Çok eskiden, ormanın birinde,
küçük bir kulübe varmış. Bu kulübede yalnız bir avcı yaşarmış. Bu avcı çok
seyrek olarak kasabaya iner, ihtiyaçlarını temin edermiş. Yine bir gün
kasabadan dönerken ormanda tuhaf sesler ve çıtırtılar duymuş. Ormanda birçok
hayvan yaşadığı için avcı önce bu seslere aldırış etmemiş ve evine dönmüş.
Birkaç gün sonra avcı, birkaç
tavşan ve eğer şanslıysa domuz avlayabilmek için tüfeğini alıp çıkmış. Bir süre
geçtikten sonra tuhaf sesler ve çıtırtılar tekrar başlamış. Bu sefer
şüphelenmeye başlayan avcı etrafına bakınmış ve gözü küçük yeşil bir yaratığa
takılmış. Yaratık, avcının ağzını açmasına fırsat vermeden, “Sana kim olduğumu
söyleyemem ancak benimle ilgili hiç soru sormayacağına söz verirsen bir dileğini
gerçekleştirebilirim.” demiş. Avcı önce şaşkınlık, heyecan ve korkuyla bakmış
cücenin yüzüne. Ardından kararlı bir yüzle cüceye hamle yapmış ve onu avucunun
içine alıvermiş. Cüce çırpınır haldeyken onu evine götürüp kaynayan bir kazanın
üstünde sallandırmaya başlamış. Cüceye, “Bana kim olduğunu söyle, senin gibi
başkaları da var mı? Söylemezsen seni cüce kızartması yaparım.” demiş. Cüce de
sallanırken, “Bunu göze alamazsın.” diyerek parlak bir ışık çıkarmış. Avcı
gözünü tekrar açabildiğinde ise cüce çoktan gitmiş.
Avcı büyük bir hayal kırıklığıyla
oturmuş. Çok sonraları, ormanda o sesleri duymaya devam etmiş ancak bir daha
hiçbir zaman cüceyle karşılaşmamış.
Yiğit Korel ÖZCAN 6-B