Yavaş
yavaş gözlerim kapanıyordu ama en azından yatağımda ve huzurluydum, ayaklarım uyuşmaya başlamıştı, bunun ne
anlama geldiğini biliyordum. Konuşmak istedim ama ağzımdan bir tek söz bile
çıkmadı. Etrafımdaki tanıdık yüzler silinmeye, sesler yüksek ve boğuk çıkmaya
başladı, uyuşma kollarıma doğru çıktı, bilincim kayboluyordu. Karanlık…
Tekrar
gözlerimi açtığımda bir kuş yuvasındaydım. Yanımda kıpraşan diğer yavru
kuşlarla birlikteydim. “Yok artık, ölünce böyle mi oluyor yani?” diye düşündüm,
“Ne yani, ölünce böyle mi oluyordu, kuşa mı dönüşüyorduk?” diye bağırdım ama ağzımdan
ciik ciik sesinden başka bir şey çıkmadı. Etrafa bakmak için henüz iyi görmeyen
gözlerimle bir adım attım ve aşağıya düştüm. Çimlerin üzerinde hareketsiz
uzanırken düştüğüm yuvaya baktım… Amma da yüksekti, küçük ve yorgun kalbim
hızlı hızlı atıyordu, nefesim sıkıştı ve işte yine o karanlık…
Aaaa!
Yeter artık diye bağırmaya çalıştım ama bu sefer de ağzıma su doldu. Gözlerimi
açtığımda bir havuzdaydım. Yanımda bana doğru bakan iki yunus vardı, şaşkın
şaşkın bir süre bakıştık, sonra bir adamın mikrofondan bağrışını duydum, yüzeye
doğru çıktım ve sinirden deliye dönen adamı gördüm. Bana doğru “Bittin sen!”
diye fısıldadı ve herkesten özür dileyip gösteriyi bitirmek zorunda olduğunu
söyledi.
Birkaç
saatimi havuzda boş boş gezinerek geçirdim, sonra birkaç adam ve yaşlı bir kadın
havuzun kenarına geldiler, kadın adama: “Durumu anlıyorum, zaten çok yaşlandı
artık.” dedi, adam: “Evet, işi bitti artık bunun.” diye karşılık verdi, sonra
bir tüfek doğrulttular bana… Donakaldım. Bir patlama sesi ve kuyruğumda ucu
kırmızı küçük bir ok vardı, nedensiz bir rahatlama geldi ve ardından çok uykum
geldi ve işte karanlık…
Gözlerimi
açtığımda sonsuz çimenlere kocaman dağlara ve masmavi gökyüzüne bakan bir
tilkiydim. Mutluluktan koşmaya kalkıştım ama ayağım bir kapana takılmıştı, acıyı
kapanı fark edince hissettim; acı öyle büyüktü ki patim kopacak gibiydi, aç ve
susuzdum, ayağımda da bir kapan olduğundan çok kan kaybediyordum, bundan kötü
ne olabilirdi ki?
Uzaktan
yaklaşan bir motor sesi duydum, yaklaştı yaklaştı… Aracın içinde cansız uzanan
bir sürü tilki görünce dehşet içinde kaçmaya çalıştım, bunlar kürkçülerdi! Aracın
içinden iki adam indi, biri bana doğru yaklaştı ve yanıma diz çöktü, bana “Üzgünüm
Thom” dedi.
“Thom”
mu diye düşündüm, bu ismi daha önce duymuştum diye düşünürken kafama dank etti,
bu benim insan ismimdi… Ama bu adam bunu nereden biliyordu diye düşünürken diğer
adam yanımdaki adama “Ona ne dedin öyle?” dedi, yanımdaki adam “Hiiç… öylesine
kendi kendime konuştum işte!” dedi. Sonra aniden “Yap şunu haydi!” dedi
uzaktaki adama, uzaktaki adam yaklaştı ve elindeki tüfeği bana doğrulttu,
aniden bir patlama sesi… Kafamda şimşekler ve istemsiz bir çırpınmanın ardından,
olamaz !! Aynı karanlık…
Gözlerim
açıldığında bir kediydim bu defa, mutluluktan kahkaha atamasam da
hırıldıyordum, şansa bak, hem de ev kedisiydim. Bulunduğum en keyifli formdu bu,
insan iken hep kedimin yerinde olmak isterdim, ekmek elden su gölden bir yaşam,
daha ne isterdim ki…Hem ev kedisi olunca kolay kolay ölemezdim, değil mi? Keyifle
esneyip evi gezmeye karar verdim, gezintime küçük bir kızın odası ile başladım,
meraklı meraklı eşyaları koklarken “Merhaba Thom” diye bir sesle yerimden
zıpladım, sandalyede oturan küçük kızı fark etmemiştim.
Kız
masada bir şeyler yazıyor oldukça meşgul görünüyordu, gülerek arkasına döndü ve
bana baktı,“Merhaba dedi bir kez daha…”
Tabii
ki konuşamadım, kız devam etti: “Thom, farkına var…” dedi gülmeyi keserek, oda
biraz sallandı, kız masadan kalktı ve yanıma gelip beni kucağına aldı,
pencereye doğru yürüdük, kız bana “Thom” dedi, “gerçek hayatta değiliz.”
İnanmadım
tabii, şaka sandım. Pencereden baktım ve aklımın alamayacağı bir şey gördüm. Kız
şaşkınlığımı anladı ve açıklama yaptı. “Thom daha önce hiçbir şey gördün
mü? Elbette görmedin.” dedi, “Şimdi
görmüş oldun ve şimdi inandın mı? diye ekledi. İnandım dedim ve donakaldım. “Konuşabiliyor
muyum yani…” diye geçirdim içimden, kız:
“Thom, kayboldun değil mi?” diye sordu. “Ne kaybolması?” dedim, kız: “Thom,
sen hiç yaşamadın.” dedi. “Neee!!” diye bağırdım.
“Thom”
dedi kız, “yine insan olduğun hayatta, ölümünden önce hatırladığın bir şey
söyle.” “Tabii ki” dedim. “Bundan kolay ne var?” Sonra dondum kaldım. Hafızamı
kaybetmiş olmalıydım. Hiçbir şey hatırlamıyordum. Kız: “Thom, sen insandın
fakat doğmadan önce ölmüştün.” dedi. Ben ona yıkılmış şekilde baktım. “Aslında”
dedi kız, “sen yakalanması çok zor bir kayıp ruhtun, nasıl bu kadar hızlı ölmeyi
başarıyorsun?”
Ben
bir şey demedim, kız devam etti :“Neyse sonunda buradayız, doğmadan ve bilinci
gelmeden ölen bebekler, hiç anısı olmayanlar da denebilir, başka bir hayatta
yaşamak için başka bir bedene geçerler. Ben seni yakalamak için varım. Sen
kayıp bir ruhtun ama senin ölümün annenin de ölümüne yol açtığı için annenin
yaşanmışlıkları da sana aktarıldı. Yani sen önceden insan olduğunun farkına
varan, düşünebilen bir ruhtun Thom. Seni bu yüzden yakalamam gerekli idi.”
“Şimdi”
dedi içini çekerek, “ben aslında küçük bir kız değilim ve senin adın da Thom
değil küçük ruh. Beni beyninde nasıl canlandırırsan öyle görünürüm. Ayrıca,
Thom senin babanın adıydı. Aslında biz bir lisanla bile konuşmuyoruz. Sadede gelirsek
seni arındırmam ve başka bir forma sokmam lazım.” dedi. “Yani kısaca hafızanı
sileceğim.” “Hayır” dedim ve camı kırıp atladım. Kız: “Hayır Thom, bunu
yaparsan hep şimdiki formunda kalırsın ve ölemezsin.” dedi. Yere düştüğümde kız
beni kucağında tutuyordu. Korktum ama bu sefer camdan ağaçlar görünüyordu. Bu
sefer kız insandı. Gerçek dünyadaydım ama en kötüsü bu kadar tecrübeyi kedi
olduğum için kimseye anlatamıyordum. Ancak ondan da kötüsü aklımdan geçenleri
birinin okuduğunu hissediyorum.
Hey
sen! Orada kal! Ne diye aklımdan geçenleri okuyorsun? Ayşe Lara BAKTER 7-A