi var.” Bu  gösteri o kadar güzel olmuş ki dilden dile dolaşmış. Alara da bu anısını ömür boyu hatırlamış. Ayça KAYA   5-A

11 Aralık 2014 Perşembe

ÇİKOLATA ÜLKESİ

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal, pire berber iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken,ülkenin birinde anne baba ve kızlarından oluşan bir aile yaşarmış. Günlerden bir gün baba eve mutlulukla gelmiş. Yüzünde güller açıyormuş. Küçük kız merakla sormuş:
-                              - Babacığım, niçin bu kadar sevinçlisin?
Babası:
-                            - Güzel kızım, sizi avucumun içi gibi bildiğim bir ülkeye, Çikolata Ülkesi‘ne, götüreceğim.                Günlerdir aralarına kara kedi girmiş olan karı kocanın aralarından su sızmamaya başlamış. Küçük kız sorulara devam etmiş:
-          Babacığım, hani bizim paramız yoktu? Babası:
-          Ben bu tatil için uzun zamandır para biriktiriyordum. Damlaya damlaya göl olur demişler, şimdi bunun semeresini almak için uygun zaman.
Bu durum annenin çok garibine gitmiş ama bir yandan da sevincinden etekleri zil çalıyormuş. Hadi, çabuk gidelim demiş. Baba ise: “Acele işe şeytan karışır, biraz sabırlı olun diye karşılık vermiş. Tatil günü gelmiş çatmış. Ailecek güle oynaya uçağa binmişler, Çikolata Ülkesi‘ne varmışlar. Bu ülkede her yer çikolatadanmış. Evler, ağaçlar hatta arabalar bile çikolatadanmış. Kalacakları çikolata şatosuna doğru giderlerken kız etrafını hayranlıkla izliyormuş. Babasına sormuş: “Babacığım, bu ülkede benim aklımdan çikolata yemekten başka hiçbir şey geçmiyor, lütfen şu taksiyi durdurur musun? Yoldaki çikolata ağaçlarından çikolata yemek istiyorum yoksa dayanamayıp bu taksiyi yiyeceğim babacığım. Babası da: “Güzel kızım, biraz sabırlı ol. Bu ülkede bunları  her gelen yemek isterse bu ülkede hiçbir şey kalmaz." demiş. Sonunda otellerine yerleşmişler. Çok güzel bir tatil geçirmişler. Dönüş günü tüm aile mutlu bir şekilde yola koyulmuş. Kız babasına çok teşekkür etmiş. Babası: “Kızım, ne ekersen onu biçersin, sen bu tatili hak ettin.” demiş. Ece BEKİT   5-A 

10 Aralık 2014 Çarşamba

SİHİRLİ MAĞARA

               Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal, pire berber iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, bağdan üzüm bekler, derede odun yüklerken; âlem uykuda ben pusudayken bir periler âlemi varmış.
            Bu periler âleminde, bizim dünyamızı düzene sokan iyi periler varmış. Bu perilerin bir de kraliçeleri varmış. Ama bu kraliçe onlara göre işleri düzene sokan ve onlara güç veren bir dostmuş.
            Periler âleminde işler böyle tıkırında giderken çok uzak diyarlardan bir ordu gelmiş. Bu orduda da onlar gibi periler varmış. Fakat bu perilerin niyeti kötüymüş. İyi periler “Bunların bu diyara girmesine kim izin verdi?” diye düşünürken ordunun komutanının iyilerden olduğunu fark etmişler. İyi periler  “Bizim arkamızdan nasıl böyle bir iş çevirebildin?” diye düşünmüşler. Ne demişler “Ummadık taş baş yarar.”. Bütün iyi periler böyle dalgın dalgın düşünürlerken bir de bakmışlar kraliçe onların elinde!
            İyi periler kahrolmuşlar. O sırada iyi perilerden birisi “Böyle dert yanacağınıza, şu işin ucundan tutun da kraliçeyi kurtaralım.” demiş. Eee, akıl akıldan üstündür!
            Büyü yapmayı denemişler ama kraliçeden güç aldıkları için büyü yapamamışlar. O sırada akıllarına Sihirli Mağara gelmiş. Bu mağara dilekleri göz açıp kapayıncaya kadar gerçekleştirirmiş.
            Periler dağları, taşları, ovaları, azgın nehirleri geçmişler. Ejderhalarla boğuşmuşlar ve sonunda Sihirli Mağara’ya ulaşmışlar. Dileklerini dilemişler ve kraliçe bir anda yanlarında  belirivermiş. Ve bunu bir türlü çözemeyen kötü perileri de bizim dünyamıza göndermişler. Hak yerini bulmuş ve iyi periler kazanmışlar…
            Gökten üç elma düşmüş. Biri iyi perilerin başına, biri siz dinleyenlerin başına, eee tabii biri de benim başıma… Eylül ŞIRAY   5-A   

GÜÇ VE ZEKA

Bir zamanlar ormanda yaşayan güçlü bir aslan varmış. Yalnız taş duvar olmaz ama bu aslan kendini çok beğenirmiş. Ona göre diğer hayvanlar  bir baltaya sap olamazmış. Diğer hayvanların da aslandan ödleri koparmış. Aslanın kürkü çok değerliymiş. Bu yüzden avcılar ormana baskın yapıp onları avlamaya çalışıyorlarmış. Bir de aynı ormanda yaşayan  küçük  bir örümcek varmış. Örümcek küçük, güçsüz olup efendi, iyi niyetli olduğunun farkındaymış. Ama hiçbir zaman bununla övünmezmiş. Kibrin kötü bir şey olduğunu bilirmiş.
Günlerden bir gün avcılar yine ormana gelmişler. O sırada aslan ile örümcek de gücün ne kadar önemli olduğuyla ilgili kafa patlatıyorlarmış. Aslan örümceğe, sen benim gibi olamazsın, küçüksün, diyormuş. Örümcek de aslana: “Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli.” diyormuş. Aslan bu sözleri kulak ardı ediyormuş. Başına geleceklerden haberi yokmuş. Avcılar aslan ve örümceğin yanına gelip tüfeklerini onlara doğrultmuşlar. Aslanın kendine güveni çokmuş. Ama aslandan daha zeki olan örümcek aslana zarar gelmemesi için avcıların tetiği çektiğinde ağından zıplamış. Avcıların silah tutan ellerini ısırmış ve onları zehirlemiş. Böylece aslanı kurtarmış. Aslanın gözleri dolmuş, çok mutlu olmuş. Bu olaydan dersini almış. Gücün tek başına bir işe yarayamayacağını anlamış. Avcılar kaçmışlar. Aslan örümceğe çok teşekkür etmiş. Örümcek aslanın dersini aldığı ve kurtulduğu için sevinmiş.
  Bu masaldan çıkardığımız ders görünüşe bakıp hiçbir canlıyı küçük görmememiz gerektiğidir. Tolga ERMAN 5-B

ÇİFTÇİ VE DEV

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler top oynarken eski hamam içinde… Ben diyeyim şu ağaçtan, siz deyin şu yamaçtan, uçtu uçtu bir kuş uçtu; kuş uçmadı. Gümüş uçtu. Gümüş uçmadı, Memiş uçtu. Uçar mı, uçmaz mı demeye kalmadı; anam düştü eşikten, babam düştü beşikten… Biri kaptı maşayı, biri aldı meşeyi; dolandım durdum dört köşeyi…
Bir zamanlar bir çiftçi varmış. Bu çiftçi çok çalışkanmış. Her gün meyve sebze dikip sularmış. Bir gün, bir dev çiftçinin tarlasına gelmiş ve ona ekinlerinin ne kadar güzel olduğunu söylemiş. Çiftçi de ona şöyle cevap vermiş:
- Teşekkürler dev ama ekinlerimi yiyemezsin. Onlar ailemin ve benim tek geçim kaynağımız.
Ve dev bunu duyunca oradan uzaklaşmış. Sonra da yemek aramaya yola çıkmış. Ama hiçbir yiyecek bulamamış. Ancak dev çok açmış. En sonunda tarlaya doğru yola çıkmış. Önce bunu yapmak istememiş ama sonra açlığına yenik düşüp çiftçinin emek verip büyüttüğü tüm yiyecekleri yemiş.
Ertesi gün çiftçi tarlasını bomboş görünce çok üzülmüş. Ve bunu yapanın dev olduğunu anlamış. Çünkü yerde devin ayak izleri varmış. Sonra devin evine gitmiş ve deve şöyle demiş:
- Neden tüm ekinlerimi yedin? Onlar benim ve ailemin tek geçim kaynağımızdı. Şimdi ailem ve ben çok kötü durumdayız. Hiç paramız ve yiyeceğimiz yok! Ayrıca zahmetsiz rahmet olmaz. Çalışan kazanır, elması kızarır.
Bunu duyan dev üzgün bir şekilde ona cevap vermiş:
- Üzgünüm, ailem ve arkadaşım olmadığı için üzüntüden hep yemek yiyorum. Ben aslında seninle dost olmak istiyordum.
Buna karşılık çiftçi ona demiş ki:
- Özür dilerim, senin yalnız olduğunu bilmiyordum. Anca beraber, kanca beraber. İstersen bundan sonra hep bizimle yaşayabilirsin. Bize can yoldaşı olursun.
Dev sevinçle:
-Tabii ki sizinle yaşamak isterim. Çok teşekkür ederim.
En sonunda çiftçi, çiftçinin ailesi ve dev mutlu bir şekilde, dirlik düzen içinde hayatlarına devam etmişler…Duru AZARSIZ   5-B

9 Aralık 2014 Salı

ÇİFTÇİNİN OĞLU

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, çok uzak bir ülkede yaşayan fakir bir çiftçi ve üç oğlu varmış. Bunlar tüm gün tarlada köle gibi çalışır ancak karınlarını doyuracak parayı zor kazanırlarmış çünkü ülkenin açgözlü, zalim kralı çiftçilerin kazandığı paranın çoğunu vergi olarak alırmış. Çiftçinin iki oğlu armut dibine düşer misali babalarına benziyor, onun gibi hiç ses çıkartmadan bu duruma boyun eğiyorlarmış. Ancak en küçük oğlan hem çok zeki hem de gözü kara bir delikanlıymış. Bir gün babasına, “Ben bu duruma daha fazla katlanamayacağım, gidip kralla görüşeceğim.” demiş. Babası: “Dur oğlum, yapma!” dese de bizim delikanlıyı durduramamış. Delikanlı ertesi gün ‘’Erken kalkan yol alır.’’ diyerek yola çıkmış. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, yorgunluktan bir dere kenarında içi geçivermiş. Ne kadar uyudu bilinmez ama başına konan bir karganın “Gak, gak’’ sesleriyle uyanmış. Gözleri fal taşı gibi açılmış ve “Hey! Sen burada ne yapıyorsun?” diye sormuş. Karga: “Sakin ol, sana yardım etmek için buradayım.” demiş. Karga bir zamanlar insan olduğunu ancak krala karşı geldiği için onun kötü kalpli büyücüsü tarafından kargaya dönüştürüldüğünü söylemiş. Ağzından bir parça tohum çıkarmış ve “Bunu krala yedirebilirsen onun içindeki kötülüğü yenebilirsin.” demiş. Delikanlı tohumu almış ve kargaya teşekkür ederek tekrar yola düşmüş. Saraya geldiğinde kralın çok hasta olduğunu, sadece onu iyileştirebileceklerin içeriye alındığını öğrenmiş. Kapıdaki muhafıza kralın ne rahatsızlığı olduğunu sormuş. Muhafız, kralın geceleri uyuyamadığını, her şeyden korktuğunu, gündüzleri de kukumav kuşu gibi baktığını söylemiş. Bunun üzerine delikanlı kralı iyileştirebileceğini söyleyerek onun huzuruna çıkmış. Şöyle bir muayene ettikten sonra krala: “Kara vicdan hastalığına yakalanmışsınız efendim.”  demiş. Kral yataktan doğrulmuş ve delikanlıya:  “İyilik yap, iyilik bul. Beni iyileştir, ne dilersen dile benden!” demiş. Delikanlı sihirli tohumu suda eritip içirmiş. O günden sonra kral iyi bir insana dönüşmüş. Ülkedeki herkes mutluluk ve refah içinde yaşamış.
Gökten üç elma düşmüş. Biri bu masalı yazana yani bana, biri bu masalı dinleyen arkadaşlarıma, diğeri de bu masala not verecek olan Hakan Öğretmenime….) Mehmet Mert DALKILIÇ 5-A

10 Kasım 2014 Pazartesi

"Atamıza Günümüz Çocuklarından Mektuplar" konulu mektup yazma yarışmasının birincisi

                    
                    Sevgili Ata’m,
                   
                Seni ilk tanıdığımda tam üç yaşındaydım. Evin en değerli köşesinde resimlerin vardı. Annem “A-ta-türk” dedi. Üç hece. Şimdi düşünüyorum da bütün gizeminle ve o heybetli varlığınla sadece üç hece seni bize anlatıyordu. Değerin mavi gözlerindeki derinlik ve ismindeki bu anlamdı sanki seni heybetli kılan. Çok sonraları seni daha iyi tanıdım. ”Ata'm nasıl biriydin sen? Seni tanıyabilmek, sana dokunabilmek… Seninle sohbet edebilmeyi hayal eden milyonlarca çocuklardan sadece biriyim. Öyle bir tutkuyla sevdik ki biz seni, ölümünden sonra anılan, hiç unutulmayan, bir vatanı yaratan, ilkeleriyle yaşatan ”Mavi Gözlü Dev Adam. ”Benim Ata’m.
                
                 Seni annemden ilk dinlediğimde gözlerinin yaşla dolduğunu gördüm. Büyük dedem gaziymiş cephede, seninle düşmanlara karşı savaşmış. Her gazi gibi anneme yaşadıklarını anlatırken, ”Bu vatan kolay kazanılmadı evlat, değerini bilelim.” dermiş. Şimdilerde annem ve etrafımdaki büyüklerden bu sözü daha sık duyar oldum Ata'm. Aydın görüşleri olan insanların bu ülkede daha çok yetişmesi gerekiyor.

                 Ben Tevfik Fikret İlköğretim Okulu'nda okuyorum. Tevfik Fikret'in aydınlık görüşlerine değer vermişsin. Ata'm, bu okulda senin dediğin gibi “Fikri Hür, Vicdanı Hür” bir gençlik yetişiyor. Bugünlerde bunun çok zor olduğunu hissediyorum. Ama ben umudumu kaybetmedim. Senin yarattığın cumhuriyete bağlı kalacağımız, değerlerimizi kaybetmeyeceğimiz bir nesil yetişiyor. Senin gözlerindeki aydınlığa bakıp kötü günlerin bize uğramayacağını düşünüyorum. Sabah okula gitmeden önce haberleri izliyorum. Dünyada savaşlar var Ata'm. Çocuklar sebepsiz savaşlarda ölüyor. Çocuk aklımla anlayamıyorum. Annem resmine bakıp “Sen bize şimdilerde çok lazımdın “diyor. Annemin kaygılı bakışlarına tanık oluyorum. “Anne, Ata'm bu vatanı bize emanet etti, merak etme!” diyorum. Sonrasında gözlerimiz yine ışıkla doluyor. Annem ”Gençliğe Hitabe'ni“ okuyor.” İyi dinle, anla, yaşa!” diyor. Sen bize bir çocuk bayramı hediye ettin Ata’m. Bizler “Senin gösterdiğin ülküde, açtığın yolda ilerleyeceğiz.” Senin dediğin gibi “Ülkümüz yükselmek, ileri ve daima ileri gitmek” olacaktır. Bugün böyle bir aydının okulunda elim kalem tutup ders öğreniyorsam senin sayende Ata'm. 

                 Bu mektubu senin güzel bir sözünle bitirmek istiyorum Ata'm. “Bir gün ulusu sizin gibi beni anlamış gençliğe bırakacağımdan çok memnun ve mesudum.”
                                                                                                         

                                                                                                          ZÜLAL GERÇEK USTAOL 5-A

"Atamıza Günümüz Çocuklarından Mektuplar" konulu mektup yazma yarışmasının ikincisi

Sevgili Ata’m,

Ülkenin halini mi soruyorsun? Sorma, sakın sorma Ata’m. Üzülürsün. Ama dökme o gözyaşlarını boşuna. Biz sahip çıkarız bu ülkeye. Unutanlara ise hatırlatırız. Adını hiç unutmasınlar diye. Adını unutmak yakışmaz bize. Ama unutanlar da var bu ülkede. Sen olmadan biz bir hiçiz. Bu yüzden her geçen gün biz nereye gidiyorsak seni götürdük. Hep yanımızdasın, daha yakındasın Ata’m çünkü sen kalbimizdesin. Bütün gençlere emanet ettin, sağ olasın elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Sonuna kadar devam ediyoruz. Asla ama asla bu yolda ilerlerken düşmedik, düşmeyeceğiz de; sırtımız dik, emin adımlarla durmadan yürüyoruz, hiç mola vermedik çünkü biliyoruz yerimizi kaparlar. Sen hiç merak etme Ata’m, ne biz seni unuttuk, ne de sen bizi unuttun. Seni unutturmayacağız. Her zaman, her gün, her dakika ve her saniye kalbimizdesin.

En içten sevgilerimle…

                                                           Doğa ÇIKAL-6/C

"Atamıza Günümüz Çocuklarından Mektuplar" konulu mektup yazma yarışmasının üçüncüsü


                Sevgili Ata’m,

                Aslında bu mektuba nereden ve nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Bildiğim bir tek şey var, o da dünyanın en şanslı çocuklarından biri olduğumdur. Çünkü sevgili Ata’m, sen bize bir bayram hediye ettin: “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” Bu dünyada çocuklara verilmiş ilk ve tek çocuk bayramı ve öyle de kalacak.

                Sen olmasaydın benim en çok üzüleceğim eğitim ve kadın hakları konusunda yaşanan sorunlar olurdu. Ben şu an çok iyi bir eğitim görüyorum. Ama Cumhuriyet kurulmadan önceki dönemde yaşayan çocuklar benim kadar şanslı değillerdi. Gerçi böyle diyorum ama son dönemlerde eğitim sistemi de bir hayli değişti. İlköğretim okulu olarak okula sekiz yıllık eğitim-öğretim görmek üzere başladık yani ilkokul ve ortaokul bir aradaydı. Böylelikle her çocuk zorunlu olarak sekiz yıllık öğrenim görmüş olacaktı. Ama gel gör ki daha ben 4. sınıftayken sistem değişti. 4+4+4 diye yeni bir sistem getirildi. Liselere girişler farklı bir sınavla olmaya başladı. Bu sistemler iyi mi olacak, zaman gösterecek. Şu eğitim işine bir el atsan iyi olacak Ata’m!

                Gelelim kadın hakları konusuna. Ben bir kız çocuğu olarak, erkek çocuklardan farksız olduğumu düşünüyorum. Onlarla aynı haklara sahibim. Ama bu daha çok büyük şehirlerde geçerli… Maalesef doğuda küçük yerlerde daha on  yaşlarındaki kızları evlendiriyorlar.”Çocuk gelin” olmak istemiyorum, kimse de olmamalı bence. Bazı kadınlar görüyorum, çocukları var ama o kadar genç yaştalar ki… Suç ailenin ve tabii ki toplumun yani bizlerin… Buna izin vermemeliyiz. Ata’m lütfen bu konuda bir şeyler yapılmasını sağla. Çok üzülüyorum. Çocukların erken yaşta evlendirilmesine tamamen karşıyım. Senin de karşı olduğuna eminim Ata’m.

                Ata’m, senin en sevdiğim sözlerinden biri “Yurtta sulh, cihanda sulh!” tur. Ama maalesef şu an güneyde, Suriye sınırımızda bir savaş başlamak üzere. Üstelik kadın, çocuk demeden sivil halka acımasızca saldırılıyor. Camiler bombalanıyor, insanlar canavarca öldürülüyor. Bu hiç hoşuma gitmiyor Ata’m. Savaş çok kötü bir olay. Sırf kendi çıkarları için masum insanları öldürmek hiç mantıklı değil. Savaşın bitmesini, insanların barış ve huzur içinde yaşamasını istiyorum Ata’m.

                Son dönemde ülkemizde de soğuk rüzgârlar esiyor. Laiklik ilkesi yok sayılıyor. Milletimiz bölünmeye çalışılıyor. Oysa şimdi birlik olma zamanı değil mi Ata’m? Sen çocuklarına bayram armağan ettin ama büyüklerimiz yaşamamıza izin vermiyor. Sen cumhuriyetimizi gençlere emanet ettin ama gençliğimize her konuda engel olunuyor. Bunları yaşamak istemiyorum…

                Ben sevgi dolu, umut dolu bir yaşam istiyorum. Barış içinde, eşitlik içinde büyüyen çocuklar olmak hakkımız değil mi? Sana ihtiyacımız var Ata’m, tut elimizden… İnancın ve sevgin varlığımıza güç versin… Seni çok seviyorum Ata’m… İyi ki varsın… İyi ki hep içimizde ve yanımızdasın…
                                                                                                                                           EYLÜL ŞIRAY

5-A

"Günümüzde Cumhuriyet Genci Olmak Konulu" kompozisyon yazma yarışmasının birincisi

                                                                    FİDAN
Ben bir fidanım. Çok hassasım ben. Yetişebilmem için bana doğru toprak lazım. Ne çok sulu ne çok kuru… Buldum, bana yardım dolu bir toprak lazım! Düzgün yetişebilmem için söz çubukları ve motivasyon telleriyle destek kurun. Başı, yaprakları, dalları eğik bir ağaç olmayayım. Sağlıklı yetişebilmem için bana “Cumhuriyet ve Demokrasi Sevgisi”nin yanında “Milliyetçilik” ve “Özgür Ruhluluk” aşılayın. Beni düzenli bir biçimde eğitimle sulayın. Ne çok ne az. Çok sularsanız gelişmemiş köklerim nasıl emsin onları? Az sularsanız da olmaz tabii, minik köklerim bilgiye aç. Koruyun beni doğanın argo rüzgarları ve küfür sellerinden. İlkbaharda pembe umut çiçeklerimi açtığımda koparmayın onları. Ben sırf toprak ve suyla da yetişemem dönüp güneşin sosyal ışıklarından, güneşin eğlenceli ve sadık çocuklarının yeşil yapraklarıma değmesine izin verin. Büyüyünce ağaç olunca, köklerinde “Vatan Sevgisi” ile beslenen bir ağaç olunca etrafımdaki kurak toprağı “Cumhuriyet”imle besleyip, toprağımı bol çiçekli ve güzel bir hale dönüştüreyim, çiçeker açıp etrafımı da güzelleştireyim. Olmazsa yani güzel, düzgün bir ağaç olmazsam etrafıma da yararım olmaz. Ortama uymadığım için beni kesip üzerime alışveriş mağazası yaparlar. Sizden istediğim tek şey bu.
                                                                                                                  
 Cumhuriyet Fidanı Deniz Durak
7-A

   

"Günümüzde Cumhuriyet Genci Olmak" konulu kompozisyon yazma yarışmasının ikincisi


GELECEK BİZİM

Cumhuriyet'i, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk birçok savaşta savaşmış, şehitlerimizle birlikte bizlere armağan etmiştir. Ulu Önder'in şöyle bir sözü var: "Bugünün küçükleri, yarının büyükleri olacaktır." Biz artık büyüdük, genç olduk. Artık bir şeylerin farkındayız. Cumhuriyet’in elimizden gitmemesi için dayanacağız ve engellere engel koyacağız. Bazı insanlar var ya... Hani sözde Atatürkçüler ve Türkler... Onlar yalan!

Atatürk'ü seven konuşur, yazar, okur, haklarını savunur ve bir sınıfa veya odaya girdiğinde gözü Ulu Önder'i arar. Onlar Atatürk'ü öldü diye adlandırsalar da Atatürk her zaman, her an ve her yerde yanımızda olmalıdır ki ülkemize alçakları uğratmayalım. Bütün Cumhuriyet Bayramında ve diğer Milli Bayramlarda başımız dik olmalıdır. Bütün yüreğimizle Cumhuriyeti korumamız lazımdır. Biz Cumhuriyet gençleri olarak Cumhuriyet'imizi ilelebet muhafaza ve müdafaa etmeliyiz. Tabii bunları biz yaptıktan sonra diğer nesillere de aktarmalıyız ki Atatürk ve Şehitlerimizin savaştıkları savaşların anlamı olsun. Bu yazıya siyaseti karıştırmak istemiyorum. Yoksa yazıyı bitiremeyiz. İktidarın neler yaptığını hepimiz biliyoruz ve muhalefet partilerinin mücadelelerini... Ben kendimin ve bu gençliğin KEMALİST olduğunu biliyorum. Ulu Önder'i savunuyorum. Bugünün genci olarak hepimizin Kemalizm'i yürüteceğimizi biliyorum. Biz gençler tembellik yapmadan çalışalım, yazalım. İleride Kemalistler olarak söz sahibi olalım. Ben Türkiye Cumhuriyetini ve Atatürkçü düşünceleri ilerletebilmek ve geliştirmek için sonuna dek mücadele edeceğime ant içiyorum!

               "YAŞASIN TÜRKİYE CUMHURİYETİ, YAŞASIN ATATÜRK!"
                         
                                                                                Güney KÜÇÜKLER  
7/A



"Günümüzde Cumhuriyet Genci Olmak" konulu kompozisyon yazma yarışmasının üçüncüsü

ATA’M SEN RAHAT UYU!

Biz gençler yurdumuzu, ulusumuzu kendi irademiz ile seçtik ve biz bu yüzden Mustafa Kemal’in önderliğindeyiz. Mustafa Kemal olmasaydı belki biz burada olmazdık. Bizler Atatürk gençleriyiz, bayrağımızı dalgalandırarak şarkımızı andımızı söyleriz. Bizler yani günümüz gençleri Kemalist’iz. Bizler Atatürk’ün askerleriyiz.

Bizler Kurtuluş Savaşı’nda namusumuzu çiğnetmeyen bir nesiliz ve bunu hala devam ettiriyoruz. İstiklal Marşı’nı bir daha yazdırmamak için direnen cumhuriyet gençleriyiz. Günümüzde cumhuriyet gençleri Atatürk’ü savunan, Atatürk’ün inkılaplarına sahip çıkan, ilkelerine uyan gençler… Bayramların bilincinde, bayramları hatırlayan gençler…

Ata’m senin için rahat olsun. Çünkü anneler, babalar, gençler her zaman senin yanında, seni destekliyor, bastığımız yerleri toprak diyerek geçmiyoruz. O toprakları almak için gazilerimizi ve uğruna can veren Mehmetçiklerimizi unutmuyoruz. İstiklal Marşı’nda yazdığı gibi bayrağımızı hiç üzmedik, üstüne basıp geçmedik. Onu hep yükseklere taşıdık. Onun yeri hiçbir zaman alçak olmadı. Merak etme Atam senin için rahat olsun. Biz her şeyin bilincindeyiz.

Seni ve yaptığın yenilikleri asla yarı yolda bırakmayacağız. Seni seven ve sayan milletin. Sevgilerle.

Gülce İLGEZ

7/B 

4 Kasım 2014 Salı

KİTAPLAR BİZE YOL GÖSTERİR

Kitaplar bizim yol göstericimizdir. Kitap okumazsak derslerimizde başarılı olamayız. Kitap okumak beyin zarlarımızı çalıştırır. Örneğin matematik problemlerini daha çabuk anlamamızı ve çözmemizi sağlar.
Hiç kitap okumayan birinin problemleri çok çabuk anlayıp çözmesi mümkün olmaz. Mesela ben eskiden çok kitap okumazdım. Sınavlarda kötü notlar alırdım. Neden böyle olduğunu düşündüm ve daha çok kitap okumam gerektiğine karar verdim. Sonraki dönem annem bana severek okuyacağım kitapları seçip aldı. Onları okudum. O kadar sevdim ki birkaç kez daha okudum. Bu safer sınavlarda çok iyi notlar aldım.
            Kitaplar ufkumuzu genişletir. Hayal dünyamızı olumlu yönde geliştirir. Konuşma dilinde daha fazla ve değişik sözcükler kullanmamızı sağlar. Yani dilimizi zenginleştirir. Beynimizin içinde bir sürü yeni sekme açmamızı sağlar. Olaylara, kişilere olan bakış açımızı geliştirir. Kitaplardan edindiğimiz bilgiler farkındalığımızı arttırarak sorgulama yeteneğimizi geliştirir. Söylenenlere körü körüne inanmayız. Bütün bu kazanımları bize kitap okumak sağlar. Artık bir sürü kitap okuyorum ve kendimi geliştiriyorum.
            “Tartmak, kıyaslamak ve düşünmek için oku!”  Azrak KAYA 5-A

17 Ekim 2014 Cuma

YAZARLARIN SİLAHI

Yazarlar, yazdıkları yazıları kendi düşüncelerini toparlayarak kaleme alıp kâğıda dökerler. Her yazar kitapları için emek harcar. Yazarların silahı kalemdir. Yazarlar kalemlerinden ve düşüncelerinden güç alırlar. Silahlar sadece savaş açıp birilerini öldürmek içindir ama kalem düşüncelerimizi ortaya çıkarmak için çok güzel bir yoldur. Söz çoğu zaman dilimizden kaleme, kalemden kâğıda düşer. İnsanların hayal dünyalarını ortaya çıkarır. Yazarların düşünceleri hiç bitmez.
Kalem günlük hayatımızın her yerinde vardır. “Düşüncelerimiz olduğu sürece kalemlerimiz yok olmaz.” demiş ünlü bir düşünür. Eski zamanlarda kalem yokken insanlar mürekkebe batırıp tüyle yazarlardı, hatta taşların üzerine çizikler atarlardı. Daha sonra ağaçlardan yonttukları odunlardan insanoğlu kalemi yaptı. Şimdi hepimizin elinde renkli kalemler var.
Yazımı “Her düşünce kalem kâğıda döküldükçe hayatımız anılarda kalacaktır.” sözüyle
bitirmek istiyorum. Zülal Gerçek USTAOL 5-A 

YAZARIN SİLAHI

Yazarın silahı kalemdir. Kalemle savaş başlar, kâğıt ve silgi de ona eşlik eder. O yazar, silgi siler. Kağıt söylenir “Yeter artık gıdıklama” diye. Kâğıt sızlanır ama yazar dayanamaz, yine de düşüncelerini kâğıda dökmeye devam eder. Yazar silahını yani kalemini kolay kolay elinden bırakamaz. Zor gelir ona düşünce dünyasından ayrılmak, düşüncelerini paylaşmamak. O yeni bir dünya yaratır ve insanlar da bu dünyanın kapısını aralayarak içeri girer.
Ya siz, sizin silahınız ne? Alın kaleminizi, dalın düşünce dünyasına. Kâğıtları gıdıklayın, silgiler ile oynayın. Dünyanızı genişletin. Düşüncelerinizi, duygularınızı herkesle paylaşın ki, birlikte yeni bir dünya yaratın. Bu dünyanın merkezinde çocuklar olsun. Unutmayın gerçek silah kalemdir ve bu silahla çocuklara daha güzel bir dünya kurabiliriz. Hayatınız boyunca bu kaleminizi çalıştırın ve yeni kapılar aralayın. Ayça Deniz KAYA 5-A 

OKU, AYDINLAN, AYDINLAT

Kitaplar bizim düşüncelerimizi geliştirir. Karanlıktan okuyarak aydınlığa çıkarız. Türkiye’nin neredeyse yarısından fazlası kitap okumuyor. Çocuklar teknolojik aletlerden gözünü ayıramadığından kitap okumak istemiyor. İşte bu sorun çocukların ödevlerine de yansıyor ve başarısını da etkiliyor. Eğer çocuklar her gün düzenli olarak kitap okursa çocukların başarısı da olumlu yönde artar. Kitap okumak, insanı üzgünse mutlu eder. Yazarlar genelde çok kitap okuduklarından aydınlanırlar. Artık aydınlatmaya başlarlar. Yazarların uğraşıp yazdığı, emek verdiği kitapları biz de okuyup aydınlanmaya başlarız. Bu bir döngü haline gelir. Okuyan kişilere başarı kapısı her zaman her yerde açıktır. Lakin okumayan insanları başarıda olumsuzluklar bekler ve bütün kapılar kapanır. Atatürk okumaya çok önem verirdi. Türkiye, Atatürk kadar okumaya önem verse ve okusaydı bu millet böyle olmazdı. Zeynep YILDIRIM 5-B

15 Ekim 2014 Çarşamba

GERÇEKTEN AYDINLANMAK İSTER MİSİN?

      Gazete okuyordum bir gün. Bir yazı köşesinde adamın biri: “Aydınlanmak için sadece beynimiz bize yeter.” yazmış. Ben de düşünmeye başladım. Aklıma da: “Peki, beynimizin gerçekten aydınlanması için ne gerekli?” sorusu geldi. Birkaç gün sonra bir kitapçıya gittim. Yeni bir kitap aldım. Bu kitap tam da bana göreydi. İçini şöyle bir karıştırdım. Gerçekten de içinde ilgimi çeken konular vardı. Aslında bayağı kalındı. İlk sayfasından okumaya başladım. Bir, iki hafta sonra kitap bitmişti. Bu kitap göremediğim gerçekleri bana göstermişti. Aydınlanmıştım resmen. Artık dünyayı farklı bir gözle görebiliyordum. O sırada aklıma bir şey gelmişti. Artık kendi kitabımı yazabilecek kapasitedeydim. Tam da lafın üstüne üç hafta önceki gazete yazısı geldi. Cevabını bulmuştu artık. Beynimizin gerçekten aydınlanması için kitap gerek. Ama öyle masal, öykü, fantastik kitaplar değil tabii ki de. İçinde gerçekliği olan bilimsel kitaplar gerekiyor. Önümdeki kâğıda baktım ve derin bir nefes aldım. Kitabımı yazmaya başladım. Aradan dört ay geçti. Kitabımın son cümlesini yazıyordum. Evet, kitabım tam olarak yüz seksen sekiz sayfa oldu. Ha, bu arada kitabımın son cümlesinde merak uyandırıcı bir cümle yazıyordu: “Gerçekten aydınlanmak ister misin?”. Sonra da hazırlanıp kitabevine doğru yola çıktım… Derin AYGÜN 5-A 

KİTAP

Kitap çok özel, güzel ve bilgi doludur. Kitap ışık saçar, yol gösterir, bilgilendirir. Bu ışıktan kendimizi mahrum bırakmamalıyız, bu bilgileri kullanıp yeni şeyler öğrenmeliyiz. Sonra bu bilgiyle başkalarının yolunu aydınlatıp onlara da bilgimizi aktarmış oluruz.
Kitap okumalıyız, okutmalıyız. Arkadaşlarımızı kitap okumaya yönlendirirsek hem kendimizi hem de arkadaşımızı mutlu etmiş oluruz. Çünkü arkadaşımıza iyilik etmek bizi, bilgi edinmek arkadaşımızı mutlu eder.

Kitabın bilgisi bizim yolumuzu açar, bu yoldan ilerlersek sonunda bilgilerimizle başkalarına yol açarız. Onlar da bu yolda ilerlerse başkalarına yardım eder. Böylece toplumumuz bilinçli insanlarla dolar ancak günümüzde çoğu kişi kitap okumamaktadır. Kitap okumak çok önemlidir. Sonuç olarak ülkemizi daha iyi bir konuma getirmek için kitap okumalıyız.  Ege Ilgaz YÜKSEL 5-B

AYDINLANMA YOLUNDA

Kitap ışık gibidir. İçindeki bilgiler okundukça insanın zihni aydınlanır. Kitaplardaki her bilgi bilmediğimiz ülkelere, bilmediğimiz kültürlere, tanımadığımız insanlara doğru yola çıkarır. İnsanlar çok okursa çok bilir, okudukça öğrenir. İnsanın zihni aydınlanır, düşünceleri gelişir. Kitap okuyunca insan gelişir. Okur ve okudukça, hayal gücü artar. Bildiklerini paylaşır, başkalarını da aydınlatırlar.
Bir toplumun aydınlanması için çok okuması gerekir. Okumak toplumun alışkanlığı haline gelmelidir. Kütüphaneler kurularak herkese olanak sağlanmalıdır. Okumalı herkes, aydınlanmalıdır. Toplumlar okuyarak gelişirler. Her okunan kitap verilen ışığın şiddetini arttırır, bilgiyi güçlendirir.
Bilgi ışıktır, kitap kaynağıdır. Yolumuzu aydınlatmak için hep okumalıyız. Çevremizi aydınlatmak için, ışıldayan bir toplum olmak için hep beraber çok okumalı ve bilgileri paylaşmalıyız. Defne BEDİR 5-A

14 Ekim 2014 Salı

KİTAPLARIN BÜYÜSÜ

  İnsanlık her zaman cahillikten, bilmemekten ve karanlıkta kalmaktan korkmuştur. İnsanların bu korkularını aşmasında ışık tutan bazı şeyler vardır. İşte bunlardan en önemlilerinden biri de kitaplardır.
   Eskiden insanlar cahillikten hem kendilerine zarar veriyor hem de herkesten korkup hak etmedikleri kişilerin kendilerini yönetmelerine izin veriyorlardı. Hatta insanlar bilgiye ulaşamasın diye kitaplar ve bilim insanları ortaçağın karanlık dönemlerinde yakılmış, yok edilmiştir. Böylece insanlar özgürlüğünü kaybetmiş, esarete mahkum edilmiş, hatta bilgiye ulaşma yolları tamamen kapatılmıştı. Ancak insanoğlundaki merak ve bilgi açlığını kimse durduramamıştır. Kitap, okuyan insanı aydınlatır. Ampul nasıl karanlığı yok ediyorsa, kitaplar da cahilliği yok eder. Kitap okuyan insanın zihni aydınlanır, gerçeği fark edebilir hale gelir.
  Sonuç olarak, kitap bize ışık tutan, geleceğimizi aydınlatan çok önemli bir kaynaktır. Bunun  farkında olmalı ve bolca kitap okumalıyız. Mehmet Mert DALKILIÇ 5-A

CEHALET VE İNSAN

Asırlar boyunca inanlar cehaletleri yüzünden başarılı olamamışlar. İnsanlar hep yeni bilgilere ihtiyaç duymuşlar. Ama bazı insanlar yeni bilgilere hiç açık değillermiş. Bu yüzden birçok devlet tarih boyunca geri kalmış.
       Bunun üzerine bu konuda bilinçli ve beynini kullanmayı bilen insanlar bunları birlikte yaşadıkları insanlara göstermeye çabalamışlar fakat bu yenilikleri kabullenemeyen bazı geri kafalı insanlar yeni bilgilerin kötü olduğunu halk arasında yayıp insanların çabalarını boşa çıkartmışlar. Bu yüzden ‘’Osmanlı’’ gibi güçlü bazı devletler, cehaletten, bilinçsizlikten hep geriye doğru gitmiştir.
Ben eğitimin ve okumanın ne kadar önemli olduğunu ünlü düşünür Konfüçyus’un bir sözü ile tamamlıyorum: “Bir oda dolusu kitap ve bir bahçe dolusu çiçek yaşamı sürdürmek için yeterli”. Ancak, okumak, öğrenmek tek başına yeterli değildir. Öğrendiğimiz bilgileri hayata geçirerek onlarla hayatımızı güzelleştirmeliyiz. Unutmayın, okuyarak ilk kendimizi, sonra başkalarını aydınlatmalıyız. Ekin YAKA 5-A


AYDINLIĞA GİDEN YOL

Arkadaşlar nedir okumak? Ne işe yarar? Sizlerle bugün bu konuyu tartışmak ve paylaşmak istiyorum.
Aslında cehalet, karanlık bir odaya benzer. Okudukça, okuduğun kitap ya da dergi seni aydınlatmaya başlar, ufkun genişler. Cehaletin yani bilgisizliğin yavaş yavaş azalmaya başlar. Okudukça okuyasın gelir ve kitabın sayfaları arasında kaybolursun… Bir de bakarsın ki kitabın bir kahramanı oluvermişsin. Örneğin ben “Vanilya Kokulu Mektuplar” isimli romanı okurken kendime zıt karakterde gördüğüm Körpegül isimli anneannenin yerine geçtim ve hikayeyi onun gözünden, onun gibi yaşadım. Bu olay benim kitaptan çok zevk almamı sağladı. Eminim aranızda okumayı sevmeyenler vardır. Siz de benim uyguladığım bu yöntemi deneyin, bakalım sevecek misiniz?
Çok fazla televizyon izlemeyin! Okuduğunuz kitaplardan kafanızda kendi filminizi yaratarak üretici olun, tüketici değil!
Okudukça cehaletinizden kurtulduğunuzu ve yavaş yavaş aydınlanmaya başladığınızı fark edersiniz. Ve artık sizi başkaları kolay kolay yönlendiremez. Çünkü siz artık bilgi sahibisiniz ve kendinize ait fikirler oluşturabilirsiniz. O karanlık odanın ışığını, başkaları değil siz yakacaksınız. O ışık başkalarını aydınlatacak olan beyniniz ve düşüncelerinizdir. Ne demiştik, karanlık oda hala karanlık mı?
Okumak, bilgi sahibi olmak fikir üretmemizi sağlar ve bizi aydınlık bir yola götürür. Bu aydınlık yolda yalnız yürümek yerine etrafımızdakilerle birlikte el ele yürümeye ve herkesi aydınlatmaya var mısınız? Eylül ŞIRAY 5-A 


13 Ekim 2014 Pazartesi

HEPİMİZ DEVEYİZ

            Çok iyiyiz, çok hoşuz, üstüne bir de mükemmeliz ama, öyle ya da böyle, galiba biz de insanız. Bizim de kusurlarımız var, yani, sanırım. Bu kadar özgüven karşısında insan şüpheye düşüyor çünkü.
            Kime baksam, bir kusursuz olma çabası, bir özgüven patlaması, kendini övmekler, diğerlerini yermekler… Çünkü sorun asla bizde değil, bir problemi fark edeceksek başkasınınkini fark ederiz. Karıncalar, kedi yavrularını boyları küçük olduğu için dışlasa, yine de bizim kadar başarılı olamazlar.
            Develeri çirkinler diye küçümseyen tembel hayvanlar, önce dönüp kendilerine bakmalılar. Aslında farkındayız, çoğumuz tembel hayvanız, ama devam ediyoruz, develeri umursayan yok. HEPİMİZ DEVEYİZ!
            Benzetme yaparken, develerle tembel hayvanları aynı iklimde yaşatan- mükemmel (!)- hayal gücümü de alıp gitmeden önce, (Çünkü benim hayal gücüm mükemmel ama siz, siz ne yapmışsınız ya öyle?) ciddileşip doğru düzgün anlatayım derdimi.
            Evet, başkalarının da kusurları var ve birinin onları bu konuda uyarması gerek. Ama yine de, başkasını eleştirmeden önce kendimize çekidüzen versek, dünya tek boynuzlu atların arkalarında gök kuşakları bırakarak uçtukları bir yer olabilirdi. Gerçi, bu kez de tek boynuzlu atların çok kız işi olduğunu söyleyen bir grup tek boynuzları eleştirmeye başlardı ama olsun.
            Sanırım ben, demek istediğimi anlattım. Dikkatinizi çekmeyi de başardım, çünkü biliyorsunuz, ben mükemmelim ve siz değilsiniz, o halde yine mükemmelliğimle, başkalarını eleştiren insanları eleştirmiş olmanın verdiği mutlulukla, sizi sıkmayı bırakabilirim.
            Felsefi bir yazı yazılır da Konfüçyus eksik kalır mı? Onunla bitireceğiz tabi ki: “Evinizin eşiğini temizlemeden komşunuzun damındaki kardan şikâyet etmeyiniz.”
            Biz kar görsek asla şikâyet etmeyiz tabii, ama bu ayrı bir konu! Defne ÖZYURT 8-C  

ELEŞTİRMEK

        Zamanımızın en büyük hatasıdır belki de, kendimize bakmadan başkasını eleştirmemiz. Kendi kusurlarımıza bakmak istemeyiz, eleştirilmeyi sevmeyiz ama hep eleştiririz.
         Kendimizi üstün görüp hep başkalarının kusurlarını ararız. Oysa bizi zerre ilgilendirmez. Kimin ne yaptığı, ne giydiği, nerede oturduğu, nasıl davrandığından çok kendi davranışlarımızı eleştirmemiz gerekir. Acaba biz doğrusunu yapıyor muyuz ki diğerlerinin yaptığı bize batıyor? Önce bunu bir düşünmemiz lazım.  Konfüçyüs ne demiş: “Evinizin eşiğini temizlemeden komşunuzun damındaki karlardan şikayet etmeyin.” Önce kendi kusurlarımızı kapatmalıyız ki sonra başkasınınkiler ile ilgilenelim. Bunun için şöyle bir örnek verebiliriz: Bir öğrenci ödevini yapmaz fakat arkadaşını ödev yapmadığı için öğretmene şikayet eder. Ne kadar ironiktir oysa. Önce kendi ödevini yapmalı ki sonra başkalarını kontrol etsin.  İnsanların %90’ı bu hataya düşer. Birini eleştirmek, karışmak, bir o kadar itici olduğu kadar toplumdan dışlanmamıza da neden olur. İnsanlar bu tip insanları hiç sevmez çünkü kimse eleştirilmeye gelemez. İnsanlar kendileri hakkında olumsuz bir şey duymaya bile katlanamazlar. Herkesin medeni bir şekilde birlikte yaşayabilmesi için birbirine saygı duyması gerekir.  Eğer insanlar birbirini eleştirmeden yaşayabilseydi dünya çok daha huzurlu bir yer olabilirdi.

         Uzun lafın kısası herkes kendine bakmalı. Herkes kendiyle ilgilenmeli ki sorunlar ortadan yok olsun. Elif Dilan ÇELİK 8-C

DÜŞ KIRIKLIĞI

                    "Hiç düş kırıklığına uğramayan hiç umut beslememiş olandır. demiş Bernard Shaw. Boşuna da dememiş hani. Her lafın bir nedeni vardır, değil mi? Örneğin birisi kör bir adama ‘Köpeğinin dışkısına basmak üzeresin.’ dediyse bir nedeni vardır çünkü adam gerçekten de basmak üzeredir. Tabii, o birisi şaka yapıyorsa başka.
Asıl kastettiğim şey şu ki Bernard Shaw da bu lafı bildiği için söylemiş. Şöyle açıklayayım: Genellikle piyasadaki bütün güç sahibi insanların zor bir çocukluk geçirdiğini biliyorsunuz. Bence zor şartlarda büyümek insanın yaratıcılığını arttırıyor, zor bir durumdan kolay yoldan çıkmayı, paylaşmanın ve yardım etmenin iyi, bencilliğin kötü bir şey olduğunu öğretiyor. Çünkü onlar biliyorlar ki zorla kazandıkları bu gücü kolayca yitirebilirler. Gece milyarder olarak uyuyup sabah yoksul olarak kalkabilirler.
Şimdi sırada varlıklı büyüyen insanlar var. Mesela hepimiz öyleyiz. 6 yaşında kendimize ait bir mp3, tablet, bilgisayarımız oluyor. 9 yaşında telefon kullanıyoruz. En yeni model cihazlar, en marka giysiler, yediğimiz önümüzde yemediğimiz arkamızda. Anne ve babamızın kazandıklarıyla yaşıyoruz. Ama büyüyünce, kendi ayaklarımızın üzerinde durunca, en azından çalışınca bunun ne kadar zor elde edileceğini anlıyoruz. Bunun basit nedenleri var: Kimse bizi yüzüstü bırakmadı. Düştüğümüz zaman kendimiz kalkamadık, başkaları bizi kaldırdı. Hiçbir şeyi istemedik, hiçbir şeye ihtiyaç duymadık, bu yüzden hiç düş kırıklığına uğramadık. Her şey hemen önümüze geldi. Onu almak için ne kadar çalışıp çabalamak gerektiğini, onun için yalvarmayı, onu istemeyi öğrenemedik. Hiç düş kırıklığına uğramadık…
Bir insanı tecrübeli kılan şey üzülmektir, kaybetmektir, yenilmektir, umut beslemek ama düş kırıklığına uğramaktır. Hatalar yapmaktır… En sonunda da geçmişten ders alıp geleceği daha iyi şekillendirebilmektir.
Bütün bu yazıyı o konudan bu konuya atlayarak yazsam da, tek bir şeyden yola çıktım, onunla bitirebilmek istiyorum:
“Hiç düş kırıklığına uğramayan hiç umut beslememiş olandır.” Doğa TUTULMAZ 8/B 

UMUT

Hayal kırıklığı… Çoğu kişi hayal kırıklığına uğramaktan korktuğu için hayal kurmaz, ümitlenmez. Örneğin yakınınız hastanede ve durumu kritik, siz hayal kırıklığına uğramaktan korktuğunuz için umut beslemez ve o yakınınızı öleceğini düşünüp kolay yolu seçersiniz. Başka bir yönden düşünseydik şu an burada olamayabilirdik bile. Birinci Dünya Savaşı’nda askerler cephelerde kaybedeceğimizi düşünerek veya hayal kırıklığına uğramaktan korksalar hiç savaşmazlardı. Başka yönden düşünürsek hayal kırıklığı olgunlaşmamızı sağlar. Umudu hayata tutunabileceğimiz dallara benzetebiliriz. Umut beslemezsek hayatta tutunabileceğimiz dallar kalmaz. O zaman da hayattan uzaklaşırız. Hayal kırıklığı da o dalların dikenleridir. Alman düşünür Nietzsche’nin de dediği gibi “Beni öldürmeyen şey güçlendirir.” Hayal kırıklığı sizi öldürmez güçlendirir, olgunlaştırır. O yüzden umuttan ve onu beslemekten korkmayın. Doğa ESMEROĞLU 8-A

HAYAT HEP UMMAKTAN İBARET


“Bir insana yapılabilecek en büyük kötülük, onu umut içine hapsetmektir.” demiş Jean Fançois Lyotard. Ne kadar doğru demiş, aslında, hayatlarımızı düşündüğümüzde. Her gün, her saat, hatta her an umut ediyoruz, ya da birileri etmemizi sağlıyor.
             Bir açıdan olumlu duruyor Sonuçta ne kadar kötülük gelse de üst üste içimizde küçücük, saf ve iyi bir parçanın hala umut etmesi olumlu bir şey. Ancak esas sorun umudun o küçücük parçadan, şişen bir balon misali içimizde, her an büyümesi ve birinin ya da bir şeyin o balona iğne batırması.
İnsanlar her gün yaparlar bunu, her gün bir balonu mutlaka patlatırlar, umurlarında olmaz çünkü. Aslında içinde balon patlayan da umursamadığını sanır, ama o balonun içindeki hava,  onun içine yayıldıkça, vücudundaki her hücre, en küçük parçasına kadar acı çeker.
İnsan her an bir şey bekler hayattan, ister, umut eder, ne kadar doğru bilemem ama yapar bunu. Patlayacağını bildiği balonları büyütür içinde. Patladığında da acısını çeker, daha sonra tekrar umut eder bir şeyleri.  Gönlü kadar saftır aslında insan derinlerinde, o kadar saftır ki, her zaman dolandırılır, her zaman yeniden umut eder.
İstediği her şeyi ve herkesi olan biri umut etmiş olabilir mi hiç? Hücresine kadar hatta onun da derinine kadar acı çekmiş, balonu patlamış olabilir mi içinde? Düş kırıklığı yaşamış mıdır? Bu saydıklarım, insana kötü gelen şeyler olsa da aslında güçlendirir insanı, bir sonraki büyük yükümüzü temkinli taşımamıza ya da taşımamamızı sağlar. Örneğin, aşı olduğunda, o  anda hasta değilsindir ama daha büyüğünden korunmak içindir.
Umut etmeyen insan gerçekten yaşamıyor demektir çünkü patlayacak bir balonu bile yoktur içinde. Tutunacak bir dalı, hedefi yoktur. Düş kırıklığının acısını tatmamış, balonlara yabancıdır, her gece kafasını yastığa koyduğunca, hemen uykuya dalandır.
Hiç düş kırıklığı yaşamamış insan, umut etmeyenden de kötüdür. Ne hayattan ders almıştır ne umut etmek ve altındaki şeyleri yaşamıştır. Umut edecek saflığı tatmamıştır, ya da içinde yoktur.
Ya da belki de balonları o kadar çok patlamıştır ki, gerçekten yaşamamayı, balon patlamasına tercih ediyordur artık. Aslıhan Elif EROL 8-A


AYDINLIK YOL

Bir toplumda ne kadar çok kitap okunursa o toplum geleceğe daha aydınlık bakar.
Kitap okumayı herkes sevmez. Ama kitapları okur ve seversek hayal dünyamız ve zekâmız gelişir. Derslerimizde başarılı olmak için, beynimizin daha kolay algılayabilmesi için, kültürlü ve bilinçli bir birey olabilmek için de kitap okumak gerekir. Çok okuyan insanlar hayatta her işte başarılı olurlar. Yaşamları boyunca emin adımlarla ilerler. Eğer kitap okumazsak bilinçsiz, kültürsüz, ülkemize faydasız oluruz. Yarınlarımıza güvenle bakamayız, yanlış kararlar veririz. Kitap okumak nasıl hayat yolculuğumuzda önümüzü aydınlatıyorsa, okumamak da bizi karanlığa hapseder.
Gelecek nesillere daha aydınlık, huzur içinde bir ülke bırakmak istiyorsak kitap okumalıyız, çevremizdeki insanları da kitap okumaya teşvik etmeliyiz. Defne YILMAZ 5-B

KİTAP AYDINLATICIDIR

            İnsan aslında öğrenmeden veya en önemlisi okumadan cahildir. Bunun için kitap okumalıyız.
Okulda her şey öğrenilmez. İnsanın bazen başka kaynaklardan da yararlanması gerekir. Bunlar kitap, internet, ansiklopedi gibi kaynaklardır. Ama bunları arasından en verimlisi veya en bilgilendirici olanı kitaptır. Kitap aynı anda üç şeyi birden geliştirir: Bunlar düşünce, hayal gücü ve zekâdır. İnsan beynini bu üç şey geliştirir. Mesela size tuhaf veya ilginç hikâyeler ya da kurgular söyleyen mi, yoksa sıkıcı ve ciddi olan mı daha eğlendiricidir?
İnsan beyninin yüzde 10‘unu kullanır. Bazıları bunu geliştirmek ister, bazıları da tam zıddını ister. Bunlardan gelişmek isteyeni çalışkandır, diğeri tembeldir. Bu ikisinden hep çalışkan kazanır çünkü çalışkanın başarısı tembele göre daha yüksektir. Bunun için kitap okumak gereklidir.
            Kısacası eğer bir adam dünyaya karanlık yani cahilce bakıyorsa kitap ona ışık, bilgi kaynağı, verir. O adam ondan sonra etrafa ışık saçar. Hasan Can GÖZE 5-B

11 Eylül 2014 Perşembe

30 YIL SONRA BEN


Erkenden kalktığım bir cuma sabahıydı gene. Mira daha uyanmamıştı. Uyumaya devam ederse okula geç kalacağı için odasına dalıp onu uyandırmak için gıdıklamaya başladım. On dört yaşında olmasına rağmen böyle uyandırmamı çok severdi. Anne kız ilişkisinden çok, aramızda arkadaş ilişkisi vardı. Çok iyi anlaşırdık ve birbirimize anlatmaktan çekindiğimiz hiçbir şey olmazdı. Küçüklüğünden beri sevdiği çocukları anlatır, fikir danışırdı. Dışarı çıkmak için o benden, ben de ondan izin alırdım ve arkadaşlarıyla bir yere gitmesine izin vermediğim bir zaman olduğunu hatırlamıyorum. Dersleri çok iyiydi ve sosyal hayat ile okul hayatını çok iyi yönetirdi. Zamanını nasıl kullanacağını iyi bilirdi. Kısacası birbirimize çok bağlıydık ve birbirimizi çok severdik. Kahkaha attı ve gıdıklamayı kesmem için yalvardı. Kıyafetlerini dolabından çıkarıp koltuğunun üzerine bıraktım ve odasından çıktım. İşe gitmek için hazırlanmaya başladım ve kurutma askısından önlüklerimi alıp, katlayıp çantama koydum. Almanya’nın en iyi hastanelerinden birinde adli tıp uzmanı olarak çalışıyorum ve bu meslek küçüklüğümden beri hayallerimi süslüyordu. Küçükken çok fazla polisiye izlerdim. Olay yerinde araştırma yapmak, sakızdan DNA çıkarmak ya da parmak izi tespit etmeyi hep isterdim bu yüzden bu mesleği seçtim. Küçükken Almanya’yı gezmeye gelmiştik, o zaman Türkiye’de yaşıyordum. Almanya’yı çok beğenmiştim ve burada yaşamayı aklıma koymuştum. Üniversiteyi Almanya’da okudum ve burada evlenip, burada yaşamaya başladım. Hayatım çok güzel ve çok mutluyum. Formalarımı giydim ve mutfağa ulaşmak için üç kat merdiven indim. Evimiz üç katlı ve bahçeli, ayrıca bir de bodrumu sayarsak dört kat oluyor. Bir tane “Golden” cinsi köpeğimiz var. Köpeğim olmasını da hep isterdim. Mutfağa inince Mira’ya kahvaltı hazırladım. Okula giderken yanında götürmesi için bir parça da kek alıp alüminyum folyoya sardım ve masaya koydum. O sırada merdivenlerden kocam indi. Kendisi de cerrahtır ve gayet başarılı. Günaydın diye neşeyle seslendi bana. Aslında o hep neşelidir ve biz yıllardır süren evliliğimiz boyunca hiç büyük bir kavga etmedik. İşe gitmek için birlikte arabaya bindik. Önce beni bıraktı, sonra kendi işine gitmek üzere yola koyuldu. Akşam saat beşte beni almaya geldi. Çok yorgundum. Eve gidince doğrudan yatağa atmıştım kendimi ama beş dakika sonra Daniel üstüme çıkıp “Benimle oynar mısııııııın?” diye bağırmaya başladı. Daniel sekiz yaşında olmasına rağmen hala oyun istiyor. O evimizin en küçüğü. Bir de abisi ve ablası var işte. Abisi ve ablası çift yumurta ikizi,  Batuhan ve Mira. Bazen didişip dursalar bile birbirlerini çok severler. Birlikte yapmayı sevdikleri çok şey var. Sürekli yan yana bulursunuz onları. Daniel’ı aralarına pek almazlar bu yüzden Daniel sürekli benimle oynamak ister. Yatağın üstüne yatırıp onu gıdıklamaya başladım ve o sırada telefonuma mesaj geldi, Mira’dandı. Aynı evde olmamıza rağmen Mira ve Batuhan bana mesaj atmayı çok eğlenceli bulurdu. Mesajda aşağıda yemeği hazırladıklarını ve bizi bekledikleri yazıyordu. Daniel’i kucağıma alıp aşağı indim. Mira meşhur makarnasından yapmıştı. Bir kere yeseniz tadına bayılabilirsiniz emin olun ama ben bile tarifini bilmiyorum. Mira tarifi kendi oluşturdu ve Batuhan dışında kimseye anlatmadı. Ben mutfaktayken de asla yapmaz. Tarifin kendini özel olduğunu ve kimse ile paylaşmayacağını sanırım yaklaşık bin kere söylemiştir. Masaya oturdum ve makarnamı yemeye başladım. Her zamanki gibi lezizdi. Yemekten sonra hep birlikte salona geçtik. Ailecek Tabu oynadık. Bu bizim cuma klasiğimizdi. Oynarken hepimiz gülmekten ölmüştük. Oyun bitince herkes dağıldı. Daniel uyumaya gitti, Mira ve Batuhan bodruma video oyunu oynamaya indi, ben ve eşim de odamıza çekildik. Bir süre ona sarılarak kitap okudum, sonra uykumuz geldi ve yattık. Yarın doğum günüm, bakalım bana ne hazırladılar? İşte böyle sevgili günlük. Artık kendimi 43 yaşında sayıyorum ve hayatımdan çok büyük zevk alıyorum. Sonsuza dek böyle sürmesini falan dilemeyeceğim çünkü sonsuzluk yoktur, yaşadığınız an vardır… 8-C Elif Dilan ÇELİK

12 Mayıs 2014 Pazartesi

UMUT


O kadar hızlı gidiyoruz ki bir an oracıkta doğuracağım sandım. Saat gecenin üçü ve biz alelacele hastaneye gidiyoruz. Evet, bir bebeğim olacak. Yıllarca süren uğraşlarımız boşa çıkmadı. O kadar mutluyum ki anlatamam ama şu sancılar da bir geçse güzel olacak. Sanırım kızım olacak. Belki anne olmak için fazla yaşlıyım ama bu hissi tatmak bile çok güzel. Otuz beş yaşındayım ve ilk çocuğum. Aslında ilk sayılmaz. Daha önceki daha karnımdayken öldü çünkü. Yıllarca bebeğimiz olmadı bir daha. Umudumuzu kesmiştik fakat son olarak tüp bebeği denemeye karar verdik. Gayet başarılı oldu ve şu anda tüp bebeğimi doğurmak üzere hastaneye yetişmeye çalışıyoruz çünkü fena halde sancım var. Az kaldı galiba. Telefon çalıyor, kayınvalidem. Ben kayınvalidemi çok severim fakat o da beni sever mi bilinmez.  Yıllar önce düşük yaptığım ve bir daha çocuk yapmayı beceremediğim için benimle pek konuşmuyor çünkü tek oğlu var ve haklı olarak torunu olmasını istiyor. Benim yüzümden oğluyla da konuşmuyor, Burak’la. Telefonu açtım ve yoldayız hastaneye geliyoruz, dedi kayınvalidem. Benimle konuşması bile beni sevindirmişti. Sonunda hastaneye vardık. Ameliyathane zaten hazırdı. Beni hemen giydirip içeri aldılar. Burak elimden tutuyor çünkü hafif korktuğumu hissetmiş. Sezaryen olacağım için endişelenmemi gerektiren bir şey yok. Doğum başlamadan hemen önce kayınvalidem içeri girdi. Beni sevdiğini söyledi. Artık hazırım. Yaklaşık otuz dakika sonra ameliyat bitti. Kucağıma verdiler kızımı. İlk olarak kayınvalidem geldi yanıma. “Aynı annesine benziyor. Sarışın, yeşil gözlü, minik burunlu ve çok güzel bir kız.” dediğini duydum. Belki yıllardır bana bakarken ilk kez gülümsüyordu. Bunun bir gün gerçekleşeceğini biliyordum. Kayınvalidemle aramızın düzeleceğine dair umudumu hiç kesmemiştim ve o gün bugündü. Kendi annem vefat ettiği için onu öz annem gibi seviyordum. Babaannesi kızıma doğum sonrası giydirmem için morlu bir takım almıştı. O kadar şirindi ki. Bu takım Mina’ya çok yakışmıştı. Mutluluktan ağlarken kızıma sıkıca sarıldım. Bebeğimi kucağımda tutmanın sevinci paha biçilemezdi. Mina’yı babaannesine verdim ve Burak’ın boynuna sarıldım. O da kulağıma, “Benim güzel karıcım, Serenay’ım, sonunda hayallerimiz gerçekleşti. Artık kocaman bir aileyiz. Kızımın annesi, her şeyim seni çok seviyorum.” dedi ve alnımdan öptü. Hayatımın en mutlu günüydü resmen. Olmasını, gerçekleşmesini umduğum her şey gerçek olmuştu. Artık anne diyebileceğim biri ve bana anne diyebilecek biri var hayatımda ve tabii ki beni çok seven bir kocam. İnsan daha ne ister! Elif Dilan ÇELİK 7-C