31 Ocak 2014 Cuma

SEVGİLİ ATATÜRK

Sevgili Atatürk, Şu an elimde imkân olsaydı geçmişe gider ve sizi getirirdim. Geleceğe gitmezdim çünkü zaten geleceği yaşayacağımız için mantıklı gelmedi bana. Ama bir yandan da geleceği merak ediyorum. Üzücü olan şu ki sizi yaptıklarınız değiştirmeye, kaldırmaya çalışıyorlar. Siz şu an burada olsaydınız ve bütün bunları değiştirseydiniz ne olurdu? Asıl soru sizi neden istemedikleri. Bence onlar adaleti istemiyor. Eğer adaleti isteselerdi, sizin devrimlerinizi yok saymazlardı. Sizce geçmişimiz mi önemli yoksa geleceğimiz mi? Bence geçmişimiz daha önemli çünkü geçmişimiz olmasaydı geleceğimiz de olmazdı. Eğer siz olmasaydınız şu an bu durumda olamazdık. Ama siz bu kadar uğraşıp çabalamışken bütün bu çabaları yok etmek. Sizi önemsememek. Bence bu yapmamız gereken son şey olmalı. Benim bir zaman makinem olsaydı ilk olarak sizi buraya getirip bütün sorunları çözmek isterdim. Eminim ki şu an yaşasaydınız, ülkemizin bu halde olmasına izin vermezdiniz. Şu an ki durumumuzdan söz etmek gerekirse; sizin yaptığınız devrimlerin okulda öğretilmesi engellenmeye çalışılıyor, andımız kaldırıldı. Bence amaçları sizin devrimlerinizi unutturup kendi istediklerini inanç sömürüsü ile gerçekleştirmek. Siz bize ne yapmamız gerektiğini yazsanız keşke, biz de onu gerçekleştirmeye çalışsak. İleride sizin gibi biri gelip bizi kurtarabilir mi acaba? Şu an başımızdakiler gitse bile bizim halkın düşüncelerini nasıl değiştireceğiz? Bütün bu soruları size yazsak ve siz de bize cevap yazsanız keşke. Belki o zaman bu durumu değiştirebiliriz. Sizin sayenizde biz iyi bir gelecek yaşıyoruz ama bizden sonrakiler iyi bir gelecek yaşayamayabilir. Bunları düşünmek bile bir adım atmaktır. İpek GÜVENTÜRK 8-B

SEVGİLİ ATAM

Sevgili Atam, Tek başıma ıssız bir caddede yürüyorum. Biraz tembelce biraz hüzünlüce… Yol boyunca dikilmiş çınar ve akasya yaprakları uçuşup oraya buraya savruluyor. Sanki tuttukları dallardan koptukları ve sonsuza gittiklerini bildikleri için. Masmavi gökyüzü biraz beyaz bulutlarla biraz gri bulutlarla doğudan batıya sanki göç eden kuşlar gibi hareket halinde, onlarda sonsuzluğa yelken açıyorlar. İşte sonbahar! Göç mevsimi, her şeyin toprak anaya sığınması. Sonbaharın son ayı kasım ayı; seni hiç sevmiyorum, sen neden olduğunu biliyorsun… Tamam, her şeyi bizden alıyorsun! Gökyüzünün mavisini, yaprakların sarısını, canlı olan her şeyi. Onlar bizim yaşam kaynağımız, oksijenimiz, sebatımız, sakinliğimiz, güvenimizdir. Sarı ile mavinin birleştiği ufuklara hep beraber koşacaktık. Başaracaktık, barış içinde arkadan gelen birlikteliklerimizle hep beraber ufukları delip çıkacaktık. Ama olmadı. Tabiat ana seni sonbaharda, evet bir 10 Kasım’da gözlerinin mavisi ve saçlarının sarısını kıskanıp bizden aldı ve sonsuza götürdü. Sen bizim çınarımız ve gökyüzünün sonsuz mavisi idin. Sararmış sarı yalnız yaprakların uçup gitse de bize her sonbahardan sonra ilkbahar geleceğini müjdeledin. Hayır ağlamayacağım… Bu mavi gökyüzü bulutlansa, çınar yaprakları sararıp uçuşsa da biliyorum yine asıllarına dönecekler. Her sonbahar yürüyüşümde biraz tembellik, biraz hüzün duysam da bu gök kubbenin altındaki bu güzel yurtta uçuşan yapraklarla, her yerde senden bir iz kaldığını biliyorum. Bizi terk etmediğini ve her ilkbaharda yeniden kalplerimizde doğacağını biliyorum. Ve seni seviyorum. Ece Meltem KARACA 8-B

MANEVİ BABAMA

Manevi Babama, Sen bize, milletimize; özgürlüğü, hürriyeti, bağımsızlığı hediye ettin, yaptığın devrimlerle, kurduğun Türkiye Cumhuriyetiyle. Sen geleceği gördün, geçliğe hitabeyle bizi olacaklara karşı uyardın."Ey Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir." dedin. Sen merak etme Atam! Biz, okuyarak, öğrenerek, büyüdüğümüzde eğitimli, cahil olmayan, milletimize yarar sağlayacak çalışkan bireyler olacağız. Fakat şunu da gayet iyi biliyoruz ki, büyüdüğümüzde, toplumda eğitim ve kültür seviyesi gelişmemiş, hayatında bir kitap bile okumamış cahil insanlar da çıkacak karşımıza. Ancak biz, cehaletle her daim savaşacağız ve her zaman senin yolunda ilerlemek için çaba sarf edeceğiz Atam! Milletimizin kaderini böyle kişilerin ellerine bırakmayacağız. Ne yazık ki bu tip insanlar her zaman karşımıza çıkabiliyor. Geçmişte çıktı, şu anda var, gelecekte de çıkacak. Hatta şu anda devletimizin üst kademelerinde bizi yönetenlerin arasında bile var. İnanabiliyor musun Atam? Senin hakkında ileri geri konuşuyorlar. Sana minnettar olmaları gerekirken kötü sözler sarf ediyorlar hakkında. Yalnız senin hakkında değil, senin yolunda ilerleyen Türk gençliği hakkında da sarf ediliyor benzer sözler. Eğer Türk istiklalini ilelebet korumak "anlamsız" bir şeyse, biz "anlamsız" davranmaya razıyız Atam! Biz para pul derdinde değiliz! Tek maksadımız Türkiye Cumhuriyeti'ne sahip çıkmak. Merak etme! Sana söz veriyoruz ki, bu hedefimizi gerçekleştirmek için önümüze kim çıkarsa çıksın yılmayacağız, engel tanımayacağız ve her zaman kendimize seni örnek alacağız! Sen rahat ve huzurlu uyu, olur mu Atam? MANEVİ KIZIN CEREN ÇİV 7-B

30 Ocak 2014 Perşembe

ÜZÜNTÜ, BALIKLAR VE ABİM

Çok küçüklüğümden beri balık benim için üzüntü demektir. Daha doğrusu, üzüntü balık demektir. Çünkü ne zaman üzülsem diğer çocuklara çikolata verdikleri gibi bana balık verirlerdi. Ne zaman başladığını hatırlıyorum. Lunaparktaydık. Beş yaşlarında olmalıydım. Benden on yaş büyük olan abim arkadaşlarıyla gezmek için bizden ayrılmıştı. Annem de sırf ben mutlu olayım diye benimle saçma çocuk oyuncaklarına biniyordu. Birden telefonu çaldı. Acil bir iş için ofisine gitmek zorundaydı. Beni de, hem evi temizleyen hem de ihtiyaç olursa bana bakan abla, eve bırakacaktı. Hiç hoşnut olmadığım bu plana itiraz ettim. Lunaparktan ayrılmam diye tutturdum. Abimle gezmeyi önerdim. Abim bulundu, önerim ona sunuldu, o da tabii ki beş yaşında bir ayak bağı istemedi. Sonra, aklına müthiş bir fikir geldi. Abim zaten bir dahidir benim. Hemencecik şu top-fırlat-bir-şey-kazan oyunlarından birinden kırmızı bir süs balığı kazandı. Su dolu torbayı elime tutuşturup: Eve dönerken akvaryum alın ona, onunla oyna evde.” dedi. Zaman darlığından annem bana sadece uyduruk bir fanus ve bir torba balık yemi alabilmiş olsa da ben balığıma hayran kalmıştım. Akvaryumu süsledim, balığı besledim, sonra bir daha besledim. Bunlar beni akşama kadar oyaladı. O gün şunu keşfettim: Balıklar müthiş hayvanlardır. Annemlerse şunu keşfettiler: Balıklar küçük çocukları tüm gün oyalayabilirler. Akşam babam eve gelip de olanları öğrenince abimle beni balığıma arkadaş ve daha güzel bir akvaryum almaya gönderdi. Biz dönene kadar da balıklarla ilgili hızlı bir internet taraması yapıp balıklar hakkında daha fazla şey öğrenebilelim diye bir kaynak dökümü çıkardı. Bütün akşam babam, abim ve ben o kaynakları inceledik. Hiçbir zaman çenemi kapatayım diye balık vermediler bana. Ama anaokulundan bir çocuk, am ben oturacakken sandalyemi altımdan çekip canımın yanmasından çok sinirlenmeme sebep olduğunda, sakinleşmem için bana balık aldılar. Bademciklerim alındığında acım hafiflesin diye yeni balıklarımla ilgilendim. Büyümemle orantılı olarak akvaryumum ve balık sayım da büyüyordu. Balıklar hakkında inanılamayacak kadar çok şey biliyor ve başta tüm bunları başlatan kardeşim olmak üzere herkesi kendime hayran bırakıyordum. Kardeşim anne babamın hatasıyla okula üç yıl geç başlamıştı. Liseyi yirmi bir yaşında bitirdi. Bu sırada ben on bir yaşındaydım ve artık kimse bana üzüldüğüm için balık almıyordu. Yine de harçlığımın bir kısmını balıklarımın yemine ve bakımına harcıyordum, arada bir de yeni balıklar alıyordum. Abim Harvard Üniversitesi’ni kazandığında hepimiz çok sevindik. Hatta, abim mutluluğundan bana daha büyük bir akvaryum hediye etti. Bunu küçük çaplı bir törenle de kutladık. Ama benim mutluluğum çabuk söndü. Gerçek kafama dank etmişti: Abim yurtdışına gidiyordu, belki de bir daha asla dönmeyecekti. Abimin gitmesinden önceki son akşam bir hoşça kal töreni düzenledik. Ne kadar üzgün olduğumu biliyordu. Bu yüzden beni bir kenara çekti ve sordu: “Gitmemi istemiyor musun?” Başımı evet anlamında salladım. “Hayatımın fırsatını kaçırayım mı?” Başımı hayır anlamında salladım. Beni yanağımdan öpüp su dolu bir torba uzattı. İçinde rengarek bir balık vardı, tüm balıklarımdan daha güzeldi. “Yanlış hatırlamıyorsam geçen gün kimsenin sana üzüldüğün için balık almadığını söylüyordun.” Abim ertesi gün Amerika’ya uçtu. Bense okuluma devam ettim. Balıklarımın üstüne titrer olmuştum, özellikle de abimin son verdiğine. İlginç olan, yarım yıl sonra abimin bana verdiği rengarenk balığın ölüvermesiydi. Benim tüm balıklarım en az bir buçuk yıl yaşar. Hemen o gün abimi aradım. Normalde onu rahatsız etmemek için sadece hafta sonları arıyorduk. Abim de her hafta sonu o haftanın dökümünü veriyordu. Ama bekleyememiştim. Sabırsızca bilgisayar ekranına bakıyor, abimin görüntülü aramaya cevap vermesini bekliyordum. Cevap vermedi. Parama kıydım ve cebini aradım. Yine cevap yoktu. Annemler sınav haftası olduğu için telefonunu kapatmış olabileceğini söylediler. Ben de haftas onunu bekledim. Abimle bir türlü iletişim kuramıyorduk. Aradan iki hafta geçmişti. Başına bir şey gelmiş olmasından korkmaya başlamıştım. Annem ve babam belli etmiyorlardı ama onlar da endişeliydiler. Bense cidden aklımı kaçırmak üzereydim. “Şimdi orada sabah olmuştur.” düşüncesiyle gecenin bir yarısı kalkıp abimi aradığım zamanlar oldu. Sonunda annem ve babam üniversiteye elektronik posta atıp abimin durumunu sordular. Gelen cevap endişe vericiydi. İki haftadır hiçbir derse, onu da geçtim, hiçbir sınava girmemişti. Kaldığı yurdun yönetimi arandı, soruldu, yok. İki haftadır yurda adımını atmamış. Ulaşabildiğimiz tüm arkadaşlarına sorduk. Kendisini iki haftadır gören yok. Onlar da abimin Türkiye’ye döndüğünü zannetmişler. Amerikan polisine başvurduk. Geceleri uyuyamıyordum. Sınavlarım çok kötüydü. Balıklarım teker teker ölüyorlardı. Kendimi balıklara verdim. Ölenlerin yerine yenilerini alıp sayıyı sabitledim. Her gün aynı saatte sularını değiştirdim. Akvaryuma ikinci su temizleyiciyi aldım. En pahalı, en kaliteli yemlerden verdim. Balıklarım yine de ölüyorlardı. Veterinere gittim. Hiçbir sorun bulamadılar. Kös kös eve döndüm. Geriye beş balığım kalmıştı, yeni balık almadım. Birkaç gün sonra tek bir balığım kalmıştı, o da can çekişiyordu. Bu, en uzun süre yaşayan balığımdı, tam üç yıldır bu akvaryumdaydı. Akvaryumdaki ölü balıkları diğer balıkların yanına gömdüm, suyu değiştirdim, kalan balığıma yem attım. Yemedi. Balık kepçesiyle birkaç kez dürttüm. Zavallı balık bir hafta can çekişti. Her sabah öldüğü düşüncesiyle uyanıyor, onu can çekişir halde buluyordum. Bir hafta sonra uyanıp da akvaryumda tur attığını görünce küçük bir çığlık attım. Suyunu değiştirip yem verdim. Yemi yedi. Ben mucizelere inanırım. Bu yüzden başından beri biliyordum. Burnumu akvaryum camına dayayıp hem balığa hem kendime sordum: “Bugün abimden haber alacağız değil mi? Sen onu temsil ediyorsun. Senin hayata döndüğün gibi o da bize dönüverecek.” Balık cevap vermedi, onun yerine ağzından kabarcıklar çıkardı. Mucizeler gerçek olur. Abim eve döndü. Çok yorgun görünüyordu ama sağlıklıydı. Gelir gelmez uyudu. Uyanmasını bekliyorum. Ne olduğu önemli değil, sormayacağım. Onun yerine gidip bana balık alacağız. Birlikte, tıpkı ben küçükken olduğu gibi. Defne ÖZYURT 7-C

29 Ocak 2014 Çarşamba

BİR KALEMİN ÖYKÜSÜ

Ah! Ne güzel bir gün. Bugün raflara konulacağım. İlk defa şu kutudan çıkıp iki insan yüzü göreceğim. Üstümdeki yazı, numaram, pırıl pırıl parlayan inci gibi rengimle o sevecen çocukları bekleyeceğim. Elbet bir gün beni alıp okuluna götürecek, beni kullanacak, belki bozulacağım. Ama kim ister ki bozulmak. Bozulunca beni bir kenara, belki çöpe atacak. Neyse, daha ömrüm uzun. Burada yeni arkadaşlar edinmek istiyorum. Birkaç gün sonra… Raflara çıkarılalı 3 gün oldu, neden hala gelip kimse almadı beni? Kapağım mı kırık, silgim mi yok, rengim mi soldu, artık ilgi çekmiyor muyum? Neden çocuklar beni almıyor? Neden, neden ?! İki hafta sonra… Geçen hafta bir çocuk beni almıştı. Çok sevinmişti beni görünce. Annesine tutturmuştu “Bu kalemi istiyorum.” diye. Gururla arkadaşlarına göstermişti beni. Arkadaşlarına: “Bakın, bu benim yeni kalemim.” demişti. Her akşam günlüğüne benimle birlikte yazıyordu. Adeta onun sırdaşı gibiydim. Bir gün okulunda arkadaşları beni yere atıp üstüme basmışlardı. Canım çok acımıştı. Ayrıca her yerim çizilmişti, kırılmıştım, bozulmuştum. Artık ilgisini çekmiyordum. Beni öylece çöp kutusuna attı. Keşke bu kadar güzel olmasaydım. Belki beni almazdı, belki bir raf köşesinde çürürdüm. Çürümeye razıyım. Ben çöp kutusunu hak etmiyorum. Miray AKKOÇAN 8-B

DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ (!)

Sıkıldığınız zaman ne yaparsınız? Ya da ne yapmaktan hoşlanırsınız? Bilmiyorum. Sıkıldığımda ne yaptığımı bilmiyorum. Genelde gökyüzüne bakıyorum. Bembeyaz göklere. Çimlere uzanıp bulutlara bakmak istiyorum. Ama bu benim için pek mümkün değil. 50 santimetre karelik delikten gökyüzünü izlemek oldukça zor. Bu lanet olası hükümet yüzünden şu an bu haldeyim. 51 yaşındayım, hapisteyim. Güya demokratik bir devletiz. Halkın beynini yıkıyorlar. Burada olmamın nedeni gerçekleri, düşüncelerimi söylemem. Hakikati, doğruluğu kabul etmeyen Yüce Padişahımız ve Sadrazamımız (!) sayesinde bu küçücük delikten dünyayı seyrediyorum. Sağıma bakıyorum duvar, soluma bakıyorum duvar. Sadece 1 saatliğine dışarı çıkıp, temiz bir hava alıp, rüzgârı yüzümde hissettiğim o kısacık an, bazıları için upuzun ve bence boş geçirdikleri zaman. Burada yan gelip yatıyorum, düşüncelerimi söyleyemiyorum. Yorum yapacak bir şey bulamıyorum artık. Beynimi kullanamıyorum. Aslında istedikleri bu değil mi? Miray AKKOÇAN 8-B

DÜŞÜNCEMİ SÖNDÜRMEYİN

Evimiz çok karanlıktı. Elektrikler mi kesilmişti, sigortalar mı atmıştı? Önümü göremiyor, yolumu bulamıyordum. Çarpıyordum duvarlara. Sesleniyordum, bağırıyordum, yırtınıyordum evin içinde. Duyulmuyordum. Pencereleri arıyordum. Her yer duvardı. Simsiyah duvar. Bir çıkış yolu bulamıyor, gözlerimi açamıyor, çıkamıyorum şu lanet olası yerden. Kapana kısılmış gibiydim. Oturdum, etrafa bakındım ama zifiri karanlıktı. Görülmüyordu hiçbir şey, ayağıma bir şey çarptı. Bir mumdu galiba. Onun yanında da bir çakmak duruyordu. Mumu yaktıktan sonra etrafımda bir sürü insan belirdi. Bana bağırmaya başladılar. “Sen ne yapıyorsun, çabuk o mumu söndür!” gibi şeyler söylediler. Kaçtım. Onlardan kaçtım. Mumumu söndürmelerini istemiyor, karanlıkta bir başıma kalmak istemiyordum. Önüme biri çıktı ve üfledi. Mumum söndü. Sesler kesildi, her yer karanlık oldu. Yine bir başıma kalmıştım. Oturdum ve bu mumun nereden geldiğini düşündüm acaba bu mum benim düşüncelerimin simgesi olabilir miydi? Düşüncelerimi mi söndürmeye çalıştılar? Miray AKKOÇAN 8-B

20 Ocak 2014 Pazartesi

MUTLULUK HAKKINDA

Hayat boyunca insanlar mutluluğu arar durur… Oysa bu ne aradığımızı bilmeden aramaktır. Çünkü mutluluk herkes için farklıdır. Hatta “zaman” olarak tanımladığımız bu belirsiz şey bile değiştirir bunu. Şu an hayalini kurduğumuz şey bile değişir, tabii vereceği mutluluk da. Hatta bazen adı HAYAT olan bu yaramaz bizi öyle yerlere sürükler ki mutluluğun tanımını yeniden yazarız. Tanımını yazdığınız mutluluğa kavuşmanız dileğiyle…Şimdilik hoşça kalın! Güney Naz Tümüklü 6-B

KEMİK TARAK

Ah Ayşe’m ah deyip nurlu yüzüne inen birkaç damla gözyaşı ile bir anda kendisini eskide gördü. Genç, kuvvetli, tuttuğunu koparan, tam bir aslan. Tırnaklarını kazıyarak karı koca birlikte çalışmışlardı. Eteklerinde annelerinin peşinde koşan evlatlarının attığı çığlıklar kulaklarında bir kez daha çınladı. Bazen ekmek bulamadıkları, bazen aç kaldıkları, bazen karlar altında ailecek üşüdükleri aklına geldi. Olsun yine de ne güzel günlerdi onlar. Şu an birçok insanın isyan ettiği zor günlerini derinden bir oh çekerek andı. Bir arada her şeye karşı koymak, birlikte hayatla savaşmak ne güzeldi. Tarlada işleri bitince Ayşe ile köylerindeki evlerinde traktörün arkasındaki römorkta oturup söyledikleri türküler günün en güzel saatleri idi. ‘Çanakkale içinde aynalı çarşı …’ Her ilkbaharda Ayşe’me söz verir gidip de aynalı çarşıdan istediği kemik tarağı bir türlü alamadığını hatırlardı. Ne gururlu kadındı, ne cefakar, ne anaydı o… Çocuklarına bir şeyler alsın diye her sene o tarağı aldırmazdı. Ömürleri hep çalışmakla geçmişti. Ama evlatları vardı. Onların büyüdüğünü görmek, hayata katlanmayı kolaylaştırıyordu. Zaman içinde, düşmanın top mermileri ile dövülmüş, batan gururlu savaş gemilerine şahit olmuş o kutsal topraklar üzerinde Ayşe’sine bir evcik yapmıştı. Ne heyecanla ne mutlulukla evlerini yerleştirmişlerdi. Dedesinin Çanakkale savaşından kalan tüfeği ve süngüsü ile mermiliğini yatak odasına büyük bir heyecanla asmışlardı. Şimdi hayat, savaştı. Alnı ak ayakta kalabilmekti. Yedi düvele karşı savaşta idi sanki. Çoluk çocuk evlenip evden uçtuktan sonra, Ayşe’sine sonunda alabildiği kemik tarağa bir baktı. Tarağın bir tarafı erimiş, bir tarafı da yamulmuştu. Ne sevinmişti Ayşe’si… Günlerce cebinde gezdirmiş kırlaşmış örgülü saçlarına kıyıp da sürememişti. Ah Ayşe ah diye bir daha iç geçirdi. Senelerce o mert kadına bir tarak alamamış, aldığında da ikisinin alın teri, gençlikleri olan evleri bir elektrik kontağından yanmıştı. Evlerinin küçük bahçesindeki kuyunun beton basamağına iki ihtiyar olarak oturmuşlar, hala türkü söylüyorlardı. Artık kemik tarağın onun için ne önemi kalmıştı? Kimse bunu sorup öğrenemeyecekti. Ayşe’si hasta idi. Hatıralarını hatırlayamıyor ama geride kalmış bir arzu ile tarağı ellerinde sıkı sıkı tutuyordu. Çoluk çocuk, ev bark her şey arkada kalmıştı. Ayşe birden ayağa kalktı, hayret, bir genç kız edası ile gülümsedi ve şöyle dedi: - Sana hayatım boyunca hiç güzel şeyleri seslendiremedim. Sen de bana söylemedin. Biz hep sessiz, gözlerimizle konuştuk. Gururumuz kırılır sandık ama şimdi yüksek sesle dile getireceğim. Bu kemik tarak senin bana verdiğin en güzel hatıra, her şey yıkılsa da, yansa da, yok olsa da bu tarak bizim geçmişimiz. İrademiz zenginliğimiz ve birbirimize sevgimiz, saygımız. Biz birlikte çok yangınlar atlattık. deyip boğazın rüzgarına karşı saçlarını açıp eşine gülümsedi. Ece Meltem KARACA 8-B

19 Ocak 2014 Pazar

KAYGI

Ben, insanların en tehlikeli duygularındanım. İnsanın içini kemiririm. Ben, kaygıyım! Beni düşündüğünüz zaman avuç içleriniz terler, odaklanamazsınız. Kendinizi suçlu hissedersiniz. En çok da: “Acaba ne yapıyor? Benim yüzümden ona bir şey oldu mu?” soruları kafanızda dolaşır. Benim yüzümden depresyona girenler de var, psikolojik hastalıklara yakalananlar… Bir annenin oğlu askerdeyken düşündükleri, hissettikleri; ben. Küçük bir çocuğun okuldaki ilk günü hissettikleri; yine ben. Hamile bir annenin çocuğunu düşürme düşüncesi; ben ben ben… Bu örneklerin tek bir ortak noktası var; hepsi kaygılandıkları olay gerçekleşene kadar mutluluğu, heyecanı, sevinci… Kısacası tüm güzel duyguları kaybeder. Sadece öfke, üzüntü ve ben kalır aklınızda. Dedim size hayatınızdaki tüm güzellikleri silerim. Tabii benim de kaygılarım var. Benimki ise gelecek kaygısı. Ağaçların kesildiğini görünce gelecekte ne olacağını çok merak ediyorum. Belki de insanlar nefes alamayacak duruma gelecek ve yaşamayacaklar. Onlar olmazsa duygular da olmaz, duygular olmazsa ben de olmam. Tüm konuşmam sırasında seni korkutmaya çalıştım. Ama korkmadın. Ama en son söylediklerimi yap, insanlar ve bizler yok olmasın… Defne DEMİRBAŞ 6/B 203

Büyük Bir Parça Şeker Hayali

“Şekerlerden oluşan, ayı jelibonların ülkeyi koruduğu, pamuk şeker prensesin ülkeyi yönettiği şarkı ve eğlence dolu ülkede küçük bir kız yaşarmış. Saçları dondurmadan yapılan kız ne zaman kızsa yüzü kızarır, saçları erirmiş. Saçlarını tekrar yapmak için bulutların güzel prensesinin buluttan teknesine biner stratosfere kadar çıkar, saçları yeniden donana kadar saçlarına şeker verir, saçları donana kadar orada beklermiş. Ancak bu güzel müzik dolu ülkenin her güzel ülke gibi bir sorunu varmış: “Fare Kral” Her müzik çaldığında hoparlörünü getirir ve müzik kaynağını hoparlörüne bağlarmış. Bu gürültüye dayanamayan bebek mısırlar patlar, patlamış beyaz mısırlar olurlarmış. Bu durumdan rahatsız olan anne-baba mısırlar çocuklarının bu erken gelişiminden nefret edermiş. Normalde bu bebek mısırların ergenlik döneminin sonunda patlamış mısıra dönüşmesi gerekirmiş. Bazen de büyük bir parfüm tüpü alır, tüm ülkeyi sise boğarmış. Bu gibi olaylar olduğu zaman bulut prensesin teknelerine insanlar bindirilir, bulutların üzerine çıkarılırlarmış. O sırada aşağıda çalışan ayı askerler, Fare Kral’ı ülkelerinden göndermeye çalışırlarmış. Yine bir gün bu gibi olaylar olduktan sonra, Pamuk Şeker Prenses kürsüye çıkıp konuşurmuş: “ Sevgili halkım, artık bu olanlara bir son vermeliyiz. Ancak bunu onu öldürmeden yapmalıyız. Bizim halkımız kimseyi öldürmez. Bunu yapmak için prenseslerimiz bize yardım edecek. Şimdi, onu kovmak için bir fikri olan var mı?” Aralarından bir jelibon tırtıl çıkıp:“Bence onu gözleri görmeyecek kadar çok ağ ile sarmalıyız. Daha sonra onu taştan bir eve hapsetmeliyiz.” demiş. Bu fikri çok seven dondurma prenses: “Peki hadi başlayalım” Futbolcular top sektirirken Fare Kral’la örümcekler onu sarmış. Yaptıkları taş duvara fareyi hapsetmişler. Tam o sırada…” annesi uyandıran Sedef devamını görmek için tekrar uyumak istiyormuş ama kahvaltı yapmak zorundaymış. Defne DEMİRBAŞ 6/B 203

Hayatımın Anları

Merhaba ben Vamera.Ben bir kamerayım ve çocuklarım var.1 yıllık ömrüm olduğu için 4000 görüntüm,çocuğum var.Şimdi size görevimi,hayattaki amacımı anlatacağım.Ünlüler beni sever,ben de ünlüleri.Ama bazı gereksiz ünlüler var ki ya kendimi bozuyorum ya da kamera kapağımı.Fakat bunu tek ünlüler yapmıyor,şımarık zenginler de yapıyor.Seyahat de ediyorum.Ama farklı çocuklarla.Mesela Fransa’da Jean Reno,Amerika’da Angelina Jolie ve hatta podyumda Adriana Lima.Ama en çok sevdiğim Conan o’Brien.Adam gerçek bir yıldız.Bana karşı yönetmenin söylediği şeyleri yaparlar.Sahibim yönetmenin elindedir. Sarp Çolakoğlu 6-B

2064

Sevgili 2064’teki 6B öğrencileri, Ben 2014’ün 6B öğrencisi Sarp Çolakoğlu’yum.Bu seneden beklentilerimi sizlere yazacağım.Öncelikle derslerimi daha fazla çalışacağım,notlarımı yükselteceğim.Sonra en iyi öğrenciler arasına gireceğim.En son arkadaşlarımla bol bol görüşeceğim.Bu mektubu yazdığım için çok mutluyum.Çünkü birine veya bir şeye yazmıyorum.Geleceğe yazıyorum.Ve siz gelecekteki şanslı öğrencilersiniz.Keşke ben de sizler kadar şanslı olsaydım.Bana kimse yazmadı.Ama benim hayattaki amacım hayatımı en iyi şekilde yaşamaktır.Burası İzmir,Bornova ve kış mevsiminde bile hala sıcak.Sizin teknolojinizi bilmiyorum ancak bizimki gayet iyi,en son çıkan telefon ‘’Apple ‘’ adlı markanın A7 işlemcili ‘’IPhone 5s’’ telefon.Gayet güzel ama gereksiz pahalı. Size en önemli şeyi söylemeyi unuttum.En iyi arkadaşlarım: Emre – Artun – Kaan – Ata – Doğukan’dır. Sarp Çolakoğlu 6-B

50 yıl sonra...

10.01.2014 Sevgili 2064’teki insanlar; Size bu mektubu hayatınızı güzelleştirmek amacıyla yazıyorum. Şu yıl bile teknoloji bu kadar gelişmişse kim bilir orada nasıldır… Size bu mektubu yazma amacımın, sizi mutlu etmek için olduğunu söylemiştim. Bunu gerçekleştirmek için öncelikle, teknolojiden uzak durun. Biliyorum o dönemde bunu yapmak çok zor, ama daha iyi olacak bana güvenebilirsiniz. Sonra çıkın dışarı koşun çimenlerin üstünde, yatın… Belki o dönemde ağaç yoktur, oksijen bidonlarla geliyordur. İzlediğim bir filmde de öyleydi. Bidonlarla su yerine oksijen getiriyorlardı. Daha sonra uçan her şeyden uzak durun. Ayağa kalkıp spor yapın. Şişmanlığı engeller. Yeniden ayaklarını hissetmek çok güzel bir duygudur. Sizin döneminizde robotlar da vardır. Büyük ihtimalle de her türlü işi onlar yapıyordur, her şeyi onlar biliyordur. Kodlarla çalışıyorlardır. Dadı olarak, temizlikçi olarak, çiftçi olarak, öğretmen olarak, doktor olarak… Robotların dilini anlayamıyorsunuzdur herhalde. Robotlar için dilinizi değiştirmiş de olamazsınız, değil mi? Sizin orda zaman makinesi varsa, icat edildiyse yanıma gelin. Robotlarınızı da getirin Mektubun başında söylediklerimi unutmayın, yapın! Sosyalleşmenizi sağlar, derin bir nefes almanızı… Defne Demirbaş Geçmişteki Tevfik Fikret Okulu, 6/B sınıfı öğrencisi

HAYATLARIYIM AMA…

Ben bir telefonum. Eskiden telefon dediklerinde herkesin aklına büyük bir icat, birini aramak, iletişim kurmak ve konuşmak gelirdi. Şimdi ise her şey her şey, baş kraliçe ise facebook. Ne bu yaaaa!!! Akşam sekizde bir eline alıyor beni, bıraktığında saat on iki. Benim uykum geliyor, şarj olma ihtiyacı duyuyorum, o ise hala arkadaşına oradan laf yetiştiriyor, bir yandan da oyun oynama derdinde. Ama duymuyor beni, anlatıyorum anlatıyorum duymuyor beni. Bazen ellerim olsa da kendi kapama düğmeme basabilsem diyorum. Bir de şu var tabi! Bazen sağır olduğunu düşünüyorum. Bıdı bıdı bıdı amma konuşuyor yaaaa! Bir de sahibin kızsa… Sen yandın oğlum!!! Yok ruju bitmiş, yok saçını kestirecekmiş, yok vitrinde yeni moda bir ayakkabı görmüşmüş ama aynısını arkadaşında gürmüş, çok kıskanmış. Bu ne biçim hayat yaaaa! Benim kameram niye hep ayna niyetine, ruj sürüp makyaj yapmak için kullanılıyor. Kameram eskidi be çekmeye çekmeye. En azından geçen gün eli deydi de bir fotoğraf çektim, rahatladım valla, belim kütledi, gerildim. Bana hiç de kap takmıyor kirlenip çatlıyorum. Beni düşünen yok tabi hiç!!! Beni sevdiğini düşündüğüm tek bir an var o da sevgilisi aradığında bana öyle bir koşuyor ki dillere destan… Ama o anı görmek için o çocuğa kendi kendime mesaj bile atarım. Normalde hep bir telefon işte diyip, kenara atıyorlar. Cansız bir alet işte deyip kenara atıyorlar. Benim de duygularım ve hislerim var. Mesela ben de gıdıklanıyorum ve kaşınıyorum. Hani şu büyütme hareketi var ya beni çok gıdıklıyor. Bizi hiç mi düşünmüyorlar??? Eylül Yağmur AKARCA 6-B

2064'e...

Sevgili Öğrenciler, Benim adım Beliz. Sürekli gülme meraklısıyımdır. Ayrıca beni yakından tanıyan arkadaşlarım komik olduğumu da söylerler. Biz daha bir hafta önce 2014’e girdik. Geçen yıl Türkiye genelindeki halkın isyan ettiği Gezi Parkı olayları oldu. Bu nedenle 2013’ten keyif aldığımı söyleyemeyeceğim. Tabii ki herkesin bir en iyi arkadaşı vardır. Benimki Ceylin. O da size mektup yazıyor. Aynı sınıftayız. O dostumdan da öte. Kardeş gibiyizdir biz. Ama tabii ki kavga ettiğimiz zamanlar da olur. Eğer siz bu mektubu okuduğunuzda ben hala yaşıyor olursam internet üzerinden bana yazabilirsiniz. E-mail adresim: belizsahin268@gmail.com Facebook’a ise Beliz Şahin yazarsanız bana ulaşabilirsiniz. Bana yazarsanız çok mutlu olurum. Okulda bizim sınıftaki kızlarla çok eğleniyoruz. Hele beden dersinde tüm sınıf beraber yaptığımız basketbol maçlarını görseniz gülmekten yerlere yatarsınız. Bugün 10 Ocak 2014 Cuma günü. Bu mektubu sizlere 3. derste yazıyorum. 5. ders ise beden. Gelecekteki hedefim avukat veya hakim olarak büyük başarılara imza atmak. Notlarım şimdilik biraz düşük. Ama yükseltebileceğime inanıyorum. Ayrıca modayla ilgili tavsiyeye ihtiyaç duyarsanız blog adresim: modatakippolisi.blogspot.com TARZINI YAKALA Sizi şimdiden sevdim. Ayrıca size bir öğüt vereyim. Hani şu ders bitsin de teneffüse çıkalım diye düşünürsünüz ya. Düşünmeyin! Çünkü bu hayatta her şey çalışmakla olur. Ayrıca dersi dinlemezseniz çalışmanın da anlamı kalmaz. NOT: Lütfen yakın arkadaşlarım; Ceylin Solmaz, Lara Eylül Aylanç, Eylül Yağmur Akarca, Defne Demirbaş ve Elvan Meteoğlu’nun da mektuplarını okumayı unutmayın. 2014’ten Sevgiler… Beliz Şahin 6/B

Beyaz Saç

Üretildiğimde bir sürü saçım vardı. Masmaviydi saçlarım. Sonra hiç de güzel olmayan bir tavırla kolilere doldurulduk. Koliden çıktığımda sert ve ahşap görünümlü bir yatağa konuldum. Bir gün küçük bir kız çocuğu beni kırtasiyede bulunan sert yatağımdan çıkardı ve plastik uyduruk bir poşete koydu. İşte maceram ondan sonra başladı. Kızın evine geldiğimde beni kumaştan ve fermuarlı bir tabuta koydu. Koymak o koymak 12 saat boyunca tabutta kaldım. Büyük bir zangırtıyla uyandığımda kızın evinde değil garip bir çocuk topluluğunun tam ortasındaydım. Kız beni elinde evirdi çevirdi ve ayağıma hızlıca bastı. Onun şiddeti ile mavi saçlarım saklandıkları yerden çıktı. Ben saçlarımı tarayacak diye sevinirken o ne yaptı biliyor musunuz? Saçlarımı defterine sert sert sürttü ve inanır mısınız saçlarımın rengi defterine geçti. Durum böyleyken bir de ayaklarımı ısırmaz mı? Ayaklarımı ısırdığı için gıdıklanıyor ama bir türlü gülemiyordum. Daha sonra kız oramı buramı kurcalarken kafamı koparmaz mı? Bir de parmakları ile değil kafamı yerine takmak, kafamı elinde düzgün tutamadı. O halimle beni ‘öğretmen’ dediği tebeşir kullanıcılarına götürdü. Öğretmen kafamı güzelce yerine taktı ama yanlış taktı ama olsun o kadar. Sonra kız benim saçlarımı defterine bastırırken bir anda saçlarım bitti. Artık beyaz saçlı yaşlı bir kalemdim. Derken saç ekim ameliyatını gördüm. Kız da görmüş olmalı ki bana yeni saçlar getirdi. Artık genç ve siyah bir kalemim. Ezgi SÜRGEVİL 6-A

GELECEĞE MERHABA

Merhaba, ben Selen. Şu an yani 2064’te ben 61 yaşlarında olacağım. Ben mektubu yazdığım zaman 11 yaşınaydım. Size 2014 zamanlarını anlatayım. Biz şu an yani 2014’te her şeyi elimizle yazıyoruz. Yani ‘ipad’ imsi şeylerle değil. Bizim zamanlarımızda da vardı ama bunları ulaşım için kullanırdık. Siz bu mektubu 2064’te okuyacağınız için ben 2014’e şimdi diyorum. Bu mektubu geçmişi bilmeniz amacıyla yazdım. Yalnız, benim tek merak ettiğim bunu birisi okuyor mu? Ben küçükken de hep geleceği düşünürdüm. Size sınıfımdan bahsedeyim. Bizim sınıfımız 17 kişilik.10 kız 7 erkek var. Bir tane turkuaz tahtamız ve renk renk tebeşirimiz. Sınıfımız düzenli ve temiz bir sınıftır.5/C yiz biz. Bir sürü öğretmenimiz Var. Türkçe matematik fen... Ne bulursan. Ama ben en çok Türkçe dersini seviyorum. Ve benim eşi benzeri olmayan Selcen öğretmenime teşekkür ediyorum. Gelecekte bu mektupla birlikte görüşürüz! Selen ÇELİKKOL 5-C

KAPI OLMANIN KÖTÜ YANLARI

Ben bir kapıyım çektiklerimi bir bilseniz ,siz de bana hak verirsiniz. Düşünün en deriden düşünün birisi size her gün dayak atıyor hiç hoş olur muydu ? Ondan nefret etmez miydiniz? Ben ederdim ve hala da ediyorum. Farkında mısınız buradaki dayak atan kişi siz oluyorsunuz. Tabii ki cansız olduğum için de sesimi çıkaramıyorum. Bir daha düşünün birine dayak atıp öldürüyorsunuz. Nasıl olurdu dememe gerek bile yok. Çünkü siz zaten ölmüş olursunuz yani cevap bile veremezsiniz çünkü siz insan-oğlusunuz. İşte buradaki öldüren yine sizsiniz. Beni çok sert kapattıktan sonra ben de bozuluyorum, yıpranıyorum. Benim yerime yeni bir kapı alıyorlar. Ona da aynı şekilde davranıyorsunuz. Bu bizim kaderimiz ama acı çekiyor muyuz , çekiyoruz. Bana soracak olursanız insanlar çok bencil özellikle de çocuklar. Bize para verip neden kıymetimizi bilmiyorsunuz? Bizde bir zamanlar canlıydık. Ağaçtık kapı olduk, bozulmuş olsak da yine işe yarayabiliriz. Örneğin kışın soba yakımında kullanılarak sizi ısıtabiliriz. Bir sene sonra biz insan olsaydık size böyle davranmazdık çünkü onların acılarını biliyoruz. Keşke insanlar da öyle olsa. Herkes neyse o olur derler bizim kaderimizmiş bu. Ama yine de kapı olmak güzel. Bizim elimizde değil ki kapı olup olmamak . Allah'ın elinde olan bir şey yani biz bir şey yapamayız. Herkesin kaderi faklıdır.bizim ki de böyle. İnsanlar mutluysa ben bir şey diyemem çünkü dünya onlar için kuruldu. Duru DORUK 5-B 330

Gül Perisi

Bir Gül Perisi var, Çiçekten çiçeğe dolaşan, Bir gülün içinde yaşayan Küçük birisi. Ama yolunu kaybedip Kalır dışarıda. Bulur bir köşk, Kalır orada. İki aşık görür Ama umut yoktur Çünkü bir ağabey vardır, Kötü mü kötü. En sonunda kavuşamazlar birbirine Önce erkeğin sonra kızın sonu gelir. Ağabey hırsını almış Fakat o da dersini almıştır. Özlem KIVILCIM 5-B

BİNA'YI TANIMAK İSTER MİSİNİZ?

"Merhaba ben bina.Size yaşantımı anlatmak için yazıldım.İyi dinleyin bakalım." "Ben çoook eski zamanlardan beri insanların barınmasını sağlıyorum. Ama barınamayan insanları görünce zıp diye zıplayıp o barınamayan insanların üstüne çıkmak istiyorum.Bazen,insanlar beni çok büyük bazen çok küçük yapıyorlar.Hatta bazen tavuk,pilav,puding,şevketi bostan gibi arkadaşlarım nedeniyle yanıp kül oluyorum.Ama bir arkadaşım var ki onun yüzünden yeryüzünde adım kalmaz,yıkılır giderim.Bu arkadaşım fay hattı.Deprem beni evirir çevirir.Aslında insanlar,ben olmasam çok zor yaşarlar.İnsanların yüzde doksana yakını benim sayemde yaşıyor.Kısaca ben olmasam yaşam pek olmaz.Çünkü ben,insanların temel ihtiyaçlarından biriyim.Aslında ben çok şanslıyım.Neden mi?Çünkü ben tüm dünyayı tanıyıp gezdim.Nasıl mı?Diğer ülkelerdeki arkadaşlarım ile telefonlaşıp neler yaptıklarını öğreniyorum.Böylece dünyayı tanımış oluyorum.Bir de binaların özel facebook adresinden dünyanın tüm binaları bir şeyler paylaşıyor. Oradan bilgiler ediniyorum.Siz şimdi"Sen bina mısın yoksa insan mısın?"diye düşünüyorsunuzdur.Ama söyleyeyim ben bir binayım.Aslında ben cansızım ama bir anda canlı olabilirim.Size bir deney.Evinizde tüm sessizliği sağlayın ve neler duyduğunuzu not edin.Duyduğunuz şeyler sadece binaların ve şantiyelerin sesi değil mi?Aslında beni görmemeniz imkansız.Çünkü nereye giderseniz gidin beni görürsünüz.Doğal güzellikleri değil.Aslında ben bundan şikayetçiyim.Çünkü,ben ve doğa çok iyi arkadaşız ama binaların yapımından dolayı onu bir daha görememe ihtimalim var.Şimdi siz"Ama yeni arkadaşlar edinmekten hoşlanmaz mısın?"diye düşünüyorsunuzdur.Ama bunu boş verin çünkü bu,anlatılamaz bir şey.Neyse.Zaten beni durdurmanız olanaksız.Çünkü,değişik amcalar sürekli yapılmamı emrediyorlar. Ühühüühühü.Evet şimdi dürüstçe konuşuyorum.Bir gün bu dünyayı ele geçireceğim ve o amcaları yok edeceğim.Boş arazileri mükemmel ağaçlarla donatacağım.Konuşmalarım da şöyle olacak: -Evet sevgili dostlar,yıllardır binlerce amca bizi yapıp duruyor.Artık ben varım ve buna izin vermeyeceğim.Korkmayın. Öhöm öhöm öhöm!!!Biraz fazla mı abartı oldu?Neyse.Zaten bir gün ben de yok olacağım.Benim yerime daha güzel binalar yapacaklar.Mesela Yalçın Sitesi yerine 35. Sokak yapıldı."zrrrrrrrrrr"Bu ne sesi?Olamaz.Amcalar beni yıkmaya geliyor.Görüşürüz.Eminim ki siz bu konuşmanın önemini anlamışsınızdır.Sizinle konuşmak büyük bir zevkti.AAAAH!Bir dakika durun. Beni yıkamazsınız.Artık kızıyorum.Bırakın da azıcık daha yaşayayım.Ne olursunuz.Zaten yeterli alalar çok.Ama eğer burayı ağaçlandırmak için beni yıkacaksanız o zaman tamam.Evet arkadaşlar galiba hayalim gerçekleşti.Şu insanlara öğütler vermeliyim.Umarım siz de öğüdü az çok anlamışsınızdır.Hoşça kalın.Ah!Bir de diğer arkadaşlarınıza da bu söylediklerimi anlatırsanız.Çok memnun olurum.Sizlerin çok bilgili insanlar olduğunuzu biliyorum.Ve size güveniyorum.Zaten benim derdim herkesin binalar konusunda bilgili olmasını sağlamak.Peki o zaman konuşmamızı sonlandırma zamanı geldi.Hepinize görüşürüz. Elina Alizé SEZİK 5-B 267

VOLEYBOL TOPU

Ben bir voleybol topuyum. İnsanlar benimle ve arkadaşlarımla voleybol denilen bir spor yaparlar. Peki voleybol nasıl oynanır? Voleybol iki sahada oynanır. Biri mini voleybol sahası, diğeri gerçek sahada oynanır. Mini voleybol sahasında dört kişi oynanırken gerçek sahada altı kişi oynanır. Bence voleybol insanları geliştiren bir spor. Size beni mutlu eden bir olayımı anlatmak istiyorum. Bir gün arkadaşım Mustafa'nın telefonu çalmıştı. Arayan Orkan idi. Telefonu kapattıktan sonra Mustafa beni aldı ve bir sahaya götürdü. Saha çok büyüktü. Bu yüzden başım dönmeye başlamıştı. Mustafa'nın yanında Orkan, Yiğit, Uğur, Ege Tan, Ege Orhan, Cem ve Ege Şuurlu vardı. Hepsi birlikte maç yapacaklardı. Ege maç topunu ararken Mustafa beni gösterdi. Herkes beni çok sevmişti. Ege Orhan servis kullandı. Artarda sayı almaya devam ediyorduk. Sonunda maçı Orkan'nın takımı 25-23 yenmişti. Bence her iki takım çok iyi oynamıştı. Mustafa konuşurken beş gün sonra maçlarının olduğunu öğrendim. Gün geldi çattı. Mustafa beni aldı ve okuluna götürdü. Okulun önünde bir top vardı. Üstünde " Lütfen dokunmayınız." yazıyordu. Mustafa takımıyla bir araya gelip servise bindi. Arkalarından Onur Hoca geliyordu. İlk başta cami hocası zannetmiştim ama voleybol öğretmeniymiş. Servisin içi çok temizdi. 1 saat sonra varacağımız yere vardık. Gider gitmez maç başladı. İlk maçı yendik. İkinci maçta beni kullandılar. İlk set 21-14, ikinci set 21-13 yenildik. Neden mutluyum biliyor musunuz? Çünkü yenilsek bile bizim takım çok iyi oynamıştı. Mustafa o günden sonra hiç üzülmedi ve voleybol oynamayı hiç bırakmadı. Mustafa Savgu 5-A 354

BENİM ADIM…

Merhaba, ben sıradan bir uçağım. Her gün milyonlarca kişinin bir yerden bir yere gitmesini sağlarım. Siz buna zor diyebilirsiniz ama bu benim için sıradan bir gün. Benim yaptığım işin en yoğun olduğu dönemler yaz tatilinin başı ve sonu, şubat tatili ve bayram tatilleri. Ayrıca yaz tatilinde turistler İzmir’e ve Antalya’ ya akın ediyor. İşte bu dönemleri hiç sevmiyorum. Çünkü çok fazla yolcu taşımaktan yoruluyorum. Birçok insan tatilleri sever ama ben tam aksine tatillerden nefret ediyorum. Yılda 2,3 defa hangara denetlenmeye gidiyorum. Denetleme de kanatlarıma tekerleklerime , kanatlarıma, kuyruğuma, motorlarıma ve diğer önemli ufak parçalarıma bakıyorlar. Her parçayı tavuk buğdayı bulmak için toprağı didiklercesine , benim parçalarım da pas var mı, yenilenmesi gerekiyor mu, diye en ufak ayrıntıma kadar araştırıyorlar. Benim bir sıkıntım daha var. O sıkıntı da bozulmaklardır. Bazen motorum, flaplarım, ve diğer parçalarım bozulur. Bazılarını tamir etmek kolaydır ama büyük sorunlar için tekrar hangara girmem gerekir. Ayrıca bu tamirler için büyük paralar harcanır.Tek bir motor yüz milyon TL edebilir. Bu yüzden pilotlar benim bir parçamı bozmamak için ellerinden gelenin en iyisini yaparak uçurmaya çalışırlar. Bir de tamirim yapıldıktan sonra deneyimli pilotlar beni test sürüşüne çıkarır. Yer ekibi her şey doğru çalışıyor mu diye kontrol eder. Ama ne yazık ki her şeyin bir ömrü vardır bir uçağın da. Elbette benimde bir gün ömrüm bitecek ama bunun için üzülmüyorum, çünkü benim yerime geçecek benden çok daha iyi uçaklar yapılacak böylece insanların nesli gibi uçakların da nesli bitmeyecek. Ayrıca bu olaylar insan-uçak, uçak-insan bağlantısını doğuruyor. Bu da insanların uçaklara uçakların da insanlara muhtaç olduğu açıkça görülüyor. Orkan ÜZEL 5-A 178

SAF ÇOBANIN HATASI

Çok eski zamanlarda uzak köylerin birinde bir çoban varmış. Bu çoban köydeki kulübesinde karısı ve çocukları ile yaşarmış. Çok yardımsever, çalışkan ama safmış. Köyündekilere hep yardım eder ama nedense ailesine yardım etmezmiş. Ne de olsa mum dibine ışık vermez. Köye yeni göç eden bir adam onun saflığını fark etmiş. Onun bu zaafından yararlanarak hırsızlık yapmaya karar vermiş. Çobanın evine gitmiş ve ağzına bir parça bal çalmış. Çobana "Kasabın önünde yeni gelen koyunlar var. Benim bir işim var, sen onlardan birisini akşamüstü benim evime getirirsen sana bir kese altın veririm.'' demiş. Bizim saf çoban tabii ki de kabul etmiş. O sırada karısı misafirler için un almasını söylemiş. Çoban karısını terslemiş ve ''Ben senin gününle mi uğraşacağım be kadın!'' demiş. Karısı buna çok üzülmüş ve mutfağa gitmiş. Bir süre sonra çobanın yanına çocukları gelmiş ve ''Baba biz çikolata alacağız, para verir misin?'' demişler. Babaları onları da terslemiş ve ''Hayır, evde çikolata mı kalmadı be çocuk!'' demiş. Bunu duyan çocuklar üzülerek gitmişler. Öğlen vakti çoban arkadaşının evine gitmiş. Arkadaşına övüne övüne ona verilen görevi anlatmış. Arkadaşı da ona ''O adam pek tekin birine benzemiyor. Bence sen çoban kulübesinde padişah rüyası görüyorsun.'' demiş. O da arkadaşına kızarak kasaba gitmiş. Koyunlar kasabın önünde bekliyorlarmış. Çoban rahatça bir koyunun ipini çözmüş ve koyunla birlikte adamın evine gitmiş. Adam kapının önünde onu bekliyormuş. Çoban adama koyunu, adam da ona eski bir keseyi vermiş. Kese nedense çok hafifmiş. Çoban keseyle birlikte eve dönmüş. Yemek yemiş ve uyumuş. Gece kasap koyunlardan birinin eksik olduğunu fark etmiş. Etraftakilere sorup soruşturmuş ve çobanın bir koyunu alıp götürdüğünü öğrenmiş. Hemen jandarmaya gitmiş, durumu anlatmış. Beraber çobanın evine gitmişler. Gece saat birde kapısının çaldığını duyan çoban korkmuş. Pencereden bakmış, gelen jandarmaymış. Çok şaşırmış. Ardından aşağı inip kapıyı açmış. Jandarma koyun çaldığı için tutuklu olduğunu söylemiş. Çoban da ''Hayır, ben o koyunu çalmadım, bir kese altın karşılığında dağdaki eve götürdüm.'' demiş, ''Bakın işte kese burada.'' Kesenin boş olduğunu gören jandarma onu tutuklamış. Çoban 3 yıl hapishanede kaldıktan sonra dışarı çıkmış ve köyüne dönmüş. Önce ailesinin yanına gitmiş. Sonra arkadaşıyla buluşmuş. Arkadaşı ona köye yeni birinin taşındığını söylemiş ve çobanı bu kişiyle tanıştırmış. Beraber çay içmişler. Yeni taşınan kişi çobandan şekeri uzatmasını istemiş. Çoban çok dikkat ederek şekeri uzatmış. Bunu gören arkadaşı ''E tabii, sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer.'' demiş ve gülmüşler. Naz KARAİSMAİLOĞLU Ceren ÇİV Elif Naz AYSAL Elif Naz ERTÜRK 7-B

KUMAR ACISI

Merhaba, size birazdan anlatacaklarım benim hayat hikâyem. Bu arada adım Demir. Bir eşim, iki çocuğum, annem, babam ve de kardeşim vardı ve ben çok zengin, dünyanın en büyük iş adamlarından biriydim. Onlara ne mi oldu? Onları birer birer kaybettim. İşte benim hayat hikâyem. Dikensiz gül olmaz derler ya benim de dikenim kumar bağımlılığı. Ben çok mutluydum. Ailem, param, arabam, evim, işim hepse beni terk etmeden önceydi. Arkadaşlarım beni kumara davet etti. Ben de çok zengin olduğum için ilk kaybedişlerime aldırış etmedim. Ama sonra daha fazla kaybetmeye başladım. Artık sadece para kaybetmiyordum, ailemi de yitiriyordum. Kara haberler bir mermi gibi yaralıyor, peşimi bırakmıyordu. Fakat ben hala kendi göbeğimi kendim kesebilecek durumda olmama rağmen hiçbir şey beceremiyordum. Kardeşim benim için ölmüş, ailem beni terk etmişti. Annem ve babam, eşimi ve iki çocuğumu elimden almışlardı çünkü kumarhanede çocuklarımın ve eşimin üzerine oynamakla kocaman bir hata yapmıştım. Artık ölmüş koyun kurttan korkmaz haline bürünmüştüm. Gözüm toprağa bakıyor, sonum yaklaşıyordu. Zaman bile bana karşı işlediği için yaşlanıyordum. Yaptıklarımın sonucunu yeni anlıyor ve ölüyordum. Derin GÜNER Elif Tuna KARAPINAR Doruk TOPKAN Melisa KAHRAMAN 7-C

BAŞIMA ÖRÜLEN ÇORAP

Geçen gün gene ninemle konuşuyordum. Ona ailem ile birlikte sirke gideceğimi söylemiştim. O da bana öğütler vermeye başlamıştı. Demişti ki: “Aman ha dikkat et yavrum. Başına çorap örerler, ruhun duymaz.” “Peki nine.” demiştim. Ninem bana her zaman yerinde öğütler verir. Sözlerini dikkate almalıydım. Ancak ninemin bu sözlerini duymazlıktan gelmiş ve hiçe saymıştım. Ninemin öğütlerinden çok sıkılmıştım. Ninemden kibarca izin isteyerek annemin ve babamın yanına mutfağa gittim. Öğlen yemeği hazırlıyorlardı. Babamdan ne zamandır gitmek istediğim sirke gitmek istediğimi söyledim. Babam bana “Yemekten sonra gideriz.” dedi. Ben de “Sonra yersin.” dedim bıkkın bir tavırla. O da bana “Aç ayı oynamaz.” dedi ve güldü. Gözlerimi devirdim ve uzun bir of çektim. Bir an önce sirke gidebilmek için sofrayı hazırlamaya yardım ettim. Annem “Sağ ol yavrum, sen olmasaydın işlerim bitmeyecekti. Ne demişler: El el ile değirmen yel ile.” dedi. Anneme gülümsedim. Sonra birlikte sirke gittik. İlk defa sirke gidiyordum. Sirk çok büyüktü. Ailemden ayrıldım ve dolaşmaya başladım. Bir bilet kuyruğuna girdim. Bilet kuyruğunda iki adamla tanıştım. Ne ilginç ki bana ailemin neredene olduğunu sordular. Onlara ailemden ayrıldığımı, ayrı dolaştığımı söyledim. Bakıştılar. Bana özel bir gösteriye bilet isteyip istemediğimi sordular. Özel şeyleri severdim. Başımı yukarı aşağı salladım. Gülümsediler. Zayıf olan, cebinden altın renkli bir bilet çıkardı. Bilete uzandım ancak adam bileti çekti. İri olan sırıtarak başparmağını ve işaret parmağını birbirine sürtmeye başladı. Anlamıştım. Para istiyorlardı. Cebimi karıştırdım. Yaklaşık elli lira çıktı. Utanmış bir şekilde bu yeter mi diye sordum. Özel bir bilet için bol para gerekirdi herhalde. İki adam bakıştılar. İkisi de sırıttı. Sonra sıska olan bana bakıp şöyle dedi: “Normalde bu bileti bu kadar ucuza satmıyoruz. Ancak senin için özel bir indirim yapabiliriz.” Adam parayı elimden alıp bileti bana verdi. İki adam tekrar birbirine bakıp sırıttı. Oradan uzaklaştım. Bileti inceledim. Üzerinde on iki yazıyordu. Bir adama gösterinin nerede olduğunu sordum. Ancak adam burada sadece on gösteri olduğunu söyledi. Böyle bir gösteri yokmuş. Herhalde bir yanlışlık oldu diye düşündüm. Bileti aldığım yere gittim. Ancak adamlar ortalıkta yoktu. Kandırılmıştım. Boynumu büküp ailemin yanına gittim. Olanları anlattım. Yapacak bir şey yoktu. Son iki yılda biriktirdiğim param da gitmişti. Ninem haklı çıkmıştı. Başıma çorap örülmüştü. İpek Janset KEBAT Elif Dilan ÇELİK Ecem AFACAN Güçlü VARLIK 7-C

HAYAT OYUNU

Bu sabah yepyeni bir güne uyandım. Evin tahta penceresinin ardından vuran güneş kırışıklarımı kapatmaya yetiyordu. Yoktur benim bebekliğim ne çocukluğum ne yetişkinliğim… Çocukluğumu yaşamaktayım zaten. Hüseyin benim çocukluk aşkımdır. Öyle nişan evlilik filan anlamam. Aşk paylaşmaktır. Beraberliğin yeni bir tada dönüşüp eskileri unutturmasıdır. Hayatı bir oyun olarak düşünürsek zarı beraber atmaktır. Biz onunla bazen el ele oturup hayal kurarız. Hayal kurmak, hâlâ, anlamını yitirmeyen bir kurtuluş gibidir “bizim” için. Bazen çimenlikte koşarız. Bazen o bana anlatır çocukluğunu ben de masal dinleyen meraklı çocuk tavrıyla dinlerim. Bazen de el ele çimenlikte koşarız. Hayat bizim için hiç sonu olmayacak bir oyun gibidir. Her zaman yeni oynayış biçimleri ve yeni kurallar ekleriz. UNUTMAYIN, HAYAT OYUNUNA EKLEYEBİLECEĞİNİZ KURALLAR VE YENİ OYNAYIŞLAR SONSUZDUR. OYUNUNUZDAN KEYİF ALIN VE GÖNLÜNÜZCE OYNAYIN. Güney Naz TÜMÜKLÜ 6-B

9 Ocak 2014 Perşembe

YALNIZ TABLO

Fırça darbeleri sıcak bir sevgi göstergesi, neşeli bir ıslıksa müzikti benim için. Bin bir çeşit olaya, manzaraya tanık oldum ben. Türlü dönemlerden tutun, türlü insanları, manzaraları, şekilleri sembolleri ve nesneleri üzerime çizdiler benim. Boyanın kaygan yüzeyinin teninizi okşaması nasıl bir duygudur bilir misiniz? Ben bilirim elbet. Ne de olsa tuvalim ben, sadece tuval. İsim koyan olmadı bana. Çizdiler, seyrettiler, yeniden boyadılar. Bir gün genç bir bayan oldum, bir gün bir portakal, bir günse limon ağacının altındaki kaplumbağa... Sahibim pek iyiydi. Sadece mutlu olayım, yeni ortamlar, insanlar tanıyayım diye yaptığı resimlerin üzerini beyaz boya ile boyar, üzerime yeni resimler yapardı. En sevdiğim huyuysa sesli düşünmesiydi. Sanki benimle konuşur gibiydi. Kim bilir, belki de onu anladığımı biliyordu. Şimdi mi? (Şey…) Bu uzun bir hikâye. Sahibim üzerime çizdiği resmi yeni bitirmişti. O anda dükkâna uzun boylu, ürkütücü, donuk yüzlü bir beyefendi girdi. Sahibimin yaptığı resme şöyle bir baktı ve fiyatımı sordu. Sahibim hiç düşünmeden aklından bir fiyat söyledi. Beyefendi de alacağını belirterek parayı uzattı. Şoka girmiştim. Sahibim beni satıyordu. Şimdiye kadar pek çok resim satmıştı. Ancak beni satmayı düşüneceği aklımın ucundan bile geçmezdi. Sahibim beni çapımdan biraz daha büyük bir torbaya koyarak beyefendiye uzattı. Satıcıyla birlikte dükkândan çıkıp yola koyulduk. Bana bir saat gibi gelen bir sürenin sonunda büyük bir malikâneye vardık. Yeni sahibim beni bir odanın kuytu bir köşesine koydu. Etrafta birçok resim vardı. Bu kadar çok resmi ne yapıyordu? Yanımdaki komşu resimlere baktım. Merhaba diye seslendim. Cevap yoktu. Bir kez daha ve bir kez daha denedim. Gene de uğraşlarım bir sonuç veremedi. Anlaşılan buradaki resimlerin tamamı kendilerini hayata kapamışlardı. Ben de mi böyle olacaktım yoksa? Oysa eski sahibimin dükkânında bütün resimler birbiriyle konuşurdu. Ortama bir neşe hâkimdi. Burada daha çok hüzün vardı. Yeni sahibimin dışı ürkütücü olsa da benimle ilgileneceğini düşünüyordum başta. Ancak gün geçtikçe yalnızlığım arttı. Ne bir insan ne de bir resim tek bir laf ediyordu. Arada bir malikâneye yeni resimler geliyordu. Ancak onlarda içlerine kapanıktılar. Yoksa bu resimler neşeyi ve ya konuşmayı hiç mi öğrenmemişlerdi? Yaklaşık bir yıl içerisinde ben de konuşmayı unuttum. İçime kapandım. Yeni gelen resimlerin çağrılarına kulak veremez oldum. O günden beri kuytu köşemde duruyorum. Arada bir saygın kişiler resimleri incelemeye geliyor, ancak kısa sürede ayrılıyorlardı. Artık sadece bir resimdim. Donuk, renksiz… Diğer tablolardan farkım kalmamıştı. Eski sahibimi özlüyordum. Ancak ona karşı var olan kinim özlemimden baskın çıkıyordu. İpek Janset KEBAT 7-C

7 Ocak 2014 Salı

İnsanlığa Mektup

                                                    
Merhaba İnsanlar,
                Benim adım “Mutluluk”. Benim olduğum bir yerde hep gülen ya da kahkaha atan, eğlenen veya gülen insanlar vardır. Ben olmadığım yerde dostum “Mutsuzluk” hüküm sürer. Söylediğine göre o şu ana kadar sadece surat asan, ağlayan, kızgın ve kaba davranan insanlar görmüş. Benim birçok yardımcım vardır. Onlardan biri rüyalardır. Gece, uyuyan insanların birçoğuna rüyalar gönderirim. Bu rüyalar aslında onlara gelen bir mesajdır. Örnek veriyorum, bir rüya gönderirim, konusu cesaret olur. Bu gönderdiğim kişinin cesaretinin eksik olduğunun göstergesidir. Dostum ise korkunç kâbuslar gönderir. Bende öyle yetenekler vardır ki bakın size bir kaçını sayayım: âşık edebilirim, başarı getiririm, seyahat ettiririm, iyileştirebilirim, mucizeler yaratabilirim ve daha birçoğu. Mesela size bir anımı anlatmak isterim.
                Günlerden güneşli bir gündü. Hemen nereye gitmemi söylemesi için cennete çıktım. Güzeller güzeli meleklere nereye gitmem gerektiğini sordum. Melekler hemen ellerindeki beyaz ve kalın deftere baktılar ve bana şunu söylediler:
-Sen… Bugün İzmir’de bulunan Tevfik Fikret Okulu’ndaki 6A ya gideceksin.
-Tamam, dedim.
Hemen bana yol gösterici çizgiyi yarattılar. ( Siz bu çizgiye gökkuşağı dersiniz. Hani yağmur sonucu oluşan rengârenk bir şey var ya, işte o ) 6A sınıfının kapısına varmak için giderken doğru yolu bulmak için yanda bulunan pencerelere göz atıyordum. 6A’nın penceresinden önünden geçtim. Dur biraz… Bir tuhaflık var. Hemen geri gidip yine 6A’nın penceresinin önüne geldim. İçinde dostum vardı. Pencereye hafifçe vurarak:
-Pısssst! Burası benim görev alanım, git buradan, diye fısıldadım. Beni duyduğunu biliyordum ama kulak asmadı:
-Hey! Baksana! Git buradan! dedim sesimi yükselterek.
-Ne var, ne var? Bana buraya gelmemi söylediler. Burası Tevfik Fikret Okulu’nun 6A sınıfı değil mi?
-Öyle.
-E peki ne var?
-Sen söyle neden buraya geldin? Melekler bana buraya gelmemi söylediler.
-Sen gelmeden bir iki dakika önce bana haber verdiler.
-Hmmmm, dedim kaşlarımı çatarak. Peki, neden mutsuz olmasını istemişler bu çocukların?
-Bu ders sınavları mı varmış ne? İşte, onlar da sınavdan önce konuşmuşların, avaz avaz bağırmışlar, öğretmenlere karşı çıkmışlar vb. O nedenle onlara ceza olarak ben geldim, dedi sırıtarak.
-Peki, sen onlara ne yapacaksın?
-Onların sınav kâğıtlarını zorlaştıracağım. Yapamasınlar. Bilgilerini unutturacağım. Cevaplayamasınlar. Saatleri hızlandıracağım. Süreleri yetmesin, şeytani bir kahkaha attı.
               Bunları yapmasına izin veremezdim! Hemen 6A’nın sınıfına girdim ve ben içeriye adımımı atar atmaz tüm öğrenciler bir anda kahkaha atıp ağlamaya başladı. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Mutsuzluğu kolundan çeke çeke dışarıya çıkardım:
-MUTSUZLUK KÂBUS FIRTINA! DERHAL BURAYI TERKEDİYORSUN! diye bağırdım.
              Ya ismini tam söylememden ya da sesimi yükseltmemden dolayı korkudan sıçradı. Bana şaşkınlıkla baktıktan sonra göz önünden kayboldu. Hemen sınıfa döndüm ve sınavları kolaylaştırdım, herkesin bilgi sayısını arttırdım ve süreyi sınavın başlangıç süresine ayarladım. Sonra cennete gidip yeni görevimi aldım.
                 İşte anım böyle sonlandı. O günden, bugüne Mutsuzluk hala benimle konuşmuyor. Size söylemem gereken bir şey var. Ben ne Everest’in üstündeyim, ne Atlantik Okyanusu’nun en dibindeyim, ne de bir sınıftayım. Ben hep sizin içinizdeyim.
                                                                                                         Sevgiler Mutluluk…
      Anastasia Deniz Durak 6A
        



Çalar Saat ve Arkadaşları

Benim bir çalar saatim. Gerçekten şu koca dünyada en çok acı çeken şey kesin benim. Her türlü dayak yiyorum. Sabah kaldırdığımda dayak yiyorum. Kaldırmayayım dayak yemeyeyim diyorum. Kaldırmıyorum uyanıyor. Bana bakıyor. “Hiii saat kaç olmuş” deyip beni yere atıyor. Her sabah öleceğim diye ödüm kopuyor. Her gün aynı işkence. Allahım ne olacak bu benim çektiğim. Ayrıca işine gittikten sonra çok sıkılıyorum. Gerçi eve geldiğinde de hep mutfakta ya da salonda.

Sırf gece 12.00'da görüyorum onu bazen banyoya giderken kapının önünden geçiyor. Onunla kalsa iyi. Etrafı çok dağınık bırakıyor. Sadece beni değil diğer arkadaşlarım da rahatsız oluyor. Dün aramızdan şöyle bir diyalog geçti.
  • Of ya! Bu nasıl insan! Buna insan denmez. Bir şey denir de şimdi terbiyemi bozmak istemiyorum,dedi yastık.
Sürekli ağzından salya sümük akıyor. Saçındaki kepekler, bitler üzerime düşüyor diye ekledi
  • Çok doğru söylüyorsun kardeş, geçen içime kokmuş peynir attı dedi üzerinde bir yığın kağıt olan geri dönüşüm kutusu.

En yakın arkadaşım olan halıda araya girdi.
  • Ya çalar saate sorun bakalım her gün ya üstüme atıyor ya da ona vuruyor. Her sabah bizi uyandırıyor, dedi.
Bir bavulun içindeki diş fırçası da söze karıştı.
  • Ağzını içi tam bir mikrop yuvası bir de siz görseniz... Bakteriler,çürükler ooo. Ev yapıyorlar sanki.

İşte o gün diş fırçası ile arkadaş olduk ve hiç dostluğumuz bozulmadı

Melis BOZDEMİR
6-A

MUTLU BİNA

Merhaba ben bir yüksek binayım. Çoğu insanlar bana çalışmak, bazıları da beni gezmek için gelirler. Benim birkaç türüm var. Bunlardan birine Kule diğerine Gökdelen denir.

Kule olarak adlandırıldıklarımın yükseklikleri 100 ila 400 metre arasında değişir. İnsanlar en tepeme çıkıp, eşsiz bir şehir manzarası seyrederler. Bu beni çok heyecanlandırır.

Gökdelen olarak adlandırıldıklarımın yükseklikleri ise 400 ila 800 metrenin üzerindedir. Türümün en uzun örneği Birleşik Arap Emirlikleri, Dubai’ deki Burj Khalifa’dır.

Bazı kulelerimde otel olarak kullanılmaktadır. Buna en iyi örneğim yine Birleşik Arap Emirlikleri, Dubai’ deki Burj Al Arab’tır. Benim içimde neler yoktur ki! Tenis Kortu, Yüzme Havuzu, Alişveriş Merkezi, Atlıkarıncalar, Restaurantlar, Basketbol Sahası, Spa Merkezi, Acil Yardım Merkezleri vb.

Şu an tüm dünyada kule ve gökdelen olmak üzere binlerce örneklerim var. Ben mutluyum. Çünkü en çok ziyaret edilen eserler benim içimde saklı.. Kendi türüme örnek vereceğim. Eyfel Kulesi, Empire State Binası, Shard Binası, Torre Agbar, Tokyo Kulesi, Burj Khalifa, Euromast Kulesi, Sydney Opera Binası, Burj Al Arab, Makao Kulesi vb. bunlar en iyi örneklerim. Buralar çok ziyaret edilir. En sevilen yerdir buralar. Şu an çok sevinçliyim. Çünkü ben bir BİNA’yım.


Cem Yeni-6A

BEN BİR GÖZLÜĞÜM


Ben çok güzel gözlüğüyüm. Şimdiye kadar beni takan herkes benden memnun kaldı, etrafı daha net gördü. İki yılda bir camlarımın değişmesine üzülsem de, bunun bir zorunluluk olduğunu biliyorum.
Ama şu çocuklar yok mu? Bazen kollarımı esnetip vücuduma yaralar açıyorlar. Çok canım acıyor. Bir keresinde doktor ölebileceğimi söylemişti fakat uzun bir ameliyattan sonra tekrar sağlığıma kavuştum. O güzel renklerimin kirlenmesini de hiç istemem. Reyonda beklerken yanımda duran hiçbir gözlük benim kadar parlak ve canlı renkli değildi. O yüzden ilk denenen gözlüklerden biri oldum hep. Beni alacak kişinin hep bir kız çocuğu olmasını isterdim. Öyle de oldu.
Keşke cam rengim şeffaf olmasaydı. Aslında koyu da olmasını istemem, cam rengim kollarımın ve vücudumun rengiyle uyumlu olmazdı. Neyse aslında beni yetişkin biri taksa daha çok sevinirim. En azından yaralanma riskim azalırdı. Madem teknoloji o kadar ilerlemiş, neden vücut ve kol rengi değiştirilen gözlük yapmamışlar ki… Sahibim rengimden sıkıldığında kollarımı ve vücudumu çıkartıp yeni rengi takardı. Bu kız çocuğu, hele gece iken beni yatağıma fırlatıyor. Benim de bir canım var,neden düzgün koymuyor? İşte yine beninle işi bitti,sakın yatağıma atma! Çok yorgunum, rahat bir şekilde uyumak istiyorum.

ZEYNEP NALÇAKAN 6-A

AH BU HAYAT

     
Ben bir iç çamaşırım. Sahibim daha 5 yaşında ve 7-24 altına kaçırma meraklısı. Tek o olsa iyi okulda, dışarda, geceleri tuvaletini sürekli kaçırıyor, altına kaçırmadığında da yelleniyor. İnanı satın alındığımdan beri temizlik malzemeleri ve tuvalet kokusundan başka bir koku alamıyorum. Bir keresinde sahibim benim beyaz renk olmamdan sıkılıp, beni duvar boyası ile maviye boyadı. Fakat aklı ve mantığı olmayan sahibim beni kurumadan giyince poposu masmavi oldu. Bu da yetmezmiş gibi tuvaletini yaptı. Daha sonra annesi beni yıkadı ama eski rengimden çok uzak siyahımsı bir renk oldum. Ve bu işlerin en kötü yanı ben onun en sevdiği donuyum. Ciddiyim hayatı sevmesem kendimi makasla keseceğim. Ama işlerin iyi yanı benim alarm kurmama gerek yok her sabah saat 8’de sahibim beni pis bir koku ile uyandırıyor. Her sabah uyandığımda ben neden don oldum diye kendime soruyorum.

Ege Akçasoy

6-A

BEN


Merhaba, hepiniz beni tanıyorsunuz .Çoğunuz,beni eline zor alıyor. Okunmamak da beni çok üzüyor. Yabancı ülkelerdeki okunma oranım, Türkiye’dekinden fazla. Bu durum nedeniyle çok sinirleniyorum. Biraz da içimdekileri anlatayım. İçim büyüklü küçüklü harf ve sözcüklerle dolu. İnsanların duyguları, düşünceleri, hayalleri ve anıları benim içimde hayat buluyor. Biraz da ailemden bahsedeceğim. Dedem fikir büyükannem istektir. Annem yazı, babamsa kağıttır . Sayamayacağım kadarda kardeşim var. Her gün çoğalıyoruz. Biz çok büyük bir aileyiz. Şimdi size içimdekilerden bir öykü okuyacağım. “ Mehmet, dokuz yaşında, akıllı bir çocuktu. O gün okula gitmek için evden çıktı. Servise bindi. Okula çok yaklaşmışken birden servisin tavanı koptu ve uçtu. Mehmet arkasını döndüğünde simsiyah pullara, büyük, yarasamsı kanatlara, görkemli üç boynuza ve jilet gibi dişlere sahip bir ejderhayla burun buruna geldi…” Uff vallahi yoruldum. Bu kadar heyecan bana da fazla. Tamam, biraz soluklandım. Devam ediyorum.” Mehmet’in servisi aniden durdu. Bütün arkadaşları ve şoför dışarıya fırladı. İçeride bir tek Mehmet kalmıştı. Nedense bu ejderhayı bir yerden hatırlıyormuş gibi geliyordu. Elini canavara doğru uzattı. Ejderha da başını eğince onu okşamaya başladı. Sonra zihninde bir ses yankılandı. “Mehmet abi, bana bir bardak çay ver” Mehmet bunu diyenin ejderha olduğunu anlayınca güldü …” Tamam artık geç oldu. Yarın devam edersin. Beni okuduğun için teşekkürler.

Ulaş Aktaş
6-A

Ben Bir Nesne Olsam

                                              
    Merhaba ben bir defterim.Yüz yapraklı.Ben neler yaşıyorum bir günde,biliyor musunuz?Her gün benim sahibim kalemle üstüme bir şeyler yazıyor ve resim çiziyor.Ama bugün farklıydı.Daha ilk dersteydik.Teneffüste beni sıranın altından çıkardı.Yanımda silgi ve kalem vardı.Onlara:
-Ne oluyor?dedim.Onlar:
-Eşyalar arası savaş çıktı.dedi.
"Demek ki sahibim sadece derse hazırlanıyordu" diye düşündüm.Birden kağıttan toplar gelmeye başladı.Kalem kutusundan bütün askerleri yani kalemleri ve bütün cetvelleri yani mancınıkları çağırdık.Benim görevim kağıttan toplar yapıp mancınığa mermi  sağlamaktı.Sonra uzaktan düşman orduları gözüktü.Kalem kutusundan kendime bir zırh aldım.Okçular oklarını fırlattı yani uçlu kalemler uçlarını fırlattılar.Silgilerse atlı süvari idi.Biz yani defterler ise savunma yapıyorduk.Bizim kendi yerimiz olduğu için biz daha avantajlıydık.Tam kralı yani kalemtıraşı öldürürken zil çaldı ve herkes yakalanmamak için kendi kalelerine yani sırasına gitti.

Doğukan Seven

5-B

Mercedes-Benz

       Ben bir Mercedes-Benz markalı lüks bir otomobilim. Genellikle beni şirketler, özel firmalar alırlar. Benim kullanıldığım alanlar; filmler ve günlük hayatta ve trafikte gitmem. Benim bir lüks otomobil olarak özelliklerimden bahsedeceğim. Özel sipariş edilirsem dört çeker ya da iki çeker olarak. Benim içinde bulunan o deri koltuklar insan içine biner binmez konfor ve rahatlığı veriyor. Zaten bir araba sıfır alındığında bile içindeki otomobil kokusu insanı etkileyip, sarıyor. İçimdeki hava yastıkları çok güvenlidir. Fren sistemim bile özel tasarlanmıştır, çünkü fren sistemi güvenli olup frene sonuna kadar bastığımızda devreye ABS sistemi giriyor. Ben en son üretim bir Mercedes-Benz E serisinden olduğum için bütün fonksiyonlar bende bulunuyor. O egzozların şeklinin üçgen yapılışı ve sesi ve kokusu insanları etkileyip, hayran bırakıyor.

     O lastiklerimin eni-boyu, yeri sarışı ve tutuşu asfalt yolda iz çıkarmayı bile başarıyor. Benim fiyatım ise iki milyon doları geçiyor.  Motorumun gücü on beş boğa gücünde. İnsanlar böyle arabaları seviyorlar ama fiyatını görünce gözleri korkuyor.  Ben bu modelin bir süre tek örneğiyim bu yüzden satışta değilim. Biliyor musunuz acaba beni bu kadar az kişi alıyor; insan milyonluk arabayı alıyor, belediye de el koyuyormuş gibi bazı aylar vergi kesiyor ama her arabanın lüksüne fiyatına göre bu vergiyi kesiyor.

     Benim tabi ki rakiplerim var ama ben çoğunu ezip geçiyorum şimdilik bu kadar benzinim azaldı Opet’e gidip benzin alıp garajımda dinleneceğim.

                                                                                YİĞİT TEKİN
                                                                                    5-A  189

Ben Olmasaydım?

Benim adım Harita. Benim bir çok kardeşim var.Mesela Fiziki Harita , Siyasi Harita gibi. insanlar beni yola çıkarken yanlarına alırlar.Eğer yollarını kaybederlerse hemen bana bakıp yollarını bulurlar.Ben eğitim alanında çok yaygın olarak kullanılırım.Her sınıfta benden mutlaka bir tane vardır. Öğretmenler hep benim üzerimde bir şeyler göstererek öğrencilere ülkelerini , dünyalarını , yaşadıkları kıtayı öğretirler.Ben her öğrencinin kullanması gereken bir nesneyim. Beni pilotlarda kullanır.Bana bakarak hangi yöne gideceklerini belirlerler.
   Benim üzerimde birçok işaret vardır. Kuzey , güney, doğu, batı gibi yönleri göstermek için ayrı işaret, ülkelerin başkentlerini göstermek için ayrı işaret,barajları, platoları,dağları , ovaları göstermek için bile ayrı semboller vardır. Benim üzerimde denizler mavi renkte , dağlar kahverengi renkte gösterilir.
  Ben çocukların görsel olarak da ilgisini çekerim. Ben ve kardeşlerim bir araya toplanarak atlası oluştururuz. Çocukların hem eğlenip hem öğrenmesi için çok faydalıyım . Aslında hep" çocuklar öğrenirler "diyorlar. Büyükler ben biliyorum havasıyla hep çocuklarına alırlar beni. Oysa  beni bir açıp baksalar ne de çok şey öğrenirler.  
BEN OLMASAM NE YAPARDINIZ?


Şule Yağlı 5-A

Eski Tren

Merhaba! Ben Türkler tarafından üretilen eski bir trenim. Aslında kendime eski demekten pek de mutlu olduğum söylenemez. Tam tersine üzülüyorum bile. Yeni, güzel trenler yapıldıkça kendimi mutsuz hissediyorum. Zaten beni artık kullanmıyorlar, herkes yenileri istiyor. Şöyle bir düşününce kim yeni bir trene binmek varken eskiyi istesin ki? Hazır yeni demişken buralara yeni gelen bir tren var. Her şeyi düşünülerek, özenle yapılmış. Onun yerinde olmayı ne çok istiyorum bir bilseniz! Onu görünce ilk üretildiğim zamanlar geliyor aklıma. O zamanlar da herkes benim yerimde olmak isterdi. Zamanla yenileri çıktıkça beni unuttular, yalnız kaldım. Konuşacak arkadaşım yok.

Her günkü gibi o günde erkenden kalktım. Bir insan geldi bana bindi ve beni çalıştırdı. Uzun zamandır hareket etmediğim için paslanmışım. Ağır ağır yola koyulduk. O kadar mutlu olmuştum ki hala işe yarıyorum diye. Sonunda açıklık bir yerde durduk. İnsan ateş yakmaya başladı. Bir kuş gelip üstüme kondu. Ona sordum:

-Merhaba ben buraya yeni geldim. Ateşle ne yapacaklar?

-Seni yakıp malzeme olarak kullanacaklar.

-Ama ben yakılmak istemiyorum. Hemen buradan gitmeliyim!

-Senden önce başka trenleri de burada yakmışlardı. Onlardan sadece bir tanesi kurtulabildi.

-Peki bu nasıl oldu?

-O da bana sordu ne yapacaklarını, söyledim. Bizim buralarda bir köpeğimiz var. Ona haber verdim, o da gidip yardım çağırdı. Meğerse bu adamlar kaçak iş yapıyorlarmış.

-Köpeği yardım için çağırabilir miyiz?

-Tabi ki! Ben hemen gidip çağırayım.

-Tamam ben buradayım. Zaten başka bir yere gidemem!

Kuş köpeğe haber verdi. Köpek polise gitti. Polisi buraya getirmek zor olsa da köpek bunu başardı. Polis gelince olayı anladı. Kaçakçılara ceza verdi. Beni de eski trenlerin sergilendiği gara götürdüler. Kuş her gün beni ziyarete geldi. Garda yeni arkadaşlar edindim. Turistler gelip fotoğraflarımı çekiyorlardı. Kuştan da bir daha trenlerin yakılmayacağına dair söz aldım. Birde kuşun bahsettiği oradan kaçan treni gördüm, onunla çok iyi arkadaş oldum. Kim düşünürdü ki o kadar kütü bir yerden bu hale gelebileceğimi?

 Defne Altınel-5-A

SİLAHIM


Ben bir silahım, bütün ellerde dolaşan siyah, beyaz , esmer
Ben bir silahım, her çağda var olan.
Ben bir silahım, sıkı sıkı kavranan
Ben bir silahım, kardeşimin yarasıyla ellerden kayan.

Ben bir silahım, her şeye zarar veren
Ben bir silahım, savaşı izleyen
Ben bir silahım, bütün duyguları tadan
Ben bir silahım, bütün bu duyguları yaşayan

Ben bir silahım, bazen onur duyan bazen üzülen.
Ben bir silahım, savaşın her halini tadan
Ben bir silahım, renkleri gören
Ben bir silahım, bazen bir yarışı başlatan

Ben bir silahım, yapmak istemediklerimi yapan
Ben bir silahım, kontrol edilen
Ben bir silahı, bir ümit veren.
Ben bir silahım, her yaştan kişiyi öldüren.


Ben bir silahım, acımasızımdır,
Ben bir silahım, asilimdir,
Ben bir silahım, merhametliyimdir.
Ben bir silahım, bazen bir insanın en iyi dostu bazen de insanın en kötü tanıdığı.

Ben bir silahım, bazen bir yargıç, bazen bir suçlu
Ben bir silahım, can alan
Ben bir silahım, bazılarına hayat veren
Ben bir silahım, herhangi bir amaçla kullanılan

Ben bir silahım, tozlu olan,
Ben bir silahım, boyalı olan,
Ben bir silahım, paslı olan,
Ben bir silahım, kanla kaplı olan.

Ben bir silahım, insanları sevindiren,
Ben bir silahım, insanları üzen
Ben bir silahım, her ülkede bulunan
Ben kim miyim, kim: Ben bir canlı olmasam da bütün bunları yaşayan!



Bora YILMAZ
5-B

Perde Olmak

Benim kim olduğumu biliyor musunuz? Tabii ki de ben bir perdeyim. Upuzun tüllerim, ince motiflerim vardır. Benim arkamda bir arkadaşım vardır. O benden daha kalındır.
         Duvarda asılı kalmam için kornişlere bağlıyım. Kornişler canımı çok acıtıyordu. Ama artık alıştım. Çünkü eskiyene kadar böyle yaşayacağım.
         Eskirken bazen solmalar oluyor. Bunu da güneş yapıyor. Güneşten bahsetmişken, bazen o kadar ışınları o kadar sıcak geliyor ki bunalıyorum. İçimden “keşke birisi yanıma gelip de yanlışlıkla suyu elinde düşürüp üstüme dökse!” diyorum. En azından çok sıcak havalarda pencereyi açıyorlar. Biraz da hava esti mi dışarıya gezintiye çıkıyorum. Çok ileri gidemesem de havanın güzel kokusunu hissedebiliyor, doğayı görebiliyorum.
         Bazen hep aynı şeyleri görmekten sıkılıyorum. En azından yıkandım mı beni diğerleriyle karıştırıp başka yerlere koyuyorlar. Manzara farklılaşınca farklılıkta oluyor. Canım daha az sıkılıyor.
         Tabii büyük sorunlarımdan birisi de kirlenmem. Beyazken griye dönüşmem hiç de hoş olmuyor. Ama sağ olsun çamaşır makinesi abi beni çok güzel temizliyor. Sonrada balkonlarda sıcak güneşle kuruyorum.
         Ancak başka bir sorunum daha var. Herkes benim yanaklarımı çekiştirip duruyor. Beni bir o yana bir bu yana gönderiyorlar. Bazen yanağımdan bazen kolumdan…
         Aaaa… Unutmadan. Bazen bana bir ip takıyorlar. Neymiş manzarayı göremiyorlarmış, neymiş güneşi biz de görmeliymişiz. Bir de o ipi iyice düğüm atıp, sıktılar mı? Eyvah, eyvah…
         İşte benim yaşadıklarım ve çektiğim acılar böyle ama inanın ki perde olmak güzel.
Özlem KIVILCIM
5-B 128

-Bir Çantanın Düşündükleri-



Merhaba! Ben bir okul çantasıyım. Sürekli kilolarca kitaplar , defterler , kalem kutuları , performans görevleri... Serkan diye bir çocuk koyuyor bunları içime. Beni sevip sevmediğini anlamıyorum. Daha doğrusu adının Serkan olduğundan bile emin değilim. Annesi ile babası konuşurken sanırım onu Serkan diyerek çağırıyorlardı. Galiba annesinin adı Zeynep, babasının adı Emin'di.

Beni satın alırken çok sevinmişti Serkan ve ailesi.Sanırım bu "sevinme" sadece beni satın alırken vardı. Beni satın aldıklarından itibaren sadece 1 yıl geçti ancak artık hiç okula gitmiyorum. Bir gün bir tane çanta daha geldi. O çantayı Emin getirmişti. Sanırım Pınar Et diye bir firmada çalışıyor ve bu çantayı ona hediye olarak vermişler. "Pınar Et" yazısını çıkarttılar ve o çantayı benim yerime kullanmaya başladı Serkan. Aslında evde de bir arkadaşım olmuş oldu ancak diğer okuldaki arkadaşlarımdan ayrı kaldım. Nereden baksan bir 100-120 adet cansız arkadaşım vardı.

Kalemler,sıralar,çantalar,sandalyeler... Ancak en unutamadığım herkesin en yakın ve en centilmen arkadaşı bina. O bina var ya o bina , beni ve uzak yakın bütün arkadaşlarımı hiç durmadan taşımayı ihmal etmedi. İnsanların o kadar güçlü bir şeyi nasıl yaptığını ve ne sürede yaptığını anlayamıyorum. Ama bir önemi yok, ayrıldım zaten arkadaşımla.Bu yüzden hala üzgünüm. Artık beni sadece tatile giderken falan kullanıyor Serkan.


Kim bilir kaç arkadaşım şu anda benim yaşadığım duyguları yaşıyordur. Kesinlikle bina mutludur çünkü o hareket edemez, yerinden sökülemez. Ayrılan arkadaşlarını da, kalanları da görüyordur herhalde. Ama inşallah arkadaşlarım mutludur, onlar mutlu olsun, bana yeter.

Hakan Artun Aydın
5-B

TAHTAYIM

Merhaba! Ben tahta, çoğunuz beni tanır. Sınıflarınızda ve başka yerler de kullanılırım. Sizin çok işinize yararım. Üzerime yazılar yazarsınız, sonra silersiniz. Her ülkede varım sanırım. Ben çoğu dili, çocukları, yerleri, yazıları gördüm.


Ama bazen siz çocuklar ve öğretmenler ya da diğer kişiler beni üzüp canımı yakıyorsunuz. Üzerime sert cisimler atıyorsunuz, gereksiz yere vuruyorsunuz. Sonra üzerimde delikler oluyor. Şikâyet ediyorsunuz. Şikâyet etmeye hakkınız yok, zaten siz yapıyorsunuz o delikleri. Keşke ağızım olsa da sizinle konuşabilsem.İçimi size dökebilsem. Acaba diğer tahta arkadaşlarımda mı böyle? 

Bir şiir yazdım size:

Bir tahtayım kah mutlu, 
Bir tahtayım kah mutsuz. 
Bir tahtayım sevilirim, 
Bir tahtayım unutulurum. 

Siz tekrar gelince okula, 
Meraklanırım bu gün ne olacak diye,
Bazen süslersiniz beni karne günü diye,
Sevinirim işte o an süslendiğimde.

Siz gidince okuldan, 
Siler beni temizlerler. 
Rahatlarım siz gidince,
Dinlenirim bütün gece.

Bir tahtayım kah mutlu, 
Bir tahtayım kah mutsuz. 
Bir tahtayım sevilirim, 
Bir tahtayım unutulurum. 


Keşke bu şiiri size ulaştırabilsem. Böylece hepimiz mutlu oluruz. Siz benim yerimde olsanız aynı şeyleri düşünürdünüz, haksız mıyım? J

Mehmet Deniz Öztürk

5-B 429

Küçük Telefonun Duyguları


Merhaba arkadaşlar! Benim adım cep telefonu. Benim modelim Iphone 5 S. Bu civarlarda daha yeniyim. İnsanlar, bana bayılır yeni model olduğum için.

Sahibimin arkadaşları beni sürekli kaydırıyor, gezdiriyor. Benimle sürekli oyun oynamalarından bıktım artık! Benim de duygularım var! Sırf cansız bir varlığım diye beni bir köşeye atmamaları lazım. Ben özgür olup dış dünyayla ilgilenmek istiyorum. Benim gibi başka cansız varlık olan dostlarımla bulutların üzerinde gezmek, dolaşmak istiyorum. Bir de arkadaşım var. Onun ismi ise Samsung Galaxy s3 mini. O benim yardımcım. Onunla sahilleri, denizleri, okyanusları gezeceğim. Ama tek bir sorun var. O da insanlar! İnsanlar benim arkamdan koşuşturup duruyorlar. Artık bütün gün koşuşturmaktan bıktım, usandım. Ama çok hüzünlüyüm; çünkü bu hayalleri nasıl gerçekleştirebileceğimi bilmiyorum. Daha bir arabam bile yok! Nasıl gökyüzüne ulaşıp göklerde uçayım? Ama bu konuda çalışmalarıma devam ediyorum. Sıvıyla çalışan bir araba inşa ediyorum. Aslında gerçeği söylemek gerekirse; biraz heyecanlıyım. Çünkü bana yeni renkli bir telefon kabı alınacak. Koleksiyonuma onu da katarsam tam bir defile yapmış olacağım. Modayı biraz fazla takip ediyorum da. Bütün bu koleksiyonumu tam olarak dört günde oluşturdum. Her şeyim hazır olursa arabama atlayıp arkadaşımla birlikte bir takım oluşturabiliriz.

Dünyayı gezip, dolaşmayı hedefliyorum. Hayallerim gerçekleşecek inşallah. Gerçekleşirse çok mutlu olurum. Bir sonraki sefere görüşmek üzere. Sağlıcakla kalın.


LARA URHAN-5/B

İşte Bu Benim Hayatım

Merhaba.Ben tahta.Her gün siz ve öğretmenleriniz sayenizde türlü türlü bilgiler öğreniyorum.Ama bazen öğretmenlere çok kızıyorum,çünkü siz konuşunca öğretmenleriniz bana tebeşirle vuruyorlar.Sizden de şikayetçiyim üstümdeki yazıları siliyorsunuz sonra silgiyle bana boş boş vuruyorsunuz.Ama bazen de beni çok eğlendiriyorsunuz nasıl mı?Bana tebeşirle yazı yazınca o kadar çok gıdıklanıyorum ki.Ben çocukların hepsini tanırım.Hııı, bir de sizlerin bütün sırlarını,yaptıkları iyi ya da kötü şeyleri,mutluluklarını,mutsuzluklarını hepsini bilirim ben.Ama bence siz bana çok kötü davranıyorsunuz.Beni yıpratmasanız ben daha fazla çocuk tanıyacağım.Benim sınıfta bir sürü de arkadaşım var.En yakın arkadaşlarım tebeşirler ama onlar benim kadar yaşayamazlar.Ya ezilirler ya da biterler.Silgiyi de severim ama o beni bazen çok gıcık eder.Okul bittikten sonra bütün çocuklar mutlu olur ama ben mutsuz hem üstümdeki bilgiler silinir hem de sizler gidersiniz ama siz beni arkadaş olarak görüyor musunuz bilmem.Yeni bir güne başladığımızda en enerjik ben olurum,yeni bilgilere açık olarak.Çocuklar sabah uykulu olurlar bu sebeple bana hiç bakmazlar.Öğleden sonra olunca hepsi açılır.Kızlar benim üzerime resim yapar ya da yazı yazarlar.Erkeklerde sınıfa gelince kızların yazdıklarını silerler ve ben bu olayı izlemeyi çok severim.Hatta bazen insan olmak isterim ama tahta olmakta güzel.Ben işimde memnunum.İşte bu benim hayatım.

Melisa Yavuzdil
5-B

ŞU ANDA GÜVENİLİR ELLERDEYİM

Merhaba,ben yüzüğüm.Sizlere yaşamımı yani şu anda nerede olduğumu anlatacağım.Bunları dinlerken gözünüzü kapatın,rahat bir yere uzanın ve kendinizi benim yerime koyun.Hazırsanız, başlasın yolculuk. Kuyumcu Emre Bey’in raflarındaydım ve ben bir tek taşım.Emre Bey beni hep temizler,titiz ve kibar davranır.Bende onu bu yüzden çok severim.O çok iyi biridir.Bir gün dükkana bir müşteri geldi.Ancak ben onun müşteri olup olmadığından emin değildim.Çünkü adamın kafasında bir kar maskesi vardı ve çok korkunç gözüküyordu.Birden bire cebinden silahını çıkardı ve beni istedi.Emre Bey, olmaz deyince o da Emre Bey’i tehdit etti ve beni zorla aldı.Daha sonra oradan hızla uzaklaştı.Sadece beni alması garipti,beni genelde evlenme tekliflerinde kullanırlar.Beni aldı ve evine götürdü.Beni masaya bıraktı,duşa girdi.Duştan çıkınca şık giyindi,çok heyecanlı görünüyordu.Beni aldı ve cebine nazikçe bıraktı.Kendi kendine konuştuğunu duydum.Şöyle diyordu: -Ona bugün evlenme teklifi edeceğim.Dilerim beni kabul eder ve mutlu mesut yaşarız. Bu sözlerden anladığım kadarıyla yine bir gezintiye çıkıyoruz.Kendimi lüks bir restoranda buldum.Masadaki mumlar çok romantik bir hava veriyordu ama ben hala korkuyordum.Çünkü Emre Bey’den uzaktayım.Bu adam bana onun gibi davranmıyordu.Bir süre sonra neşe ile güzel bir kız masaya geldi ve adam onu sandalyesine oturttu.Yemeklerini yediler, sohbet ettiler.Birden adam elini cebine soktu,beni eline alıp genç kızın önüne çömeldi.Beni eline aldı ve şöyle dedi: -Benimle evlenir misin? Kız evet dercesine bir yüz ifadesinde bulundu ve adama elini uzattı, o da beni onun narin parmağına taktı.Mutlu bir şekilde birkaç saat sonra oradan ayrıldılar. Genç kız eve gittiğinde ağlayan Emre Bey ile karşılaştı,onu ağlarken görünce çok üzüldü.Konuşmalarından anladım ki Emre Bey o genç kızın ağabeyi imiş.Bunu öğrenince çok rahatladım.Yabancı bir insanın parmağında değilim.Şu anda güvenilir ellerdeyim.
Eylül Turgun 5-B