9 Aralık 2013 Pazartesi

LİMON AĞACI

Sabah rüzgârı yapraklarımı hışırdatırken gülümsedim. Şanslıydım. Şanslı olduğumu biliyorum. Hepsi ölse de ben yaşamıştım. İşte bunun adı şanstı. Benim adım Şans. Tekrar gülümsedim. Birkaç saate Duru uyanacaktı. Uyanır uyanmaz ilk işi yine gelip beni görmek olacaktı. Beni kurtaran tatlı çocuk, Duru. Çok küçük bir ağaçken, çevremdeki diğer limonlarla beraber bir serada yaşardık. Bizi satıyorlardı. Limon iyi para ediyormuş, öyle diyorlardı. Ben limonun meyve olduğunu sanıp asla satılamayacağıma inanıyordum. Zaten satılmak korkunçtu. Kaslı ve kaba adamlar seni saksınla beraber kaldırıp sarsa sarsa bir kamyona bindiriyorlar, kamyon seni sarsa sarsa bir yere götürüyor, orada köklerine zarar vererek seni saksından çıkarıyorlar, sarsak hareketlerle başka bir saksıya dikiyorlar ve ilk haftadan sonra su vermeyi unutuyorlardı. Bunları satılıp çürüdükten sonra iade edilen ve satıcının iyileştirmeye çalıştığı bir limon anlatmıştı. “İnsanlar bencil.” demişti, “Sırf komşularına evimde limon ağacı var diye hava atabilmek için zarar veriyorlar bize. Üstelik bize bakmasını da bilmiyorlar. Bak evin çocuğu bana ne yaptı.” Gövdesine “Z+A” yazısı kazınmıştı. İğrenerek başımı çevirdim. Zavallı ağaç bir hafta sonra öldü. Seradaki tüm limonlar teker teker satılıyor, çoğu iade ediliyor ve birkaç hafta içinde ölüyorlardı. En büyük korkum satılmak olmuştu. Her müşteri gelişinde dallarımı büküp yapraklarımı sarkıtarak hasta görünmeye çalışıyordum. Fakat bir sabah, bıyıkları ve giyimiyle diğer tüm müşterilerden farklı görünen bir adam geldi. Adam çok eskiden köyden gelen ağaçlardan birinin anlattığı gibiydi: köylüydü. Köylüler iyiydi. Seni gerçek toprağa dikiyorlardı. Sana kendi evlatlarıymışsın gibi bakıyorlardı. Ancak paraya sıkışırlarsa mecburen seni seraya satan bazı köylüler de vardı. Yine de iyiydiler. Hasta görünmeye çalışmadım. Zaten diğer tüm limonlar gerçekten hastaydı. Beni alacağını biliyordum. Adam beni almadı! Ağaçlara baktı, baktı ve birkaç elma ağacı alıp gitti. Hayal kırıklığıyla adamın ardaından bakarken kendime şaşırdım. Satın alınmak mı istiyordum? Ertesi gün aynı adam yine geldi. Bu kez yanında siyah saçlı bir kız vardı. Küçük bir kız. Adam armut ağaçlarına bakarken kız serayı geziyordu. Önümde durdu. Uzun bir süre ilgiyle bana baktı. Yapraklarımı okşadı. Adam “Duru!” deyip ona seslenince de “Geliyorum baba!” diye bağırarak koşup gitti. Adam armutları taşıyan görevlilerin arkasından kamyonuna dönüyordu ki adamın elini tutan Duru zınk diye durdu. Bunu fark eden babası da durdu. Tam önümdeydiler. “Ne oldu Duru?” diyes sordu babası. Duru beni gösterdi. “Onu da alalım.” Çok sevinmiştim. Adam uzun uzun beni inceledi. Almaya gönüllü görünmüyordu ama Duru ona öyle çok yalvardı ki beni de aldılar. Kamyonetin arkasında biraz sarsıntılı bir yolculuk geçirdim. Nihayet bittiğinde en dışta ben olduğum için kamyonetten önce beni indirdiler ve bir kenara koydular. Gün boyunca armutların dikimiyle ilgilendiler, ben de saksımda bekledim. Duru da yanımdaydı. Nihayet armutların dikimi bitince babasını çekiştire çekiştire yanıma getirdi ve beni dikmesi için başının etini yedi. Adam sonunda dayanamayıp toprağa bir çukur açtı, beni nazikçe saksımdan çıkardı, toğrağa yerleştirdi ve çukuru toprakla doldurdu. Ardından da suladı beni. En sonunda yorgun bir şekilde eve girdiğinde Duru yanıma oturdu ve konuştu. Kendinden, ailesinden, okulundan bahsetti. Bana bir de ad koydu: Şans. O günden beri buradayım. En iyi arkadaşım Duru. Her sabah gelip günaydın der, günün sonunda da gelip o gün yaşadıklarını anlatır. Sanki gerçek bir insanmışım gibi davranıyor bana. Bahçesine dikildikten birkaç ay sonra yine babasıyla seraya gittiğinde söylemişti Duru, seradaki tüm limonlar ölmüş, beni sattıkları günden beri limon satmıyorlarmış. Bir ben yaşadım, şanslıydım çünkü. Şanslı olduğumu biliyorum. Hepsi ölse de ben yaşamıştım. İşte bunun adı şanstı. Benim adım Şans. Gülümsedim. Defne ÖZYURT 7-C