31 Mart 2022 Perşembe

BAŞARININ ANAHTARI

 

Olmuyordu yapamıyordum,

Acaba bıraksa mıydım kendimi aşağılara,

Girmeli miydim o uçsuz bucaksız sulara,

Bir daha denesem olur muydu acaba?

 

 

Çalıştım çabaladım

Başarısızlığın beni içine çekmemesini

Sağlamak için çalıştım

Olmuştu işte buydu, cevap sorudaydı,

Çalışma aynı zamanda

Çok basamaklı bir merdivenin ilk basamağıydı,

Çalışmak başarının anahtarıydı…

 

Masal ÜÇER 5-B

22 Mart 2022 Salı

15

 

“Üzerimde ölü birinin bakışlarını hissettim. Çok rahatsız edici bir duyguydu. Özellikle de ölü olduğum düşünülünce. Ruhsuz ve morarmış bir şekilde olay yerinde yatıyordum. Defalarca bıçaklanmış bir şekilde. Böylece kim olduğum belli olmadığı için kimsesizler mezarlığına gömüldüm. Böylece 15’imde benim evim mezarım oldu. Bana bunları yapanın kim olduğu bulunamamıştı. Bu yüzden dosyam zaman aşımına uğrayıp yıllar sonra kapandı. Bana bunları yapan ise aslında yan komşumuzdu.”

Annem hikâyemi güzel bulmuştu. Ben de anneme teşekkür edip tam odama çıkacakken kapı çaldı.

DİNG DONG.

Annem kapıyı açmamı istedi. Ben de kapıyı açtım ve o da kim?

Yan komşumuz bana “Görüşürüz” dedi.

Işık GÜÇLÜ 7-B

CEVİZİN AŞKI

 

Bir ovada ceviz

Yalnızlığın kollarının arasında oturuyor.

Ama yalnızlığın kucağı rahat değil artık,

Huzur batıyor sanki cevize.

Ceviz yeni bir kucağa muhtaç…

 

Arılar bile cevizi ziyaret etmeden geçiyor artık.

Kaç yıldır burada ceviz,

Yalnızlıkta kucaklaşmaktan sıkıldı.

Yeni bir kucak gerekiyor artık.

Damarlarını ısıtacak bir kucak…

 

Ceviz ne istediğini biliyor aslında,

O aşkın kucağını istiyor.

Aşk bir ağacı bile ısıtabilir mi?

Bilmiyorum.

Ceviz de bilmiyor.

 

Daha ne kadar var aşkı bulmaya?

Bilmiyorum.

Bildiğim şey cevizin aşık olması için birine ihtiyacı var.

Yıllar geçse bile onu kollarıyla sarmalayacak,

Damarlarını ısıtacak, ona aşık olacak.

 

Birkaç ay geçmiş,

Ceviz hala aşkını ararken çiçekler açmış dallarında.

Kış bitmiş, sahne ilkbaharınmış şimdi.

Ceviz hala yalnızlığın kollarından kaçmaya çalışırken,

Yalnızlık onu sıkı sıkı tutarken.

Bir mevsime aşık olabilir mi insan?

Bilmiyorum.

Ama o bir ağaç ve o ağacı yalnızlığın kucağından kurtaran şey ise bir mevsim.

İlkbahar…

Cevizin damarlarını ısıtan şey ilkbahar.

 

Adeta yalnızlığın kollarını hunharca tırmalayarak almıştı

Cevizi kollarının arasına ilkbahar.

Aşkı bulmuştu şimdi ceviz, damarları sıcaktı artık.

Olabilirmiş demek,

Aşk bir ağacın damarlarını da ısıtabiliyormuş…

 

Ne kadar süre aşık olabilirsiniz?

Bilmiyorum.

Sonsuza kadar mı?

Neden olmasın?

Ceviz olmuş sonuçta…

 

Ceviz onu sonsuza dek kucağına alacak birini arıyordu.

Ama ilkbahar onu sadece üç ay kollarının arasına aldı.

Gidişi sessizdi, acele ediyordu sanki ses etmeden

Ayrılıp gitti.

 

Ceviz bekledi,

Üç ay daha bekledi.

Yaz onu teselli edemedi,

Meyveleri bile onu neşelendirmeye yetmemişti.

 

Sonbahar geldiğinde cevizin gözyaşları,

Dökülen yapraklarıydı.

Çünkü aşkı, onun son baharıydı…

E.Ekin İNAN 5-B

21 Mart 2022 Pazartesi

İLK KİTAP

 

Yıl 2054, zaman makinesinin çıkmasıyla başlamıştı serüven. Asıl sorun sadece 1 haklarının olmasıydı. O haklarını çok mantıklı kullanmaları gerekiyordu. Onlar asla korkmadan bindiler zaman makinesine, sadece bir sayıdan istedikleri zamana gidemediler.

Gittikleri zaman 1729. Elif zamanlar kitabına baktığında “Arkadaşlar, şu anda Türklerin ilk kitabını çıkarttığı zamandayız.” dedi. Hep bir ağızdan “Ne!” diye bağırdılar. Mert “İyi o zaman, belki tarihteki ilk kitabı görürüz, haydi yola çıkalım.” dedi. Cenk “Siz deli misiniz? Yıl 1729. Bu insanların konuşmasına, kılık kıyafetlerine bakın; bir de bizimkine bakın.” Mert sözü keserek “Cenk haklı, Elif bizi neden bu yıla getirdin?” dedi. Elif “Ben aslında bu zamana getirmeyecektim, bizi 1829’a götürecektim ama bir harfi yanlış yazmışım bu nedenle buraya geldik.” dedi. Mert “Tamam, şimdi şu zaman makinesinden çıkalım ve yürüyelim.” dedi.

Meydana geldiklerinde hep birlikte zaman makinesinden çıktılar ve yola koyuldular. Meydanda büyük bir kapının önünde iki adam vardı. Elif “Aaaa! İşte ilk kitap burada saklanıyor bence, haydi içeri girelim.” dedi. Üçü de koştular. Kapının önündeki adamlardan birine sordular: “Pardon, içeri girebilir miyiz?” Adam “A, buyur bacım!” Elif şaşırarak “Tabii ya, 1829’dayız.” diye düşünerek cevap verdi. “İçeri girebilir miyiz?” Adam “Buyur bacım, gir.” dedi. Üçü de aynı anda içeri girdiler. İlk kitabı gördüler, bu zamanda elektronik kitap varken burada gerçekten el yazısı bir kitap var. Nasıl da bu kadar çabuk değişmişti her şey? 

Asya ARSLAN 7-B       

17 Mart 2022 Perşembe

VALİZ OLMAK

 

Bu sabah çok erken uyandım. Sahibim uyanınca içime eşyalarını yerleştirdi ve havalimanına gittik. Neredeyse geç kalıyorduk ama ucu ucuna da olsa yetiştik. Ben valizlerin olduğu yere gönderilmiştim. Fransa’ya doğru yola çıktık. Sahibimin kiraladığı otele giderken Eyfel kulesinin yanından geçtik. Otele gidince sahibim içimi açıp telefonunu aldı ve Google’a Fransa’da gezilecek yerler yazdı ve Eyfel Kulesi’ne gitmeye karar verdi. Sonra beni götürmediği için çok ağladım ve tüm kıyafetler ıslandı. Islandığı için sahibim sinirden beni camdan aşağı attı. Bu, sonum olmuştu ne yazık ki…

                                                                                                              İbrahim Tuna Güneş 5-B

11 Mart 2022 Cuma

YENİ YIL HEYECANI

 

 

Ben Alkım. Ben yılbaşını çok seviyorum çünkü annemler hediye alıyorlar ve güzel yemekler yiyoruz. Yeni bir yıla eğlenerek giriyoruz. Yeni yıla ailemle birlikte mutlu ve sağlıklı bir şekilde girmek istiyorum. Bu yeni yılda da ailemle ve sevdiklerimle güzel vakit geçireceğim için  çok mutluyum. Yılbaşı tatilinde dinlenip çok ders çalışacağım ve çok spor yapacağım. Etkinlik dolu bir tatil olacağını düşünüyorum. Herkesin yeni yılı şimdiden kutlu olsun. Sağlıklı ve mutlu bir şekilde girersiniz umarım. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. Hepinize iyi tatiller.

Alkım ŞIKTAŞLI 5-B

ORMANLIK ALANDAKİ KORKUNÇ OLAY

 

Küçük bir çocuk ve ailesi ormana piknik yapmaya gitmiş. Ormanda, yemeklerini yedikten ateş yakıp yumuşak şekerleme (marshmallow) pişirmişler ve seve seve yemişler. Daha sonra uyumak için çadırlarına girmişler ama küçük çocuk uyuyamamış. Çadırından dışarı çıkmış. Tam etrafta dolaşmaya başlayacakken kar fırtınası çıkmış. Yine de dolaşmaya devam etmiş ve yolun ilerisinde ışıkları yanan bir kulübe görmüş. Kulübenin yanında birkaç adam duruyormuş. Tam oraya giderken ayağına bir şey takılmış. Bir bakmış ki camı kırılmış bir dürbün, şaşırmış. Dürbünlere bayılırmış o yüzden yanında hep dürbün camı taşırmış. Hemen dürbüne cam takmış ve kulübeyi gözlemlemiş. Çocuk: “Ne, o da ne!” demiş. İçeride hayvanların üzerinde deney yapıyorlarmış. Polisi aramış, sorun çözülmüş. O günden sonra küçük çocuk “Hayvanların hayatını kurtaran iyiliksever çocuk” diye anılmış.

Poyraz BİLEK 5-B

10 Mart 2022 Perşembe

HER ŞEY BÖYLE Mİ?

 

Bugün yine okula gidiyoruz. Okula servisle gittiğim için çok mutluyum. En yakın arkadaşımla servisin arkasına oturmak ikimizin de çok hoşuna gidiyor. Bir de bugün okulun son günü olunca işlerin heyecanı ve mutluluğu da artıyor.

“Bugün okulun son günü… Ne düşünüyorsun?” diye sordu Bob. Ben de tam cevap verecektim ki çok tatsız bir olay oldu. Servis kendi kendine gaza basmaya başladı. Duramadı, durmadı ve durmamaya devam etti. İki yakın arkadaş birbirlerine sarılarak “Bir şey olmayacak, bir şey olmayacak!” diye servisin geri kalanı ile bağırdılar. Düşmüştük fakat hiçbir ölüm yaşanmadı. Sadece yaralananlar vardı. İki arkadaş servisten çıkıp buradan gitmek için bir çare bulmaya çalışıyorlardı. Sonra ben (Kevin) telefonumun olduğunu hatırladım. Ambulansı ve ailemizi aradım. Yağmur ve batan güneşin içinde oluşan gökkuşağı etrafa çok güzel bir renk katmıştı. Olayların nasıl bu hale geldiğini anlayamamıştık. Derken bütün her yerin bulanıklaştığını fark ettim. Gitgide bulanıklaşıyordu.

Gözlerimi büyükçe açınca rüyada olduğumu ve evde uyuduğumu fark ettim. Pencereden dışarı baktım ve yağmuru, tek ayağı topallayan bir köpeği, arabaları ve şaşkın bir kadını gördüm ve okulun dün bittiğini hatırladım. Arkadaşım bugün evimize gelecekti. Geldiğinde ona sarıldım ve rüyamı anlattım. Sonra bütün günü eğlenerek geçirdik.

Özgür Rüzgar ALPASLAN 5-B

JUMANJİ

 

4 çocuk oyun kasetinin içine ışınlanırlar, onları öldürmeye çalışan sakallı adamlar çıkar ortaya. Jumanjide herkesin 3 canı vardır ve her şey doğada yaşanır. Yılanın dişlerini söken niga ile başladı bu hikâye ve bu 4 çocuk bir anda yetişkin olup gizemli valizler ve bavullar aramaya çıkarlar. 4 çocuk, sakallı adamları ve onların meşhur dürüm döner ve ayrandan yapılan araçlarını yok ettiler. Sonunda tapınağa ulaştılar fakat o da ne? Dağda patlama oldu. Önemsemeyip valiz ve sandığı alıyorlar, onları yakalamaya çalışan korumalar ise hayatlarından oluyorlar ve her yer tapınak da dahil yıkılıyor ve kaçtıktan sonra oyunu kazanıp kasetten çıkıyorlar.

Arel AYARCI 5-B

9 Mart 2022 Çarşamba

BİR SONBAHAR SABAHI

 

                                          Bir sonbahar sabahı

                                          Bir orman

                                          Ve ben

                                          Geziyordum sakince

                                          Mutluca, güzelce

                                           Yerde bir kitap gördüm

                                           Aldım,

                                           Bir banka oturdum, okumaya başladım.

                                           Onu okurken

                                           Hayallere daldım birden

                                           Mutluydum

                                           Sadece kırmızı, sarı yapraklar

                                           Güzel ağaçlar

 

                                            Karya KASKAN 5-B

8 Mart 2022 Salı

BENİM ADIM VALİZ

 

Selam ben valiz. Ben Ayça'nın ilk valiziyim. Bir dakika bir dakika, size kendimi tanıtmayı/betimlemeyi unuttum. Adım CAFER, boyum 1.10 m, üstümde Mini Fare resimleri var. Şaka bir yana Ayça'yla birçok  il, ilçe ve ülkeyi gezdim. Ayça daha çok küçükken Ayça ile beraber teyzesine giderdik. Ayça 7 yaşındayken ilk defa Fransa'ya gitmiştik. Çok eğlenceliydi. Uçağa binmek çok havalıydı.

Ayça şimdi 11 yaşında. Dedikodulara göre sömestir tatilinde Fransa'ya gidecekmiş. Ayça beni tekrar kullanır mı bilmem. Umarım Ayça beni tekrar kullanır. Fransa'ya gitmeyeli yaklaşık iki buçuk yıl oldu.

            Kapatmam lazım çünkü yepyeni mor bir valizin kokusunu alabiliyorum.

 

Not: Bu gerçek bir hayat hikayesidir.

Ayça KARAKÜLÇE 5-B

6 Mart 2022 Pazar

YAYINCI

 

Saat gece 11 civarlarıydı. Can içine kapanık, utangaç bir çocuktu. Bu yüzden okulda hiç arkadaşı yoktu ve sınıf arkadaşları tarafından zorbalık görüyordu. Ona en çok zorbalık yapan Kuzey ile aynı apartmanda oturuyordu. Apartmanın otoparkında kulaklıkları ve kapüşonu takılı şekilde Kuzey’in gittiği partiden dönmesini bekliyordu. Kendisinden emindi, planladığı şeyi yapacaktı. Kuzey’e bu yaptıklarını ödetecekti. Bir yandan sürekli dinlediği bir radyo kanalını dinliyordu. O sırada Kuzey’in geldiğini gördü ve sütunlardan bir tanesinin arkasına saklandı.

 

                                                                              ***

“Hayatımda gittiğim en iyi partiydi” diye düşünüyordu bir yandan da otoparka motorunu park ederken. Motorunu park etti ve kaskını çıkarttı. Kuzey, Can’ın aksine bir sürü arkadaşı olan, çok sosyal bir çocuktu. Evine çıkmak için asansöre binerken içine bir kuşku düştü. Bir şeyi unuttuğunu hissediyordu ama içindeki bu hissi çok umursamadı ve 6. katın tuşuna bastı.

 

                                                                              ***

Hiçbir şey planladığı gibi gitmemişti, amacı ona bir şekilde gününü göstermekti, nasıl yapacağını bilmiyordu ama yapacaktı. Şimdi ise yapacak cesaret bulamadığı için sadece onu beklemek için 1 saatini harcadığıyla kalmıştı. Bütün morali yerle bir olmuştu. Tam asansöre binip gitmek üzereydi ki Kuzey’in motorunun yanında yerde duran bir şeyi fark etti. Yerde duran şeye yaklaştı ve fark etti ki yerdeki şey Kuzey’in o doğduktan birkaç ay sonra vefat eden annesinden ona kalan tek şey olan bileklikti. Kuzey o bilekliğe çok bağlıydı. “İşte şimdi Kuzey’e gününü göstermek için elime fırsat geçti.” diye düşündü.

                                                                     

                                                                              ***

Yorucu bir iş günüydü, bütün gün patronunun emirleri ile uğraşmıştı. Eve geldiği gibi kendisine kahve yaptı ve şu hayatta en çok sevdiği işin başına geçmek için odasına doğru ilerledi. Çalışma odasına geçti, radyo yayınını başlattı. “Hepinize merhaba sevgili dinleyicilerim, pazartesi olduğundan benim gibi yoğun bir gün geçirdiğinizi düşünüyorum ve sizi çok konuşmaya tutmadan hemen şarkılara geçiyorum. İlk önce kendi hazırladığım listeden sakin şarkılarla başlayacağız.”

 

                                                                               ***

Ders çalışıyordu ama bir türlü odaklanamıyordu, gözü sürekli masanın kenarında duran bilekliğe kayıyordu. Kuzey’e yaptıklarını ödetmeyi çok istiyordu ama bir yandan da beyni bilekliği ona geri vermesini söylüyordu. Bilekliği bulamadığı için Kuzey’in evde nasıl delirmiş olabileceğini düşündü, belki ağlamaktan gözleri kıpkırmızı olmuştu, belki de artık hayatın anlamının kalmadığını düşünüyordu. Can bir saniye durakladı ve kendi kendine düşündü. Gerçekten birinin bu denli üzülmüş olabileceği gerçeği onu mutlu mu ediyordu? Yoksa asıl kötü olan burada o muydu? Bir anlığına kendinden böyle bir şeyden mutlu olduğu için tiksindi. Ne yapacağını gerçekten bilemiyordu, ama aklına bir fikir geldi. Hala dinlemekte olduğu radyo kanalının yayıncıya özel mesajlar kısmını açtı ve yaşadığı her şeyi yazdı. Ne yapması gerektiği hakkında bir tavsiye istedi. Bu kanalın yayıncısına güveniyordu çünkü daha önceki sorunlarında da Can’a yardımcı olmuştu.

                                                                     

                                                                               ***

Bir yandan kahvesini yudumluyor bir yandan gelen özel mesajlara bakıyordu. En sevdiği dinleyicisinden gelen mesajı görünce mutlu oldu ve hemen mesajı açtı.” Merhaba Can, mesajını gördüm, bir tavsiye vermem gerekirse bence bilekliği geri vermelisin, böylece Kuzey yine dersini almış olur. Böyle önemli bir eşyayı ona geri getiren iyi birine bunca zaman kötü davrandığı için utanır ve belki bundan bir ders alır. Hatta şimdi sana bununla alakalı bir şarkı açayım, dinledikten sonra ne yapman gerektiğine sen karar ver.”

 

                                                                              ***

Can yayıncının verdiği güzel yanıt karşısında düşündüğü şeylerden ötürü yine bir utanç duydu. Tam o sırada radyoda çok güzel bir şarkı çalmaya başladı, melodisi sakin ve dinlendiriciydi, sözleri ise bir o kadar anlamlı. Affetmek, barışmak gibi güzel anlamlar içeren sözleri vardı. Şarkı dinlemeyi çok seviyordu ve şarkılardan çok etkilenirdi Can, aynı bu şarkıdan etkilendiği gibi. Daha şarkının tamamını dinlemeden karar vermişti, bilekliği aldığı gibi evden çıktı. Arkadan annesi “Nereye gidiyorsun?” diyemeden çoktan evden çıkmıştı. Asansöre bindi ve 6. kata bastı.

 

                                                                               ***

Can’ın karşısında havalı davransa da Kuzey utançtan yerin dibine girmişti. Yaptığı onca kötü şeyi düşünmekten o gece doğru düzgün uyuyamamıştı. Sabah okulda Can’ı görür görmez özür dilemişti.

 

O günden sonra Can ile Kuzey çok yakın arkadaş oldular ve Can bir daha dışlanmadı. Can bunu yayıncıya borçlu olduğunu biliyordu, aklından sürekli o yayıncıya ve o şarkıya teşekkür ediyordu.

Defne ŞALVARLILAR 8-B

                           

 

 

4 Mart 2022 Cuma

GECEYİ BEKLERKEN

 

Huzur verir insana,

Yalnız kalmak gün batımıyla.

Beklerken ayı yıldızları

Oturmak bir ağacın altında

 

Zaman gerek aya, yıldızlara

Ama sıkılmaz göğe bakan insan

Renkler eğlenir gökyüzünde

Aklındaki dertler kaybolur, sadece bekle

 

Durup düşün karanlıkta,

Kapa gözlerini yavaşça

Nefesin eşlik edecektir sana

Mutlaka karanlıkta.

 

E. Ekin İNAN

5-B  

HAYAT BANA GÖRE

 

Hayat bana göre basittir,  basittir derken hayatımın sıradan geçtiğini söylüyorum. Uyanırım, okula giderim, okuldan gelirim, ödev yaparım, uyumadan önce kitap okurum. Perşembe günleri kuzenlerim gelir bize. Onlarla kutu oyunları oynar, güzel vakit geçiririz. Hafta sonları da voleybola giderim, cuma ve cumartesi günleri ödevlerimin hepsini bitiririm ki pazara kalmasın ama eğer hayatımı değiştirmek gibi bir seçeneğim olsa değiştirmezdim çünkü ukalalık olarak algılamayın ama zaten hayatımda olmasını istediğim neredeyse her şeye sahibim: Mutlu ve sağlıklı bir aile, sevgi, mutluluk ve şefkat.

Benim babaannemin bir sözü vardır. Der ki: “En iyisi biziz.”. Şimdi kulağa kendini beğenmişlik gibi gelse de aslında bu sözün anlamı “Bizim her şeyimiz var, Allah olmayanlara da versin.”dir. İşte ,benim hayatım da bu söze göre en iyisi. Bu yüzden en çok istediklerim iyi bir liseye girip moda-tasarım camiasıyla uğraşmak ve voleybol oynamak.

Ela TEKELİ 5-B

3 Mart 2022 Perşembe

IŞIKLARI YANAN KULÜBE

 

Bir yaz sabahıydı. Emma kalktığında hemen banyoya gidip elini yüzünü yıkadı ve anne babasıyla birlikte kahvaltıya oturdu. Emma tek çocuktu. Kahvaltılarını ettikten sonra Emma köpeği Yoda’yı çıkardı. Yoda onun için çok özeldi. Emma ve Yoda eve geldiklerinde Emma ödevine oturdu, ödevleri bittikten sonra kitabını alıp ve tabii ki Yoda’yı da alıp dışarıya çıktılar. Üşüyeceğini tahmin ettiği için yanına bir ceket almıştı ve ceketini giydi. Orada ilk defa gördüğü bir kulübe görmüştü ve çok ama çok meraklı bir kızdı o yüzden kulübeye girmeyi düşündü Yoda bir anda çok korktu ama yine de Emma ile gitti ve kulübeye varınca orada küçük bir çocuk gördü ve şöyle dedi:

-Adın ne?

Çocuk:

-Adım Jack, senin adın ne?

Emma:

-Adım Emma.

Jack:

-Emma, SAKIN AMA SAKIN BU KULÜBEYE GİRME!

Emma: Niye?

Jack:

-Bunu sana söyleyemem.

Emma:

-PEKİ, SEN BİLİRSİN.

Emma, Jack gitti mi diye baktığında ve gittiğini gördüğünde çabucak kulübeye girdi.

 

Emma kulübeye girdiğinde bir teleskop gördü ve teleskobun camı kırıktı. Emma teleskoplara bayılır o yüzden teleskobu almaya çalışırken bir kapı açılmıştı, çok şaşırmıştı ve tabii ki içeri girmişti. Girdiğinde içerisi çok soğuktu: Yürüdü, yürüdü ve her yeri karla kaplandı. O sırada birinin ona doğru yürüdüğünü gördü ve saklandı. Bir kadın görmüştü, kadının yanında buzdan askerler vardı ve buz askerler bir tavşan tutuyorlardı. Tavşan şöyle dedi:

-Kraliçem, çok özür dilerim, bir daha böyle bir şey yapmayacağım, lütfen gideyim.

Kraliçe:

-HAYIR, SEN BANA İHANET ETTİN VE BUZLAR KRALİÇESİNİN SENİ AFFEDECEĞİNİ Mİ SANIYORSUN? Askerler! Ağaçların orada birileri var, onları yakalayıp bana getirin HEMEN!

Emma, hemen kaçmaya başladı ama askerler onu çoktan yakalamıştı. Askerler onu Buzlar Kraliçesinin yanına getirdiğinde Emma sanki bacakları yokmuş gibi hissetti. Ve kraliçe şöyle dedi:

-Sen burada ne yapıyorsun küçüğüm?

Emma:

-Şey, ben kayboldum da eve gitmeye çalışıyorum. Siz kimsiniz acaba?

Kraliçe:

-Ben kim miyim? Hah ASIL SİZ KİMSİNİZ VE O YANINDAKİ ŞEY DE NE ÖYLE?

Emma bir anda yerinden sıçradı ve hemen şöyle dedi:

-Pardon efendim, ben Emma, bu da köpeğim Yoda.

Kraliçe bu ismi duyduğuna çok şaşırmıştı çünkü kehanete göre Emma isimli bir kız bir gün gelecek ve onu tahtından kaldırıp sürgün edecekti ama bunu ona söylerse çok kötü şeylerin olacağını da bildiği için ona yumuşak davranmayı tercih etti ve şöyle dedi:

-Ne güzel bir isim böyle. Haydi gelin, çok üşümüş olmalısınız, sizi saraya götüreceğim.

Emma buna çok sevinmişti çünkü çok üşüyordu. Kraliçe onları saraya getirince Emma’yı bir odaya götürmüştü ve tabii Yoda’yı da. Emma kraliçenin bir şeyi olduğunu düşündüğü için onu dinlemeye karar vermişti. Kraliçe muhafızlarla şöyle konuştu:

-Sakın ama sakın bu kızın benim yanıma gelmesine izin vermeyin çünkü kehanete göre bu kız beni tahtımdan kaldıracak.

Bir tane muhafız:

-O kız bana tatlı gelmişti kraliçem, niye öyle bir şey yapsın ki? Siz çok iyi bir kraliçesiniz.

Kraliçe:

-Muhafız, sen bana verilen ismi duymadın galiba, herkes bana Zalim Kraliçe diyor çünkü onlara hiçbir şey vermiyorum.

Emma bunları duyduğunda hemen bir plan hazırladı, planı şuydu: İlk başta kendini muhafızlara ve kraliçeye sevdirecekti, sonra onları en kötü zamanda yakalayıp işlerini bitirecekti.

 

6 ay sonra:

Emma çok büyümüştü ve her zaman bu planın ne zaman işleyeceğini merak ediyordu. O gün tam zamanıydı çünkü hem kraliçeyi hem de muhafızlara kendini sevdirmişti ve sonra kraliçenin karşısına çıkıp onu alt etti ve sürgüne gönderdi, bunu duyan halk hemen ülkesine döndü ve kutlama yapmaya başladı. Artık Buzlar Ülkesi’nin kraliçesi Emma’ydı.

    Mira KANUN 5-B

2 Mart 2022 Çarşamba

EN GÜZEL YILBAŞI GECESİ

 

Soğuk bir kış günü, şehrin ortasındaki yılbaşı ağacının altında oturan bir küçük kız vardı. Yanına gittim ve uyuyordu. Kaldırmak istemedim fakat çok soğuktu. Neyse ki kendisi uyandı. “Neden bu soğukta burada uyuyorsun?” diye sordum. “Kar yağmasını bekliyorum.” diye cevap verdi. “Hiç kar görmedin mi?” diye sordum tekrar. “Hayır.” dedi. “Bu üzücü.” diye cevap verdim ve oradan ayrıldım. Ona ne zaman isterse çalıştığım kafeye gelebileceğini söyledim. Yeni yılbaşı kurabiyeleri yaptığımı da söyledim ve gittim.

Ben ayrılınca camların donmaya başladığını gördüm ve ardından kar yağmaya başladı! Kızın yanına koştum. Kız çoktan kalkmış ve karın içinde dans ediyordu. Yılbaşı ağacının ışıkları yandı ve vatandaşlar ağacın etrafında yuvarlak olup şarkı söylemeye başladılar. Biz de katıldık. Garip görünümlü birisi bize isimlerimizi sorarak ağacın altına hediye yerleştiriyordu. Kar içinde ve büyüleyici ışıklar ile hem kurabiye yedik hem de hediyeleri açtık. Bana hediye olarak çok güzel bir kazak, kıza da bir oyuncak ayı gelmişti.

 Çok güzel bir geceydi. Kar ile oynadık, tüm mahalle ile yemek yedik ve birbirimize hediyeler verdik. Daha küçük çocuklar ise kar ile oynadılar. Mahallenin büyüleyici ışıkları ile yıldızların altında uyuduk. O gün hayatımda yaşadığım en güzel yılbaşı gecesiydi.

 Melisa SEZİK 6-B

KÜÇÜK ŞİŞELER

 

Benim özel bir koleksiyonum var, güzel duygularımı şişeleyebiliyorum.
Bu duygular birer güneş ışığı gibi parlıyor, yanımdan asla ayırmadığım küçük şişelerim insanların günlerine ışık katıyor.
Koleksiyonum bana çokça arkadaş kazandırıyor, bir arkadaşım mahzun hisseder, onun ışığını tekrar yaratmak için bir şişe açılır.
Geceler birbirini karartırken gün geçtikçe daha çok şişe açılır.
Her bir ışık kaynağını başka soğuk ellere verdiğim zaman, sanki küçük şişelerim ayağımın dibinde bin parçaya ayrılmış gibi hissediyorum ama bildiğim tek bir şey var: Bu şişeler arkadaşlarım için, yüzlerinde o tatlı gülümsemeleri hala belirmemiş arkadaşlarım için.
Hepsi onlar için, benim değil.

Delfin USLUER 7-B

BÖCEK VEYA BİR ADAMIN YAŞAMININ SON SAATLERİ

 

BÖCEK VEYA BİR ADAMIN YAŞAMININ SON SAATLERİ

Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu. Şöyle bir çığlık bastı, bütün komşular uyandı. Üst katta yaşayan huysuz teyzeye inmeler indi, Gregor’un anlayamadığı şeyler gevelendi. Gregor çok stres olmuş bir şekilde yataktan inmeye çalıştı. “Ay, ay, ay!” diye inledi ve sonra 4 ayağının (ki onlara ayak denilebilirse) üzerine indi.  “Bir pazar günü saat 7’de yaşayan bir insan apartmanda oturduğunu hatırlamalı, SENİNLE KONUŞUYORUM GREGOR SAMSA!” dedi üst katta yaşayan huysuz teyze. “Üzgünüm üst katta yaşayan huysuz teyze, seni uyandırmak istememiştim!” diye bağırdı Gregor Samsa ama der demez de bir tane daha çığlık bastı, söylemeye çalıştığı şey ağzından şöyle çıkmıştı: “Mıy mıy mırı mıy mırı mıy, mırı mırı mıy mıy!”

Gregor Samsa içinden “Aman Tanrım n’oluyor, hala rüyada mıyım yoksa? Rüyada olmalıyım çünkü içinde olduğum olayın daha mantıklı bir açıklaması olamaz!” diye geçirdi. Ne yapacağını düşünürken kapı çaldı ve irkildi. “Yo yo yo yo yo yo yo yo yo! Bu oluyor olamaz! Ne yapacağım?” dedi, tekrar içinden elbet, eğer dışından konuşsaydı üst katta yaşayan huysuz teyze ve kapısındaki şahıs bir şeyler olduğunu sezerlerdi. Gregor Samsa, daha ne olduğunu kendisi bile öğrenmeden başkalarının sorgulamasını istemiyordu. Kapıya gitti, bu oldukça zorlu bir süreçti ama başardı ve kapının deliğinden kapısını çalan kişiye baktı. Klarika’ydı. Klarika iş arkadaşıydı, meslektaş demek belki daha doğru olurdu çünkü Klarika ve Gregor Samsa neredeyse çok az iletişim kurmuşlardı. “Klarika Mayer neden bir pazar günü saat 7’de kapıma dayansın?” diye düşündü, Klarika bir kez daha kapıyı çalınca Gregor Samsa sıçradı, telaşlı bir şekilde etrafına bakındı ve ne yapabileceğini düşündü. “Camdan atlayabilirim. Hem böylece neden böcek olduğumun bir açıklaması varsa bile onu öğrenmek zorunda kalmadan bu iğrenç hayatı arkamda bırakabilirim.” diye mırıldandı çok sessizce ama sonra bu fikirden vazgeçti. Kapıyı açtı. Klarika elindeki sunumdan kafasını kaldırmadan “Şükür Gregor, kapıyı açmaya zahmet edebildin. Bugün çok önemli bir toplantımız var, unuttun…” diyordu ki kafasını kaldırdı ve böceğe dehşet dolu gözlerle baktı. İki salise sonra çığlık attı ve Gregor Samsa onu susturmak için “Şşşşhhhh!” diye bağırdı ama Klarika susmadı. Eliyle ağzını kapatmak istedi ama eli ince bir dal gibiydi. Yapabileceği hiçbir şey olmadığı için Klarika’nın kolunu soktu. “AMANTANRIMAMANTANRIMAMANTANRIMAMANTANRIM!” diye çığlık atmaya devam etti Klarika. “Sus, Klarika, benim işte, deli misin?” dedi Gregor Samsa ve birden Klarika sustu.

“Gregor, bu sen misin?” dedi. Gregor Samsa ona garip garip baktı. “Gerçekten ne dediğimi anlayabiliyor musun?” diye sordu. Klarika başını evet anlamında salladı. Evin içine geçip oturma odasına doğru yürürken Gregor’un böcek omuzunu tuttu ve “Bu nasıl hal? Yine estetik mi yaptırdın Gregor? Sana bu işlerden vazgeçmeni söylemiştim.” dedi. Klarika ve Gregor koltuğa oturdular. “Hayır. Ben yapmadım. Uyandığımda böyleydim. Neden olduğu hakkında en küçük bir fikrim yok.” dedi Gregor da.  “Böyle yaşayamazsın. Sana yardım etmek için bir şeyler düşünmeliyim. Ben birilerini çağırmaya gideyim. Sen burada bekle.” Dedi Klarika. “Hayır, Klarika, gitme. Beni bırakmamalısın ve kimseye bundan bahsetmemelisin. Bir çözüm bulmamız gerekecek. Ben de seninle geleceğim.”

Klarika ve Gregor evden çıktılar, Gregor’un dev bir böcek olduğu belli olmasın diye ona bir palto giydirdiler. Sokakta kimsecikler yoktu, şans yüzlerine gülmüştü. Ne yapacaklarını bilmez şekilde Klarika’nın arabasına doğru yürürken bir ses duydular. “Olamaz. Saat yediyi on beş geçiyor. Her pazar bu saatte böcek ilaçlama aracı gelir ve sokaklara böcek ilacı sıkar. AAAAAAHHHHHH!” dedi Gregor. O sırada böcek ilaçlama aracı önlerinden geçiyordu ve palto Gregor Samsa’yı koruyamadı. Son gelmiş ve geçmişti.

Zeynep EREL 7-B

BİR ÇOCUK TANIYORUM

 

Bir çocuk tanıyorum,
Gözleri hep ekranda.
Hayal gücünü kaybetmiş,
Yaşıyor bir boşlukta.

****

Hiç rüya göremiyor,
Dış dünyayı tanımıyor.
Ekranın esiri olmuş,
Koşup oynamayı unutmuş.

***

Eski arkadaşları,
Arayıp sormaktan vazgeçmiş.
Günden güne,
Sağlığını da yitirmiş.

***

Bir çocuk tanıyorum,
Teknoloji bağımlısı.
Ona yardım eli uzatmanın,
Şimdi tam sırası.

Asya SAHİLLİOĞLU 5-B

YEŞİLSİZ HAYAT

 

Bir patlama oldu dünyamızda; doğa öldü, insanlar öldü, hayvanlar öldü. Artık eski yeşilimiz yok dünyamızda. Nasıl olduğunu biz de anlamadık. Her şey üç saniye içinde yok oldu. Kıyamet günü gelmişti, neredeyse dünyada renk kalmadı. Bazı insanlar daha da kötüsünün geleceğini söylüyor. Oksijen kaynaklarımız tükeniyordu ancak tam o sırada bir tohum gördüm ve bağırmaya başladım, yaşasın kurtuldum, ölmeyeceğim! O an yeşilin önemini anladım ve hemen gidip tohumu ektim ve sonra daha da fazla ektim.  Her şey bitti artık kurtuldum derken, tüm tohumlar bir anda soldu ve yeşil bitti, hayat bitti.

Güney Ares BAHADIR 6-B

HAKAN'IN OLAĞANÜSTÜ GÜNÜ

 

Arkadaşlarıyla denize gitmeyi çok seven Hakan ilk defa tek başına denize gitti. Denizde rengi mor gibi gözüken renkli bir canlı görmüştü, evet, evet hareket ediyordu. Artık yetişkin olmaya yaklaşan Hakan, o an sanki çocuk olmuştu. Bu canlıyı merak eden Hakan, bu merakla denize girmişti. O mor canlıyı tekrar gören Hakan, arkadaşı Hayri’nin dediklerini hatırlamıştı. Hayri de bu canlıyı anlatmıştı. Hayri “O canlıya sakın yaklaşmayın.” demişti. Annesi de “Tek başına denize girme oğlum.” diyordu ama Hakan ne annesini ne de Hayri’yi dinlemişti ve o canlı, Hakan’ı sokmuştu. O an anladı arkadaşlarının ve annesinin onun kötülüğünü istemeyeceklerini.

    Ulaş Yiğit KOÇAK 6-B

1 Mart 2022 Salı

YIKILAN YAŞAMLAR

 

Okuldan çıktıktan sonra okulun kapalı otoparkına doğru ilerledim. Gözlerimle etrafı taradım ve siyah arabamızın yanındaki annemi gördüm. Bana el sallıyordu yanına gelmem için. Yanına doğru ilerledim.

“Selam canım, günün güzel geçti mi?” diye sordu annem.

“Evet, yani her zamanki gibi.” dedim. Aslında her zamanki gibi kötü geçmişti.

“Güzel, sevindim. Geç arabaya.” dedi annem arabayı göstererek.

Arabaya geçtiğim anda radyodan gelen pop şarkıyı duydum. Yüzümü buruşturarak radyoyu kapattım. Annem de arabaya bindiğinde kaşlarını çatıp bana baktı.

“Neden müziği kapattın ki?”

“Sevmedim.” dedim.

“Tamam… Biliyorsun ki hafta sonu doğum günün. Arkadaşlarını çağırmak ister misin?”

Arkadaşlarım hakkında hiç konuşmazdık ki. Arkadaşlarımın olmadığını bilemeyecek kadar beni tanımıyor.

“Kutlamamıza gerek yok. İstemiyorum.”

“Aras, benden sakladığın bir şey mi var? Çok garip davranıyorsun yine.” dedi kaşlarını çatarak.

“Sadece doğum günümü kutlamak istemiyorum.”

“Tamam, sen nasıl istersen.”

Eve vardığımızda hemen odama geçtim. Ders çalıştıktan sonra pijamalarımı giyip yatağıma yattım. Çok kötü hissediyordum.

 

**

Ertesi sabah uyandığımda annem aşağıdan bana bağırıyordu.

“Aras, uyan! Geç kalacağız.”

Hızlıca yataktan kalkıp elimi yüzümü yıkadım ardından odama dönüp kıyafetlerimi giydim. Dişlerimi fırçaladım ve saçlarımı taradım. Hızlıca aşağı inip dışarıda beni bekleyen annemin yanına doğru ilerledim. Arabaya bindik ve okula vardık. Kapalı otoparka girdiğimizde bir şarkı sesi duydum. Metal müzik türündeydi. Arabadaki radyodan geliyordu ve arabanın önünde bir adam duruyordu. Yanında da küçük bir kız duruyordu. Kızını okula getirmişti. Bizim okulumuzda ilkokul, ortaokul ve lise birleşikti. Adam simsiyah giyinmişti ve kızı da babası gibi simsiyah giyinmişti. Simsiyah bir elbisesi vardı kızın ve siyah botları. Adam da siyah pantolon ve siyah bir kazak giymişti. Arabadan da metal bir müzik geliyordu ve kız arada başını sallayıp şarkının ritmine ayak uyduruyordu. Arabadan gelen müzik bir şekilde beni rahatlatmıştı. Uzun zamandır tatmadığım o duyguyu tatmıştım. Bu yüzden de şok içerisinde arabaya bakıyordum. Adam öyle baktığım için kaşlarını çatıp bana baktı.

“Bir sorun mu var?” dedi.

Başımı sağa sola salladım ve okula doğru ilerledim. Müzik çok rahatlatmıştı. Sanki bir anlığına tüm sorunlarım ve tüm dertlerimi unutmuştum. Garipti.

**

Diğer günlerde de o adamı, minik kızını gördüm ve o arabadan gelen metal müziği duydum. Bir şekilde kendimi daha iyi hissediyordum. Bunun tamamen bir saçmalık olduğunu düşünüyordum. Daha önce hiç müziğe karşı bir ilgim yoktu. Ama şimdi bir şeyler oluyordu.

**

Bir okul çıkışında yine aynı adamı, yine kızını gördüm. Ve yine o müziği duydum. Adam her arabalarının önünden geçtiğimde gözlerini kısıp bana bakıyordu. Benden rahatsız olmuştu. En sonunda önüme geçti ve benimle konuşmaya başladı.

“Adın ne senin?”

“Aras.”

“Niye her seferinde arabama bakıp duruyorsun?”

Hiç utanmadan konuştum.

“Müzik. Müzik hoşuma gidiyor. Beni rahatlatıyor.”

Güldü.

“Ben de Merih. Kızım bu okulun ilkokulunda. Ben de radyo programı yapıyorum. Genellikle metal tarzında müzikler oluyor programımda ve beni de çok rahatlatıyor.”

“Anladım. Şey, ben gitsem iyi olur.” dedim çekinerek.

“Sen iyi görünmüyorsun. Annen veya baban geldi mi seni okuldan almaya?”

“Hayır, bekliyorum.”

“Sana kötü davranmıyorlar, değil mi? Cidden kötü gözüküyorsun.”

“Hayır.”

“Peki, sen öyle diyorsan. Bir ara sana bu müzikleri gösteririm. Sevdin anlaşılan.”

“Evet.” dedim, o sırada annemin arabasını gördüm.

“Ben artık gitsem iyi olacak. Annem geldi.”

“Anladım. Görüşürüz.”

Başımı salladım ve arabamıza doğru ilerledim. Arabaya girdiğimde annemin şüphe dolu bakışlarıyla karşılaştım.

“O adamı tanıyor musun? Niye seninle konuşuyordu? Sana zarar vermedi, değil mi? Çok tekin birine benzemiyor.” dedi sorgulayıcı bir ses tonuyla.

“Hayır. Bana bir şey yapmadı. Neden böyle konuşuyorsun?”

“Alt katımıza yeni taşındılar. Eşi ve çocuğuyla. Neredeyse tüm gün müzik dinliyor. Çok rahatsız edici. İnsanları rahatsız ediyor müziğiyle.”

Şoka girmiştim. O adam alt katımıza mı taşınmıştı?

“O radyo programı yapıyormuş. Dolayısıyla evinden sürekli müzik sesi işitmeniz normal. Ayrıca rahatsız edici de değil.”

“Niye tanımadığın bir adamı bana savunuyorsun Aras? Ayrıca radyo programı yaptığını bilecek kadar samimi olmuşsunuz bakıyorum da.”

“Ya anne, seni beklerken sohbet ettik işte. Her seferinde arabasından metal tarzı bir müzik sesi geliyordu. Ben de çok sevmiştim. Abartmaya gerek yok?”

“Sana inanamıyorum Aras.” dedi ve arabayı sürmeye başladı.

Gözlerimi devirip bakışlarımı cama döndürdüm.

**

Bugün cumartesiydi ve benim doğum günümdü. Yatağın ucuna oturdum ve aşağıdan gelen yüksek sesli müziği dinlemeye başladım. Yine güzel bir müzikti. Odamdan çıktım ve salona geçtim. Annem koltukta oturmuş, televizyon izliyordu. Beni görünce gülümsedi.

“İyi ki doğdun Aras.”

“Teşekkürler.”

“Emin misin?”

“Neye?”

“Parti düzenlememeye?”

“Evet anne. O konuyu kapattık sanıyordum. İstemiyorum.”

“Tamam, tamam. O zaman çöpü atıp gelebilir misin?”

“Tabii…”

Mutfağa gittim ve çöpü aldım. Evden çıktıktan sonra çöp kutusuna doğru ilerledim. O sırada ismi Merih olan adamı gördüm. O da beni gördüğüne şaşırmış olacak ki kaşlarını yukarı kaldırdı.

“Aras? Sen burada mı yaşıyordun?”

“Şey, evet. Aslında bir kat yukarıdayım.”

Daha da şaşırmışa benziyordu.

“Ne tesadüf ama!”

Başımı salladım ve çöpü, çöp kutusuna attım. Tekrar ona baktım.

“Şarkıları bana gösterir misiniz?”

“Tabii ki. İstersen evime gelebilirsin. Bir sıkıntı olmaz.”

“Olur aslında…”

“Tamam o zaman. Annene sor.”

Başımı salladım ve hızlıca eve girdim.

“Anne, alt katımızdaki Merih Bey’e gidebilir miyim? Şarkıları gösterebileceğini söyledi.”

Annem gözlerini kıstı.

“Ciddi misin? Asla olmaz. Tanımadığımız biri o.”

“Lütfen, yarım saate dönerim.”

Biraz düşündü ve keyifsiz bir şekilde bana baktı.

“Pekâlâ, oyalanma.”

“Çok teşekkür ederim.” dedim heyecanla ve kapıya doğru ilerledim. Arkamdan sesini duydum.

“Eğer bir şey olursa hemen beni arayacaksın!”

“Tamam.”

Hızlıca asansöre bindim ve bir alt kata indim. Kapılarının zilini çaldığımda hoş görünümlü bir kadın kapıyı açtı. Bana baktı ve gülümsedi.

“Hoş geldin. İsmin Aras’tı değil mi?” dedi gülümseyerek.

“Evet.”

“Ben de Eda. Tanıştığımıza memnun oldum.”

“Ben de…”

O sırada o küçük kız koşarak yanımıza geldi.

“Kimsin sen?” dedi.

“Aras ben.” dedim.

“Ben de Mine.” dedi gülümseyerek.

Başımı salladım.

“Aras! Geldin mi? Gir içeri.” dedi Merih.

İçeri girdim ve Merih’i takip ettim. Bir odaya girdiğimizde hayranlıkla odaya baktım.

Bir sürü plak vardı. Bu halime güldü.

“İlk defa böyle heyecanlı görüyorum seni. Hep mutsuz gözüküyordun.”

“Evet, biraz içime kapanık biriyim. Ama burası mükemmel… Çok güzel bu plaklar.”

“Evet biliyorum. Gel bakalım, sana hepsini göstermek isterim.”

“Olur.”

Neredeyse 1 saat kadar plakları gösterdi. Ardından bazılarını dinledik. Bir tane daha dinlerken kapı çaldı. İçeriye Eda girdi.

“Aras, annen geldi. Doğum günün için teyzen gelmiş.”

“Teyzem mi gelmiş?” Kafamdan aşağı kaynar su dökülmüştü.

Hızlıca evin kapısına doğru ilerledim. Annem beni görünce rahatladı.

“Aras, teyzen geldi. Eve gelmelisin.”

“Anne hayır. Onunla görüşmek istemediğimi biliyorsun.”

“Of Aras of! Biliyorum ondan hoşlanmıyorsun ama ayıp olur. O kadar, doğum gününü kutlamaya gelmiş kadın.”

“Gerçekten doğum günümü kutlamaya geldiğini mi düşünüyorsun? Sadece yine beni eleştirip duracak. Psikolojimin bozuk olduğunu, senden bir şeyler sakladığımı söyleyecek. İstemiyorum.”

Annem başını onaylamaz şekilde iki yana salladı.

“Ona açıklamanı sen yaparsın.” dedi ve çekip gitti.

Ne açıklamasından bahsediyordu? Kimseye bir şey açıklamak zorunda değildim. Özellikle teyzeme hiçbir şey açıklamak zorunda değildim.

Arkamı döndüğümde Eda ve Merih’in orada beni izlediğini gördüm.

“Doğum günün müydü?” dedi Eda.

“Şey, evet.”

“Biraz daha müzik dinlemek ister misin?” dedi Merih.

Başımı salladım ve odaya geri döndüm.

“Ben çay alıp geliyorum.” dedi Merih.

O sırada plaklara döndü gözlerim. Hayır, bunu yapmamalıydım. Plağa gerek yoktu ki. Bilgisayarımdan dinlerdim. Ama kendimi tutamadım. Hızlıca herhangi bir plağı elime aldım. Koltuğa oturup montumun içine soktum plağı. Montum da üzerimdeydi. Kendimi kötü hissetmeye başlamıştım.

5 dakika sonra Merih elinde çaylarla yanıma geldi. Kendimi rahatsız hissediyordum. Hızlıca ayağa kalktım.

“Ne oldu?”

“Ben gitsem iyi olacak. Teyzeme ayıp olur annemin dediği gibi.”

“Peki… Sen nasıl istersen. İstediğin zaman tekrar gelebilirsin.”

“Teşekkürler.”

Evlerinden çıktığımda hızlıca asansöre binip eve çıktım. Eve girdiğimde neredeyse koşarak odama girdim. Teyzemin yüzünü görmek istemiyordum. Plağı çekmeceme koydum. Ve kendimi yatağa attım. Yorganın içine girdim. Uyumaya çalışıyordum. 1-2 saat sonra uyuyakalmıştım.

**

Uyandığımda annem yatağımın yanında duruyordu.

“Sonunda uyandın. Şu Merih midir nedir, seni soruyor.” dedi annem.

Merih mi?

“Beni mi soruyormuş?”

“Evet, gel hadi.”

Hemen yataktan kalktım ve kapıya doğru ilerledim. Merih, yüzünde garip bir ifadeyle bana bakıyordu.

Kaşlarımı çattım.

“Ne oldu? Bir sorun mu var?” dedim.

“Bir gelebilir misin?”

“Tabii…”

Kapıyı hafifçe çekip ona baktım.

Direkt konuya girdi.

“Plaklarımdan birini mi çaldın?”

Sertçe yutkundum. Olamaz. Şimdi ne yapacaktım?

“İfadene bakılırsa çalmışsın? Niye böyle bir şey yaptın? Çalmana gerek yoktu. Söyleseydin verebilirdim hatta.”

Üzgünce ona baktım.

“Ben… Benim bir plakçalarım yok ki.”

Kaşlarını çattı.

“Niye çaldın o zaman?”

“Bilmiyorum. Elimde olan bir şey değil.”

“Ne demek elimde olan bir şey değil?”

“Benim hastalığım var. Kleptomani.” dedim çekinerek.

“Kleptomani mi?”

“Evet. İhtiyacım olmayan şeyleri çalıyorum. Yemin ederim elimde olan bir şey değil. Üzgünüm. Hemen geri vereceğim. Bekle.”

Koşarak odama geri döndüm. Plağı alıp tekrar kapıya koştum. Ona uzattım.

“Tekrar özür dilerim.”

“Sorun değil Aras. Ama tedavi ediliyor musun?”

“Evet, ilaçlar alıyorum.”

“Anladım. Aras, emin misin? Ailenin sana iyi davrandığına? Ayrıca baban nerede? Hiç görmedim onu. Sana kötü mü davranıyor baban? Bak, beni bir abin veya yakın bir arkadaşın olarak görebilirsin. Bana anlatabilirsin. Sana yardım ederim.”

“Benim babam yok.”

“Nasıl?”

“Terk etti bizi, ben küçük bir yaştayken.”

Üzülmüşe benziyordu. Neden bunu ona söylediğimi bilmiyordum ama onu abim olarak görüyordum. Bu beni rahatlatmıştı.

Biraz daha sohbet etmiştik. Ardından onun evine gittik ve yine müzik dinledik.

**

Aradan 2 ay geçmişti. Merih beni kardeşi olarak görüyordu. Ben ise onu abim olarak. Aramızda bir abi-kardeş bağı oluşmuştu. Annem bu duruma çok şaşırmıştı. Ama bir şey de demiyordu. Hayatımda ilk defa uzun zaman sonra mutlu hissediyordum.

**

Masamda oturmuş Merih’in önerdiği müziklerden birini dinliyordum. Annem kapıyı tıklattı. Yavaşça içeri girdi.

“Ne oldu?” dedim.

“Ne yapıyorsun oğlum?”

Kaşlarımı çattım. Niye böyle davranıyordu?

“Müzik dinliyorum. Merih Abi’yi bekliyordum. Bir dükkân bulmuş. Plaklar satılıyormuş. Plak alacakmış. Birlikte dinleriz dedi. En sevdiğim gruplardan birinin üstelik!” dedim heyecanla.

Annem gülümsedi. Ama aynı zamanda da gözleri dolmuştu. Kaşlarımı çattım.

“Sorun ne? Neden ağlayacak gibisin? İyi misin anne?”

“Tatlım, sana bir şey söylemek zorundayım.”

Oturduğum sandalyeden hızlıca kalktım.

“Ne oldu? Sana bir şey mi oldu? Söyler misin?”

“Hayır, hayır. Bana bir şey olmadı. Aslında Merih Abi’ne bir şey oldu.”

Panikledim.

“Ne? Ne diyorsun?”

Ellerini yanaklarıma koydu.

“Güçlü kalmanı istiyorum. Lütfen…”

“Anne lütfen söyler misin?”

“Merih Abi’n… Arabayla dediğin dükkana giderken, kaza yapmış. Ve… Ve ölmüş.”

Ne hissettiğimi bilmiyordum. Gözlerim doldu.

“Hayır… Hayır.”

“Evet, üzgünüm…”

Abim gibi gördüğüm kişi ölmüş müydü? Mutluluğumu geri kazandıran kişi. Hayır, bu kadar kolay değildi.

“Saçmalama ne diyorsun?”

“Üzgünüm…”

**

1 yıl sonra…

 

Aras’ın annesi

 

Aras’ım da beni bırakmıştı. Herkes beni sıra sıra bırakıyordu. Önce hayatımın aşkını bulduğumu sandığım kişi. Beni aldatmıştı. Bizi terk etmişti. Şimdi de hayatımın en önemli kişisi beni bırakmıştı. Biliyordum. Onu kaybettiği için buna dayanamamıştı. Dayanamamıştı ve o da onun yanına gitmek istemişti. Beni de tek başıma bırakmıştı. Hiçbir zaman ona yetemedim. Onu tanımaya çalıştım. O her zaman kapılarını kilitli tuttu. Babasıyla hep daha yakın olmuştu. O da bizi bırakınca hiçbir şeyi kalmamıştı. Babasının yokluğunu unutturmak için çok çabalamıştım ama hiçbir zaman babası kadar değerli olmamıştım. Onu önemsemediğimi düşünmüştü ama o benim en önemlimdi. En değerlimdi ancak ben kimseye yeterli olamadım. Oğluma… Kendi oğluma yeterli olamadım. O da beni bıraktı. Onun en değerlisi Merih, Aras’ı bıraktığında, Aras da beni bırakmayı göze aldı. Oysaki, bir zamanlar benim en değerlim olan, gerçek aşkımı bulduğumu sandığım kişi, beni bıraktığında, ben kendi oğlumu bırakmamıştım. Ona daha da sıkı sarılmıştım.

Elif BERTAN 8-B