9 Aralık 2013 Pazartesi
YERYÜZÜNÜN BUZ DAĞI
Merhaba insanoğlu, ben hepinizin tiksindiği çöp variliyim. Ben kendimi yeryüzünün Buz Dağı olarak adlandırıyorum, çünkü hepiniz beni sıradan bir çöp varili olarak görüyorsunuz oysa bende ne hikayeler var bilir misiniz? Ne yaşanmışlıklar, ne hikayeler biriktiriyorum şu kısa ömrümde. Anlatayım da bir dinleyin. Ben Bornova’da bir parkın köşesinde oturuyorum. Yanımda iki komşum daha var. Ama onlar benden biraz daha yaşlı. Biraz da hayattan bezmiş gibiler. Ama ben öyle miyim? Tabi ki de hayır, ben hayatı yaşamayı seven birisiyim ama insanlar bize zarar vermediği sürece. Bazı akşam üstleri küçük çocuklar gelip bizi tekmeliyor. Bundan zevk alıyorlar mı bilmiyorum ama bize zarar verdikleri gerçek, yanımdaki amcamın kapağı kırıldı. Çocuklardan hem çok korkmuş, hem de onlara çok sinirlenmiştim. Keşke elim kolum olsaydı da içimdeki çöpleri onlara atabilseydim demiştim içimden. Bir de kapağı açık olan çöp varillerinden koku yüzünden dert yanarlar, kapağımızı kapatmak yerine, bize hem zarar verip hem de dert yanıyorlar. Anlaşılması güç varlık şu insanoğlu. Neyse olan olmuş gelelim benim bir günümün nasıl geçtiğine… Sabahın ilk ışıkları gözükmeye başlayınca belediyeden çöpçü ağabeylerim dün akşamdan kalan çöpleri almaya geliyorlar. Yaşasın banyo zamanı! Bu temizlikten sonra uyku mahmurluğu falan kalmıyor. Çöpçü ağabeylerim gittikten sonra saat yedi buçukta Ayten Teyze torununa taze ekmek almak için evden çıkıyor. Önümden geçtiğinde o taze ekmek nasıl güzel kokuyor bir bilseniz. Daha sonra Fatma Ablam çıkıyor apartmandan amaç hem köpeğini gezdirmek hem de gazete alıp eve dönmek. Gazete alıp eve dönerken de önümden geçiyor. Bende Fatma Ablam sayesinde günün haberlerine göz gezdiriyorum. Eyvah! Ayten Teyze’nin torununun servisi geldi. Yine bekletti servisi sevimli cadı kız. Ama öyle dediğime bakmayın bir o kadar da akıllıdır. Büyümüş de küçülmüş…Tamam sabah programı tamamlanmak üzere ki Ahmet Amcam ’da çıktı. Şimdi eski Vosvosu çalıştırıp, egzozundan çıkan dumanları yüzüme savura savura yola koyulur. Emekli oldu ama çalışmayı çok seviyor. Sanırım ancak ben emekli olurken o da emekli olacak. Saatte dokuz olmuş. Ne çabuk geçiyor zaman. ’İmdat! Yardım edin.’ Aaa! Yanlış mı duyuyorum ben bir kadın bağırıyor sanki. A! Sevim Abla bağırıyor.’ Çantamı çaldılar!’ Tamam olay anlaşıldı. Yine bu mahallenin esrarengiz hırsızları. Geçenlerde de birinin evine girmişlerdi. Birazdan polis amcalar gelir. Neyse ben size başımın tatlı belalarını anlatayım. Onlar kim biliyor musunuz? Tekir ile Mırmır. Tabi ki de mahallenin kedileri. Her akşam gelir bende karınlarını doyururlar. Mırmır kendi halindedir ama Tekir ne aç kalır ne açık. Varillerin içinde neler neler bulur…Size günümü anlatayım derken zaman ne çabuk geçti ya. Saat yarım oldu bile. Yarım saat sonra mahallenin çocukları okuldan dönerler. Ooo! Mahalle şenliğe döner çocuk sesleriyle. Hava kararınca herkes balkondan aşağı kafayı sallar. ’Duygu! Hadi yemeğe kızım.’, ‘Tekin, Çetin, Metin! Hadi yemek hazır.’, ’Teoman! Acıkmadın mı oğlum?’ diye sesler yükselir mahalleden. Sonra sokakları derin bir sessizlik kaplar. Herkes karnını doyurmakla meşguldür. Çatal, kaşık, bıçak sesleri doldurur her yeri. Evet şimdi en sevdiğim kısma geçiyoruz. Kim ne yemiş, ne içmiş? Apartmanın ışığı yandı. Ayten Teyze ve Fatma Abla konuşa konuşa buraya geliyorlar. Hımm… Ayten Ablalar balık yemişler. Hem de en iyisinden hamsi. Evet birazdan mahallenin tatlı belaları Tekir ile Mırmır gelirler ziyafete. Fatma Ablalar ise tavukla ayran içmişler. Ama Fatma ablam akıllıdır. Ayran kutusunu gidip geri dönüşüm kutusuna attı. Aynı Teoman gibi. Teoman iyi bir çocuktur. Telleri vardır dişlerinde. Onlar da bugün çayla beraber çiğdem çitlemişler. Ama dedesi öyle mi, ne var ne yok benim içime doluşturur. Bazen de kapağımı açmaya üşendiğinden, çöp poşetini yanı başıma bırakıverir. Gün boyu beklerim, bir gören olsa da alsa o poşeti içime bırakıverse. Bununla kalsa iyi, daha Teoman’ın dedesinin ne hikayeleri var bir bilseniz, size anlatırken içim sızlıyor. Oya Teyzemin yaptığı boşalmış lezzetli reçel kavanozları, konserve kutuları, okunmuş günlük gazeteler, Teoman’ın eski kitapları, defterleri. Ne geri dönüşüm kutusu dinler, ne başka bir şey. Hatta kış başında Teoman’ın küçülmüş spor ayakkabıları, küçülmüş kazaklar, gömlekler bile bana geldi. Oysa ki, benden iki adım ötede belediyenin koymuş olduğu geri dönüşüm kutusu ve Kızılay’ın koyduğu giyecek kutusu var. Bir farkına varabilse, bir farkında olabilse… O ayakkabılar, o giyecekler çöp varilinde kokuşup belediye çöplüğünde yok olmaya bırakılacağına, hangi yardıma muhtaç çocuğu sevindirecekti. O kavanozlar, gazeteler, kağıtlar ülke ekonomisi için ne kadar önemli bir bilse. Bu atıklar kullanılarak, onların yeniden üretimde kullanılabileceğini bir bilse, onları bana atarken eminin elleri titrerdi. Ah bir sesimi duyabilseler, Teoman’ın dedesi gibi olanlara neler anlatırdım neler…Hepsi bir milli servet olan parçaların çöpe atmanın ne demek olduğunu… Saat öyle böyle on olmuş. Gece yarısını biraz geçince kağıt, karton, plastik toplayan Orhan’ım el arabası ile her gece beni ziyarete gelir. Şu mahalle sakinleri içinde onun yeri bir başka bende. Bir o biliyor benim kıymetimi, bir tek o iğrenmeden, tiksinmeden dokunuyor bana. İşi bittikten sonra bile kapağımı bir tek o incitmeden kapatıyor. Ben onun ekmek teknesiyim. Herkesin çöp işe yaramaz diye attığı şeylerden, ne cevherler buluyor benden. Metaller, poşetler, camlar, pet şişeler, kağıtlar, kartonlar, plastikler, gazeteler. Benden topladıklarını değerlendirip, evine çocuklarına ekmek götürüyor. Benim can dostum Orhan’ım. Bu gece de Orhan görevini tamamladı. Benimde yanımdakiler gibi uykum gelmeye başladı. İşte benim hemen hemen her günüm böyle geçiyor, gidiyor… İnsanoğlundan isteğim şudur ki bizi tekmeleyip bize zarar vermesinler; canımızı acıtmasınlar. Bir diğer isteğim de bizlerden, belediyede çalışan çöpçü ağabeylerimden, çöp toplayıcılardan iğrenmesinler, hor görmesinler. Kalplerimizi kırmasınlar. Hepimiz hakkını vererek üstümüze düşen görevlerimizi yerine getirmeye çalışıyoruz. Hiç düşündünüz mü acaba biz olmasak ne olurdu bu dünyanın hali… İrem ÖNAL