24 Mayıs 2017 Çarşamba

SEVİNÇ MEYVELERİ

Barış için her insan kenetlenir birbirine, kan davaları son bulur. Yaşadığı toprakları kaybetmemek için demirden bir zincir gibi kenetlenir bir daha kopartmaya çalışanların olacağını bile bile. İşte o toprak hisseder kardeşliği ve yeşerir. Zamanla meyvelerini verir. İlk armut toprağa düştüğü zaman değerlenir toprağın bir avucu. O armudu narince yiyen küçük çocuk  etrafa sevinç saçar. Sevincin kaynağıdır barış. O yeşeren topraktaki meyveleri toplar faytonla o kenetlenen insanlara dağıtırlar ki, vatan uğruna kenetlenmenin sonucunu görsünler diye. Sevinç meyvelerini ilk önce çocuklar yer ki atalarının zamanında vatan uğruna nasıl kenetlendiklerini bilsinler diye. Bu vatanın öyle kolay kazanılmadığını, ne zorluklarda zinciri koruduklarını ve koruma sırasının onlara geldiğini bilsinler diye. Atatürk bu zincirin en kalın, en ileri görüşlü, en akıllı ve en iyi halkası olmuştur her zaman. Yavaş yavaş ekledi zincire halkaları. Birleştirdi insanları. Bu öyle bir zincir oldu ki bütün vatanı sardı. Bütün vatanı düşmanlardan korudu. Halkı geliştirdi, bilginleştirdi. O halkalar gittikçe kalınlaştı. Yıkılmaz bir duvar oldu bu zincir. O zincir kendi içinde zamanla gelişti. Sonra bu zinciri örnek alanlar kendi ülkelerinde zincirler oluşturmaya başladılar. Ama bilmiyorlardı ki en kalın halkanın bizde olduğunu, bilmiyorlardı ki zamanında bu toprağın nasıl güzel meyveler verdiğini. Nasıl fidanları kardeşlikle diktiklerimizi. Zaman geçti, durmak bilmedi ve biz o kalın halkayı kaybettik. İşte o zaman ne zincir kaldı ne sevinç. Ne kardeşlik kaldı ne barış. Zeynep YILDIRIM 7-B

İNSANLIK MI ÖLDÜ, VİCDAN MI?

Küçük bir kızsınız. İleride ne olacağınızı düşünüyorsunuz. Bir türlü karar veremediniz. Zaman geçiyor akıp gidiyor. Şimdi ortaokuldasınız. Aklınızda doktor olmak var. Artık doktor olmak istiyorsunuz. Zaman su gibi akıyor. Lisedesiniz ve artık fotoğrafçı olmak istiyorsunuz. Bu konuda eminsiniz. Yıllar geçiyor, siz profesyonel bir fotoğrafçısınız. Başarıya giden yollarda emin adımlarla gidiyorsunuz. Yılın fotoğrafçısı ödülünü almak için deli gibi çalışıyorsunuz. O kadar hırslısınız ki, hırsınız vicdanınızı ezip geçiyor. Öyle ki küçük yaşta ölen bir kızın fotoğrafını çekebilecek kadar körelmişsiniz. Bu ödülü kimin kazandığını görmek için süsleniyorsunuz. O sırada fotoğrafını çektiğiniz kızın ölüm anı geliyor aklınıza. Acıyorsunuz, pişmanlık duyuyorsunuz. O anda vicdanınız yerine geliyor. O gün aklınızın, kalbinizin, vicdanınızın önüne bir perde çekilmişken şimdi ise her şeyi fark ediyorsunuz. İş işten geçmişken olanları fark etmeniz çok acı. Daha kötü olanı bu ödülü sizin almanız ve siz kaçıyorsunuz. Gerçeklerden kaçamayacağınızı bile bile. Zeynep YILDIRIM 7-B

AYDINLIK SULAR

Karanlık sularda yüzüyorum
Birden yolum aydınlandı
Bir güneş ve mavi bir deniz çıktı önüme
Atlara bindim ejderhalarla uçtum
Bütün hayvanlarla oynadım
Onlarla konuştum, söyledim
Ağaçları büyüttüm
Kedi ve köpeklere evler yaptım
Hayvanlara ve doğaya zarar verenleri uyardım
Dağlar, çayırlar yarattım
Fakir insanlara evler yemekler verdim
Sokak köpeklerini iyileştirip onlara ev yaptım

Barınaktaki köpekler ve kedileri evime alıp besledim
Yıldız ŞUURLU 7-B

BARIŞ

Kavgasız gürültüsüz bir  yaşam,
Huzur  içinde  yattığımız  bir  akşam,
Neşe  içinde  kalktığımız  bir  gün,
Tüm dünyada  keşke  barış  olsa  her gün.

Dünyada  hiç   savaş  olmasa,
Bütün  çocuklar    hiç  ağlamasa,
Tüm  silahları   toplayalım,
Herkese   şeker  dağıtalım.

Barış  zamanı  bitti  yine,
Savaş  başladı   gene,
En  büyük  silahımızı  kullanalım,
Sevgiyle barışı sağlayalım.


 Yıldız ŞUURLU 7-B

KORKU VE UMUT

Yeliz 10 yaşında, 4.sınıfa giden bir kız çocuğuydu. Sabah uyanıp annesi Selin Hanım’ın yanına gitti. Yeliz:
-Anne, benim yarın matematik sınavım var.  Kötü alırsam kızar mısın? dedi. Selin Hanım:
-Hayır, asla sana kızmam, hem de bunun için. Senin sınav notun senden daha önemli değil, dedi. Yeliz bu sözle mutlu oldu ama çok heyecanlıydı ve korkuyordu.
            Sınav günü gelmiş çatmıştı. Yeliz, o korku ve heyecanla yapamayacağım demeye başladı. O korku gittikçe içinde büyümeye başladı. Yeliz’in sınavı 4. Dersti. O sırada sınavdan bir önceki teneffüstelerdi. Teneffüsün bitmesine 5 dakika vardı ama Yeliz çok korkuyordu. Sonunda 4. Derst gelip çatmıştı. Öğretmenleri Esra Hanım içeriye girdi. Günaydın dedikten sonra sınavları dağıttı. Yeliz en kolay soruların karşısına geldiğini düşünerek sınavına başladı. Ama sonra hiç çalışmadığı konuların olduğunu anladı. Çok heyecanlandı ve çok korktu. Sınavı bitmişti. Öğretmene sınav verme sırasına geçti. İçinden bunu yapabilirim demişti ama bunun için çok geç kalmıştı. Bunun farkında olmayan Yeliz hiçbir şeyi düşünmeyip sınava odaklanmak yerine içindeki korkuyu daha çok büyütmüştü. Sınavından hiç umutlu değildi ve bunun sayesinde ters yoldan giderek başarısızlığı seçmişti. O bunları düşünürken sıranın ona geldiğini bile fark etmemişti. Esra Öğretmen:
-Yeliz, dedi.
-…
-Yeliz!!! dediği anda hemen kağıdını verip sıraya geçti. Çok düşünceliydi. Birkaç saat sonra okulu bitmişti. Aceleyle servisine koştu. Servis onu eve bıraktı. Yeliz yukarıya çıktığında annesi onu karşıladı ve:
-Kızım sınavın nasıl geçti? Diye sordu. Yeliz hiç yanıt vermeden odasına gitti. Annesi çok şaşırdı, gün boyunca gözlemledi ve Yeliz’in yemeğini düzgün yemediğini ve düzgün uyuyamadığını gördü. Tam o sırada Esra Öğretmen mesaj attı. Mesajda ertesi gün saat 12.45’te okulda buluşmaları gerektiği yazıyordu. Sabah Selin Hanım:
-Kızım öğretmenin mesaj attı, bugün öğlen okulda konuşmamız gerekiyor, dedi. Yeliz  çok endişelendi, bu yüzden gülümsemeyle yetindi. O da gerçek bir gülümseme değildi. O öğlen Selin Hanım ile Esra Hanım buluştular, birbirileriyle selamlaştılar ve Esra Hanım konuya girdi:
-Yeliz’in sınavı çok kötüydü. 62 almış. Çok şaşırdım. Aklı çok karışık ve çok dalgın. Siz lütfen onunla konuşun, dedi. Konuşma birkaç dakika sürdü, sonunda anlaştılar ve Yeliz ile konuşmaya karar verdiler. Ama sadece Selin Hanım konuşacaktı. O akşam Yeliz eve gelince annesinin ona kızacağını düşünerek başını öne eğdi. Selin Hanım kapıyı açınca hiç kızmadı. Yeliz şaşırdı. Selin Hanım içeri geçince:
-Kızım sen çok çalışkansın ama kendine güvenmelisin ve içinde korku yerine umut olmalı, kendine güvenmelisin. Sınav notun 62’ymiş. Ama 3 hafta sonra tekrar sınavın var. Lütfen, dediğim gibi kendine güven, umutlu ol, zaten başarırsın.
-Peki anneciğim, dedi.
3 hafta sonra Yeliz’in tekrar sınavı vardı. Bu sefer serviste içinden başarabilirim diyordu. Ve sınavda çok iyiydi. Esra Hanım da bunun farkındaydı. Bu sefer sınavdan 100 almıştı, herkes mutlu olmuştu.
O gün Yeliz günlüğüne:

- Umut her şeyden önemli, bir işe başlamadan önce umut olmazsa o işi yapamayız. Umut, başarı kapısının en  büyük anahtarıdır. Ben umutla başarı kapısını açtım. Yağmur Nerman KASKAN 7-B

PERİ DÜNYASI

Bir varmış, bir yokmuş. Damla adında bir kız varmış. Bir gün Damla kaybolmuş. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Altı ay bir güz gitmiş. Sonunda bir de bakmış ki yolda bir kitap. Merakından dayanamayıp açmış kitabı. Damla birkaç saniye sonra kendini yeşil, mavi, turuncu ağaçların,  rengarenk  otların ve çalıların, rengarenk çiçeklerin ve masmavi şelalenin olduğu bir peri dünyasında bulmuş. Orada başka bir peri varmış. Kahverengi saçlı, kahverengi gözlü, turuncu elbisesi varmış. Demiş ki: “ ‘Biri yer, biri bakar, kıyamet ondan kopar.’ denir. Ama bizde tam tersidir.’’ demiş.
Bu ülkenin bir de cadısı varmış. Cadı maskeli, mor kemerli, siyah elbiseliymiş. Periyi ve Damla’yı gören cadı onlara plan kurmuş. Kızı gece saraydan kaçıracakmış ve sonra tek boynuzluları çalacaklarmış. Saraya girip çok yorulduğu için uyuyan Damla’yı birkaç peri koruyormuş. Cadının tuzağını fark etmişler. Periler kol kanat gerip cadıyı yenmeye çalışmışlar. Cadı da yardımcıları ile el ele, kol kola girip kızı almaya çalışmış. Ama başaramamışlar. Çünkü her yer  tuzaklarla doluymuş. Periler tuzakları gözlerini kırpmadan, zar zor hazırlamışlar. Mesela dışarıya bir çukur kazıp yapay çim koymuşlar. Cadı tuzağa düşmüş. İçinde su olduğu ve cadı yüzmeyi bilmediği için boğulmuş. Ve bir daha hiç görülmemiş. Periler birlikten kuvvet doğduğunu öğrenmişler. Cadı gitti diye kimisi zilleri takıp kimisi zilsiz oynamışlar. Periler baş başa vermeyince taşın yerinden kalkmadığını anlamışlar.

Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine. Gökten üç elma düşmüş, kimin ne muradı varsa onun başına… Yağmur Nerman KASKAN 7-B 

CUMHURİYET VE BİZ

Bizler Cumhuriyet’in ve barışın olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Ve çok şanslıyız. Önceki dönemde savaşlarla yaşamak yerine, Cumhuriyet’in olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Eskiden öyle değildi. Cumhuriyet yoktu, barış yoktu ama maalesef Saltanat ve savaş vardı.
            Atatürk sayesinde biz şu anda böyle okullarda okuyoruz. Peki, hiç düşündünüz mü? Biz savaş yıllarında doğsaydık ne olurdu? Nasıl zorluklar çekerdik? İşte öyle bir şey olsaydı o zaman gerçekten aile sıkıntısı yaşardık. Okula gidemezdik ve savaşa giden babalarımızı, ağabeylerimizi çok özlerdik. Bir de düşünün siz Osmanlı Devleti’nin olduğu yıllarda doğdunuz. Maalesef annelerimiz, babalarımız aile olarak çok sıkıntı çekeriz. Padişaha bağımlı olmak zorunda kalırdık. Özgürlüğümüz de kısıtlanırdı. Peki, hiç merak ettiniz mi, sordunuz mu büyüklerinize ailenizde savaşa katılan biri var mı? Bu toprak uğuruna savaşan biri var mı? İşte, biz bunları öğrenmeliyiz. Öğrenmeliyiz ki Cumhuriyet nasıl kazanıldı bilelim.
Biz Cumhuriyet çocuklarıyız. Bizim ülkemiz, bizim Cumhuriyet’imiz. Bundan sonra Cumhuriyet’e biz sahip çıkacağız. Cumhuriyet aslında sadece ezberleyip öğrenmekten ibaret değil. Bizim Cumhuriyet’i zihnimizde canlandırıp toprakların nasıl kazanıldığını kavramamız gerek aklımızda. Bundan sonra bu vatan bizim gibi çocuklar sayesinde barış içinde, Cumhuriyet ile yaşayacak. Şu anda Cumhuriyet’in pek korunduğunu düşünmüyorum ama bizim ellerimizde Cumhuriyet ve barış, kalbimizde Atatürk ile birlikte Cumhuriyet’in emin ellerde kalacağını düşünüyorum.
            Şu anda biz çocuğuz, bunları öğrenerek ileride vatanımıza daha çok katkıda bulunacağız. Biz birlikte, gelecekte Cumhuriyet’i koruyup kollayacağız. Yağmur Nerman KASKAN 7-B


BİR KAPININ ZOR ANLARI

Ben oda kapısıyım. Çok da eskiyim. Ah neler yaşadığımı bir bilseniz… Anlatabilirim isterseniz. Sabah akşam sinirlenince çarparlar beni. Sizlerin düşüp dizini parçaladığı gibi acır canım. Sonra anneden gizli tebeşirle üstüme yazı yazarlar. Gıdıklanırım. O sırada anne gelir ve iki kardeş korkarak, hızlı hızlı beni silerler. Tabi ki anne lekeleri fark eder ve çocuklar ceza alır. Bir kere en küçük kardeş beni içerden kilitledi. Çok geçti, büyük ablanın odasının kapısı olduğum için kitlendi diye çok bağırıyordu. Kulaklarım acıdı. Küçük kardeş lafı geveliyordu. Sonra ağlamaya başladı. Çilingirin telefon numarası yoktu ve babaları komşularından bir çekiç aldı. Kilidimi kırmaya başladı. Dan dan diye sesler çıkıyor ya onlar benim çığlık seslerimdi. Arkadaşlarım beni çok sever. Duvar ve hemen arkamda duran minik kuş. Dolap ve masayla da arkadaşım ama çok konuşmayız. Diğerlerine göre daha uzaktalar. Çocuklar okula gittiğinde bol bol sohbet ederiz. “Nasılsın?”, “İyi misin?” den, “Üstündeki leke nasıl oldu?” ya kadar. Bir dezavantaj daha benimle ilgili:Geceleri bölük pörçük yatıyorum. Tuvalete gitmek için kalkıyorlar çarpıyorlar, anladınız siz. Odamın önünde voleybol oynadıklarında top bana çarpmazsa olmazmış gibi… Artık topla da arkadaş olduk. Yani anlayacağınız kapı olmak çok zor iş. Ne ekersen onu biçersin derler ya bunu da insanlardan öğrendim. İyi oluyor aslında. Biraz daha iyi davransalar bizlere… Yağmur Nerman KASKAN 7-B 

GÜÇ VE ZEKA

Bir zamanlar ormanda yaşayan güçlü bir aslan varmış. Yalnız taş duvar olmaz ama bu aslan kendini çok beğenirmiş. Ona göre diğer hayvanlar bir baltaya sap olamazmış. Diğer hayvanların da aslandan ödleri koparmış. Aslanın kürkü çok değerliymiş. Bu yüzden avcılar ormana baskın yapıp onları avlamaya çalışıyorlarmış. Bir de aynı ormanda yaşayan  küçük  bir örümcek varmış. Örümcek küçük, güçsüz olup efendi, iyi niyetli olduğunun farkındaymış. Ama hiçbir zaman bununla övünmezmiş. Kibrin kötü bir şey olduğunu bilirmiş.
Günlerden bir gün avcılar yine ormana gelmişler. O sırada aslan ile örümcek de gücün ne kadar önemli olduğuyla ilgili kafa patlatıyorlarmış. Aslan örümceğe, sen benim gibi olamazsın, küçüksün, diyormuş. Örümcek de aslana: “Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli.” diyormuş. Aslan bu sözleri kulak ardı ediyormuş. Başına geleceklerden haberi yokmuş. Avcılar aslan ve örümceğin yanına gelip tüfeklerini onlara doğrultmuşlar. Aslanın kendine güveni çokmuş. Ama aslandan daha zeki olan örümcek aslana zarar gelmemesi için avcıların tetiği çektiğinde ağından zıplamış. Avcıların silah tutan ellerini ısırmış ve onları zehirlemiş. Böylece aslanı kurtarmış. Aslanın gözleri dolmuş, çok mutlu olmuş. Bu olaydan dersini almış. Gücün tek başına bir işe yarayamayacağını anlamış. Avcılar kaçmışlar. Aslan örümceğe çok teşekkür etmiş. Örümcek aslanın dersini aldığı ve kurtulduğu için sevinmiş.

Bu masaldan çıkardığımız ders görünüşe bakıp hiçbir canlıyı küçük görmememiz gerektiğidir. Tolga ERMAN 7-B

DOĞRU SORU SORMAK

İnsanlar yaşamları boyunca sürekli yeni şeyler öğrenirler. Kitap, gazete, dergi okuyarak görsel medya ve internet sayesinde sürekli bir şeyler öğreniriz. Bir diğer öğrenme biçimi de diğer insanlardan öğrenme biçimidir.
Herkesin bir ilgi alanı ve uzmanı olduğu bir işi vardır. Pastacıdan pastalar, eczacıdan ilaçlar, doktordan hastalıklar konusunda bilgi alırız. Bunun için onlara sorular sorarız. Ancak sorular akla ve mantığa uygun olmalıdır.
            Bir pastacıya pastanın içine koyduğu malzemeler ve yapılış şekli ile ilgili sorular sorarsak karşılığında düzgün cevaplar alırız. “Bu pastaya beyaz olsun diye içine alçı mı koydunuz?” diye soru sorarsak kötü bir cevap alırız.

            Doğru sorular doğru yanıtlar getirir. Akıllı insan, akıllı sorular sorar, doğru cevap alarak amacına ulaşır. Tolga ERMAN 7-B

ÖMÜR UZATMA KAHVESİ

Bir kahvehane varmış Ankara'da, bir de oraya sürekli giden dört yaşlı adam. Bu dört yaşlı adam sayesinde adı başka olan kahvehanenin adı değişip “Ömür Uzatma Kahvesi'” olmuş.
Bu dört adam, bilge adamlarmış. Bu dört bilge adam her gece kahvehanede buluşur, insanlığın yaşadığı sorunlara çözüm getirmek için uğraşırlarmış. Adamların gece buluşma nedeniyse uyumayı zaman kaybı olarak görüp daha çok vakit kazanmak istemeleriymiş. Bu uğraşları sayesinde hem insanlığa katkıda bulunur hem de kendi sıkıntılarını unuturlarmış. Yardıma ihtiyacı kişi sorununu paylaşır ve bu soruna birlikte çözüm bulmaya çalışırlarmış. Bu dört adam insanlara yardım ettikçe insanların sorunları azaldıkça ömürleri uzarmış. İşte bu yüzden zamanla kahvenin adı “Ömür Uzatma Kahvesi” olmuş.

Benim ise bu kahveye gitmek istememin nedeni biraz farklı. Ben bu kahvehanedeki 5. bilge adam olmak ve insanlara yardım etmek istiyorum. Sena ÖZARI 7-B

KÜÇÜK BALIK MOMO

O gün 2015-2016 okul yılının karne günüydü. Kübra sekizinci sınıfı bitirip lise bire geçecekti. Kübra'nın kardeşi Alev de birinci sınıftan ikinci sınıfa geçecekti. Okullar kapandıktan bir gün sonra Kübraların sınıfı kep töreni yapacaktı. Bu yüzden Kübra çok heyecanlıydı. Kep törenine kardeşi Alev de gelecekti. Aslında kardeşi gelmese daha iyiydi. Çünkü kendisi çok yaramaz.
İki kardeş karnelerini aldılar. İkisinin de karneleri fena değildi. İki gün sonra Kübra kep törenine bir iki saat önce gitti. Annesi, babası ve kardeşi sonradan gelecekti ve yolda Alev'e karne hediyesi olarak balık alacaklardı. Bunlar yola çıktılar, gidiyorlardı. Yol üstü hayvan satan bir mağazaya uğrayıp bir balık aldılar. Sonra yola devam ve kep töreninin yapılacağı alana geldiler.
Alev ablasına el salladı. Ablası görmedi. Alev de ablasının yanına gitmeye karar verdi. Balığını da yanına alarak ablasının yanına koşuyordu. Sonra koşarken kel bir adamın ayağına dolanıp düştü. Düşerken balığı havaya attı. Balık torbadan çıktı ve kel adam balığa baktı. Tam adam çekilecekti ki Alev adamın pantolonunu çekerken yanlışlıkla indirdi ve balık masadaki kokteylin içine düştü. Sonra Alev balığın içine düştüğü kokteyli alıp koştu ve balığa su aradı. En sonunda Alev koşarken kadının elindeki su şişesini kapıp kaçtı. Ve balığı suyun içine attı. Arkasında kel adam ve kadın ona doğru koşuyordu. En sonunda birisine çarptı. O da Kübra'ydı. Alev, Kübra'nın arkasına saklanmıştı. Onlara doğru gelenler Kübra'nın müzik öğretmeni ve bir veliydi. Kübra, Alev'i saklayarak büyüklerden kurtardı. Sonra Kübra, Alev'in yanına gitti ve “Bu balığın adı ne?” diye sordu. Alev de “MOMO, aynı ördek Momo gibi.” dedi.

Alev o kel adamın bakışlarından çok etkilenmişti. Alev, Momo'yla beraber kel adamı özleyecekti. Momo, yeni evine mutlu bir şekilde vardı. Sena ÖZARI 7-B

BARIŞ SONRASI MUTLULUK

Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde birbirinden nefret eden iki ülke varmış. Bu ülkeler nefret ve acı ile beslendikleri için sürekli aralarında kavga ederlermiş. Kara Bulutlar Ülkesi Karanlıklar Ülkesi’ne, Karanlıklar Ülkesi de Kara Bulutlar Ülkesi’ne hükmetmek istiyormuş. Tüm bu kavgaları,  anlaşmazlıkları iki parça toprak için yapıyorlarmış.
Ve bir gün uzak diyarlardan ak sakallı bir dede çıkagelmiş. Bir zamanlar kardeş gibi yaşayan bu ülkelerin bu duruma düşmesine inanamayıp iki ülkenin insanlarına unutulan barışı anlatmış. İnsanların bazıları değişmek isteyip başarırken bazılarının ise hiçbir şekilde duyguları değişmemiş. Zamanla insanlar kendilerini yıpranmış, mutsuz, umutsuz hissettikleri için barış kelimesi onlar için daha anlamlı gelmeye başlamış.

Bir gün Kara Bulutlar Ülkesi’ndeki insanlar isyan edip “Biz artık kavga değil, dostluk ve barış içinde yaşamak istiyoruz.” demişler. Aynı hisleri Karanlıklar Ülkesi’ndeki insanlar da hissedince iki ülkenin başındaki liderler barışın olmasına karar vermişler. Bunun üzerine Kara Bulutlar Ülkesi Beyaz Bulutlar Ülkesi’ne dönüşmüş, Karanlıklar Ülkesi de Aydınlıklar Ülkesi olmuş. Ve tüm insanlar barış sonrasında kardeşçe mutlu ve huzurlu bir yaşam sürmüşler. Melissa ŞİRİN 7-B

ÖMÜR UZATMA KAHVESİNİN SIRLARI

Ömür uzatma kahvesinin neden insanların ömrünü uzattığını merak eden bir adam ömür uzatma kahvesinin olduğu şehre gelmişti. Gördüğü herkese buranın nerede olduğunu soruyordu. En sonunda orayı bilen birini buldu ve bu kahvenin nerede olduğunu öğrendi. Kahvenin bulunduğu sokağa girdiğinde ise çöplüğe benzediğini gördü. Artık çok merak ediyordu, burada nasıl ömür uzatıldığını. Kahveyi bulduğundaysa kahvenin sahibi ona 3.30’da gelmesini söyledi. Adam saat 3.30’da buraya geldiğinde ise sadece 4 yaşlı adam ve kahvenin sahibini gördü. Hiç anlam verememişti burada nasıl ömür uzatıldığına? Meğerse bu 4 yaşlı adam birbirleriyle dertlerini paylaşıp sessiz, huzurlu ve stressiz ortamda diğer insanlara göre ömürlerini uzatmışlardı. Hilmi Sarp KUMCUOĞLU 7-B

                             

YAŞAMIMIZI ENGELLEYEN İPLER

Yaşamımızı engelleyen ipler ne demek? Yaşamımızda bizi kısıtlayan, yapmak istediklerimizin gerçekleşmesine engel olan durumlardır. Bence utangaçlık bunlardan biridir. Utangaç olmak  bir oyunda çevrimiçi ve çevrimdışı olmak gibidir. Çevrimdışı olduğumuzda da oyundaki başarımızı gösteremeyiz. Sadece kendimiz bu başarıyı biliriz. Bundan kurtulmak için, utandığımız şeyin üzerine gitmeliyiz. Mesela yeni gittiğimiz bir okulda kimseyi tanımadığımız için utanırız. Bunu yenebilmek için arkadaş edinmeye çalışırız. Arkadaşlarımız arttıkça da kendimizi daha rahat hissederiz. 
Aynı zamanda korku da yaşamımızı kısıtlayan bir engeldir. Örneğin karanlık korkusu. Özellikle korku filmleri izlediğimizde böyle bir şey olur.  Filmde izlediğimiz karakterlerde canavar varsa ve bunlar bir anda karanlıktan çıkıyorsa karanlık olan yerde sanrılar (halüsinasyon) görebiliriz.
Bir de bazı insanlar evcil hayvanlardan korkarlar. Korkmamak için, onları beslemek ve daha çok zaman geçirmek birbirimize alışmamıza yardım eder. Böylece korkularımız yok olur.
 Elektronik aletlerde yaşamımızı engelleyen iplerdendir. Çocuklar tabletle ve bilgisayarla oynadıkları için kendilerini derslerine iyi veremezler ve kötü notlar alır. Sonuçta da hem aileler hem de çocuklar üzülür. Bunu yenebilmek için her şeyi eşit yapmalıdırlar.
Tabii bir de heyecan var eğer bir şeyi ilk defa yapıyorsak heyecanlanırız. Bunu yenebilmek için oraya gittiğimizde heyecanlanmayacağımızı düşünmeliyiz.
Kısacası hayatımızı engelleyen iplerin neler olduğunu bilirsek onlardan kurtulmanın yollarını da bulabiliriz. Hilmi Sarp KUMCUOĞLU 7-B
                                        




KİTAP AYDINLATICIDIR

İnsan aslında öğrenmeden veya en önemlisi okumadan cahildir. Bunun için kitap okumalıyız.
            Okulda her şey öğrenilmez. İnsanın bazen başka kaynaklardan da yararlanması gerekir. Bunlar kitap, internet, ansiklopedi gibi kaynaklardır. Ama bunları arasından en verimlisi veya en bilgilendirici olanı kitaptır. Kitap aynı anda üç şeyi birden geliştirir: Bunlar düşünce, hayal gücü ve zekâdır. İnsan beynini bu üç şey geliştirir. Mesela size tuhaf veya ilginç hikâyeler ya da kurgular söyleyen mi, yoksa sıkıcı ve ciddi olan mı daha eğlendiricidir?
İnsan beyninin yüzde 10‘unu kullanır. Bazıları bunu geliştirmek ister, bazıları da tam zıddını ister. Bunlardan gelişmek isteyeni çalışkandır, diğeri tembeldir. Bu ikisinden hep çalışkan kazanır çünkü çalışkanın başarısı tembele göre daha yüksektir. Bunun için kitap okumak gereklidir.

            Kısacası eğer bir adam dünyaya karanlık yani cahilce bakıyorsa kitap ona ışık, bilgi kaynağı, verir. O adam ondan sonra etrafa ışık saçar. Hasan Can GÖZE 7-B

ATEŞE DOKUNMAK

Yıllar önce bir Viking topluluğu büyük bir savaş sonucu beş farklı topluluğa ayrılıp yaşamaya başladı. Kurtlar, Geyikler, Ayılar, Ahtapotlar ve ana krallık olan Ejder Krallığı. İlk başlarda birbirlerine düşmanca davransalar da bir süre sonra aralarında büyük bir dostluk başladı. Artık her şeylerini paylaşıyorlar, zor durumda olana yardım ediyorlar ve birbirlerini kolluyorlardı. Fakat bu dostluktan rahatsız olan Ejder Krallığı en kıdemli üç büyücüsünü topladı ve bu toplulukları çöküşe götürecek fakat çökertmeyecek bir büyü yapmalarını emretti. Büyücüler sonunda bir hastalığa karar verdiler. Fakat her büyünün bir açığı olması gerektiği için bir özellikle bir şey seçtiler: Işıkta Etkisizleşme. Ama bunun için bir çözüm ürettiler. Kara bir bulutla Güneş’i kapattılar. Plan işlerken ilk başta “Yahu, ne uzun geceymiş, bir bitmedi.” diye düşündüler. Ama sonra bir terslik olduğunu anladılar.

Sonrasında bir kadın meydanın ortasında yere yığılmasıyla başladı kâbus. Bir hafta içerisinde neredeyse bütün Vikingler can çekişmeye başlamıştı. Onlara acıyan kralın kızı bir akşam gizlice saraydan çıkıp diğerlerinin yanına kaçtı ve herkese çarenin ışık olduğunu söyledi. İnsanlar düşünüp taşındı. En sonunda büyükçe bir mum yapmakta buldular çareyi. Ama bu mum normal değildi, büyülüydü. Bir insan kurban edilmeden yanmıyordu. Ama ortada kimsenin kabul etmemesi gibi bir şey de söz konusuydu. Din adamlarının yanına gidip yalvarmayı seçtiler. Hatta biraz para bile verdiler. Sonunda anlaşmayı kabul edip dinlerine “Ateşe Dokunmak” diye bir kural eklediler. Bu kurala göre bu muma kendini feda eden kadın kutsal sayılacak ve ölmeden onların tanrıları olan Tranpermoros’un yanına yardımcı olarak gidecekti. Ertesi gün bu kanun açıklanırken 39 kişi daha ölünce prenses ileri atıldı ve adak olmayı kabul etti. Minik bir mumun etrafında dini bir tören gerçekleştirdiler ve birden o küçük mum bulutların üstüne çıktı ve iki ev genişliğine ulaştı. Sonra mum dev bir meşale ile ateşe verildi ve prenses cayır cayır o ateşin içinde yandı. Bu sırada krallıktaki kral kızının sefillere kendini  yaktırdığını duyunca bulutu çekmelerini söyledi. Ondan sonra Vikingler sonsuza dek yanan mumun etrafında dans ettiler. Hasan Can GÖZE 7-B

GÖRÜNMEZ OLSAYDIM

Eğer görünmez olsaydım  kimsenin  göremediği  bir şey olmak istemezdim. Ama bazen  insanların  görünmez olmak işine gelebiliyor ancak özlediği şeylerden bazıları. Kimsenin  beni göremeyip benim onları görmem adaletsiz olurdu çünkü insanlar eşit doğarlar ve eşit yaşamak zorundadırlar. Adaletsizliğe yol açacak bir şey yapmak bence kötüdür. İnsanlar beni göremedikleri zaman görünmezlik merakı daha çok artacaktır. Bu merak kötü şeylere yol açabilir çünkü fazla meraklı olmak da kişiye zarar verebilir.

Herkes görünmez olsaydı kimse birbirini göremezdi. Dünya boş kalırdı. Görünmezlik olmayacaktır asla, bence olur ise kötü olur. Bazı devletler savaşacaktır. Bende kimsede bulunmayan bir özellik olsaydı ben kendimi kötü hissederdim. Görünmez olsaydım kimse beni göremediği için bir sırada beni göremedikleri için önüme geçerlerdi. Ben de bu olanlara kızıp onların hakkını yerdim, böylece dünyada eşitsizlik ortaya çıkardı. Eşitsizlik olunca dünya yok olmaya başlardı. Eğer dünya yok olursa, görünmezliği kullanacak yer olmazsa görünmezliğin ne anlamı kalırdı ki? Görünmezliği kullanamadıktan sonra görünmezliğin ne anlamı var ki? Bence görünmezlik kötü olurdu çünkü görünmezlik her durumda işe yarayacak bir şey değil. Erdem ÖZKURAL 7-B

BİR KALEM OLSAYDIM

Eğer bir kalem olsaydım yaşadığım yerin güzel bir kalem kutusu  olmasını isterdim. Beni kullanacak olan kişi beni kullanınca çok mutlu olurdum. Bazen benim düşmanlarım olur, mesela bir numaralı düşmanım silgidir. Çünkü benim emeğimin boşa gitmesine neden oluyor. Ve silgi benim yazımı silince mutluluktan etekleri zil çalıyor. Ve silginin müttefiki  beni her gün biraz daha yok eden kalemtıraş. Ama ben düşmanlarımla savaşmaktan gitgide yok oluyorum. Ama benim için hepsinin ayrı yeri var. Onlar beni seviyorlar mı, bilmiyorum. Onlar yazıyı silerek yok ediyorlar. Ben ise yazıyı yazıyorum. Eğer bir kalem olsaydım bunları yaşamak isterdim. Erdem ÖZKURAL 7-B

YILMAK YOK

Hayatımızda birçok engel vardır. Bazıları küçük olaylar, bazıları ise daha büyük sorunlar ve engellerdir. Küçük bir kızın bebeğim diye ağlaması çok büyük bir sorun olmayıp bir kimsenin iş bulamaması veya kendi kişisel ihtiyaçlarını sağlayamaması, haklarını alamaması daha büyük bir sorundur.
             Bu sorunlar ile ilgili farklı düşünceler ve görüşler vardır. Bu görüşleri kabaca ikiye ayırdığımızda pes etmek ve zorluklarla mücadele etmek olarak değerlendirilebilir. Zorluklarla mücadele etmeyle ilgili olarak Paulo Coelho’nun sözü olan “Ok ancak geri çekerek atılır. Hayat seni zorluklara geri çekiyorsa seni daha büyük bir şeye fırlatacağı içindir. Nişan almaya devam et.” ve Gasson’un sözü olan “İnsanın en büyük dostu zorluklardır. Çünkü insanı karşılaştığı zorluklar kuvvetlendirir.” sözleri çok önemli sözlerdir. Zıt bir düşüncede olan Bob Marley ise “Her şey yolunda gitmiyor bazen, ne yaparsan yap olmuyor yine de! En zoru da bunlara rağmen gülümsemek zorunda kalmak işte.” sözünü söylemiştir.
            Zorluklara kendini teslim eden yani zorluklara karşı direnemeyen insanların başarılarının ve güdülenmelerinin standarda göre daha düşük olduğu birçok bilim adamı tarafından gözlemlenmiştir. Zorluklarla başa çıkabilmek için kişisel gelişim kitaplarının okunması, aile bağlarının güçlenip zor anlarda bir kimsenin o kişiye destek çıkması, motivasyonunun arttırılması ve arkadaşlık en önemli etkenlerdir. Bu değerlerin küçük yaşta alışkanlık edilmesi gerekmektedir.

            Yarın, hayatımızın geri kalanının ilk günü olduğunu unutmadan, hiçbir şeyden yılmadan, hayattan keyif alarak yolumuza devam etmeliyiz. Elif KAYA 7-B

UMUTLU OLMAK

Umut ne kadar da önemli bir şey hayatımızda. Eğer onu yitirirsek hiçbir yerde, hiçbir konuda başarılı olamıyoruz. Ona sahip çıktığımızda ise yenilsek de ayakta durup mücadele etmeye devam ediyor, yılmıyoruz. Bize genellikle doğru yolu gösteren umut yanlış bir yola girdiğinde de tecrübeler kazandırıyor herkese.
Şimdi iki insan düşünelim. Birisi umut dolu, her şeyin var olabileceğine inanan, hayat dolu olsun. Diğeri ise hayattan zevk almayı bırakmış, mutsuz birisi olsun. Şimdi söyleyin bakalım, hangisi daha huzurlu olur ve bu hayatın zorluklarına katlanabilir? Bende öyle düşünmüştüm.

Bir yerde bir söz görmüştüm. “En geveze kuş umuttur, yüreğimizde hiç susmaz.” diyordu. Ne kadar doğru olduğunu anladığım zaman daha sıkı sarıldım umudumun iplerine. Elimizden bir balon gibi uçup gitmesine de izin vermemek için. İyiki de yapmışım. Hayattan zevk almak, küçük bir oyundan bile tat alabilmek için umut lazımmış onu öğrendim. Yüreğimizde susmayan bir kuş var. Ama eğer onu küstürürsek o da çok fazla dayanamaz biz de. Bu yüzden siz siz olun o kuşu sinirlendirmeyin. Elif KAYA 7-B

HAYAT ÇOK KISA

Gerçekten hayatımızın değerini bilmeden yaşıyoruz. Duygularımızı belli etmek istemeden, hareket ve davranışlarımızın eleştirilmesini istemeden, sorunlarımızı kavga ve gürültüyle çözmeye çalışıyoruz. Bence hayatımızı yani en değerlimizi dolu dolu yaşamalı, bazen hata yaparak tecrübe kazanmalı, bazense gurur kaynağı olmalıyız. Bir daha hayatımızı yaşayamayacağız. Bir daha geri dönemeyeceğiz. Arkadaşlarımız, nefretimiz, mutluluğumuz, sevincimiz, ailemiz ve hatta aşkımız bile olmayacak sonrasında. Şimdi onları ve duygularımızı, davranışlarımızı, iyiliklerimizin ve kötülüklerimizin değerini bilmeliyiz. Bir kitabı bile okurken dolu dolu okumalıyız. İnsanlar gittiklerinde anlamamalıyız değerlerini. O anda doyasıya sarılmalıyız belki ya da özür dilemeliyiz yaptıklarımızdan dolayı. Güzel günler, anılar bırakmalıyız akıllarda.

Arkadaşlarımızla buluşmalı, küstüklerimizle barışmalı, çılgınlar gibi eğlenmeli, ya da sadece 100 klasik eseri okumalı insan. Kendi hedeflerimizi gerçekleştirmeli, belki de koşulsuz sevmeliyiz herkesi. Mesela ben hiç görmediğim yerleri gezip hiç tatmadığım lezzetleri tatmak isterdim. Çünkü beni bunlar mutlu ederdi ve hayatımı güzelleştirirdi. Bence siz de bir deneyin derim. Çünkü hayat çok kısa ve bir tane. Elif KAYA 7-B

ZİNCİRLERİ KIRMAK

Herkes doğar, büyür ve ölür ama kimileri dünyamızda bir iz bırakarak gider. Ayrıca insanlar kimileri tarafından gizlice yönetilir, kimi yönetir, kimi ise herkesten farklı, kendi gibi olurlar. En olanı ise kendi gibi olmaktır. Çünkü insan kendi gibi olursa bu onu iyi iş imkanlarına, iyi bir yaşama sürükleyebilir. Bu onun kapasitesine bilgisine ve akademik başarısına bağlıdır. Bu konuyu aşan bir konudur, o yüzden bunu bir kenara atalım ve konumuza devam edelim. Bir de hayatımızda, dünyamızda kendini akıllara kazıyan dünyaca ün salmış önemli kişiler de vardır. Onlar biz insanlar için önemli şeyleri kurmuş, bulmuş veya bunun gibi şeyler yapmış kişilerdir. Onlar da özgün kişilerdir. Bu kişiler insanlara iyi bir örnek olabilir, bu da onlara bir fikir verebilir ama ille de dünyada bir iz bırakmak zorunda değiliz, insanlar arasında iyi hatırlanalım yeter.

Gelelim bu zincirlerden, iplerden nasıl kurtaracağımıza; insanların sizi yönetmemesi için biraz uyanık olmalısınız ya da herkese çok fazla güvenmemelisiniz. Örnek vermek gerekirse Bob Marley: “Sen kim oluyorsun da benim yaşadığım hayatı yargılıyorsun? Ben mükemmel değilim ve olmak zorunda değilim! Parmağın ile beni işaret etmeden önce ellerinin temiz olduğundan emin ol.” demiştir. Sigmund Freud ise: “Garip değil mi? Yüzüne gülecek kadar dost sandığın kişiler, aslında arkandan konuşacak kadar yüzsüzler.” demiş, bu iki söz de bir şekilde yaşamımızdaki iplerden, zincirlerden, engellerden kurtulmamız hakkında bilgi veriyor. Kırın zincirlerinizi artık! Ekin TURGUNER 7-B

KALİMAKA ADASI

O hafif dalgalı günde güneş artık insanlara el sallarken kapkara yaprakların üstünde başaktan küreklerle evlerine dönen küçük Kalimaka Adası sakinleri birbirlerine hikâyeler ve efsaneler anlatıyorlardı. Bir efsane, adayı yaratan Maka Muka’nın bembeyaz, pembe çiçekli gemisinin geri döneceği hakkındaydı.
Kalimaka Adası neredeyse her tür ağacın bulunduğu; insanların hayvanları, hayvanların insanları sevdiği bir adaydı. Adanın göz bebeği olan dev Molimaka ağacının dev siyah yaprakları ve koyu kahverengi bir gövdesi vardı; evleri, kayıkları hep bundan yaparlardı.
Neyse, biz denize dönelim. Tam kıyıyı görmeye başladılar ki büyük bir dalga göründü ve bir anda Maka Muka’nın gemisi ortaya çıktı, etrafında pembe taç yapraklarından yapılma bir sürü kayık vardı.
Kıyıya vardıklarında da Kaptan Maka Muka gemiden indi ve denizi yatağı gibi kullanan karısı Kalimaso’yu gördü. Kalimaso da adanın yaratılmasında büyük rol oynamıştı, karı koca işleri halletmişlerdi. Kalimaso, adanın hayvanlarını yaratan kişiydi ve o da geri dönmüştü. Adalılar bu çifte çok ilgi gösterdiler ama onlar ilgi istemiyordu sadece evlerinde tüm adayla aile gibi olmak istiyorlardı.
Bir hafta sonra ada daha yeşermiş, hayvanlar daha mutluydu. Maka Muka Molimaka yaprağında gezip adalılarla sohbet ediyordu. Kalimaso ise arkadaşlarıyla adayı geziyor, yüzüyor, hatta hayvanlarla konuşuyordu. Herkes için her şey mükemmeldi.
Çiftin gelişinin üzerinden bir yıl geçmişti ve ada ona bir parti hazırlamıştı, tüm hayvanlar oradaydı. Partide havai fişekler patlıyordu. Bundan sonra aylar, günler, yıllar demeden mutlu ve bir arada yaşadılar. Ekin TURGUNER 7-B


ÖĞRENMEK

Öğrenmek yaşam boyu süren çok anlamlı bir etkinliktir. Okullardaki eğitim yaşamımız bizi yarınlara hazırlar. Bilginin kuvvet olduğunu yaşayıp görürüz. Bilim insanları zorluklara karşın çabalarından vazgeçemeyen kararlı insanlardır.

Dünkü Cumhuriyet gazetesinde Prof. Dr. Aziz Sancar'ın Nobel ödülü aldığını öğrenip ulusça çok sevindik. Çocukken hayali milli takım kalecisi olmakmış. Ne ilginç, değil mi? Her canlı yavrularını yaşama hazırlıyor. Yaşamda kalmak, öğrenmek ve deneyimleri paylaşmakla mümkündür. Yaşamın hepimiz için olanaklı olması, barışçıl ve paylaşımcı olmamıza bağlıdır. Bencil insanların düşünce ve duygu zenginliği gelişemez. Yakınlık, güven ve sevgi yaratıcılığımızı arttırır. Örneğin aile içinde konuşup birlikte çözüm üretenler, günlük yaşam sorunlarıyla daha kolay baş edebilirler. Tartışıp duranlarsa yeni sorunlar eklerler. Güzel yaşamak çalışmak, sevmek ve yaratıcılıkla kazanılabilir. Bunu başaran insanların ülkesi çiçek bahçesine benzer. Ege Uras SEÇGİN 7-B 

BEN BİR AĞAÇ OLSAYDIM

Ağaçlar doğanın eşsiz unsurlarıdır. Nasıl ki nefes almayan bir insan düşünülemezse ağaçsız bir doğa ve ağaçsız bir dünya da düşünülemez. Çünkü ağaçlar doğamızın akciğerleri, nefes almamızı sağlayan en önemli varlıklarıdır.
Ben bir ağaç olsaydım insanların yaşaması için çok daha fazla oksijen üretirdim. İnsanlık ve insanın yaşaması en büyük hedefim olur, bunun için elimden gelenin de fazlasını yapardım.
Ben bir ağaç olsaydım köklerimi en derinlere salardım. Çünkü kökleri derinlerde olanların hem nereden geldikleri hem de nereye gidecekleri bellidir. Kökleri derinlerde olanlar yok olmaz, vatanları yurtları vardır ve her şeyden önemlisi “Burası benimdir.” diyebilecekleri bir mekânları vardır onların.  Ben bir ağaç olsaydım güneş yüzünü gösterir göstermez yeşerir, gülümserdim tüm dünyaya. Ege Uras SEÇGİN 7-B

KİTAP

Kitap çok özel, güzel ve bilgi doludur. Kitap ışık saçar, yol gösterir, bilgilendirir. Bu ışıktan kendimizi mahrum bırakmamalıyız, bu bilgileri kullanıp yeni şeyler öğrenmeliyiz. Sonra bu bilgiyle başkalarının yolunu aydınlatıp onlara da bilgimizi aktarmış oluruz.
Kitap okumalıyız, okutmalıyız. Arkadaşlarımızı kitap okumaya yönlendirirsek hem kendimizi hem de arkadaşımızı mutlu etmiş oluruz. Çünkü arkadaşımıza iyilik etmek bizi, bilgi edinmek arkadaşımızı mutlu eder.

Kitabın bilgisi bizim yolumuzu açar, bu yoldan ilerlersek sonunda bilgilerimizle başkalarına yol açarız. Onlar da bu yolda ilerlerse başkalarına yardım eder. Böylece toplumumuz bilinçli insanlarla dolar ancak günümüzde çoğu kişi kitap okumamaktadır. Kitap okumak çok önemlidir. Sonuç olarak ülkemizi daha iyi bir konuma getirmek için kitap okumalıyız. Ege Ilgaz YÜKSEL 7-B 

YARINLARA KALMAK

      İnsanın elinde olmayan tek şey doğum ve ölümdür. Hiçbir güç bunu değiştiremez. Bu konularda seçim yapma hakkımız yoktur. Ama hayatımıza nasıl yön vereceğimiz yani iyi seçimler yapabilmek ve yanlış olanı yapmamak biz insanoğlunun elindedir, insanın hayatta kalıcı olmasını sağlayacak tek şey kalıcı eserler bırakabilmesidir.
      Bunun en güzel örneği Türk ulusunun önderi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Kurduğu Cumhuriyet, getirdiği devrimler ve laiklik bize verdiği en kalıcı eserdir.
      Benim ve benim gibi düşünen Türk Milleti için önemli cümlelerden bir tanesi “ En hakiki mürşit ilimdir.” cümlesidir. Bu cümlede anlatılmak istenen dünyada medeniyet için, başarı için, hedefe ulaşmak için en gerçek yol göstericinin ilim, yani bilgi olduğudur.

      Dünyanın var olmasından itibaren milyonlarca insan doğup ölmüştür. Kimisi hatırlanır, kimisi yok olup gitmiştir. İnsanlık için durmadan çalışan, üretenler; başyapıtları, fikirleri ve idealleri ile ölümsüz olmuşlardır. Efe SİMAV 7-B

ŞAKA

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler top oynarken eski hamam içinde… Ben diyeyim şu ağaçtan, siz deyin şu yamaçtan, uçtu uçtu bir kuş uçtu; kuş uçmadı. Gümüş uçtu. Gümüş uçmadı, Memiş uçtu. Uçar mı, uçmaz mı demeye kalmadı; anam düştü eşikten, babam düştü beşikten… Biri kaptı maşayı, biri aldı meşeyi; dolandım durdum dört köşeyi…
Bir zamanlar bir çiftçi varmış. Bu çiftçi çok çalışkanmış. Her gün meyve sebze dikip sularmış. Bir gün, bir dev çiftçinin tarlasına gelmiş ve ona ekinlerinin ne kadar güzel olduğunu söylemiş. Çiftçi de ona şöyle cevap vermiş:
-Teşekkürler dev ama ekinlerimi yiyemezsin. Onlar ailemin ve benim tek geçim kaynağımız.
Ve dev bunu duyunca oradan uzaklaşmış. Sonra da yemek aramaya yola çıkmış. Ama hiçbir yiyecek bulamamış. Ancakdev çok açmış. En sonunda tarlaya doğru yola çıkmış. Önce bunu yapmak istememiş ama sonra açlığına yenik düşüp çiftçinin emek verip büyüttüğü tüm yiyecekleri yemiş.
Ertesi gün çiftçi tarlasını bomboş görünce çok üzülmüş. Ve bunu yapanın dev olduğunu anlamış. Çünkü yerde devin ayak izleri varmış. Sonra devin evine gitmiş ve deve şöyle demiş:
-Neden tüm ekinlerimi yedin? Onlar benim ve ailemin tek geçim kaynağımızdı. Şimdi ailem ve ben çok kötü durumdayız. Hiç paramız ve yiyeceğimiz yok! Ayrıca zahmetsiz rahmet olmaz. Çalışan kazanır, elması kızarır.
Bunu duyan dev üzgün bir şekilde ona cevap vermiş:
-Üzgünüm, ailem ve arkadaşım olmadığı için üzüntüden hep yemek yiyorum. Ben aslında seninle dost olmak istiyordum.
Buna karşılık çiftçi ona demiş ki:
-Özür dilerim, senin yalnız olduğunu bilmiyordum. Anca beraber, kanca beraber. İstersen bundan sonra hep bizimle yaşayabilirsin. Bize can yoldaşı olursun.
Dev sevinçle:
-Tabii ki sizinle yaşamak isterim. Çok teşekkür ederim.
En sonunda çiftçi, çiftçinin ailesi ve dev mutlu bir şekilde, dirlik düzen içinde hayatlarına devam etmişler… Efe SİMAV 7-B


ÇİFTÇİ VE DEV

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler top oynarken eski hamam içinde… Ben diyeyim şu ağaçtan, siz deyin şu yamaçtan, uçtu uçtu bir kuş uçtu; kuş uçmadı. Gümüş uçtu. Gümüş uçmadı, Memiş uçtu. Uçar mı, uçmaz mı demeye kalmadı; anam düştü eşikten, babam düştü beşikten… Biri kaptı maşayı, biri aldı meşeyi; dolandım durdum dört köşeyi…
Bir zamanlar bir çiftçi varmış. Bu çiftçi çok çalışkanmış. Her gün meyve sebze dikip sularmış. Bir gün, bir dev çiftçinin tarlasına gelmiş ve ona ekinlerinin ne kadar güzel olduğunu söylemiş. Çiftçi de ona şöyle cevap vermiş:
-Teşekkürler dev ama ekinlerimi yiyemezsin. Onlar ailemin ve benim tek geçim kaynağımız.
Ve dev bunu duyunca oradan uzaklaşmış. Sonra da yemek aramaya yola çıkmış. Ama hiçbir yiyecek bulamamış. Ancakdev çok açmış. En sonunda tarlaya doğru yola çıkmış. Önce bunu yapmak istememiş ama sonra açlığına yenik düşüp çiftçinin emek verip büyüttüğü tüm yiyecekleri yemiş.
Ertesi gün çiftçi tarlasını bomboş görünce çok üzülmüş. Ve bunu yapanın dev olduğunu anlamış. Çünkü yerde devin ayak izleri varmış. Sonra devin evine gitmiş ve deve şöyle demiş:
-Neden tüm ekinlerimi yedin? Onlar benim ve ailemin tek geçim kaynağımızdı. Şimdi ailem ve ben çok kötü durumdayız. Hiç paramız ve yiyeceğimiz yok! Ayrıca zahmetsiz rahmet olmaz. Çalışan kazanır, elması kızarır.
Bunu duyan dev üzgün bir şekilde ona cevap vermiş:
-Üzgünüm, ailem ve arkadaşım olmadığı için üzüntüden hep yemek yiyorum. Ben aslında seninle dost olmak istiyordum.
Buna karşılık çiftçi ona demiş ki:
-Özür dilerim, senin yalnız olduğunu bilmiyordum. Anca beraber, kanca beraber. İstersen bundan sonra hep bizimle yaşayabilirsin. Bize can yoldaşı olursun.
Dev sevinçle:
-Tabii ki sizinle yaşamak isterim. Çok teşekkür ederim.
En sonunda çiftçi, çiftçinin ailesi ve dev mutlu bir şekilde, dirlik düzen içinde hayatlarına devam etmişler… Eda Duru AZARSIZ 7-B


BU DÜNYA KİMSEYE KALMAYACAK

Duyarlılık nedir? İyi kalpli olmak mı, doğayı temiz tutmak mı, fakirlere yardım etmek mi? Yoksa olması gerektiği gibi doğayı korumak, yardıma muhtaçlara koşulsuzca yardım etmek mi? Peki insanlar ne kadar duyarlı? İnsanlar çok mu  barışçıl?  Çok mu yardımsever? Çok mu iyi kalpli? Yoksa tam tersi mi? İşte insanlar tam bu noktada üçe ayrılır: duyarsızlar, melek maskesi takmış şeytanlar ve melekler. Dünyada türlü türlü insan var: mutlular, mutsuzlar, yönetenler, muhtaç olanlar vb. Bu insanların aynı fiziksel yapıları var, hepsi insan ama niye bazıları mutlu bazıları mutsuz? Niye bazıları eğlenirken bazıları ağlıyor? Afrika’da açlık kıtlık, bazı Arap ülkelerinde iç savaş varken neden uzak ülkeler bunu önemsemiyor? Peki, eğer bu durum onların başına gelseydi ne olurdu? Dünya yerinden oynardı! Peki, şimdi neden onlar umursamıyor? Bir ülkede savaş var ama onun komşusunun bundan haberi bile yok! Bazı ülkelerin yardıma ihtiyacı varken diğer ülke bunu televizyondan izleyip bu duruma gülüyor. Ama eğer bir ülke yardım ederse diğer ülke sırf gövde gösterisi yapmak için onun 10 katı yardım yapıyor. Avrupa’da bir deprem olsa herkes yardıma koşar ama fakir ülkelerde deprem olsa ona sadece komşusu yardım eder. Tabii duyarlı bir komşusu varsa! Belki eğer biraz anlayışlı olsaydık dünya bu halde olmazdı… Unutmayın, bu dünya size kalmayacak, sizin olmayacak! Eda Duru AZARSIZ 7-B

MİNİK TOHUM

Ben bir tohumum. Sahibim doğayı çok seven, 30'lu yaşlarındaki bir kadın. Kahverengi saçlı, koyu yeşil gözlü, ince ve uzun. Beni  dün akşam ekti ama toprak aşındı ve ben toprağın üstüne çıktım. O akşam yağmur yağdı ve kuvvetli rüzgârlar esti.Evimden bayağı uzaklaştım. Sarsıntıda bayılmışım. Uyandığımda bir çöldeydim, tek bitkiler ben ve kaktüs arkadaşlarımdı, çok korkmuştum. Hemen kaktüs arkadaşlarımla konuşmaya gittim, dediklerine göre evime geri dönmenin tek bir yolu varmış. Akşamları çölde fırtına oluyormuş, fırtınayla birlikte bu akşam eve dönebilirmişim. Saat 5 oldu ve yavaş yavaş fırtına gelmeye başladı, kaktüs arkadaşlarım bana kendilerinden biraz su verip şans dilediler. Rüzgârın içinde sarsıldım, sarsıldım ve bir baktım ki sahibimin evimin duvarının köşesine saplanmışım. Üzerime yağmur da yağınca orada filizlendim. Sahibim beni duvarın dibinde görünce çok şaşırdı, beni oradan dikkatlice çıkarıp bir saksıya koydu ve orada çok güzel bir papatya oldum. Derin ÖNÇAĞ 7-B

GİZEMLİ MİSAFİR

Sabah saat 6, günlerden salıydı. Okula gitmek için kalktım, dişlerimi fırçalamaya tuvalete gittim.
İlk önce yüzümü yıkadım, başımı kaldırdığımda karşımda farklı birisi vardı. 3-5 saniye bakıştık, ne olduğunu anlamaya çalıştım. Önceden  kısa sayılacak çok açık kahverengi saçlarım yerine omuzlarımda koyu yeşil saçlarım vardı; çillerim ise hâlâ yerindeydi hatta çoğalmıştı, boyum uzamıştı,  ben bu değildim.  Korkmaya başlamıştım, daha birçok fiziksel özelliğimiz farklıydı: Karşımdaki kişi benden birkaç yaş daha bile büyük gözüküyordu,  bu eylemi daha fazla sürdürmek istemedim ve evin koridorundan  salona  doğru ilerledim, içeri bir soğukluk girdiğini fark ettim. Pencerenin açık kaldığını fark ettim. Kapatmak için uzandığımda  evimin önünde ambulanslar gördüm, yerde  eski kendi bedenim yatıyordu.  Yok  artık, yoksa  ben ölmüş müydüm!!
Ben nasıl öldüm, neden öldüm, ne oldu bana? Kafamda sorular giderek çoğaldı. Ruhum farklı birinin bedenine mi girmişti? Ne yapacağımı bilmiyordum…

Aradan 3 dakika geçmişti, hâlâ düşünüyordum.  Yorganımın altına girip sakinleşmeyi bekledim. Uyuyakaldığımı fark ettim. Uyandığımda apartmanımın önündeydim. Bir nefesle doğruldum. Başımı kaldırdığımda  evimin içinden aynada gördüğüm kız bana göz kırptı ve bir anda kayboldu. Koşarak evime çıktım, aynanın önüne geçtim ve artık eski halimdeydim. Bu olayları unutmaya çalıştım. Aradan 4 gün geçti ve haberlerde aynada gördüğüm o farklı kızın 2 hafta önce gizemli bir şekilde öldüğünü gördüm ama ben o kızı 4 gün önce görmüştüm. Delirmemek için bu olayı araştırmamaya karar verdim. Odama gittim ve odamda gizemli bir misafir vardı… Derin ÖNÇAĞ 7-B

VAZGEÇMEK YOK

Hayatımızda bizi engelleyen birçok olay ve sorun vardır. Bunlardan kurtulmak için çaba göstermeliyiz. Ancak hiçbir zaman pes etmemeliyiz. Birinin sınavdan altmış alması büyük bir sorun değildir çünkü çalışarak ve çaba göstererek bir dahaki sınavda daha yüksek not alabilir. Ancak birinin işten atılması büyük bir sorundur.

      “Kazananlar hiç hata yapmayanlar değil asla vazgeçmeyenlerdir.” denmiş. Nazım Hikmet’in “Yok öyle umutları yitirip karanlıklara savrulmak. Unutma, gökyüzü altında, bir direniştir yaşamak…” ve Mevlana’nın “Her şey üstüne gelip seni dayanamayacağın bir noktaya getirdiğinde, sakın vazgeçme! İşte orası kaderinin değişeceği noktadır!” sözleri ne kadar da güzel anlatır yılmamayı, pes etmemeyi!  Kaldı ki eğer zorlanıyorsanız yardım da alabilirsiniz. Ama emin olun ki o işi kendiniz yaptığınızda daha mutlu olacaksınız :). Defne YILMAZ 7-B

SULU BİR GÜN

Bugün Ezgi üstüme macun sıkarak beni uyandırdı. Ezgi’nin dişleri düzenli fırçalaması beni mutlu ediyor. Bazı arkadaşlarımın sahipleri hiç iyi değil. Onları iyi kullanmıyorlar ya da onları ayda bir kullanıyorlar. Emin olun bir ay macun girmemiş bir ağza girmek kâbus gibidir. Tanıdığım bir arkadaşım var. Ezgi’nin kardeşi Sezgi’nin diş fırçası, onun yerinde olmayı hiç istemem. Sabah Ezgi beni kullandıktan birkaç saat sonra içeri Sezgi geldi. Arkadaşıma acırken Sezgi beni eline alıp macunu sıktı. O an kâbus gibiydi, Sezgi beni yavaşça ağzına götürdü. Ve o an kâbusum gerçekleşmişti. Sezgi’nin ağzının içi çürük doluydu. Ağzından bir an önce çıkmak istiyordum.
O sırada, içeriden Beliz Hanım’ın sesi geldi, Sezgi’ye acele etmesi gerektiğini söyledi. Sezgi beni ağzından çıkardı, yıkadı ve kenara koydu. Bu işkenceden kurtulduğum için sevinmiştim. Evden herkes gitmişti. Benim yanımda Arda ve Bahar vardı. Bahar macun, Arda ise Sezgi’nin diş fırçasıydı. Arda çok mutluydu çünkü Sezgi onu değil, beni kullanmıştı. Üçümüz sohbet ettik.

Zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Akşam olmuştu. Ezgi geldi. Bahar’ı üstüme sıkıp ağzını fırçaladı. Arda o sırada uyuyordu. Ezgi çıktıktan sonra biz de uyumaya karar verdik. Bakalım, ertesi gün bizi neler bekliyordu? Defne YILMAZ 7-B

BULUT

Ben sıcak bir yaz gününde, havada o hafif ve tatlı rüzgârın yanında süzülen güneş ışınlarının sevecen sıcaklığıyla havaya sarılıp kuşların cıvıltılarını dinlemek isterdim. Keşke her şey benim anlattığım kadar güzel olsaydı ama fabrika ve bacalardan gelen duman ve o güzel kuş cıvıltılarını kesen uçaklar havada olan huzuru bile bozabiliyor ne yazık ki. Yaz bitince ve ogüzel sıcaklık geçince gelen o yağmur kokusunu duymak bile bir bulut olmayı güzelleştiriyor. Akşam karanlığı basınca unutulup göz önünden gidiyorum, yapayalnız kalıyorum ama her güzel şeyin bile bir sonu var ne yazık ki. Defne AYDEMİR 7-B

İKİ DOST

Salih ve Cuma adında iki dost vardı. Salih uzun boylu, sıska; Cuma orta boyda, siyahi ve kiloluydu. Cuma Amerika’da, Salih ise Türkiye’de olduğu için bu iki dost birbirini çok özlüyordu. Ne kadar da özleseler bir türlü buluşamıyorlardı. Bir gün Cuma bir törene katıldı ve törende kavgalı olduğu için üç yıldır görüşmediği kardeşini gördü. İkisi göz göze geldiler ve hiçbir şey söylemeden sarılıp barıştılar.
Öbür gün iki kardeş balığa gittiler. İkisi de çok mutluydu ama Cuma içinden: “Keşke Salih de burada olsaydı.” dedi ve kardeşine : “Yakında Türkiye’ye uçuyor musun?” diye sordu. Kardeşi de : “Yarın uçuyorum.” dedi. Ertesi gün oldu ve ikisi Türkiye’ye uçtu. Cuma Salih’in evine gidip zile bastı. Salih çok şaşırdı ve onu içeri aldı. İkisi biraz konuştu ve akşam eğlenmeye gittiler. Sonunda ikisi buluşmuştu. Berke TOPUZ 7-B


BİR GÜNLÜĞÜNE ASLAN

Yorucu bir akşamın sabahında kalktım, tuvalete gidiyorum. O sırada tuvalette dişlerimi fırçalarken kendimi aynada gördüm. Yelem vardı; dişlerim kocamandı, sivriydi ve keskindi. Acıkmıştım, dışarıya çıktım fakat ayakta duramıyordum maalesef ki yere düştüm. Birkaç kez denedim, alıştırma yaptım, sonunda yürüyebiliyordum.  Azıcık yürüdüm, beni gören insanlar korkuyordu; ellerinde telefon birilerini arıyor gibiydiler. Boynuma yelemin kılları batıyordu. Alışacaktım bir şekilde. Ardından birkaç adım daha ileriye gittikten sonra siren sesleriyle ayıldım, polis ve daha fazla bir sürü koruma birimi gelmişti. Korktum ama ben aslandım, yapacak bir şey yoktu. Bu durum şehirde hoş karşılanmazdı. Kaçmaya başladım, evimin 7 mahalle ötesindeki arka ormana kaçtıktan sonra artık güvendeydim sanırım. O sırada karnım acıkmıştı, burnuma kokular geliyordu, kokuyu takip ettim ve bir ceylan gördüm. Bu bana iğrenç gelmişti ilk başta, sonra kendimi saldım ve içgüdülerime bıraktım, artık sinsiydim, yavaştım. Biraz takip ettim ve zamanı geldiğinde üzerine güçlü ve sert bir atlayış yaptım, kaçmaya çalıştı. Birkaç darbeyle onu yere indirdim ve o iğrenç gelen şeyi yapmaya başladım: onu yemeye! Tadı güzeldi fakat bir değişiklik vardı. Gece ne yapacağımı düşünürken bir yandan da ormanı keşfetmek için yürüyüşe çıkmıştım. Bir sürü hayvan vardı, kaçıyordu. Hep bir kuş sesi vızıltı vb. Ardından ileride de bir sırtlan gördüm, korkmuştum ama bana doğru geliyordu, hızlıydı, yetişti ve bana saldırdı ancak ben daha güçlüydüm. Yeniden ona vurmaya başladım, tek darbeyle o da öldü… Gücümü kontrol edemiyor, korkuyordum; güneş de batmaya başlıyordu, korkmuştum iyice. Susadığım zaman gidip bir nehirden su içtim, ardından yatacak bir yer buldum. Mucize gibi, sabah kalktığımda normal bir şekildeydim, birkaç sıyrık vb. vardı vücudumda, zor yürüyordum. Her şey rüya gibiydi ancak beni bunun gerçek olduğuna inandıran tek şey kıyafetlerimin yırtık olması, vücudumdaki izler ve zor yürümem oldu. Kalktığımda ormandaydım ve her yerim ağrıyordu. Yardım aramak için şehre indim, herkes başıma toplanıp sorular sordu. Yine telefonları vb. gördüm, gene siren sesleri… Ardından kendimi hastanede buldum; bir doktor, temiz kıyafet, sarhoşmuşum gibi bir kafa ve birçok değişik şey oldu; kimse hikayeme inanmadı :D Ama ben zaten onlar için YAŞAMADIM BUNLARI. Atilla Galip Mehmet URKAÇ 7-B

YA BAŞKA BİR VARLIK OLSAYDIM?

Ben dört kişilik bir ailenin çok sık kullandığı ve sanırım çok  önemli gördüğü masasıyım.
Genellikle insanlar üstümde yemek yer ama bazen ailenin iki küçük çocuğu gelir ve üstümde ödev yapar. Ailemden sadece ben ve babam kaldık. Babam üst kattaki yatak odasında olmalı çünkü hep yatak odasına çalışmaya gidiyorlar. Kardeşimi ve annemi yakın zamanda kaybettim. Annemin üstünde çocuklar çalışırken annemin dört ayağından biri kırıldı ve annemi attılar. Kardeşimi ise eskiciye sattılar. İnsanlardan nefret ediyorum çünkü hiçbir şeyle yetinemiyorlar. İnsanların duyguları var ve değişiyorlar bu yüzden de yalan söylüyorlar. İmkânım olsaydı bu evden kaçıp ben ağaçkenki arkadaşlarımın yanına giderdim ama ne olursa olsun bu aile benden vazgeçmeyeceği için pek umudum yok.

Her gün üstümde yemek yedikten sonra ailenin babası ve annesi sandalyelere oturup sohbet ederler. Sonra ikisi de işe giderler ve sandalyelerle baş başa kalırız. Bazen hiç gelmezler, bazen de çok erken gelirler. Bu aileyi sevmiyor görünsem de ısınmaya başlıyorum sanırım. Alp YALIN 7-B

YAZARLARIN SİLAHI

Yazarlar, yazdıkları yazıları kendi düşüncelerini toparlayarak kaleme alıp kâğıda dökerler. Her yazar kitapları için emek harcar. Yazarların silahı kalemdir. Yazarlar kalemlerinden ve düşüncelerinden güç alırlar. Silahlar sadece savaş açıp birilerini öldürmek içindir ama kalem düşüncelerimizi ortaya çıkarmak için çok güzel bir yoldur. Söz çoğu zaman dilimizden kaleme, kalemden kâğıda düşer. İnsanların hayal dünyalarını ortaya çıkarır. Yazarların düşünceleri hiç bitmez.
Kalem günlük hayatımızın her yerinde vardır. “Düşüncelerimiz olduğu sürece kalemlerimiz yok olmaz.” demiş ünlü bir düşünür. Eski zamanlarda kalem yokken insanlar mürekkebe batırıp tüyle yazarlardı, hatta taşların üzerine çizikler atarlardı. Daha sonra ağaçlardan yonttukları odunlardan insanoğlu kalemi yaptı. Şimdi hepimizin elinde renkli kalemler var.

Yazımı “Her düşünce kalem kâğıda döküldükçe hayatımız anılarda kalacaktır.” sözüyle bitirmek istiyorum. Zülal Gerçek USTAOL 7-A

ÖMÜR UZATMA KAHVESİ

Bazen, erken yaşta ölmekten korkuyorum. ‘‘Daha uzun yaşayabilir miyim?’’ diye düşünüyorum.

Günlerden pazartesiydi. Arabamla plaja gidiyordum. Plajda bir tablo gördüm. ‘‘Yaşamını uzatmak isteyenler için ömür uzatma kahvesini icat ettik!’’ İşte bu! Tam da aradığım buydu. Hemen tablodaki numarayı aradım. Beni Ankara’ya çağırdılar. Cuma günü Ankara’daydım. Bana söyledikleri gibi merkeze gittim. 4 yaşlı amca, beni kafede karşıladı. Bana bir kahve gösterdiler. Bu, değişik bir kahveydi. Aralarından biri: ‘‘Bu kahve sayesinde 102 yaşına kadar yaşadık.’’ dedi. Başta inandım ama adamların 102 yaşında olduğu belliydi. Benden 100 TL istediler. Hiç beklemeden satın aldım. Başka biri: ‘‘Her gün 2 çay kaşığı içmelisin’’ dedi. Evime döndüğümde gece olmuştu. Hemen 2 kaşık içtim. Tadı süt gibiydi. 17 Nisan’da başlayarak her gün düzenli olarak içtim. Ve 106 yaşını buldum. 1-2 aya ölecektim. Kapıdan 81 yaşında bir adam geldi. Yaşlı adamlardan birinin oğluydu. Bana: ‘‘Sana verdikleri kahverengi gıda boyası koyulmuş sütten başka bir şey değildi.’’ İyi de o zaman nasıl 106 yaşına geldim? O anda nasıl uzun yaşadığımı anladım. Ben, o süt ile uzun yaşayacağıma “inanmıştım.”. Vahit Eren PINAR 7-A

DELİK KUMBARA

Hayat bizim için ne ifade eder? Hiç düşündünüz mü? Bence hayat, her ne kadar bazen yokuş aşağı, bazense yokuş yukarı olsa da bizlere sunulmuş eşsiz bir hediyedir.
Hayatın en yakın arkadaşı zamandır. Ne zamanı hayattan ne de hayatı zamandan ayrı düşünemeyiz. Hepimize bahşedilmiş bir hayat var. Onu nasıl yaşayacağımız, zamanımızı nasıl değerlendireceğimiz bizlere bırakılmıştır. Önemli olan bu hayatı her daim içimize sinecek şekilde, yaptığımız ve yapmadığımız şeyler için pişmanlık duymadan dilediğimizce yaşayabilmektir. Çünkü zaman denilen kavram hep ileriye doğru işlemektedir. Diğer bir deyişle bugünümüzün tekrarı yoktur. Olamayacaktır. Her hayat sahibine özeldir. Kararlarımız, seçimlerimiz bizlere aittir. Hayatımızı iyilikle, güzelliklerle, bizi en mutlu edecek şekilde yaşamalıyız. Hayatımızın değerinin farkında olmayız. Zamanın bizim için ne kadar önemli olduğunu unuturuz. Bazense bütün bunları bilip söylememize rağmen yine yeri geldiğinde gereksiz şeylere üzülür, güzellikleri ve bizi mutlu edecek şeyleri kaçırırız...
Ben hayatı bozuk paraya benzetirim. Tıpkı Cervantes'in de söylediği gibi ''Hayat, bozuk para gibidir, dilediğiniz gibi yaşayabilirsiniz ama sadece bir kez.'' Çünkü bozuk para kolay harcanır ve ne kadar harcadığımızı fark etmeyiz çoğu zaman. Ve bir gün bir bakarız ki elimizde harcayacak hiç bozuk paramız kalmamış. Başka bir deyişle, anlarımızı biriktirdiğimiz bir kumbaraymış hayatımız altı delik... Biz anlarımızı biriktirdik zannederken hepsi akıp gidiyormuş meğer...  Çünkü gözden kaçırdığımız şeyse en yakın arkadaşı olduğu gibi, zamanın, hayatın en büyük düşmanı da olduğuymuş. Tuana GÜLER 7-A

      



KEDİ OLMAK

Evet, tahmin edebileceğiniz üzere ben bir kediyim ve size bir günümü anlatacağım. İlk olarak uyanmamdan başlayayım. Her zamanki gibi uyanmıştım ve bir de ne göreyim: Sahibim Murat’ın üstünde yatıyorum. O beni çok sever ve her gece beni yanına alır. Ben de doğal olarak bunu hiç ama hiç sevmem. Uyanır uyanmaz hemen kaçarım çünkü kendisi her gün horlar ve ben de derin bir uykuya bir türlü dalamam. Size Murat’ın arkadaşı Hüsnü’den de söz edeyim. Hüsnü çok iyi biri, bana hep yemek verip beni her zaman sever. Bu arada Murat’ın sevmediğim tek tarafı çok cimri olması, bana doğru düzgün yemek almaz. Neyse, konumuza dönelim. Murat’ın annesi kahvaltıyı hazırlıyordu, bense yine oyuncağımla oynuyordum. O sırada Hüsnü gelip bana yemek verdi, bense ona patimi uzattım ama bir anda elini çekip kaçtı. Galiba tırnaklarım canını yakmıştı. Bir daha yapmam deyip mamamı yedim. Karnımı bir güzel doyurduktan sonra Murat’ın annesinin yatağına gidip uyudum. Uyandığımda ise ne göreyim: Murat önümde paralarını sayıyordu. Bir keresinde paralarını sayarken birini yırttığımı hatırlıyorum o yüzden Murat bana hâlâ kızgın. Cimri olduğundan normal tabii. Ben de kalkıp yemeğimi yedim, sonra kendi yatağıma gidip yattım. İşte bir günüm böyle geçiyor. Çoğu uyuyarak ama olsun, ben sahibimden ve yaşadığım yerden memnunum sonuç olarak. Mesut Dora MAYTALMAN 7-A

EVE DÖNMEK

Çok kalabalık ve aynı zamanda gürültülü, yüksek binalara sahip P.P.A.P. şehrinde yaşayan Berk bu yüksek binalardan birinin en üst katında oturuyordu. Sahibi olan Efe onunla beraber hep oyun oynardı. Her gün mamasını annesi Fatma koyardı. Berk ailenin en zayıf halkasıydı ama bağları güçlüydü çünkü o bir köpekti. Su içmeye başladığı zaman su kabı boşalana kadar durmazdı. Bu yüzden babası Veli çoğunlukla su kabını doldurmak zorunda kalırdı. Berk her sabah, öğlen ve akşam en sevdiği mama olan et tadında, kemik şeklinde olan mamalardan yerdi. Berk bir numara yaptığında mama kabına daha fazla mama koyarlardı. Kötü bir şey yaptığında ise daha az mama koyarlardı. Berk'i her gün Efe'nin abisi Mehmet gezdirirdi.
            Bir gün Mehmet Berk'i gezdirirken hızla giden bir Lamborghini kontrolünü kaybedip ona çarptı ve Mehmet'in elinden fırlayan tasma düştü ve diğer elindeki balıklar da Lamborghini’nin içine girdi. Havada on beş takla atan Mehmet lağım deresinin içine düştü. Efe, Veli ve Fatma geldiğinde Berk oralarda yoktu. Kazada korkup kaçmıştı. Çok korkuyordu, yalnızdı, susuzluk ve açlığa karşı koymak istiyordu. Oraya en yakın arkadaşı Angelina idi. O akşamı orada geçirdi. Hemen bir plan yaptı. Ertesi sabah evin yolunu bulmak için kendine harika bir rota çizdi. Arkadaşları Tolga, Batu, Azrak, Deniz Ö ve son olarak da Baran'ın evine gidecekti. Angelina'nın evinden çıkıp Tolgaların evine giderken ona kötü kötü bakan iki çocuk gören Berk biraz korkarak yürümeye başladı. Neyse ki kangal kırması olan Berk çok küçük bir köpek değildi. İki çocuğu sorun yaşamadan atlatmak için havlaması yetti. Bu sayede kendini de güvence altına aldı. Birkaç saat sonra Tolgaların evine varmıştı. Sabahı bekledi ve yola çıktı. Batuların evine gidecekti. Yolda yürürken bir grup kedi ile karşılaştı. Kediler Berk’ten hiç hoşlanmamışlardı. Sürekli tıslayıp tırmalamaya başladılar. Berk birkaç yara aldı ama oradan kaçmayı başarmıştı. Batuların evine gelmişti. Ertesi sabah Azrakların evine doğru yola çıktı. Bu sefer karşısına bir engel çıkmadığı için şaşırmıştı. Azrakların evine hemen varmıştı. Azraklar evde yoktu bu yüzden tüm gece boyunca yürüyerek Deniz Ö.lerin evine gitmek zorundaydı ama yolda karşısına Şivava Çetesi adlı çete çıktı. Bu kalabalık çete ile kavgayı bitirdiğinde geriye canlı sadece bir Şivava kalmıştı, Berk’in ise ağır bir yarası vardı ama Deniz Ö.lerin evine gelmeyi başardı. Yarası ve yorgunluğu yüzünden Deniz Ö.lerde 2 gün kaldı. Baranlara doğru yola çıkan Berk karşısına yine bir sorun çıkmayınca korktu. Bu yüzden doğrudan eve gitmeye karar verdi. Eve geldiğinde kimse yoktu bu yüzden yardım almaya karar verdi. Yan evdeki Efe’nin arkadaşları olan sekizerlerin kapısını çaldı. Onlar yani Ece, Defne, Eylül, Lara, Ayça,  Zülal, Berrak, Tuana. Hepsi birden kapıyı açtı. Hemen Fatma Hanım’ı arayıp haber verdiler. Tedavisi biten Mehmet o gün eve geldi. Mehmet ve Efe, Berk’i çok özlemişti. Mehmet ertesi günlerde arkadaşlarına bana Lamborghini çarptı diye hava atıyordu. O günden sonra hep mutlu yaşadılar.  Mert ÖZTÜRK 7-A