Barış
için her insan kenetlenir birbirine, kan davaları son bulur. Yaşadığı
toprakları kaybetmemek için demirden bir zincir gibi kenetlenir bir daha
kopartmaya çalışanların olacağını bile bile. İşte o toprak hisseder kardeşliği
ve yeşerir. Zamanla meyvelerini verir. İlk armut toprağa düştüğü zaman
değerlenir toprağın bir avucu. O armudu narince yiyen küçük çocuk etrafa sevinç saçar. Sevincin kaynağıdır
barış. O yeşeren topraktaki meyveleri toplar faytonla o kenetlenen insanlara
dağıtırlar ki, vatan uğruna kenetlenmenin sonucunu görsünler diye. Sevinç meyvelerini
ilk önce çocuklar yer ki atalarının zamanında vatan uğruna nasıl
kenetlendiklerini bilsinler diye. Bu vatanın öyle kolay kazanılmadığını, ne
zorluklarda zinciri koruduklarını ve koruma sırasının onlara geldiğini
bilsinler diye. Atatürk bu zincirin en kalın, en ileri görüşlü, en akıllı ve en
iyi halkası olmuştur her zaman. Yavaş yavaş ekledi zincire halkaları.
Birleştirdi insanları. Bu öyle bir zincir oldu ki bütün vatanı sardı. Bütün
vatanı düşmanlardan korudu. Halkı geliştirdi, bilginleştirdi. O halkalar
gittikçe kalınlaştı. Yıkılmaz bir duvar oldu bu zincir. O zincir kendi içinde
zamanla gelişti. Sonra bu zinciri örnek alanlar kendi ülkelerinde zincirler
oluşturmaya başladılar. Ama bilmiyorlardı ki en kalın halkanın bizde olduğunu,
bilmiyorlardı ki zamanında bu toprağın nasıl güzel meyveler verdiğini. Nasıl
fidanları kardeşlikle diktiklerimizi. Zaman geçti, durmak bilmedi ve biz o
kalın halkayı kaybettik. İşte o zaman ne zincir kaldı ne sevinç. Ne kardeşlik
kaldı ne barış. Zeynep YILDIRIM 7-B
24 Mayıs 2017 Çarşamba
İNSANLIK MI ÖLDÜ, VİCDAN MI?
Küçük
bir kızsınız. İleride ne olacağınızı düşünüyorsunuz. Bir türlü karar
veremediniz. Zaman geçiyor akıp gidiyor. Şimdi ortaokuldasınız. Aklınızda
doktor olmak var. Artık doktor olmak istiyorsunuz. Zaman su gibi akıyor. Lisedesiniz
ve artık fotoğrafçı olmak istiyorsunuz. Bu konuda eminsiniz. Yıllar geçiyor,
siz profesyonel bir fotoğrafçısınız. Başarıya giden yollarda emin adımlarla
gidiyorsunuz. Yılın fotoğrafçısı ödülünü almak için deli gibi çalışıyorsunuz. O
kadar hırslısınız ki, hırsınız vicdanınızı ezip geçiyor. Öyle ki küçük yaşta
ölen bir kızın fotoğrafını çekebilecek kadar körelmişsiniz. Bu ödülü kimin kazandığını görmek için süsleniyorsunuz. O sırada
fotoğrafını çektiğiniz kızın ölüm anı geliyor aklınıza. Acıyorsunuz, pişmanlık
duyuyorsunuz. O anda vicdanınız yerine geliyor. O gün aklınızın, kalbinizin,
vicdanınızın önüne bir perde çekilmişken şimdi ise her şeyi fark ediyorsunuz.
İş işten geçmişken olanları fark etmeniz çok acı. Daha kötü olanı bu ödülü
sizin almanız ve siz kaçıyorsunuz. Gerçeklerden kaçamayacağınızı bile bile. Zeynep YILDIRIM 7-B
AYDINLIK SULAR
Karanlık sularda yüzüyorum
Birden yolum aydınlandı
Bir güneş ve mavi bir deniz çıktı
önüme
Atlara bindim ejderhalarla uçtum
Bütün hayvanlarla oynadım
Onlarla konuştum, söyledim
Ağaçları büyüttüm
Kedi ve köpeklere evler yaptım
Hayvanlara ve doğaya zarar
verenleri uyardım
Dağlar, çayırlar yarattım
Fakir insanlara evler yemekler
verdim
Sokak köpeklerini iyileştirip
onlara ev yaptım
Barınaktaki köpekler ve kedileri
evime alıp besledim
Yıldız ŞUURLU 7-B
BARIŞ
Kavgasız
gürültüsüz bir yaşam,
Huzur içinde
yattığımız bir akşam,
Neşe içinde
kalktığımız bir gün,
Tüm dünyada keşke
barış olsa her gün.
Dünyada hiç
savaş olmasa,
Bütün çocuklar
hiç ağlamasa,
Tüm silahları
toplayalım,
Herkese şeker
dağıtalım.
Barış zamanı
bitti yine,
Savaş başladı
gene,
En büyük
silahımızı kullanalım,
Yıldız ŞUURLU 7-B
KORKU VE UMUT
Yeliz 10 yaşında, 4.sınıfa giden bir kız
çocuğuydu. Sabah uyanıp annesi Selin Hanım’ın yanına gitti. Yeliz:
-Anne, benim yarın matematik sınavım
var. Kötü alırsam kızar mısın? dedi.
Selin Hanım:
-Hayır, asla sana kızmam, hem de bunun
için. Senin sınav notun senden daha önemli değil, dedi. Yeliz bu sözle mutlu
oldu ama çok heyecanlıydı ve korkuyordu.
Sınav günü gelmiş çatmıştı. Yeliz, o korku ve heyecanla
yapamayacağım demeye başladı. O korku gittikçe içinde büyümeye başladı.
Yeliz’in sınavı 4. Dersti. O sırada sınavdan bir önceki teneffüstelerdi.
Teneffüsün bitmesine 5 dakika vardı ama Yeliz çok korkuyordu. Sonunda 4. Derst
gelip çatmıştı. Öğretmenleri Esra Hanım içeriye girdi. Günaydın dedikten sonra
sınavları dağıttı. Yeliz en kolay soruların karşısına geldiğini düşünerek
sınavına başladı. Ama sonra hiç çalışmadığı konuların olduğunu anladı. Çok
heyecanlandı ve çok korktu. Sınavı bitmişti. Öğretmene sınav verme sırasına
geçti. İçinden bunu yapabilirim demişti ama bunun için çok geç kalmıştı. Bunun
farkında olmayan Yeliz hiçbir şeyi düşünmeyip sınava odaklanmak yerine içindeki
korkuyu daha çok büyütmüştü. Sınavından hiç umutlu değildi ve bunun sayesinde
ters yoldan giderek başarısızlığı seçmişti. O bunları düşünürken sıranın ona
geldiğini bile fark etmemişti. Esra Öğretmen:
-Yeliz, dedi.
-…
-Yeliz!!! dediği anda hemen kağıdını verip
sıraya geçti. Çok düşünceliydi. Birkaç saat sonra okulu bitmişti. Aceleyle
servisine koştu. Servis onu eve bıraktı. Yeliz yukarıya çıktığında annesi onu
karşıladı ve:
-Kızım sınavın nasıl geçti? Diye sordu. Yeliz
hiç yanıt vermeden odasına gitti. Annesi çok şaşırdı, gün boyunca gözlemledi ve
Yeliz’in yemeğini düzgün yemediğini ve düzgün uyuyamadığını gördü. Tam o sırada
Esra Öğretmen mesaj attı. Mesajda ertesi gün saat 12.45’te okulda buluşmaları
gerektiği yazıyordu. Sabah Selin Hanım:
-Kızım öğretmenin mesaj attı, bugün öğlen
okulda konuşmamız gerekiyor, dedi. Yeliz
çok endişelendi, bu yüzden gülümsemeyle yetindi. O da gerçek bir
gülümseme değildi. O öğlen Selin Hanım ile Esra Hanım buluştular, birbirileriyle
selamlaştılar ve Esra Hanım konuya girdi:
-Yeliz’in sınavı çok kötüydü. 62 almış.
Çok şaşırdım. Aklı çok karışık ve çok dalgın. Siz lütfen onunla konuşun, dedi.
Konuşma birkaç dakika sürdü, sonunda anlaştılar ve Yeliz ile konuşmaya karar
verdiler. Ama sadece Selin Hanım konuşacaktı. O akşam Yeliz eve gelince
annesinin ona kızacağını düşünerek başını öne eğdi. Selin Hanım kapıyı açınca
hiç kızmadı. Yeliz şaşırdı. Selin Hanım içeri geçince:
-Kızım sen çok çalışkansın ama kendine
güvenmelisin ve içinde korku yerine umut olmalı, kendine güvenmelisin. Sınav
notun 62’ymiş. Ama 3 hafta sonra tekrar sınavın var. Lütfen, dediğim gibi
kendine güven, umutlu ol, zaten başarırsın.
-Peki anneciğim, dedi.
3 hafta sonra Yeliz’in tekrar sınavı
vardı. Bu sefer serviste içinden başarabilirim diyordu. Ve sınavda çok iyiydi.
Esra Hanım da bunun farkındaydı. Bu sefer sınavdan 100 almıştı, herkes mutlu
olmuştu.
O gün Yeliz günlüğüne:
PERİ DÜNYASI
Bir varmış, bir yokmuş. Damla adında bir kız varmış. Bir
gün Damla kaybolmuş. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Altı ay bir
güz gitmiş. Sonunda bir de bakmış ki yolda bir kitap. Merakından dayanamayıp
açmış kitabı. Damla birkaç saniye sonra kendini yeşil, mavi, turuncu ağaçların, rengarenk
otların ve çalıların, rengarenk çiçeklerin ve masmavi şelalenin olduğu
bir peri dünyasında bulmuş. Orada başka bir peri varmış. Kahverengi saçlı,
kahverengi gözlü, turuncu elbisesi varmış. Demiş ki: “ ‘Biri yer, biri bakar,
kıyamet ondan kopar.’ denir. Ama bizde tam tersidir.’’ demiş.
Bu ülkenin bir de cadısı varmış. Cadı
maskeli, mor kemerli, siyah elbiseliymiş. Periyi ve Damla’yı gören cadı onlara
plan kurmuş. Kızı gece saraydan kaçıracakmış ve sonra tek boynuzluları
çalacaklarmış. Saraya girip çok yorulduğu için uyuyan Damla’yı birkaç peri
koruyormuş. Cadının tuzağını fark etmişler. Periler kol kanat gerip cadıyı
yenmeye çalışmışlar. Cadı da yardımcıları ile el ele, kol kola girip kızı
almaya çalışmış. Ama başaramamışlar. Çünkü her yer tuzaklarla doluymuş. Periler tuzakları
gözlerini kırpmadan, zar zor hazırlamışlar. Mesela dışarıya bir çukur kazıp
yapay çim koymuşlar. Cadı tuzağa düşmüş. İçinde su olduğu ve cadı yüzmeyi
bilmediği için boğulmuş. Ve bir daha hiç görülmemiş. Periler birlikten kuvvet
doğduğunu öğrenmişler. Cadı gitti diye kimisi zilleri takıp
kimisi zilsiz oynamışlar. Periler baş başa vermeyince taşın yerinden
kalkmadığını anlamışlar.
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.
Gökten üç elma düşmüş, kimin ne muradı varsa onun başına… Yağmur Nerman KASKAN 7-B
CUMHURİYET VE BİZ
Bizler
Cumhuriyet’in ve barışın olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Ve çok şanslıyız. Önceki
dönemde savaşlarla yaşamak yerine, Cumhuriyet’in olduğu bir dönemde yaşıyoruz.
Eskiden öyle değildi. Cumhuriyet yoktu, barış yoktu ama maalesef Saltanat ve
savaş vardı.
Atatürk sayesinde biz şu anda böyle
okullarda okuyoruz. Peki, hiç düşündünüz mü? Biz savaş yıllarında doğsaydık ne
olurdu? Nasıl zorluklar çekerdik? İşte öyle bir şey olsaydı o zaman gerçekten
aile sıkıntısı yaşardık. Okula gidemezdik ve savaşa giden babalarımızı,
ağabeylerimizi çok özlerdik. Bir de düşünün siz Osmanlı Devleti’nin olduğu
yıllarda doğdunuz. Maalesef annelerimiz, babalarımız aile olarak çok sıkıntı
çekeriz. Padişaha bağımlı olmak zorunda kalırdık. Özgürlüğümüz de kısıtlanırdı.
Peki, hiç merak ettiniz mi, sordunuz mu büyüklerinize ailenizde savaşa katılan
biri var mı? Bu toprak uğuruna savaşan biri var mı? İşte, biz bunları
öğrenmeliyiz. Öğrenmeliyiz ki Cumhuriyet nasıl kazanıldı bilelim.
Biz
Cumhuriyet çocuklarıyız. Bizim ülkemiz, bizim Cumhuriyet’imiz. Bundan sonra
Cumhuriyet’e biz sahip çıkacağız. Cumhuriyet aslında sadece ezberleyip
öğrenmekten ibaret değil. Bizim Cumhuriyet’i zihnimizde canlandırıp toprakların
nasıl kazanıldığını kavramamız gerek aklımızda. Bundan sonra bu vatan bizim
gibi çocuklar sayesinde barış içinde, Cumhuriyet ile yaşayacak. Şu anda
Cumhuriyet’in pek korunduğunu düşünmüyorum ama bizim ellerimizde Cumhuriyet ve
barış, kalbimizde Atatürk ile birlikte Cumhuriyet’in emin ellerde kalacağını
düşünüyorum.
Şu anda biz çocuğuz, bunları
öğrenerek ileride vatanımıza daha çok katkıda bulunacağız. Biz birlikte,
gelecekte Cumhuriyet’i koruyup kollayacağız. Yağmur Nerman KASKAN 7-B
GÜÇ VE ZEKA
Bir
zamanlar ormanda yaşayan güçlü bir aslan varmış. Yalnız taş duvar olmaz ama bu
aslan kendini çok beğenirmiş. Ona göre diğer hayvanlar bir baltaya sap
olamazmış. Diğer hayvanların da aslandan ödleri koparmış. Aslanın kürkü çok
değerliymiş. Bu yüzden avcılar ormana baskın yapıp onları avlamaya
çalışıyorlarmış. Bir de aynı ormanda yaşayan
küçük bir örümcek varmış. Örümcek
küçük, güçsüz olup efendi, iyi niyetli olduğunun farkındaymış. Ama hiçbir zaman
bununla övünmezmiş. Kibrin kötü bir şey olduğunu bilirmiş.
Günlerden
bir gün avcılar yine ormana gelmişler. O sırada aslan ile örümcek de gücün ne
kadar önemli olduğuyla ilgili kafa patlatıyorlarmış. Aslan örümceğe, sen benim
gibi olamazsın, küçüksün, diyormuş. Örümcek de aslana: “Ne oldum dememeli, ne
olacağım demeli.” diyormuş. Aslan bu sözleri kulak ardı ediyormuş. Başına
geleceklerden haberi yokmuş. Avcılar aslan ve örümceğin yanına gelip tüfeklerini
onlara doğrultmuşlar. Aslanın kendine güveni çokmuş. Ama aslandan daha zeki
olan örümcek aslana zarar gelmemesi için avcıların tetiği çektiğinde ağından
zıplamış. Avcıların silah tutan ellerini ısırmış ve onları zehirlemiş. Böylece
aslanı kurtarmış. Aslanın gözleri dolmuş, çok mutlu olmuş. Bu olaydan dersini
almış. Gücün tek başına bir işe yarayamayacağını anlamış. Avcılar kaçmışlar.
Aslan örümceğe çok teşekkür etmiş. Örümcek aslanın dersini aldığı ve kurtulduğu
için sevinmiş.
Bu
masaldan çıkardığımız ders görünüşe bakıp hiçbir canlıyı küçük görmememiz
gerektiğidir. Tolga ERMAN 7-B
DOĞRU SORU SORMAK
İnsanlar
yaşamları boyunca sürekli yeni şeyler öğrenirler. Kitap, gazete, dergi okuyarak
görsel medya ve internet sayesinde sürekli bir şeyler öğreniriz. Bir diğer
öğrenme biçimi de diğer insanlardan öğrenme biçimidir.
Herkesin
bir ilgi alanı ve uzmanı olduğu bir işi vardır. Pastacıdan pastalar, eczacıdan
ilaçlar, doktordan hastalıklar konusunda bilgi alırız. Bunun için onlara
sorular sorarız. Ancak sorular akla ve mantığa uygun olmalıdır.
Bir
pastacıya pastanın içine koyduğu malzemeler ve yapılış şekli ile ilgili sorular
sorarsak karşılığında düzgün cevaplar alırız. “Bu pastaya beyaz olsun diye
içine alçı mı koydunuz?” diye soru sorarsak kötü bir cevap alırız.
ÖMÜR UZATMA KAHVESİ
Bir kahvehane varmış Ankara'da, bir de oraya sürekli
giden dört yaşlı adam. Bu dört yaşlı adam sayesinde adı başka olan kahvehanenin
adı değişip “Ömür Uzatma Kahvesi'” olmuş.
Bu dört adam, bilge adamlarmış. Bu dört bilge adam her
gece kahvehanede buluşur, insanlığın yaşadığı sorunlara çözüm getirmek için
uğraşırlarmış. Adamların gece buluşma nedeniyse uyumayı zaman kaybı olarak görüp
daha çok vakit kazanmak istemeleriymiş. Bu uğraşları sayesinde hem insanlığa
katkıda bulunur hem de kendi sıkıntılarını unuturlarmış. Yardıma ihtiyacı kişi
sorununu paylaşır ve bu soruna birlikte çözüm bulmaya çalışırlarmış. Bu dört
adam insanlara yardım ettikçe insanların sorunları azaldıkça ömürleri uzarmış.
İşte bu yüzden zamanla kahvenin adı “Ömür Uzatma Kahvesi” olmuş.
Benim ise bu kahveye gitmek istememin nedeni biraz
farklı. Ben bu kahvehanedeki 5. bilge adam olmak ve insanlara yardım etmek
istiyorum. Sena ÖZARI 7-B
KÜÇÜK BALIK MOMO
O gün 2015-2016 okul yılının karne günüydü. Kübra
sekizinci sınıfı bitirip lise bire geçecekti. Kübra'nın kardeşi Alev de birinci
sınıftan ikinci sınıfa geçecekti. Okullar kapandıktan bir gün sonra Kübraların
sınıfı kep töreni yapacaktı. Bu yüzden Kübra çok heyecanlıydı. Kep törenine
kardeşi Alev de gelecekti. Aslında kardeşi gelmese daha iyiydi. Çünkü kendisi
çok yaramaz.
İki kardeş karnelerini aldılar. İkisinin de karneleri
fena değildi. İki gün sonra Kübra kep törenine bir iki saat önce gitti. Annesi,
babası ve kardeşi sonradan gelecekti ve yolda Alev'e karne hediyesi olarak balık
alacaklardı. Bunlar yola çıktılar, gidiyorlardı. Yol üstü hayvan satan bir
mağazaya uğrayıp bir balık aldılar. Sonra yola devam ve kep töreninin
yapılacağı alana geldiler.
Alev ablasına el salladı. Ablası görmedi. Alev de
ablasının yanına gitmeye karar verdi. Balığını da yanına alarak ablasının
yanına koşuyordu. Sonra koşarken kel bir adamın ayağına dolanıp düştü. Düşerken
balığı havaya attı. Balık torbadan çıktı ve kel adam balığa baktı. Tam adam
çekilecekti ki Alev adamın pantolonunu çekerken yanlışlıkla indirdi ve balık
masadaki kokteylin içine düştü. Sonra Alev balığın içine düştüğü kokteyli alıp
koştu ve balığa su aradı. En sonunda Alev koşarken kadının elindeki su şişesini
kapıp kaçtı. Ve balığı suyun içine attı. Arkasında kel adam ve kadın ona doğru
koşuyordu. En sonunda birisine çarptı. O da Kübra'ydı. Alev, Kübra'nın arkasına
saklanmıştı. Onlara doğru gelenler Kübra'nın müzik öğretmeni ve bir veliydi. Kübra,
Alev'i saklayarak büyüklerden kurtardı. Sonra Kübra, Alev'in yanına gitti ve
“Bu balığın adı ne?” diye sordu. Alev de “MOMO, aynı ördek Momo gibi.” dedi.
Alev o kel adamın bakışlarından çok etkilenmişti.
Alev, Momo'yla beraber kel adamı özleyecekti. Momo, yeni evine mutlu bir
şekilde vardı. Sena ÖZARI 7-B
BARIŞ SONRASI MUTLULUK
Bir
varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde birbirinden nefret
eden iki ülke varmış. Bu ülkeler nefret ve acı ile beslendikleri için sürekli
aralarında kavga ederlermiş. Kara Bulutlar Ülkesi Karanlıklar Ülkesi’ne,
Karanlıklar Ülkesi de Kara Bulutlar Ülkesi’ne hükmetmek istiyormuş. Tüm bu
kavgaları, anlaşmazlıkları iki parça
toprak için yapıyorlarmış.
Ve
bir gün uzak diyarlardan ak sakallı bir dede çıkagelmiş. Bir zamanlar kardeş
gibi yaşayan bu ülkelerin bu duruma düşmesine inanamayıp iki ülkenin
insanlarına unutulan barışı anlatmış. İnsanların bazıları değişmek isteyip
başarırken bazılarının ise hiçbir şekilde duyguları değişmemiş. Zamanla
insanlar kendilerini yıpranmış, mutsuz, umutsuz hissettikleri için barış kelimesi
onlar için daha anlamlı gelmeye başlamış.
Bir
gün Kara Bulutlar Ülkesi’ndeki insanlar isyan edip “Biz artık kavga değil,
dostluk ve barış içinde yaşamak istiyoruz.” demişler. Aynı hisleri Karanlıklar
Ülkesi’ndeki insanlar da hissedince iki ülkenin başındaki liderler barışın
olmasına karar vermişler. Bunun üzerine Kara Bulutlar Ülkesi Beyaz Bulutlar
Ülkesi’ne dönüşmüş, Karanlıklar Ülkesi de Aydınlıklar Ülkesi olmuş. Ve tüm
insanlar barış sonrasında kardeşçe mutlu ve huzurlu bir yaşam sürmüşler. Melissa ŞİRİN 7-B
ÖMÜR UZATMA KAHVESİNİN SIRLARI
Ömür
uzatma kahvesinin neden insanların ömrünü uzattığını merak eden bir adam ömür
uzatma kahvesinin olduğu şehre gelmişti. Gördüğü herkese buranın nerede
olduğunu soruyordu. En sonunda orayı bilen birini buldu ve bu kahvenin nerede
olduğunu öğrendi. Kahvenin bulunduğu sokağa girdiğinde ise çöplüğe benzediğini
gördü. Artık çok merak ediyordu, burada nasıl ömür uzatıldığını. Kahveyi
bulduğundaysa kahvenin sahibi ona 3.30’da gelmesini söyledi. Adam saat 3.30’da
buraya geldiğinde ise sadece 4 yaşlı adam ve kahvenin sahibini gördü. Hiç anlam
verememişti burada nasıl ömür uzatıldığına? Meğerse bu 4 yaşlı adam birbirleriyle
dertlerini paylaşıp sessiz, huzurlu ve stressiz ortamda diğer insanlara göre
ömürlerini uzatmışlardı. Hilmi Sarp KUMCUOĞLU 7-B
YAŞAMIMIZI ENGELLEYEN İPLER
Yaşamımızı
engelleyen ipler ne demek? Yaşamımızda bizi kısıtlayan, yapmak istediklerimizin
gerçekleşmesine engel olan durumlardır. Bence utangaçlık bunlardan biridir. Utangaç
olmak bir oyunda çevrimiçi ve çevrimdışı
olmak gibidir. Çevrimdışı olduğumuzda da oyundaki başarımızı gösteremeyiz.
Sadece kendimiz bu başarıyı biliriz. Bundan kurtulmak için, utandığımız şeyin
üzerine gitmeliyiz. Mesela yeni gittiğimiz bir okulda kimseyi tanımadığımız
için utanırız. Bunu yenebilmek için arkadaş edinmeye çalışırız. Arkadaşlarımız
arttıkça da kendimizi daha rahat hissederiz.
Aynı zamanda
korku da yaşamımızı kısıtlayan bir engeldir. Örneğin karanlık korkusu. Özellikle
korku filmleri izlediğimizde böyle bir şey olur. Filmde izlediğimiz karakterlerde canavar
varsa ve bunlar bir anda karanlıktan çıkıyorsa karanlık olan yerde sanrılar
(halüsinasyon) görebiliriz.
Bir de bazı
insanlar evcil hayvanlardan korkarlar. Korkmamak için, onları beslemek ve daha çok
zaman geçirmek birbirimize alışmamıza yardım eder. Böylece korkularımız yok
olur.
Elektronik aletlerde yaşamımızı engelleyen
iplerdendir. Çocuklar tabletle ve bilgisayarla oynadıkları için kendilerini
derslerine iyi veremezler ve kötü notlar alır. Sonuçta da hem aileler hem de
çocuklar üzülür. Bunu yenebilmek için her şeyi eşit yapmalıdırlar.
Tabii bir de
heyecan var eğer bir şeyi ilk defa yapıyorsak heyecanlanırız. Bunu yenebilmek
için oraya gittiğimizde heyecanlanmayacağımızı düşünmeliyiz.
Kısacası hayatımızı
engelleyen iplerin neler olduğunu bilirsek onlardan kurtulmanın yollarını da
bulabiliriz. Hilmi Sarp KUMCUOĞLU 7-B
KİTAP AYDINLATICIDIR
İnsan aslında öğrenmeden veya
en önemlisi okumadan cahildir. Bunun için kitap okumalıyız.
Okulda
her şey öğrenilmez. İnsanın bazen başka kaynaklardan da yararlanması gerekir.
Bunlar kitap, internet, ansiklopedi gibi kaynaklardır. Ama bunları arasından en
verimlisi veya en bilgilendirici olanı kitaptır. Kitap aynı anda üç şeyi birden geliştirir: Bunlar düşünce, hayal gücü
ve zekâdır. İnsan
beynini bu üç şey geliştirir. Mesela size tuhaf veya ilginç hikâyeler ya da
kurgular söyleyen mi, yoksa sıkıcı ve ciddi olan mı daha eğlendiricidir?
İnsan
beyninin yüzde 10‘unu kullanır. Bazıları bunu geliştirmek ister, bazıları da
tam zıddını ister. Bunlardan gelişmek isteyeni çalışkandır, diğeri tembeldir. Bu ikisinden hep çalışkan kazanır çünkü
çalışkanın başarısı tembele göre daha yüksektir. Bunun için kitap okumak
gereklidir.
Kısacası eğer bir adam dünyaya karanlık yani cahilce
bakıyorsa kitap ona ışık, bilgi kaynağı, verir. O adam ondan sonra etrafa ışık
saçar. Hasan Can GÖZE 7-B
ATEŞE DOKUNMAK
Yıllar
önce bir Viking topluluğu büyük bir savaş sonucu beş farklı topluluğa ayrılıp
yaşamaya başladı. Kurtlar, Geyikler, Ayılar, Ahtapotlar ve ana krallık olan
Ejder Krallığı. İlk başlarda birbirlerine düşmanca davransalar da bir süre sonra
aralarında büyük bir dostluk başladı. Artık her şeylerini paylaşıyorlar, zor
durumda olana yardım ediyorlar ve birbirlerini kolluyorlardı. Fakat bu
dostluktan rahatsız olan Ejder Krallığı en kıdemli üç büyücüsünü topladı ve bu
toplulukları çöküşe götürecek fakat çökertmeyecek bir büyü yapmalarını emretti.
Büyücüler sonunda bir hastalığa karar verdiler. Fakat her büyünün bir açığı
olması gerektiği için bir özellikle bir şey seçtiler: Işıkta Etkisizleşme. Ama
bunun için bir çözüm ürettiler. Kara bir bulutla Güneş’i kapattılar. Plan
işlerken ilk başta “Yahu, ne uzun geceymiş, bir bitmedi.” diye düşündüler. Ama
sonra bir terslik olduğunu anladılar.
Sonrasında
bir kadın meydanın ortasında yere yığılmasıyla başladı kâbus. Bir hafta
içerisinde neredeyse bütün Vikingler can çekişmeye başlamıştı. Onlara acıyan
kralın kızı bir akşam gizlice saraydan çıkıp diğerlerinin yanına kaçtı ve
herkese çarenin ışık olduğunu söyledi. İnsanlar düşünüp taşındı. En sonunda
büyükçe bir mum yapmakta buldular çareyi. Ama bu mum normal değildi, büyülüydü.
Bir insan kurban edilmeden yanmıyordu. Ama ortada kimsenin kabul etmemesi gibi
bir şey de söz konusuydu. Din adamlarının yanına gidip yalvarmayı seçtiler. Hatta
biraz para bile verdiler. Sonunda anlaşmayı kabul edip dinlerine “Ateşe
Dokunmak” diye bir kural eklediler. Bu kurala göre bu muma kendini feda eden
kadın kutsal sayılacak ve ölmeden onların tanrıları olan Tranpermoros’un yanına
yardımcı olarak gidecekti. Ertesi gün bu kanun açıklanırken 39 kişi daha ölünce
prenses ileri atıldı ve adak olmayı kabul etti. Minik bir mumun etrafında dini
bir tören gerçekleştirdiler ve birden o küçük mum bulutların üstüne çıktı ve
iki ev genişliğine ulaştı. Sonra mum dev bir meşale ile ateşe verildi ve
prenses cayır cayır o ateşin içinde yandı. Bu sırada krallıktaki kral kızının
sefillere kendini yaktırdığını duyunca
bulutu çekmelerini söyledi. Ondan sonra Vikingler sonsuza dek yanan mumun
etrafında dans ettiler. Hasan Can GÖZE 7-B
GÖRÜNMEZ OLSAYDIM
Eğer
görünmez olsaydım kimsenin göremediği
bir şey olmak istemezdim. Ama bazen
insanların görünmez olmak işine
gelebiliyor ancak özlediği şeylerden bazıları. Kimsenin beni göremeyip benim onları görmem adaletsiz
olurdu çünkü insanlar eşit doğarlar ve eşit yaşamak zorundadırlar.
Adaletsizliğe yol açacak bir şey yapmak bence kötüdür. İnsanlar beni
göremedikleri zaman görünmezlik merakı daha çok
artacaktır. Bu merak kötü şeylere yol açabilir çünkü fazla meraklı olmak da
kişiye zarar verebilir.
Herkes
görünmez olsaydı kimse birbirini göremezdi. Dünya boş kalırdı. Görünmezlik
olmayacaktır asla, bence olur ise kötü olur. Bazı devletler savaşacaktır. Bende
kimsede bulunmayan bir özellik olsaydı ben kendimi kötü hissederdim. Görünmez
olsaydım kimse beni göremediği için bir sırada beni göremedikleri için önüme
geçerlerdi. Ben de bu olanlara kızıp onların hakkını yerdim, böylece dünyada
eşitsizlik ortaya çıkardı. Eşitsizlik olunca dünya yok olmaya başlardı. Eğer
dünya yok olursa, görünmezliği kullanacak yer olmazsa görünmezliğin ne anlamı
kalırdı ki? Görünmezliği kullanamadıktan sonra görünmezliğin ne anlamı var ki? Bence
görünmezlik kötü olurdu çünkü görünmezlik her durumda işe yarayacak bir şey
değil. Erdem ÖZKURAL 7-B
BİR KALEM OLSAYDIM
Eğer bir kalem olsaydım yaşadığım yerin güzel
bir kalem kutusu
olmasını isterdim. Beni kullanacak olan kişi beni kullanınca çok mutlu
olurdum. Bazen benim düşmanlarım olur, mesela bir numaralı düşmanım silgidir.
Çünkü benim emeğimin boşa gitmesine neden oluyor. Ve silgi benim yazımı silince
mutluluktan etekleri zil çalıyor. Ve silginin müttefiki beni her gün biraz daha yok eden kalemtıraş.
Ama ben düşmanlarımla savaşmaktan gitgide yok oluyorum. Ama benim için hepsinin
ayrı yeri var. Onlar beni seviyorlar mı, bilmiyorum. Onlar yazıyı silerek yok
ediyorlar. Ben ise yazıyı yazıyorum. Eğer bir kalem olsaydım bunları yaşamak
isterdim. Erdem ÖZKURAL 7-B
YILMAK YOK
Hayatımızda
birçok engel vardır. Bazıları küçük olaylar, bazıları ise daha büyük sorunlar
ve engellerdir. Küçük bir kızın bebeğim diye ağlaması çok büyük bir sorun
olmayıp bir kimsenin iş bulamaması veya kendi kişisel ihtiyaçlarını sağlayamaması,
haklarını alamaması daha büyük bir sorundur.
Bu sorunlar ile ilgili farklı düşünceler ve
görüşler vardır. Bu görüşleri kabaca ikiye ayırdığımızda pes etmek ve
zorluklarla mücadele etmek olarak değerlendirilebilir. Zorluklarla mücadele etmeyle
ilgili olarak Paulo Coelho’nun sözü olan “Ok ancak geri çekerek atılır. Hayat
seni zorluklara geri çekiyorsa seni daha büyük bir şeye fırlatacağı içindir.
Nişan almaya devam et.” ve Gasson’un sözü olan “İnsanın en büyük dostu
zorluklardır. Çünkü insanı karşılaştığı zorluklar kuvvetlendirir.” sözleri çok
önemli sözlerdir. Zıt bir düşüncede olan Bob Marley ise “Her şey yolunda
gitmiyor bazen, ne yaparsan yap olmuyor yine de! En zoru da bunlara rağmen
gülümsemek zorunda kalmak işte.” sözünü söylemiştir.
Zorluklara kendini teslim eden yani
zorluklara karşı direnemeyen insanların başarılarının ve güdülenmelerinin
standarda göre daha düşük olduğu birçok bilim adamı tarafından gözlemlenmiştir.
Zorluklarla başa çıkabilmek için kişisel gelişim kitaplarının okunması, aile
bağlarının güçlenip zor anlarda bir kimsenin o kişiye destek çıkması, motivasyonunun
arttırılması ve arkadaşlık en önemli etkenlerdir. Bu değerlerin küçük yaşta
alışkanlık edilmesi gerekmektedir.
Yarın, hayatımızın geri kalanının
ilk günü olduğunu unutmadan, hiçbir şeyden yılmadan, hayattan keyif alarak
yolumuza devam etmeliyiz. Elif KAYA 7-B
UMUTLU OLMAK
Umut
ne kadar da önemli bir şey hayatımızda. Eğer onu yitirirsek hiçbir yerde,
hiçbir konuda başarılı olamıyoruz. Ona sahip çıktığımızda ise yenilsek de
ayakta durup mücadele etmeye devam ediyor, yılmıyoruz. Bize genellikle doğru
yolu gösteren umut yanlış bir yola girdiğinde de tecrübeler kazandırıyor
herkese.
Şimdi
iki insan düşünelim. Birisi umut dolu, her şeyin var olabileceğine inanan,
hayat dolu olsun. Diğeri ise hayattan zevk almayı bırakmış, mutsuz birisi
olsun. Şimdi söyleyin bakalım, hangisi daha huzurlu olur ve bu hayatın
zorluklarına katlanabilir? Bende öyle düşünmüştüm.
Bir
yerde bir söz görmüştüm. “En geveze kuş umuttur, yüreğimizde hiç susmaz.” diyordu. Ne kadar doğru olduğunu anladığım zaman daha sıkı
sarıldım umudumun iplerine. Elimizden bir balon gibi uçup gitmesine de izin
vermemek için. İyiki de yapmışım. Hayattan zevk almak, küçük bir oyundan bile tat
alabilmek için umut lazımmış onu öğrendim. Yüreğimizde susmayan bir kuş var.
Ama eğer onu küstürürsek o da çok fazla dayanamaz biz de. Bu yüzden siz siz
olun o kuşu sinirlendirmeyin. Elif KAYA 7-B
HAYAT ÇOK KISA
Gerçekten
hayatımızın değerini bilmeden yaşıyoruz. Duygularımızı belli etmek istemeden,
hareket ve davranışlarımızın eleştirilmesini istemeden, sorunlarımızı kavga ve
gürültüyle çözmeye çalışıyoruz. Bence hayatımızı yani en değerlimizi dolu dolu
yaşamalı, bazen hata yaparak tecrübe kazanmalı, bazense gurur kaynağı
olmalıyız. Bir daha hayatımızı yaşayamayacağız. Bir daha geri dönemeyeceğiz.
Arkadaşlarımız, nefretimiz, mutluluğumuz, sevincimiz, ailemiz ve hatta aşkımız
bile olmayacak sonrasında. Şimdi onları ve duygularımızı, davranışlarımızı,
iyiliklerimizin ve kötülüklerimizin değerini bilmeliyiz. Bir kitabı bile
okurken dolu dolu okumalıyız. İnsanlar gittiklerinde anlamamalıyız değerlerini.
O anda doyasıya sarılmalıyız belki ya da özür dilemeliyiz yaptıklarımızdan
dolayı. Güzel günler, anılar bırakmalıyız akıllarda.
Arkadaşlarımızla
buluşmalı, küstüklerimizle barışmalı, çılgınlar gibi eğlenmeli, ya da sadece
100 klasik eseri okumalı insan. Kendi hedeflerimizi gerçekleştirmeli, belki de koşulsuz sevmeliyiz herkesi. Mesela ben hiç
görmediğim yerleri gezip hiç tatmadığım lezzetleri tatmak isterdim. Çünkü beni
bunlar mutlu ederdi ve hayatımı güzelleştirirdi. Bence siz de bir deneyin
derim. Çünkü hayat çok kısa ve bir tane. Elif KAYA 7-B
ZİNCİRLERİ KIRMAK
Herkes
doğar, büyür ve ölür ama kimileri dünyamızda bir iz bırakarak gider. Ayrıca
insanlar kimileri tarafından gizlice yönetilir, kimi yönetir, kimi ise
herkesten farklı, kendi gibi olurlar. En olanı ise kendi gibi olmaktır. Çünkü
insan kendi gibi olursa bu onu iyi iş imkanlarına, iyi bir yaşama sürükleyebilir.
Bu onun kapasitesine bilgisine ve akademik başarısına bağlıdır. Bu konuyu aşan
bir konudur, o yüzden bunu bir kenara atalım ve konumuza devam edelim. Bir de
hayatımızda, dünyamızda kendini akıllara kazıyan dünyaca ün salmış önemli
kişiler de vardır. Onlar biz insanlar için önemli şeyleri kurmuş, bulmuş veya
bunun gibi şeyler yapmış kişilerdir. Onlar da özgün kişilerdir. Bu kişiler
insanlara iyi bir örnek olabilir, bu da onlara bir fikir verebilir ama ille de
dünyada bir iz bırakmak zorunda değiliz, insanlar arasında iyi hatırlanalım
yeter.
Gelelim
bu zincirlerden, iplerden nasıl kurtaracağımıza; insanların sizi yönetmemesi
için biraz uyanık olmalısınız ya da herkese çok fazla güvenmemelisiniz. Örnek
vermek gerekirse Bob Marley: “Sen kim oluyorsun da benim yaşadığım hayatı
yargılıyorsun? Ben mükemmel değilim ve olmak zorunda değilim! Parmağın ile beni
işaret etmeden önce ellerinin temiz olduğundan emin ol.” demiştir. Sigmund
Freud ise: “Garip değil mi? Yüzüne gülecek kadar dost sandığın kişiler, aslında
arkandan konuşacak kadar yüzsüzler.” demiş, bu iki söz de bir şekilde
yaşamımızdaki iplerden, zincirlerden, engellerden kurtulmamız hakkında bilgi
veriyor. Kırın zincirlerinizi artık! Ekin TURGUNER 7-B
KALİMAKA ADASI
O hafif dalgalı günde güneş artık insanlara el
sallarken kapkara yaprakların üstünde başaktan küreklerle evlerine dönen küçük Kalimaka
Adası sakinleri birbirlerine hikâyeler ve efsaneler anlatıyorlardı. Bir efsane,
adayı yaratan Maka Muka’nın bembeyaz, pembe çiçekli gemisinin geri döneceği
hakkındaydı.
Kalimaka Adası neredeyse her tür ağacın
bulunduğu; insanların hayvanları, hayvanların insanları sevdiği bir adaydı. Adanın
göz bebeği olan dev Molimaka ağacının dev siyah yaprakları ve koyu kahverengi
bir gövdesi vardı; evleri, kayıkları hep bundan yaparlardı.
Neyse, biz denize dönelim. Tam kıyıyı görmeye
başladılar ki büyük bir dalga göründü ve bir anda Maka Muka’nın gemisi ortaya
çıktı, etrafında pembe taç yapraklarından yapılma bir sürü kayık vardı.
Kıyıya vardıklarında da Kaptan Maka Muka gemiden
indi ve denizi yatağı gibi kullanan karısı Kalimaso’yu gördü. Kalimaso da adanın
yaratılmasında büyük rol oynamıştı, karı koca işleri halletmişlerdi. Kalimaso,
adanın hayvanlarını yaratan kişiydi ve o da geri dönmüştü. Adalılar bu çifte
çok ilgi gösterdiler ama onlar ilgi istemiyordu sadece evlerinde tüm adayla
aile gibi olmak istiyorlardı.
Bir hafta sonra ada daha yeşermiş, hayvanlar
daha mutluydu. Maka Muka Molimaka yaprağında gezip adalılarla sohbet ediyordu. Kalimaso
ise arkadaşlarıyla adayı geziyor, yüzüyor, hatta hayvanlarla konuşuyordu. Herkes
için her şey mükemmeldi.
Çiftin gelişinin üzerinden
bir yıl geçmişti ve ada ona bir parti hazırlamıştı, tüm hayvanlar oradaydı. Partide
havai fişekler patlıyordu. Bundan sonra aylar, günler, yıllar demeden mutlu ve
bir arada yaşadılar. Ekin TURGUNER 7-B
ÖĞRENMEK
Öğrenmek
yaşam boyu süren çok anlamlı bir etkinliktir. Okullardaki eğitim yaşamımız bizi
yarınlara hazırlar. Bilginin kuvvet olduğunu yaşayıp görürüz. Bilim insanları
zorluklara karşın çabalarından vazgeçemeyen kararlı insanlardır.
Dünkü
Cumhuriyet gazetesinde Prof. Dr. Aziz Sancar'ın Nobel ödülü aldığını öğrenip ulusça
çok sevindik. Çocukken hayali milli takım kalecisi olmakmış. Ne ilginç, değil
mi? Her canlı yavrularını yaşama hazırlıyor. Yaşamda kalmak, öğrenmek ve deneyimleri
paylaşmakla mümkündür. Yaşamın hepimiz için olanaklı olması, barışçıl ve
paylaşımcı olmamıza bağlıdır. Bencil insanların düşünce ve duygu zenginliği
gelişemez. Yakınlık, güven ve sevgi yaratıcılığımızı arttırır. Örneğin aile
içinde konuşup birlikte çözüm üretenler, günlük yaşam sorunlarıyla daha kolay
baş edebilirler. Tartışıp duranlarsa yeni sorunlar eklerler. Güzel yaşamak
çalışmak, sevmek ve yaratıcılıkla kazanılabilir. Bunu başaran insanların ülkesi
çiçek bahçesine benzer. Ege Uras SEÇGİN 7-B
BEN BİR AĞAÇ OLSAYDIM
Ağaçlar doğanın eşsiz unsurlarıdır. Nasıl ki nefes almayan bir insan
düşünülemezse ağaçsız bir doğa ve ağaçsız bir dünya da düşünülemez. Çünkü
ağaçlar doğamızın akciğerleri, nefes almamızı sağlayan en önemli varlıklarıdır.
Ben bir ağaç olsaydım insanların yaşaması için çok daha fazla oksijen
üretirdim. İnsanlık ve insanın yaşaması en büyük hedefim olur, bunun için
elimden gelenin de fazlasını yapardım.
Ben bir ağaç olsaydım köklerimi en derinlere salardım. Çünkü kökleri
derinlerde olanların hem nereden geldikleri hem de nereye gidecekleri bellidir.
Kökleri derinlerde olanlar yok olmaz, vatanları yurtları vardır ve her şeyden
önemlisi “Burası benimdir.” diyebilecekleri bir mekânları vardır onların. Ben bir ağaç olsaydım güneş yüzünü gösterir
göstermez yeşerir, gülümserdim tüm dünyaya. Ege Uras SEÇGİN 7-B
KİTAP
Kitap çok özel, güzel ve bilgi doludur. Kitap ışık saçar, yol
gösterir, bilgilendirir. Bu ışıktan kendimizi mahrum bırakmamalıyız, bu
bilgileri kullanıp yeni şeyler öğrenmeliyiz. Sonra bu bilgiyle başkalarının
yolunu aydınlatıp onlara da bilgimizi aktarmış oluruz.
Kitap okumalıyız, okutmalıyız. Arkadaşlarımızı kitap okumaya
yönlendirirsek hem kendimizi hem de arkadaşımızı mutlu etmiş oluruz. Çünkü
arkadaşımıza iyilik etmek bizi, bilgi edinmek arkadaşımızı mutlu eder.
Kitabın bilgisi bizim yolumuzu açar, bu yoldan ilerlersek sonunda
bilgilerimizle başkalarına yol açarız. Onlar da bu yolda ilerlerse başkalarına
yardım eder. Böylece toplumumuz bilinçli insanlarla dolar ancak günümüzde çoğu
kişi kitap okumamaktadır. Kitap okumak çok önemlidir. Sonuç olarak ülkemizi daha
iyi bir konuma getirmek için kitap okumalıyız. Ege Ilgaz YÜKSEL 7-B
YARINLARA KALMAK
İnsanın elinde olmayan tek şey doğum ve
ölümdür. Hiçbir güç bunu değiştiremez. Bu konularda seçim yapma hakkımız
yoktur. Ama hayatımıza nasıl yön vereceğimiz yani iyi seçimler yapabilmek ve
yanlış olanı yapmamak biz insanoğlunun elindedir, insanın hayatta kalıcı
olmasını sağlayacak tek şey kalıcı eserler bırakabilmesidir.
Bunun en güzel örneği Türk ulusunun
önderi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Kurduğu Cumhuriyet, getirdiği devrimler ve
laiklik bize verdiği en kalıcı eserdir.
Benim ve benim gibi düşünen Türk Milleti
için önemli cümlelerden bir tanesi “ En hakiki mürşit ilimdir.” cümlesidir. Bu
cümlede anlatılmak istenen dünyada medeniyet için, başarı için, hedefe ulaşmak
için en gerçek yol göstericinin ilim, yani bilgi olduğudur.
Dünyanın var olmasından itibaren
milyonlarca insan doğup ölmüştür. Kimisi hatırlanır, kimisi yok olup gitmiştir.
İnsanlık için durmadan çalışan, üretenler; başyapıtları, fikirleri ve idealleri
ile ölümsüz olmuşlardır. Efe SİMAV 7-B
ŞAKA
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler
top oynarken eski hamam içinde… Ben diyeyim şu ağaçtan, siz deyin şu yamaçtan,
uçtu uçtu bir kuş uçtu; kuş uçmadı. Gümüş uçtu. Gümüş uçmadı, Memiş uçtu. Uçar
mı, uçmaz mı demeye kalmadı; anam düştü eşikten, babam düştü beşikten… Biri
kaptı maşayı, biri aldı meşeyi; dolandım durdum dört köşeyi…
Bir
zamanlar bir çiftçi varmış. Bu çiftçi çok çalışkanmış. Her gün meyve sebze
dikip sularmış. Bir gün, bir dev çiftçinin tarlasına gelmiş ve ona ekinlerinin
ne kadar güzel olduğunu söylemiş. Çiftçi de ona şöyle cevap vermiş:
-Teşekkürler
dev ama ekinlerimi yiyemezsin. Onlar ailemin ve benim tek geçim kaynağımız.
Ve
dev bunu duyunca oradan uzaklaşmış. Sonra da yemek aramaya yola çıkmış. Ama
hiçbir yiyecek bulamamış. Ancakdev çok açmış. En sonunda tarlaya doğru yola
çıkmış. Önce bunu yapmak istememiş ama sonra açlığına yenik düşüp çiftçinin
emek verip büyüttüğü tüm yiyecekleri yemiş.
Ertesi
gün çiftçi tarlasını bomboş görünce çok üzülmüş. Ve bunu yapanın dev olduğunu
anlamış. Çünkü yerde devin ayak izleri varmış. Sonra devin evine gitmiş ve deve
şöyle demiş:
-Neden
tüm ekinlerimi yedin? Onlar benim ve ailemin tek geçim kaynağımızdı. Şimdi
ailem ve ben çok kötü durumdayız. Hiç paramız ve yiyeceğimiz yok! Ayrıca
zahmetsiz rahmet olmaz. Çalışan kazanır, elması kızarır.
Bunu
duyan dev üzgün bir şekilde ona cevap vermiş:
-Üzgünüm,
ailem ve arkadaşım olmadığı için üzüntüden hep yemek yiyorum. Ben aslında
seninle dost olmak istiyordum.
Buna
karşılık çiftçi ona demiş ki:
-Özür
dilerim, senin yalnız olduğunu bilmiyordum. Anca beraber, kanca beraber.
İstersen bundan sonra hep bizimle yaşayabilirsin. Bize can yoldaşı olursun.
Dev
sevinçle:
-Tabii
ki sizinle yaşamak isterim. Çok teşekkür ederim.
En
sonunda çiftçi, çiftçinin ailesi ve dev mutlu bir şekilde, dirlik düzen içinde
hayatlarına devam etmişler… Efe SİMAV 7-B
ÇİFTÇİ VE DEV
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler
top oynarken eski hamam içinde… Ben diyeyim şu ağaçtan, siz deyin şu yamaçtan,
uçtu uçtu bir kuş uçtu; kuş uçmadı. Gümüş uçtu. Gümüş uçmadı, Memiş uçtu. Uçar
mı, uçmaz mı demeye kalmadı; anam düştü eşikten, babam düştü beşikten… Biri
kaptı maşayı, biri aldı meşeyi; dolandım durdum dört köşeyi…
Bir
zamanlar bir çiftçi varmış. Bu çiftçi çok çalışkanmış. Her gün meyve sebze
dikip sularmış. Bir gün, bir dev çiftçinin tarlasına gelmiş ve ona ekinlerinin
ne kadar güzel olduğunu söylemiş. Çiftçi de ona şöyle cevap vermiş:
-Teşekkürler
dev ama ekinlerimi yiyemezsin. Onlar ailemin ve benim tek geçim kaynağımız.
Ve
dev bunu duyunca oradan uzaklaşmış. Sonra da yemek aramaya yola çıkmış. Ama
hiçbir yiyecek bulamamış. Ancakdev çok açmış. En sonunda tarlaya doğru yola
çıkmış. Önce bunu yapmak istememiş ama sonra açlığına yenik düşüp çiftçinin
emek verip büyüttüğü tüm yiyecekleri yemiş.
Ertesi
gün çiftçi tarlasını bomboş görünce çok üzülmüş. Ve bunu yapanın dev olduğunu
anlamış. Çünkü yerde devin ayak izleri varmış. Sonra devin evine gitmiş ve deve
şöyle demiş:
-Neden
tüm ekinlerimi yedin? Onlar benim ve ailemin tek geçim kaynağımızdı. Şimdi
ailem ve ben çok kötü durumdayız. Hiç paramız ve yiyeceğimiz yok! Ayrıca
zahmetsiz rahmet olmaz. Çalışan kazanır, elması kızarır.
Bunu
duyan dev üzgün bir şekilde ona cevap vermiş:
-Üzgünüm,
ailem ve arkadaşım olmadığı için üzüntüden hep yemek yiyorum. Ben aslında
seninle dost olmak istiyordum.
Buna
karşılık çiftçi ona demiş ki:
-Özür
dilerim, senin yalnız olduğunu bilmiyordum. Anca beraber, kanca beraber.
İstersen bundan sonra hep bizimle yaşayabilirsin. Bize can yoldaşı olursun.
Dev
sevinçle:
-Tabii
ki sizinle yaşamak isterim. Çok teşekkür ederim.
En
sonunda çiftçi, çiftçinin ailesi ve dev mutlu bir şekilde, dirlik düzen içinde
hayatlarına devam etmişler… Eda Duru AZARSIZ 7-B
BU DÜNYA KİMSEYE KALMAYACAK
Duyarlılık
nedir? İyi kalpli olmak mı, doğayı temiz tutmak mı, fakirlere yardım etmek mi?
Yoksa olması gerektiği gibi doğayı korumak, yardıma muhtaçlara koşulsuzca
yardım etmek mi? Peki insanlar ne kadar duyarlı? İnsanlar çok mu barışçıl?
Çok mu yardımsever? Çok mu iyi kalpli? Yoksa tam tersi mi? İşte insanlar
tam bu noktada üçe ayrılır: duyarsızlar, melek maskesi takmış şeytanlar ve
melekler. Dünyada türlü türlü insan var: mutlular, mutsuzlar, yönetenler,
muhtaç olanlar vb. Bu insanların aynı fiziksel yapıları var, hepsi insan ama
niye bazıları mutlu bazıları mutsuz? Niye bazıları eğlenirken bazıları ağlıyor?
Afrika’da açlık kıtlık, bazı Arap ülkelerinde iç savaş varken neden uzak
ülkeler bunu önemsemiyor? Peki, eğer bu durum onların başına gelseydi ne
olurdu? Dünya yerinden oynardı! Peki, şimdi neden onlar umursamıyor? Bir ülkede
savaş var ama onun komşusunun bundan haberi bile yok! Bazı ülkelerin yardıma
ihtiyacı varken diğer ülke bunu televizyondan izleyip bu duruma gülüyor. Ama
eğer bir ülke yardım ederse diğer ülke sırf gövde gösterisi yapmak için onun 10
katı yardım yapıyor. Avrupa’da bir deprem olsa herkes yardıma koşar ama fakir
ülkelerde deprem olsa ona sadece komşusu yardım eder. Tabii duyarlı bir komşusu
varsa! Belki eğer biraz anlayışlı olsaydık dünya bu halde olmazdı… Unutmayın,
bu dünya size kalmayacak, sizin olmayacak! Eda Duru AZARSIZ 7-B
MİNİK TOHUM
Ben
bir tohumum. Sahibim doğayı çok seven, 30'lu yaşlarındaki bir kadın. Kahverengi
saçlı, koyu yeşil gözlü, ince ve uzun. Beni
dün akşam ekti ama toprak aşındı ve ben toprağın üstüne çıktım. O akşam
yağmur yağdı ve kuvvetli rüzgârlar esti.Evimden bayağı uzaklaştım. Sarsıntıda
bayılmışım. Uyandığımda bir çöldeydim, tek bitkiler ben ve kaktüs
arkadaşlarımdı, çok korkmuştum. Hemen kaktüs arkadaşlarımla konuşmaya gittim,
dediklerine göre evime geri dönmenin tek bir yolu varmış. Akşamları çölde fırtına
oluyormuş, fırtınayla birlikte bu akşam eve dönebilirmişim. Saat 5 oldu ve
yavaş yavaş fırtına gelmeye başladı, kaktüs arkadaşlarım bana kendilerinden
biraz su verip şans dilediler. Rüzgârın içinde sarsıldım, sarsıldım ve bir
baktım ki sahibimin evimin duvarının köşesine saplanmışım. Üzerime yağmur da
yağınca orada filizlendim. Sahibim beni duvarın dibinde
görünce çok şaşırdı, beni oradan dikkatlice çıkarıp bir saksıya koydu ve orada
çok güzel bir papatya oldum. Derin ÖNÇAĞ 7-B
GİZEMLİ MİSAFİR
Sabah
saat 6, günlerden salıydı. Okula gitmek için kalktım, dişlerimi fırçalamaya
tuvalete gittim.
İlk
önce yüzümü yıkadım, başımı kaldırdığımda karşımda farklı birisi vardı. 3-5
saniye bakıştık, ne olduğunu anlamaya çalıştım. Önceden kısa sayılacak çok açık kahverengi saçlarım
yerine omuzlarımda koyu yeşil saçlarım vardı; çillerim ise hâlâ yerindeydi
hatta çoğalmıştı, boyum uzamıştı, ben bu
değildim. Korkmaya başlamıştım, daha
birçok fiziksel özelliğimiz farklıydı: Karşımdaki kişi benden birkaç yaş daha
bile büyük gözüküyordu, bu eylemi daha
fazla sürdürmek istemedim ve evin koridorundan
salona doğru ilerledim, içeri bir
soğukluk girdiğini fark ettim. Pencerenin açık kaldığını fark ettim. Kapatmak
için uzandığımda evimin önünde
ambulanslar gördüm, yerde eski kendi
bedenim yatıyordu. Yok artık, yoksa
ben ölmüş müydüm!!
Ben
nasıl öldüm, neden öldüm, ne oldu bana? Kafamda sorular giderek çoğaldı. Ruhum
farklı birinin bedenine mi girmişti? Ne yapacağımı bilmiyordum…
Aradan
3 dakika geçmişti, hâlâ düşünüyordum. Yorganımın
altına girip sakinleşmeyi bekledim. Uyuyakaldığımı fark ettim. Uyandığımda apartmanımın
önündeydim. Bir nefesle doğruldum. Başımı kaldırdığımda evimin içinden aynada gördüğüm kız bana göz
kırptı ve bir anda kayboldu. Koşarak evime çıktım, aynanın önüne geçtim ve artık
eski halimdeydim. Bu olayları unutmaya çalıştım. Aradan 4 gün geçti ve
haberlerde aynada gördüğüm o farklı kızın 2 hafta önce gizemli bir şekilde
öldüğünü gördüm ama ben o kızı 4 gün önce görmüştüm. Delirmemek için bu olayı
araştırmamaya karar verdim. Odama gittim ve odamda gizemli bir misafir vardı… Derin ÖNÇAĞ 7-B
VAZGEÇMEK YOK
Hayatımızda bizi
engelleyen birçok olay ve sorun vardır. Bunlardan kurtulmak için çaba
göstermeliyiz. Ancak hiçbir zaman pes etmemeliyiz. Birinin sınavdan altmış alması
büyük bir sorun değildir çünkü çalışarak ve çaba göstererek bir dahaki sınavda
daha yüksek not alabilir. Ancak birinin işten atılması büyük bir sorundur.
“Kazananlar hiç hata yapmayanlar değil
asla vazgeçmeyenlerdir.” denmiş. Nazım Hikmet’in “Yok öyle umutları yitirip
karanlıklara savrulmak. Unutma, gökyüzü altında, bir direniştir yaşamak…” ve
Mevlana’nın “Her şey üstüne gelip seni dayanamayacağın bir noktaya getirdiğinde,
sakın vazgeçme! İşte orası kaderinin değişeceği noktadır!” sözleri ne kadar da
güzel anlatır yılmamayı, pes etmemeyi! Kaldı
ki eğer zorlanıyorsanız yardım da alabilirsiniz. Ama emin olun ki o işi
kendiniz yaptığınızda daha mutlu olacaksınız :). Defne YILMAZ 7-B
SULU BİR GÜN
Bugün
Ezgi üstüme macun sıkarak beni uyandırdı. Ezgi’nin dişleri düzenli fırçalaması
beni mutlu ediyor. Bazı arkadaşlarımın sahipleri hiç iyi değil. Onları iyi
kullanmıyorlar ya da onları ayda bir kullanıyorlar. Emin olun bir ay macun
girmemiş bir ağza girmek kâbus gibidir. Tanıdığım bir arkadaşım var. Ezgi’nin
kardeşi Sezgi’nin diş fırçası, onun yerinde olmayı hiç istemem. Sabah Ezgi beni
kullandıktan birkaç saat sonra içeri Sezgi geldi. Arkadaşıma acırken Sezgi beni
eline alıp macunu sıktı. O an kâbus gibiydi, Sezgi beni yavaşça ağzına götürdü.
Ve o an kâbusum gerçekleşmişti. Sezgi’nin ağzının içi çürük doluydu. Ağzından
bir an önce çıkmak istiyordum.
O
sırada, içeriden Beliz Hanım’ın sesi geldi, Sezgi’ye acele etmesi gerektiğini
söyledi. Sezgi beni ağzından çıkardı, yıkadı ve kenara koydu. Bu işkenceden
kurtulduğum için sevinmiştim. Evden herkes gitmişti. Benim yanımda Arda ve
Bahar vardı. Bahar macun, Arda ise Sezgi’nin diş fırçasıydı. Arda çok mutluydu
çünkü Sezgi onu değil, beni kullanmıştı. Üçümüz sohbet ettik.
BULUT
Ben
sıcak bir yaz gününde, havada o hafif ve tatlı rüzgârın yanında süzülen güneş
ışınlarının sevecen sıcaklığıyla havaya sarılıp kuşların cıvıltılarını dinlemek
isterdim. Keşke her şey benim anlattığım kadar güzel olsaydı ama fabrika ve
bacalardan gelen duman ve o güzel kuş cıvıltılarını kesen uçaklar havada olan
huzuru bile bozabiliyor ne yazık ki. Yaz bitince ve ogüzel
sıcaklık geçince gelen o yağmur kokusunu duymak bile bir bulut olmayı
güzelleştiriyor. Akşam karanlığı basınca unutulup göz önünden gidiyorum,
yapayalnız kalıyorum ama her güzel şeyin bile bir sonu var ne yazık ki. Defne AYDEMİR 7-B
İKİ DOST
Salih
ve Cuma adında iki dost vardı. Salih uzun boylu, sıska; Cuma orta boyda, siyahi
ve kiloluydu. Cuma Amerika’da, Salih ise Türkiye’de olduğu için bu iki dost
birbirini çok özlüyordu. Ne kadar da özleseler bir türlü buluşamıyorlardı. Bir
gün Cuma bir törene katıldı ve törende kavgalı olduğu için üç yıldır
görüşmediği kardeşini gördü. İkisi göz göze geldiler ve hiçbir şey söylemeden
sarılıp barıştılar.
Öbür
gün iki kardeş balığa gittiler. İkisi de çok mutluydu ama Cuma içinden: “Keşke
Salih de burada olsaydı.” dedi ve kardeşine : “Yakında Türkiye’ye uçuyor
musun?” diye sordu. Kardeşi de : “Yarın uçuyorum.” dedi. Ertesi gün oldu ve
ikisi Türkiye’ye uçtu. Cuma Salih’in evine gidip zile bastı. Salih çok şaşırdı
ve onu içeri aldı. İkisi biraz konuştu ve akşam eğlenmeye gittiler. Sonunda
ikisi buluşmuştu. Berke TOPUZ 7-B
BİR GÜNLÜĞÜNE ASLAN
Yorucu
bir akşamın sabahında kalktım, tuvalete gidiyorum. O sırada tuvalette dişlerimi
fırçalarken kendimi aynada gördüm. Yelem vardı; dişlerim kocamandı, sivriydi ve
keskindi. Acıkmıştım, dışarıya çıktım fakat ayakta duramıyordum maalesef ki
yere düştüm. Birkaç kez denedim, alıştırma yaptım, sonunda yürüyebiliyordum. Azıcık yürüdüm, beni gören insanlar
korkuyordu; ellerinde telefon birilerini arıyor gibiydiler. Boynuma yelemin
kılları batıyordu. Alışacaktım bir şekilde. Ardından birkaç adım daha ileriye
gittikten sonra siren sesleriyle ayıldım, polis ve daha fazla bir sürü koruma
birimi gelmişti. Korktum ama ben aslandım, yapacak bir şey yoktu. Bu durum
şehirde hoş karşılanmazdı. Kaçmaya başladım, evimin 7 mahalle ötesindeki arka
ormana kaçtıktan sonra artık güvendeydim sanırım. O sırada karnım acıkmıştı,
burnuma kokular geliyordu, kokuyu takip ettim ve bir ceylan gördüm. Bu bana
iğrenç gelmişti ilk başta, sonra kendimi saldım ve içgüdülerime bıraktım, artık
sinsiydim, yavaştım. Biraz takip ettim ve zamanı geldiğinde üzerine güçlü ve
sert bir atlayış yaptım, kaçmaya çalıştı. Birkaç darbeyle onu yere indirdim ve
o iğrenç gelen şeyi yapmaya başladım: onu yemeye! Tadı güzeldi fakat bir
değişiklik vardı. Gece ne yapacağımı düşünürken bir yandan da ormanı keşfetmek
için yürüyüşe çıkmıştım. Bir sürü hayvan vardı, kaçıyordu. Hep bir kuş sesi
vızıltı vb. Ardından ileride de bir sırtlan gördüm, korkmuştum ama bana doğru
geliyordu, hızlıydı, yetişti ve bana saldırdı ancak ben daha güçlüydüm. Yeniden
ona vurmaya başladım, tek darbeyle o da öldü… Gücümü kontrol edemiyor,
korkuyordum; güneş de batmaya başlıyordu, korkmuştum iyice. Susadığım zaman
gidip bir nehirden su içtim, ardından yatacak bir yer buldum. Mucize gibi,
sabah kalktığımda normal bir şekildeydim, birkaç sıyrık vb. vardı vücudumda, zor
yürüyordum. Her şey rüya gibiydi ancak beni bunun gerçek olduğuna inandıran tek
şey kıyafetlerimin yırtık olması, vücudumdaki izler ve zor yürümem oldu. Kalktığımda
ormandaydım ve her yerim ağrıyordu. Yardım aramak için şehre indim, herkes
başıma toplanıp sorular sordu. Yine telefonları vb. gördüm, gene siren sesleri…
Ardından kendimi hastanede buldum; bir doktor, temiz kıyafet, sarhoşmuşum gibi
bir kafa ve birçok değişik şey oldu; kimse hikayeme inanmadı :D Ama ben zaten
onlar için YAŞAMADIM BUNLARI. Atilla Galip Mehmet URKAÇ 7-B
YA BAŞKA BİR VARLIK OLSAYDIM?
Genellikle
insanlar üstümde yemek yer ama bazen ailenin iki küçük çocuğu gelir ve üstümde
ödev yapar. Ailemden sadece ben ve babam kaldık. Babam üst kattaki yatak
odasında olmalı çünkü hep yatak odasına çalışmaya gidiyorlar. Kardeşimi ve
annemi yakın zamanda kaybettim. Annemin üstünde çocuklar çalışırken annemin
dört ayağından biri kırıldı ve annemi attılar. Kardeşimi ise eskiciye sattılar.
İnsanlardan nefret ediyorum çünkü hiçbir şeyle yetinemiyorlar. İnsanların
duyguları var ve değişiyorlar bu yüzden de yalan söylüyorlar. İmkânım olsaydı
bu evden kaçıp ben ağaçkenki arkadaşlarımın yanına giderdim ama ne olursa olsun
bu aile benden vazgeçmeyeceği için pek umudum yok.
Her
gün üstümde yemek yedikten sonra ailenin babası ve annesi sandalyelere oturup
sohbet ederler. Sonra ikisi de işe giderler ve sandalyelerle baş başa kalırız.
Bazen hiç gelmezler, bazen de çok erken gelirler. Bu aileyi sevmiyor görünsem
de ısınmaya başlıyorum sanırım. Alp YALIN 7-B
YAZARLARIN SİLAHI
Yazarlar, yazdıkları yazıları kendi düşüncelerini toparlayarak kaleme
alıp kâğıda dökerler. Her yazar kitapları için emek harcar. Yazarların silahı
kalemdir. Yazarlar kalemlerinden ve düşüncelerinden güç alırlar. Silahlar
sadece savaş açıp birilerini öldürmek içindir ama kalem düşüncelerimizi ortaya
çıkarmak için çok güzel bir yoldur. Söz çoğu zaman dilimizden kaleme, kalemden kâğıda
düşer. İnsanların hayal dünyalarını ortaya çıkarır. Yazarların düşünceleri hiç
bitmez.
Kalem günlük hayatımızın her yerinde vardır. “Düşüncelerimiz olduğu
sürece kalemlerimiz yok olmaz.” demiş ünlü bir düşünür. Eski zamanlarda kalem
yokken insanlar mürekkebe batırıp tüyle yazarlardı, hatta taşların üzerine
çizikler atarlardı. Daha sonra ağaçlardan yonttukları odunlardan insanoğlu
kalemi yaptı. Şimdi hepimizin elinde renkli kalemler var.
Yazımı “Her düşünce kalem kâğıda döküldükçe hayatımız anılarda
kalacaktır.” sözüyle bitirmek istiyorum. Zülal Gerçek USTAOL 7-A
ÖMÜR UZATMA KAHVESİ
Bazen, erken yaşta ölmekten
korkuyorum. ‘‘Daha uzun yaşayabilir miyim?’’ diye düşünüyorum.
Günlerden pazartesiydi.
Arabamla plaja gidiyordum. Plajda bir tablo gördüm. ‘‘Yaşamını uzatmak
isteyenler için ömür uzatma kahvesini icat ettik!’’ İşte bu! Tam da aradığım
buydu. Hemen tablodaki numarayı aradım. Beni Ankara’ya çağırdılar. Cuma günü
Ankara’daydım. Bana söyledikleri gibi merkeze gittim. 4 yaşlı amca, beni kafede
karşıladı. Bana bir kahve gösterdiler. Bu, değişik bir kahveydi. Aralarından
biri: ‘‘Bu kahve sayesinde 102 yaşına kadar yaşadık.’’ dedi. Başta inandım ama
adamların 102 yaşında olduğu belliydi. Benden 100 TL istediler. Hiç beklemeden
satın aldım. Başka biri: ‘‘Her gün 2 çay kaşığı içmelisin’’ dedi. Evime
döndüğümde gece olmuştu. Hemen 2 kaşık içtim. Tadı süt gibiydi. 17 Nisan’da
başlayarak her gün düzenli olarak içtim. Ve 106 yaşını buldum. 1-2 aya
ölecektim. Kapıdan 81 yaşında bir adam geldi. Yaşlı adamlardan birinin oğluydu.
Bana: ‘‘Sana verdikleri kahverengi gıda boyası koyulmuş sütten başka bir şey
değildi.’’ İyi de o zaman nasıl 106 yaşına geldim? O anda nasıl uzun yaşadığımı
anladım. Ben, o süt ile uzun yaşayacağıma “inanmıştım.”. Vahit Eren PINAR 7-A
DELİK KUMBARA
Hayat bizim için ne ifade eder? Hiç düşündünüz mü? Bence
hayat, her ne kadar bazen yokuş aşağı, bazense yokuş yukarı olsa da bizlere
sunulmuş eşsiz bir hediyedir.
Hayatın en yakın arkadaşı zamandır. Ne zamanı hayattan ne de
hayatı zamandan ayrı düşünemeyiz. Hepimize bahşedilmiş bir hayat var. Onu nasıl
yaşayacağımız, zamanımızı nasıl değerlendireceğimiz bizlere bırakılmıştır. Önemli
olan bu hayatı her daim içimize sinecek şekilde, yaptığımız ve yapmadığımız
şeyler için pişmanlık duymadan dilediğimizce yaşayabilmektir. Çünkü zaman
denilen kavram hep ileriye doğru işlemektedir. Diğer bir deyişle bugünümüzün
tekrarı yoktur. Olamayacaktır. Her hayat sahibine özeldir. Kararlarımız, seçimlerimiz
bizlere aittir. Hayatımızı iyilikle, güzelliklerle, bizi en mutlu edecek
şekilde yaşamalıyız. Hayatımızın değerinin farkında olmayız. Zamanın bizim için
ne kadar önemli olduğunu unuturuz. Bazense bütün bunları bilip söylememize
rağmen yine yeri geldiğinde gereksiz şeylere üzülür, güzellikleri ve bizi mutlu
edecek şeyleri kaçırırız...
Ben hayatı bozuk paraya benzetirim. Tıpkı Cervantes'in de
söylediği gibi ''Hayat, bozuk para gibidir, dilediğiniz gibi yaşayabilirsiniz
ama sadece bir kez.'' Çünkü bozuk para kolay harcanır ve ne kadar harcadığımızı
fark etmeyiz çoğu zaman. Ve bir gün bir bakarız ki elimizde harcayacak hiç
bozuk paramız kalmamış. Başka bir deyişle, anlarımızı biriktirdiğimiz bir kumbaraymış
hayatımız altı delik... Biz anlarımızı biriktirdik zannederken hepsi akıp
gidiyormuş meğer... Çünkü gözden
kaçırdığımız şeyse en yakın arkadaşı olduğu gibi, zamanın, hayatın en büyük
düşmanı da olduğuymuş. Tuana GÜLER 7-A
KEDİ OLMAK
Evet,
tahmin edebileceğiniz üzere ben bir kediyim ve size bir günümü anlatacağım. İlk
olarak uyanmamdan başlayayım. Her zamanki gibi uyanmıştım ve bir de ne göreyim:
Sahibim Murat’ın üstünde yatıyorum. O beni çok sever ve her gece beni yanına
alır. Ben de doğal olarak bunu hiç ama hiç sevmem. Uyanır uyanmaz hemen kaçarım
çünkü kendisi her gün horlar ve ben de derin bir uykuya bir türlü dalamam. Size
Murat’ın arkadaşı Hüsnü’den de söz edeyim. Hüsnü çok iyi biri, bana hep yemek
verip beni her zaman sever. Bu arada Murat’ın sevmediğim tek tarafı çok cimri
olması, bana doğru düzgün yemek almaz. Neyse, konumuza dönelim. Murat’ın annesi
kahvaltıyı hazırlıyordu, bense yine oyuncağımla oynuyordum. O sırada Hüsnü
gelip bana yemek verdi, bense ona patimi uzattım ama bir anda elini çekip
kaçtı. Galiba tırnaklarım canını yakmıştı. Bir daha yapmam deyip mamamı yedim.
Karnımı bir güzel doyurduktan sonra Murat’ın annesinin yatağına gidip uyudum.
Uyandığımda ise ne göreyim: Murat önümde paralarını sayıyordu. Bir keresinde paralarını
sayarken birini yırttığımı hatırlıyorum o yüzden Murat bana hâlâ kızgın. Cimri
olduğundan normal tabii. Ben de kalkıp yemeğimi yedim, sonra kendi yatağıma
gidip yattım. İşte bir günüm böyle geçiyor. Çoğu uyuyarak ama olsun, ben
sahibimden ve yaşadığım yerden memnunum sonuç olarak. Mesut Dora MAYTALMAN 7-A
EVE DÖNMEK
Çok kalabalık ve aynı zamanda
gürültülü, yüksek binalara sahip P.P.A.P. şehrinde yaşayan Berk bu yüksek
binalardan birinin en üst katında oturuyordu. Sahibi olan Efe onunla beraber
hep oyun oynardı. Her gün mamasını annesi Fatma koyardı. Berk ailenin en zayıf
halkasıydı ama bağları güçlüydü çünkü o bir köpekti. Su içmeye başladığı zaman
su kabı boşalana kadar durmazdı. Bu yüzden babası Veli çoğunlukla su kabını
doldurmak zorunda kalırdı. Berk her sabah, öğlen ve akşam en sevdiği mama olan
et tadında, kemik şeklinde olan mamalardan yerdi. Berk bir numara yaptığında
mama kabına daha fazla mama koyarlardı. Kötü bir şey yaptığında ise daha az
mama koyarlardı. Berk'i her gün Efe'nin abisi Mehmet gezdirirdi.
Bir
gün Mehmet Berk'i gezdirirken hızla giden bir Lamborghini
kontrolünü kaybedip ona çarptı ve Mehmet'in elinden fırlayan tasma düştü ve
diğer elindeki balıklar da Lamborghini’nin içine girdi. Havada on beş takla
atan Mehmet lağım deresinin içine düştü. Efe, Veli ve Fatma geldiğinde Berk
oralarda yoktu. Kazada korkup kaçmıştı. Çok korkuyordu, yalnızdı, susuzluk ve
açlığa karşı koymak istiyordu. Oraya en yakın arkadaşı Angelina idi. O akşamı
orada geçirdi. Hemen bir plan yaptı. Ertesi sabah evin yolunu bulmak için
kendine harika bir rota çizdi. Arkadaşları Tolga, Batu, Azrak, Deniz Ö ve son
olarak da Baran'ın evine gidecekti. Angelina'nın evinden çıkıp Tolgaların evine
giderken ona kötü kötü bakan iki çocuk gören Berk biraz korkarak yürümeye
başladı. Neyse ki kangal kırması olan Berk çok küçük bir köpek değildi. İki
çocuğu sorun yaşamadan atlatmak için havlaması yetti. Bu sayede kendini de
güvence altına aldı. Birkaç saat sonra Tolgaların evine varmıştı. Sabahı
bekledi ve yola çıktı. Batuların evine gidecekti. Yolda yürürken bir grup kedi
ile karşılaştı. Kediler Berk’ten hiç hoşlanmamışlardı. Sürekli tıslayıp
tırmalamaya başladılar. Berk birkaç yara aldı ama oradan kaçmayı başarmıştı.
Batuların evine gelmişti. Ertesi sabah Azrakların evine doğru yola çıktı. Bu
sefer karşısına bir engel çıkmadığı için şaşırmıştı. Azrakların evine hemen
varmıştı. Azraklar evde yoktu bu yüzden tüm gece boyunca yürüyerek Deniz Ö.lerin
evine gitmek zorundaydı ama yolda karşısına Şivava Çetesi adlı çete çıktı. Bu
kalabalık çete ile kavgayı bitirdiğinde geriye canlı sadece bir Şivava kalmıştı,
Berk’in ise ağır bir yarası vardı ama Deniz Ö.lerin evine gelmeyi başardı.
Yarası ve yorgunluğu yüzünden Deniz Ö.lerde 2 gün kaldı. Baranlara doğru yola
çıkan Berk karşısına yine bir sorun çıkmayınca korktu. Bu yüzden doğrudan eve
gitmeye karar verdi. Eve geldiğinde kimse yoktu bu yüzden yardım almaya karar
verdi. Yan evdeki Efe’nin arkadaşları olan sekizerlerin kapısını çaldı. Onlar
yani Ece, Defne, Eylül, Lara, Ayça, Zülal, Berrak, Tuana. Hepsi birden kapıyı
açtı. Hemen Fatma Hanım’ı arayıp haber verdiler. Tedavisi biten Mehmet o gün
eve geldi. Mehmet ve Efe, Berk’i çok özlemişti. Mehmet ertesi günlerde
arkadaşlarına bana Lamborghini çarptı diye hava atıyordu. O günden sonra hep
mutlu yaşadılar. Mert ÖZTÜRK 7-A
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)